Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Kul Hakları Nelerdir? Önemsenmediği İçin Girilen Genel Kul Hakları Hangileridir?

Unutmayalım ki Allah kendi hakkını bağışlayabilir, ama kul hakkını: Kul bağışlamadan bağışlamaz. Ve bu kul hakkı insanı o müthiş cehennemde yanmasına sebep olabilir. Bu sebepten sizinle bu ciddi hakikatlerin yüz adedini paylaşıyorum.

1- Gıybet etmek,insanları çekiştirmek.

2- Yapılan bir iyiliği başa kakmak, yardım edilen kişiyi rahatsız etmek.

3- İnsanların itibarını sarsıcı, şerefini kırıcı vaziyette bunmak.

4- İnsanlara iftira etmek, başkasını rahatsız duruma düşürmek.

5- İnsanlara kötü lagap takmak, onları götü ilan etmek.

6- Çocuklarını haram yolla kazandığıyla beslemek.

7- Başkasının din ve vicdan hürriyetini engellemek.

8- Aşırıya gitmek. İnsanları huzursuz etmek.

9- Müslüman kardeşi ile üç günden fazla dargınlık tutmak.

10-Yaş ve makam sahiplerine saygısızlık etmek.

11-Küçüklere sert ve haşin davranmak.

12- İnsanları aşağılayıp hor görmek.

13- Sert ve rahatsız edici ses tonu ile konuşmak.

14- Yalan söyleyip insanları aldatmak.

15- Düşünce ve diğer vücut rahatsızlığı olanlara hakaret etmek

16- Her hangi kimsenin kusur ve hataları ile dalga geçmek.

17- Zulme uğrayan Müslüman kardeşine yardım etmemek.

18- Emanete hıyanet edip sahibine vermemek.

19- Hasta bir yakınını ziyaret etmemek.

20- İnsanların namus ve şerefine leke sürmek.

21- Başkasının şahsi hayatını araştırıp, gizli hallerini açığa vurma.

22- Arkadaşının sırrını açıklamak.

23- Borcunu zamanında vermeyip, borç veren kişiyi sıkıntıya sokmak.

24- Herhangi kimseye istemediği sözü söylemek rahatsız etmek.

25- Birisine karşı hoşlanmadığı tavırla rahatsız etmek.

26- Otobüs ve gişelerde başkasının sırasına geçmek.

27- Halkın mallarını gerektiği gibi kullanmamak.

28- Kaçak su ve elektrik kullanmak.

29- Suyu ve elektriği ihtiyacın dışında kullanmak.

30- Yola çöp atmak, toz atmak, tükürmek.

31- Sigara içerek başkalarını rahatsız etmek.

32- İşçinin hakkını vermemek.

33- İşçilere yükümlü olmadıkları işleri yüklemek.

34- İşçiye kibirli davranmak, kusurlarına karşı acele ceza vermek.

35- İşçinin sigortasını geçe bırakmak, mesai haricinde çalıştırmak.

36- İşçinin geliş gidiş saatini önemsememek.

37- İş ve vazifeyi bir emanet olarak kabul etmemek, hıyanet etmek.

38- Şahsı duygularından, öfkesini kontrol etmemek.

39- Toplu taşıma araçlarında insanları rahatsız etmek.

40- Araçtayken kasten yaya yürüyene çamur sıçratmak.

41- korna sesi ile çevreyi rahatsız etmek.

42- Trafikte hatalı sollama yapmak, şartlara ters davranmak.

43- Sen arabanla dururken, arabasıyla olan başkasını sıkıştırmak.

44- Trafikte bir kimsenin öncelik hakkı iken önüne geçmek.

45- Başkalarını rahatsız edecek şekilde müzik dinlemek.

46- Gürültü ve yüksek sesle komşuya rahatsızlık vermek.

47- Söz verdiği halde sözünde durmamak.

48- İzinsiz başkasının (Kitap, CD, DVD) lerini kopyalayıp satmak.

49- İnternetten muzik, film, kitap program vb. indirmek.

50- Nazar gücü varsa insanlara dikkatli şekilde bakmak.

51- Öğrenciyi veya ders verdiği kimseleri rahatsız etmek.

52- Öğrencisinin hakkını yemek, hak ettiği notu vermemek.

53- Akraba ve emri altında olanlara doğru din bilgisi vermemek.

54- İnsanların ibadetlerine mani olmak.

55- Kişilerin veya şirketlerin özel hallerini araştırmak.

56- Teknolojiden faydalanıp bilgisayarlarını veya telefonlarını takibe almak.

57- Bid’at çıkarıp veya mevcut bid’atları savunup dindarı bozmaya çalışmak.

58- Açıktan oruç yemek veya başka hallerle kötü örnek olmak.

59- Kürtaj yaptırmak, doğacak çocuğun hayati hakkını elinden almak.

60- Bir kimsenin canına kast etmek.

61- Borcunu zamanında ödemeyip kişiyi sıkıntıya sokmak.

62- Fakirlere ve yetimlere iyi davranmamak.

63- Yemek kokusu ile komşuya eziyet etmek.

64- Müslüman’ın yüzüne haksız yere sert bakıp rahatsız etmek.

65- Haksız olarak bir kimsenin moralini bozmak,kalbini kırmak.

66- Her hangi kimsenin namus ve şerefine leke sürücü laf atmak.

67- İnsanların soy sop, millet ve âile geçmişlerine dil uzatmak.

68- Gıpta ve hasede sebep olabilecek sebep oluşturmak.

69- Bir kimsenin izin ve rızası olmadan, ona ait bir şeyi kullanmak,yemek vs.

