Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Risale-i Nur’da Her Dertliye Derman Var

İnsana iman esas olduğundan,

Külliyatın tamında var ondan.

 

İstikbalin te’minati gençlere,

Der, siz Sarılın“Gençlik Rehberine.”

 

Kardeşleriyle kavga edenlere,

Der bakın “Uhuvvet Risalesine.”

 

Ümidsiz nine  ile dedelere,

Gayret verir özel “Risale” ile.

 

Bilgiye çok muhtaç müenneslere,

Der, tutunun “Hanımlar Rehberine.”

 

Yatakta inleyip kıvrananlara,

“Hastalar Risalesi,”  olur şifa.

 

Haşre karşı kimin vardır şüphesi,

Ona yeterli “Haşir Risalesi.”

 

Giybet yapmağa alıştıran kendini,

durmasın  okusun gıybet bahsini.

 

Namaz kılmakta tembellik edene,

Cevap: Dört, Dokuz ve Yirmi beş Sözde.”

 

Ben “Kadere” inanamam diyene,

“Yirmi Altıncı Söz’le ,” aslına döne.

 

İçtihad yapmaya girişenlere,

“Yirmi Yedinci Söz”de hakkı göre.

 

İnsanlığın aslını soranlara?

“Yirmi Üçüncü Söz” cevap onlara.

 

Cennet yoktur sözünü edenlere,

“Yirmi Sekizinci Söz” cevap vere.

 

Hoca hediye almazmı diyene,

“İkinci Mektup”la örnek göstere.

 

Hakikatı görmeye talip olanlar,

“Otuz Üç Pencereden” baksınlar.

 

Örnek insan varmı, acep nerede?

Külliyat ona şifa ve her derde.

 

Onunla müşkülünü Üstad çözer,

Çünkü Üstadın hayatı modeller.

 

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Nur Talebesi Başkasının İmanını da Muhafaza Etmeye Mükelleftir

Eskişehir hapishanesinde cereyan eden bir hadiseyi nakleden Bediüzzaman Hazretleri imana hizmetin her şeye tercih edilmesinin hakikatini nazara verir

“Cazibedar bir Nakşi evliyasından bir zat, dört ay mütemadiyen Risale-i Nurun elli altmiş şakirtleri içinde celbkârane sohbet ettiği halde, yalınız bir tek şakirdi muvakkaten kendine celbetti. Mütebakisi o cazibekâr şeyhe karşı müstağni kaldılar. Risale-i Nurun yüksek , kıymettar hizmeti imaniyesi onlara kâfi olarak kanaat veriyordu.

O şakirdlerin gayet keskin kalb ve basireti, şöyle bir hakikati anlamış ki: Risale-i Nura hizmet ise, imanı kurtarıyor, tarikat ve şeyhlik ise velayet mertebesini kazandırıyor. Bir adamın imanını kurtarmak ise on mü’mini velayet derecesine çıkarmaktan daha mühim ve daha sevaplıdır. Çünkü iman saadet-i ebediyeyi kazandırdığı için bir mümine, küre-i arz kadar bir saltanatı bakiyeyi te’min eder. Velayet ise mü’minin cennetini genişlettirir, parlattırır. Bir adamı sultan yapmak on neferi paşa yapmaktan ne kadar yüksek ise, bir adamın imanını kurtarmak, on adamı veli yapmaktan daha sevaplı bir hizmettir.” (Kastamonu Lâhikası sh:83)

“Benim eskiden  beri tekrar ettiğim bir dâvâm-ki, Risale-i Nurun hakiki şakirtleri, hizmeti imaniyeyi her şeyin fevkinde görür, kurbiyet de verilse ihlas için hizmetkârlığı tercih eder.”

“Ben tahmin ediyorum ki, eğer Abdülkadir Geylani (r.a.) ve Şah-ı Nakşibendi (r.a.) ve imami Rabbani (r.a.) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün kuvvetlerini hakaik-i imaniyenin ve akaidi islamiyenin takviyesine sarf edecektiler.  Çünkü saadeti ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. İmansız cennete gidilmez fakat, tasavvufsuz cennete giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşabilir. Tasavvuf meyvedir fakat hakaiki imaniye gıdadır. Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyri sülûk ile bazı hakaiki imeniyeye ancak çikılabilirdi. Şimdi ise Cenâb-ı Hakkın rahmeti ile, kırk dakikada o hakaika çıkılacak bir yol bulunsa, o yola karşı lâkayt kalmak elbette kârı akıl değildir. İşte otuz üç adat sözler, böyle Kur’ani bir yolu açtığını, dikkatlı okuyanlar hükmediyorlar.

Madem hakikat budur. Esrar-ı Kur’âniyeye ait yazılan Sözler şu zamanın yaralarına en münasip bir ilaç, bir merhem  ve zulumatın tehacumuna maruz heyet-i islamiyeye en nafi bir nur ve dalalet vâdilerinde hayrete düşenler içi en doğru bir rehber olduğu itikadındayım” (Mektübat sh:23)

“Her şakirdin vazifesi, yalnız kendi imanını kurtarmak değil, belki başkasının imanını da muhafaza etmeye  mükelleftir. O da hizmete ciddi  devamla olur.” ( Kastamonu Lâhikası sh: 202)

Zaman imanı kurtar zamanıdır çünkü:

“Bu zaman eski zaman gibi değildir. Eski zamanda imânı kurtaran on el varsa, şimdi bire inmiş. İmansızlığa sevk eden sebepler eskiden on idi ise, şimdi yüze çıkmış. İşte, böyle bir zamanda imâna hizmet için, dünyaya el atmadım, dünyayı terk ettim.” Sözler sh: 760)

“Sözler namında envar-ı Kur’âniye ise, en mühim ibadet olan ibadet-i tefekküriye nev’indendir. Şu zamanda en mühim vazife imana hizmettir. İman saadeti ebediyenin anahtarıdır.” (Barla Lâhikası sh:328)

Bu zaman imanı kurtarma zamanıdır. Seyri sülûk-ü kalbi ile tarikat mesleğinde bu bid’alar zamanında çok müşkülat bulunduğundan, Nur dairesi hakikat mesleğinde gidip, tarikatların faydasını te’min eder.” (Emirdağ Lâhikası-I sh:242)

“Hadisi şerifte vardır ki: Bir adam imana seninle gelmesi, sana sahra dolusu kırmızı koyundan daha hayırlıdır.” (1) “Bazan bir saat tefekkür bir sene ibadetten daha hayırlı olur.” (2) (Emirdağ Lâhikası-I sh 104)

İmanın rükünlerinden birisinde hâsıl olacak bir şüphe veya inkâr, dinin teferruatında yapılan lakaytlıktan pek çok defa daha felaketli ve zararlıdır. Bunun içindir ki: Şimdi en mühim iş taklidi imanı tahkiki imana çevirerek imânı kuvvetleştirmektir, imanı takviye etmektir, imanı kurtarmaktır. Her şeyden ziyade imanın esasatıyla  meşgul olmak kat’î bir zaruret ve mübrem bir ihtiyaç, hatta mecburiyet haline gelmiştir. Bu Türkiye’de böyle olduğu gibi, umum İslam dünyasında da böyledir.” (Sözler sh: 749)

“Biz, imanı kurtarmak ve Kur’âna hizmet için  Mekke’de de olsam buraya gelmek lazım. Çünkü en ziyade burada ihtiyaç var. Binler ruhum olsa, binler hastalıklara müptela olsam ve zahmetlere katlansam, yine bu milletin imanına ve saadetine yardım için burada kalmaya Kur’ân dan aldığım dersle karar verdim ve vermişiz.” (Emirdağ Lâhikası-I sh 195)

Risale-i Nur iman kurtarması ciheti cihetiyle o dar dairesi madem hayat-ı bâkiye ve ebediyeyi kurtarıyor. Bir milyon talebesi bir milyar hükmündedir. Yani bir milyon değil, belki bin insanın hayat-ı ebediyesini temine çalışmak, bir milyon insanın hayatı faniye-i dünyeviye ve medeniyetine çalışmaktan daha kıymettar ve mânen daha geniş olması, Eski Saidin o rüya-yı sâdıka gibi olan hissi kablelvuku ile o dar daireyi bütün Osmanlı memleketini ihata edeceğini gördüm.” (Emirdağ Lâhikası –II sh: 112)

Madem bin seneden beri iman ve Kurân aleyhine teraküm eden Avrupa feylesoflarının itirazları şüpheleri yol bulup ehli imana hücum ediyor. Ve bir saadet-i ebediyenin ve bir hayat-ı bakiyenin ve bir cennet-i daimenin anahtarı,  medarı, esası olan erkân-ı imaniyeyi sarsmak istiyorlar. Elbette biz her şeyden evvel imanımızı taklitten tahkike çevirip kuvvetlendirmeliyız.” (Emirdağ Lâhikası-I sh: 166)

“Bu zamanda en büyük bir ihsan, bir vazife, imanını kurtarmaktır, başkasının imanına kuvvet verecek bir surette çalışmaktır.”( Emirdağ Lâhikası-I sh:62)

“Biçare hocalar, Nurların kıymetini bilmiyorlar değil, belki derd-i maişet o heyet-i ulemadaki büyük hocalara itimad edip ve kendi tahsil ettiği ilm-i dini kendi imanını kurtaracak derecesindedir zanniyle lâkayt kalıp ruhsatla amel etmeye kendilerine fetva veriyorlar.” ( Emirdağ Lâhikası-I sh:214)

Beni nefsini kutarmayı düşünen hodgâm bir adam mı zan ediyorlar? Ben cemiyetin imanını kurtarmak yolunda, dünyamıda feda ettim ahretimi de… Risale-i Nur , hiç olmazsa birkaç yüz bin, yahut birkaç milyon kişinin—adedini bilmiyom ya, öyle diyorlar. Afyon savcısı beşyüz bin demişti. Belki daha ziyade—imanını kurtarmaya vesile oldu. Ölmekle yalnız kendimi kurtaracaktım. Fakat hayatta kalıp ta zahmet ve meşekkatlere tahammül ile bu kadar imanın kurtulmasına hizmet ettim Allaha bin kere hamd olsun.”(Tarihçe-i Hayat sh:629)

“Hususi vazifemiz de, Kur’ânın iman hakikatlerini tahkikî bir surette ehli imana bildirip, onları ve kendimizi idam-ı ebediden ve daimi berzahî haps-i münferitten kurtarmaktır.” (şualar sh:313)

“İmam-ı Rabbanî ve Müceddidi Elfi Sânî Ahmed-i Faruki (r.a.) demiş: Hakaiki imaniyeden  birtek mesenin inkişafı ve vuzuhu, benim indimde binler ezvak ve kêrâmata müreccahtır. Hem demiş ki: Bütün tarikatlerin gayesi ve neticesi, hakaiki imaniyenin vuzuhudur.”

Madem şöyle bir tarikat kahramanı böyle hükmediyor. Elbette hakaiki imaniyeyi kemal-i vuzuhla beyan eden ve esrar-ı Kur’aniyeden tereşşuh eden Sözler, velayetten matlup olan neticeleri verebilirler.” Mektübat sh: 355)

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Merhum Bayram Yüksel Ağabeyin Hatıralarından (2)

26- Üstad Hazretleri, uçağı gördüğü zaman, onu göstererek, “Nev’imle iftihar ediyorum.” dedi.

27-Üstad Hazretleri, Şafii mezhebine göre biraz erken kalkardı. O zaman Ağabeyler namazlarını ayrı kılarlar, sonra zile basılınca Üstad Hazretlerinin yanına giderlerdi. O zaman Üstad Hazretleri “Tesbihatı yapıp yapmadıklarını” sorar, yapmamışlarsa “yapmalarını” söylerdi. Eğer namazı beraber kılmışlarsa, La İlahe İllallah çekilinceye kadar kimseyi bırakmazdı.

28- Üstad Hazretleri, “Yirmi milletvekili vatan, Kur’an için çalışacağız.” Deseler,” maaş almazlarsa bomba gibi te’sir edecek!” dedi.

29- Üstad Hazretleri, gümleğinin önüne bazen reyhan ve gül takıyordu.

30- Üstad Hazretleri, “Benim hizmetkârlarımı gıybet edenlerin akıbetlerinden korkarım.” dedi.

31-Üstad Hazretleri “Menderes gelse, Bayramı bana şoför olarak ver!” dese, bunun neticesi olarak “Risale-i Nur dağıtacağım neşredeğim!” dese, ben Bayramı vermeyeceğim.” dedi.

32- Abdullah ağabey Urfada hizmetteyken, validesi Üstada mektup yazarak diyor ki: “Abdullahı müsaade  edin, iki aylığına yanıma gelsin! Yoksa hakkımı helal etmeyeceğim.” Üstad Hazretleri, o  sırada Emirdağı’nda imiş Bu mektuptan evvel evvel haberdar olan Zekeriyya kitapçı Ağabey Üstad Hazretlerinden habersiz olarak Abdullah Ağabeye mektup yazarak demiş ki, Annenden böyle böyle mektup geldi. Üstad Hazretleri iki aylığına değil de iki günlüğüne gitmenize izin verdi. Çabuk gidin.” Abdullah Ağabey hemen yola çıkarak evvela Üstad Hazretlerini ziyaret ederek, memlekete gitmek  niyeti ile Emirdağı’na geliyor. Üstad Hazretleri, Abdullah Ağabeye o zaman Şöyle demiş: “Sıla-i rahim mektupla da olur. Hemen  Urfa’ya geri dön. Eğer önceden tedbir alıp, eve ara sıra mektup yazsa idin, bunlar başına gelmezdi. Eğer seni özlemişlerse, onlar senin yanına gelsinler.”Abdullah Ağabeyin anlattığına göre, Üstad Hazretleri sağ elini göstererek demiş ki: “Baş parmak Hukukullaha; işaret parmağı hukuku Resülullah. Orta parmak hukuku Üstada; Yüzük parmağı hukuku vâlide; Küçük parmak hukuku peder.” Demiş. Sonra Üstad Hazretleri baş parmağını işaret ederek, “Hepisine mukabildir ve hepisinden önce gelir.” Demiş. Abdullah Ağabey hemen urfaya dönmüş.

33- Abdullah Ağabey Üstad hazretlerini ziyarete gelince, Isparta’daki Ağabeylerin hepsi yemekte toplanıyor. (Üstad Hazretleri, dışarıdan lokantadan yemek getiriyor.) Üstad Hazretleri yemekten sonra şöyle dua ediyordu: “Ya Rab bu cemaatla beraber cennette de bize yemek nasip eyle!” diyor.

34- Üstad Hazretleri, fırtınalı bir havada,  Eğridir’den Barlaya motorlu bir kayıkla gidiyor. Üstad o fırtınada kayık içinde bir delikanlı gibi duruyor. Kayık içnde korkmayan bir Üstad Hazretleri ile bir çocuk varmış. Üstad Hazretleri kayıktaki korkaklara diyor: “Hey ahmaklar, ne korkuyorsunuz? Şehid olacaksınız!” Karaya çıktığında Üstad Hazretlerinin üzerinde bir damla yağmur ve deniz suyu yokmuş. Üstad Hazretleri, orada bulunan ihtiyar bir kadına: Çayın varmı.” diye soruyor? Kadın: hiç çay adetimiz yoktur!” diyor. Üstad Hazretleri bir yerden çay alıyor. Oba sahibi ise: Şekeri de benden olsun diyor.” Üstad Hazretleri ise: “Ben seksen senelik kaidemi bozmam” deyip şekerin parasını veriyor. (Emirdağ.2: 198-199’a bakınız.)

35- Üstad Hazretleri, “Vandaki ada içinde  yetiştireceğim on adam, dünyayı idare eder!” Diye buyuruyor. Sebebi sorulunca:”Çünki âfâki meşguliyet yok!” demiş.

36-  (Sırr-ı İnna A’tayna), ay ışığında ve çam ağacında te’lif ediliyor.

37-  Üstad Hazretleri, (Bast-ı zaman, Risale-i Nurun te’lifinde vuku bulmuştur.” Demiştir.

38- Üstad Hazretleri, Demokrat Parti parmak kesiyor. Halk Partisisi el kesiyor. Onun için Demokrat Partiye ehvenişer nazarıyla  bakıyorum!” diyordu.

40- Bayram Ağabeyin kalbine bir gün, “Bir avuç Nur telebeleri olan bizler yazıyoruz, bizler okuyoruz.” Diye geliyor. Üstad Hazretleri, birden “Bu Nurları bütün kâinata okutturacağım! Diye buyuruyor.

41- Üstad Hazretleri,(sarıklı genç) için “Bir zaman Ceylan’ı düşünmüştüm.” Demişti.

42- Üstad Hazretleri, “Fıtri uyku  beş saattir diyordu. Kendide erken yatıp saat ikide kalkıyordu.

43- Üstad Hazretleri, Emirdağı’na üç Km. kalsa bile namaz vakti girince arabayı durdurup, hemen evvel vaktinde namazını eda ediyordu.

44- Üstad Hazretlerinden âfâki hiç bir şey duymadık. Beş dakika boş durduğunu da görmedik. Ya yazıyor veya okuyordu.

45- Üstad Hazretleri, “benden sonra sizin vazifeniz tevafuklu Kur’an, Risale-i Nur’un ta’limi, Lahika mektuplarının neşri (Kastamonu ve Emirdağ Lahikaları neşredilmişti) olacak diyordu. (Ağabeylere hitaben)

46- Üstad Hazretleri, Risale-i Nuru bir yerden bir yere götürmek, on kâfiri öldürmekten daha ehemmiyetlidir.” Buyurmuştu.

47- Üstad Hazretleri, Bazen bizleri çağırır ve ” Siz mi çalışkansınız , ben mi çalışkanım?” diye sayfaları gösteriyor ve kendisinin ikiyüz sahife okuduğunu tek tek sayıyordu.

48- Üstad Hazretleri, “Risale-i Nur’u evrad makamında da okuyabilirsiniz.” Diyordu.

49- Üstad Hazretleri ile bir gün yolda giderken, yolda gördüğümüz yeni doğmuş on günlük bir bebeğin Üstad Hazretlerine gitmek ister gibi hareketlendiğini gördük.

50- Üstad Hazretleri, Arapça Mesneviyi ders verdiği zamanlarda dersi çok uzatıyor ve sabah namazından öğle namazına kadar ders yapıyordu. Zübeyir Ağabey uyumamak için vücuduna iğne batırıyordu. Üstad hazretleri, Arapça Mesneviyi ders okurken izah ediyordu.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Merhum Bayram Yüksel Ağabeyin Hatıralarından

Vefatının 18. yılında Bayram Yüksel Ağabeyimizi Rahmetle anmak vesilesi ile; bazı hatıralarını sizinle paylaşacağız… 1931 – 1997

      1-Üstad hazretleri (Mevlüdi nebevi gecesi hariç) diğer leyle-i mübarek’eleri ihya ettirirdi uyutmazdı. Uyuyanlara ibrikle su dökerek uyandırırdı. Ayrıca Ramazanın on beşinci gecesinden sonra. Uyumazdı. Üstad Hazretleri, kendi de mübarek gecelerde ve Ramazanın son on beş gününün gecelerinde uyumazdı.

      2- Bir ders esnasında 17. lem’a daki notalar bahsi okunurken,Üstad Hazretlerinin hazır olduğu bir derste Ağabeylerden biri “Ey gafil Said” ibaresini okuyunca, Üstad Hazretleri,”Keçeli beni itham etmeye hakkınız yok.” Dedi. O ibare yerine “Ey gafil nefsim! Veya ey gafil filan! “ (Okuyan kendi ismini söylesin) ma’nasında sözler söyledi.

     3- Bir gün, Üstad Hazretleri, “Kardeşim bu zaman çok acayip olmuş, elini versen kolunu alır, kolunu versen vücudunu alır. Zaruri rızkı bulsanız kifayet ediniz.” Diyerek bizlere buyurdular ki, “Siz hayatı içtimaiye girmek mecbur kalırsanız, ancak çobanlığa izin veriyorum!” Dedi.

      4- Bingöl Milletvekili (Said) Üstadın yanına geliyor ve Ankara’dan çok sıkıldığını söylüyor. Üstad Hazretleri, “yok yok! Ankara’nın her mahallesinde, her semtinde bir dershane olacak!” diyor. “Ankara’da en kara bir halet hissettim, fakat sonra Ankara nurlandı.” Diyor.

5- Mustafa Birlik Ağabey, Üstad Hazretlerine, “Zekât yerine Risale-i Nur Kitaplarından dağıta bilirmiyim?” diye sorunca,Üstad Hazretleri, “olur!” dedi.

     6- Üstad Hazretleri, “ Tembellik, hastalık ve yorgunluk nefsin desisesidir!” diyor ve hiç sevmiyordu!

     7- Üstad Hazretleri, “Gavsi A’zam Allahtan hizmet için ömür rica etmiş. Bende Risale-i Nur matbaalarda bitinceye kadar Allahtan ömür istiyorum.” Dedi.

     8- Öğlene kadar ders yaptığımız oldu. Fakat bu Arapça Mesnevi’yi okuma zamana mahsus idi. Sâir zamanlarda, birer ikişer sahife olarak, sabah dersinde okurduk.

     9- Üstad Hazretleri, “Evlatlarım evlatlarım, Risale-i Nur dinsizlerin, Komünistlerin Masonların belini kırmıştır. Merak etmeyiniz! Risale-i Nur daima galiptir. Yeter ki siz Risale-i Nura sadik kalın!” Diyordu.

     10- Üstad Hazretleri, “Eğer mümkün olsaydı, Risale-i Nurun  bir sahifesinin yazılması için on altın verecektim.” Dedi.

     11- Yine Üstad Hazretleri, “Acaba Risale-i Nur dairesine girip de, bütün bütün daireden atılan var mı?” Diyor. Sonra ben hiç hatırlamıyorum.” Diyordu.

     12- Üstad Hazretleri, “Birbirinize haksız yere seksen sopa vursanız, buradaki  netice-i azîme için burayı bırakıp bir yere gitmeyeceksiniz!” diyordu.

     13- Üstad Hazretleri, “Dünyanın şaşaalı bir devri gelecek inşâallah. Ben görmeyeceğim, ben kabrimde seyredeceğim. Mustafa Sungurda bana ders okuyacak.”diyordu.

     14- Üstad Hazretleri, Emirdağında iken Ziya Arun Ağabey  ayrılıyor. “Üstad Hazretleri keşke ben gelinceye kadar tutsa idiniz!” (Ziya Ağabeyin Meczübane hareketinden, Bayram ağabey de onun gitmesini arzu ediyor. Bayram Ağabey onun bavulunu taşıyor o kolu bir hafta ağırıyor.) Üstad Hazretleri, “Ziya duamda birinci tabakada iken şimdi yedinci tabakaya zor kabul ediyorum.” Dedi. Yine, Üstad Hazretleri, “Ziya hayatı içtimaiyenin boşluğunu bildi, tımarhaneye kapandı. Şimdi orada imamlık yapıyor, hizmet ediyor.” Dedi. Haşiye: (Ziya Ağabeyde irsî bir meczûbiyet vardı!)

     15- Üstad Hazretleri, Ben kızdığım zaman kalben değil, sûreten hiddetleniyorum.” derdi.

     16- Bir gün Ceylan, Tahiri, Sungur Ağabeyler, Bayram Ağabeyin bulunduğu bir derste “Üstad Hazretleri: Siz zannediyor musunuz ki biz beş altı kişilik bir ders yapıyoruz. Biz bu dersimizde Anadolu’daki binler cemaatlerin arasına girip ders yapıyoruz.” dedi.

     17- Üstad Hazretleri, “Nasıl ki Cuma akşamları camilerde tecdid-i iman yapılıyor. Bizde Risale-i Nur okuyarak tecdidi iman yapıyoruz.” diyordu.

     18- Üstad Hazretlerinin en çok kızdığı, islamiyet’e zarar veren İngilizler ve Fransızlar idi. Ağabeylere diyordu ki: “Fransız ve İngilizler, Sidreye uçaklarını gönderip bombarduman yapsalar beş para ehemmiyet vermeyeceğim. Sizde ehemmiyet vermeyin. “Zübeyir yap bir kahve, diyeceğım!”

     19- Üstad hazretleri, Tarihçe-i Hayat on ordu yirmi mecmua kadar hizmet edecek!” diyordu.

      20- Üstad Hazretleri, beş saat geçmeyince yemek yemez, iki saat geçmeyince de su içmezdi. Çamaşırını sık sık değiştirirdi. Yıkamak için aldığımızda gül gibi kokunca, ancak kirli olduğunu anlıyorduk!

     21- Üstad Hazretleri, ben koreye giderken: “Tam, tam, inkârı uluhiyete karşı gitmek lazımdır. Ben ya seni ya ceylanı gönderiyordum. Orada kafana göre bir arkadaş edin. Nefis ve şeytan’ın seni sıkıştırdığında: Beni hatıla. Korktuğun zaman da beni hatırla! Senin lisan-ı halın, lisan-ı kalından daha ziyade tesir edecektir.” diyordu.

      22- Kore’de bir gün, Bayram ağabeye de radyo yayını için, Türkiyedeki vatandaşların için  bir diyeceğin varmı?” diye soruyorlar?  Oda Üstadım Bediüzzaman Hazretlerine selam ederim, Ellerinden öperim.” Demiş. Bu sırada Üstad mahkemeden çıkınca, radyoyu açtırır ve o anda yayında olan Bayram Ağabeyin konuşmasını dinler.

     23- Üstad Hazretleri, İsparta için “Bu mübarek şehri ihya etmek için, her gün cennet’ten altı damla bu göle, (Gölcüğ’e) damlıyor. Demiş. (Terzi mehmed’den)bu haber.

     24- Hava assubayları üstadı ziyate gelirken jip devriliyor! Üstad onlara ziyaretinizin makbuliyetine işarettir.” Buyururlar.

     25- Üstad Hazretleri birbirine dil ile gıyabı dualara ehemmiyet veriyordu. Sabah namazından  bir saat evvel  başladığı duada beş metre uzunluğunda (ve bir metre genişliğinde) kâğıda yazılı şecerede bulunan isimlere bağışlıyordu. Üstad Hazretleri, mübarek zatların hepsine dua ediyordu. Buyururlardı ki: Nasıl zarfın üzere isim yazılınca mektüp adrese kolay gider; aynen öylede birbirinize ismen dua ederseniz, o zarftaki gibi olur ve yerine gider.” derdi.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

İnsanların İmanla Kurtulmalarına Hizmet Etmek

Risale-i Nur mesleğinde, iman kurtarma hizmeti en birinci vazife ve esastır. Evet iman, sonsuz bir saadeti netice verdiği için, kıymeti de sonsuzdur. İmandan sonra hiçbir şey iman gibi sonsuz değere sahip değildir. O halde iman kurtarma hizmetinin değerine nispetle başka bir şey onunla eş değerde olamaz ve  bu hizmet hiçbir şeye vesile ve alet olamaz.

İman hizmetin’in ehemmiyeti

Bediüzzaman Hazretleri iki has ve halis talebesinin iman hizmetindeki gayretlerine ve bu hizmeti esas gaye yapmalarına dikkati çekip teşvik eden mektubunda diyor ki:

“Bütün makasıdı hayatiye en büyük, en mühim maksatları, o nurlu Sözler vasıtasıyla Kur’ana hizmet; biliyorlar. Dünya hayatının netice-i hakikiyesinin ve dünyaya gelmekteki vazife-i fıtriyelerinin en mühimi, hakaiki imaniyeye hizmet olduğunu telakkileridir.”(Barla Lâhikası sh: 21)

“Ehli imanın imanlarını muhafaza etmek gayreti, en yüksek derecede taşımaları ve ehl-i imanın kalbine gelen şübehat ve evhamdan hasıl olan yaraları tedavi etmek iştiyakı, yüksek bir derece-i şefkatte hissetmeleridir.” (Barla Lâhikasi sh:22)

“Aziz kardeşlerim! Siz kat-î biliniz ki, Risale-i Nur ve şakirdlerinin meşgul oldukları vazife, rû-yi zemindeki bütün muazzam mesâilden daha büyüktür. Onun için. Dünyevî  merak aver meselere bakıp, vazive-i bakiyenize fütur getirmeyiniz. Meyvenin Dördüncü Meselesini çok defa okuyunuz, kuvve-i maneviyeniz kırılmasın.” (Emirdağ Lahikası-l sh: 43)

(Ahmet Akgündüz Hocamız bir dersinde: Dördüncü meseleyi Üstad Külliyatın 57 yerinde okumamızı tavsiye ediyor.)Diyor.

“Bu zamanda her şeyin fevkinde hizmeti imaniye ve imana hizmet en ehemmiyetli bir vazifedir.” (Kastamonu Lahikası sh:89)

“Şimdi şu zamanda iman-ı tahkikinin dersini vermek; pek büyük bir fazilettir ve kudsi bir vazifedir. İman-ı tahkikiyi taşıyan bir mü’min, çok mü’minlere bir nokta-i istinad olur ki, şuursuz olarak avâm-ı mü’minîn, iman-ı tahkiki sahibinin kuvvet-i imanına istinad ederek kuvve-i mâneviyeleri kırılmaz, dalaletlere karşı dayanırlar. İşte şöyle bir derste bulunduğunuz için Cenab-ı Hakka şükretmelisiniz.” ( Barla Lâhikası sh: 250)

“Kur’anı hakimin sırr-ı hakikatiyle ve î’cazının tılsımıyla, benim ve Risale-i Nurun programımız ve mesleğimiz ve bilfiil semeresini gördüğümüz  ve çalıştığımız ve gaye-i hareketimiz ve hedefimiz, ölümün idam-ı ebedisinden iman-ı tahkiki ile biçareleri kurtarmak ve bu mübarek milleti de her nevi anarşilikten muhafaza etmektir.” (Emirdağ lahikası-I sh:28)

İman hizmetine hiçbir şeyi alet etmemek

Bediüzzaman Hazretleri iman hizmetini maddî-manevî ve meşru hiçbir menfaatin te’siri olmadan fıtri ubudiyet ile, rızay-ı İlahiyi tazammun eden emri İlahi olduğu için yapmayı esas alır ve bu hâlisiyete tekraren teşvik edip der ki: “Rıza-yı İlahiden başka fıtri vazife-i ilmiyenin sevkiyle, yalınız ve yalınız imana hizmet hususu bana gösterildi. Çünkü şimdi bu zamanda hiçbir şeye âlet ve tâbi olmayan ve her gayenin fevkinde olan hakaik-i imaniyeyi bir fıtri  ubudiyet bilmeyenlere ve bilmek ihtiyacında olanlara te’sirli bir surette bildirmek, bu keşmekeş dünyasında imanı kurtaracak ve muannidlere kat’i kanaat verecek bir tarzda. Yani hiçbir şeye alet olmayacak, bir tarzda bir Kur’an dersi vermek lazımdır ki, küfrü mutlakı ve mütemerrid ve inatçı dalaleti kırsın, herkese kâf’i kanaat verebilsin.” (Emirdağ Lahikası-II sh:79)

“Dahilde tarafgirane adavete vesile olan furuatı değil, belki nev-i beşerin en ehemmiyetli meselesi olan erkânı imaniye ve beşerin medarı saadeti ve umum islamın esas ve revabit-i  uhuvveti bulunan Kur’anın hakaik-i imaniyesini bulmak ve muhtaçlara buldurmaya hayatımı vakfettim.” ( Emirdağ Lahikası-I sh:8)

“Bu günlerde rumuzat-ı semaniyeye ait iki risale-i ehemmiyetli talebelerle bir yere gönderdim. Yol kapandı, gitmedi. O iki risale-i tekrar dikkatle mütalaa ettim fikren dedim ki:” Bu zevkli güzel meraklı, şirin bir maksada giden bu tevafuklu yolda ne için sevk edilmeden perde indi, başka yolda sevk edildik çalıştırıldık?” Birden ihtar edildi ki: O gaybi eseri açacak olan meslekten yüz derece daha ehemmiyetli ve kıymetli ve umumî ihtiyaca medar ve herkes bu zamanda ona şiddetle muhtaç ve islamiyetin  temel taşları olan hakaiki imaniye hazinesine hizmet etmeye ve istifadeye zarar gelecekti. En büyük ve en yüksek maksat olan hakaiki imaniyeyi, ikinci derece bırakacaktı. Onun için idi..” (Kasmonu Lahikası sh: 112)

“Risale-i Nurun o kadar dehşetli muannidlere karşı galibane mukavemeti, sırrı ihlastan ve hiçbir şeye alet edilmemesinden ve doğrudan doğruya saadeti ebediyeye bakmasından ve hizmeti imaniyeden başka bir maksad takip etmemesinden ve bazı ehl-i tarikatın ehemmiyet verdikleri keşf ve keramat-ı şahsiyeye ehemmiyet vermemekten ve velayet-i kübra sahipleri olan Sahabîler gibi, veraset-i Nubuvvet sırrıyla, yalınız iman nurlarını neşretmek ve ehl-i imanın imanlarını kurtarmaktır.” (Kastamonu Lâhikası sh: 263)

“Risale-i Nurların hizmet ettiği hakaik-i imaniye her şeyin fevkinde olduğu gibi, bu zamanda her şeyden ziyade onlara ihtiyaç var. Fakat kalbini öldürmüş, nefsini hevesatla şımartmış mülhidler, imandaki hakikatın derece-i ihtiyacını inkâr ettiklerinden, Ehli diyanet ve ehli ilmi, ilme sevk eden, ve tahrik eden makasıdı dünyeviye ve ihtiyacatlarıdır.” Diye itham ediyorlar. O ithama göre de pek insafsızcasına onlara ilişiyorlar. Bu bedbaht mülhidleri kat-i bir surette iskat etmek, bilfiil, maddeten öyle fedakârlar lazım ki, dünyanın en mühim meşgaleleri, belki büyük zararları onların hakaik-i imaniye ihtiyaçlarını susturmuyor.”  (Kastamonu Lahikası sh: 230)

“Eğer Risale-i Nuru tenkit fikriyle tenkit eden adliye memurları, imanlarını onunla kuvvetlendirip veya kurtarsalar, sonra idamla beni mahkum etseler, şahit olunuz, ben hakkımı onlara helâl ediyorum. Çünkü biz hizmetkârız. Risale-i Nurun vazifesi imanı kuvvetlendirip kurtarmaktır. Dost ve düşmanı tefrik etmeyerek hizmeti imaniyeyi hiçbir tarafgirliğe girmeyerek yapmakla mükellefiz.”(Şualar sh: 393)

Bu hakikatler”İman insanı insan eder belki insanı Sultan eder, küfür ise canavar bir hayvan eder” sözünü teyid ediyor ve “Eğer O razı olsa bütün dünya kösse ehemmiyeti yok. Eğer o kabul etse bütün halk reddetse te’siri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse,  sizler istemek talebinde olmadığınız halde halklarada kabul ettirir. Onları da razı eder. Onun için bu hizmette yalınız Canabu Hakkın Rızasını esas maksat yapmak gerektir.” ( Yirmi Birinci Lem’a sh: 160)

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org