70- Haram söz söylemek,haram yemek, haram bakışa yeltenmek vs.

71- Hak edilmeyen şüpheli durumlardan kaçınmamak.

72- Yasak olduğu halde dışarıdan yardım alıp sınav ve mülakatları kazanmak.

73- Bir kimsenin izni dışında İnternetine bağlanmak.

74- karşısındakini rahatsız edecek parfüm/koku sıkmak.

75- Yapılan bir iyilik karşısında teşekkür etmemek.

76- Çevreyi kirletmek sağa sola rastgele çöp atmak.

77- Fabrika bacalarından çıkan zehirli gaz ve dumanlarla insanları rahatsız etmek.

78- Mescide/camiye kirli elbise ve çoraplarla girmek.

79- Apartman dairesinde ve site içlerinde uyulması gerekene uymamak.

80- Soysal iletişim ağları ile insanlara saldırıp hakaret etmek.

81- İntagram,Twiter ve facebook gibi sitelerden yemek ve gezi görüntüleri paylaşmak, ona ulaşamayacak kimselerin haklarına girmek.

82- Müsliman kimsenin helaline kem gözle bakmak.

83- Soğan sarımsak gibi yiyecekler yiyip insanları rahatsız etmek.

84- Halka açık yerlerde, piknik ve mesire yerlerinde insanları rahatsız etmek.

85- Yalan ve çarpıtma haberler yapmak, insanları aldatmak.

86- Gazete ve televizyon görüntüleri ile, yani medya üzerinden, insanların maneviyatına haklarına saldırmak.

87- Başkalarının zamanlarını boş yerde, faydasız şeylerde harcamak.

88- Kendisi için istemediği kötülüğü başkası için istemek.

89- Rüşvet almak veya vermek, Devletin veya insanların haklarına girmek.

90- Kusurlu malı satmak, kullanım tarihi geçtiğini bilerek satmak.

91- İnsanın yemediği ve yiyemeyeceği maddeleri ürünlere bilerek katmak.

92- Ticarette dolandırıcılık ve karaborsacılık yapmak.

93- Ölçüde veya fiyatlarda oynayarak, hilekarlıkla müşteriyi kandırmak.

94- Açıklanmasına imkan varken, başkasını mağdur etmek için susmak.

95- Balkonda halı gibi şeyleri silkeleyip alt kattakileri rahatsız etmek.

96- Otobüs market vb. yerlerde hal, tavır ve sözlerle halkı rahatsız etmek.

97- Çocuklar arasında bir şey paylaştırırken ayrım yapmak.

98- Miras paylaşımında haksızlık yapmak, adaletsiz dağıtım yapmak.

99- Terör ve anarşi çıkararak insanların huzurunu kaçırıp canını ve malını tehlikeye sokmak.

100- Çocuklarının terbiyesini gerektiği gibi vermeme

Derleyen: Abdulkadir Haktanır

www.NurNet.Org

İnsan Bu Dünyaya Ne İçin Geldiğini Bilmezse Cahil ve Aptaldır!

Evet Risale-i Nurlardan Meyve Risalesinden birkaç satırla Pröfesorun derece ve derekê’sini göreceyiz: “Kastamonu’da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. Bize Halikımızı tanıttır, Muallimlerimiz Allahtan bahsetmiyorlar” dediler bende dedim: “Sizin okuduğunuz fenlerden her fen,kendi lisani mahsusu ile  Mütemadiyen (devamlı) Allah’dan bahsedip Haliki tanıttırıyorlar.”

Budan anlıyoruz okula gitmek, yalınız öğretmenin bahsettiklerinin bilgilisi olmak, adem oğlu olan insan için büyük zarar.Mahlukatın her şeyinde Kendini gösteren Allahı araştırıp bulmamak. Kur’anın ifadesi ile “Onlar hayvan gibidirler, belki hayvandan aşağı birer varlıktırlar.” İnsan hiç etrafa bakmadan yalnız kendine bir baksa yetecek ve artacak bile.

Bu sebepten Peygamberimiz a.s.m. “Men arefe nefsehu fekad arefe rabbehu.” Buyurmuşlardır. (Kin kendini tanır ise o Allahını de tanır. “Yunus Emre Hz.İlim  ilim bilmektir ilim kendini bilmektir sen kendini bilmezsen o nice okumaktır” Mübarek sözü ile mevzuumuzu teyid ediyor. Avrupa profesörlerden biri: İnsanın vücudunda bulunan yalnız RNA Ve RNA moleküllerin insanda yaptıkları vazifeyi yazabilse 1000 adet kitap sığmaz diyor. Kılcal damarlarla birlikte, insanın vücudunda 120.km değil 120.000 km. uzunlukta.

Bir marangoza 1+2 m büyük olduğu halde, biri diğerine benzememek şartı ile 1000 tane yaptıramazsınız. Halbuki her insanın gözü, kulağı, ağzı ve kaşları aynı yerde olduğu halde 20+20 cm. insanların suratları oldukları halde ikizler bile olsalar biri diğerine benzemezler. Evet Hz Ademden bu güne kadar yaratılan insanları yan yana getirsen %100 biri diğerine benzemezler.

Başka ülkeyi nazarı dikkate almadan; Risale-i Nur eserleri meydana çıkmadan. Yani materyalist felsefe hakim olduğu devirde Türkiyemizde Dindar: Yalınız çobanlar dedeler nineler ve cami imamları. Hatta Kemalist idarenin tayin ettiği bazı imamlar bile dinsiz imiş.

1938 senesinden sonra İsmet İnönü Müslümanları tam dinsiz yapmak gayesi ile, dinsiz öğretmenler yetiştirmeği planlar.  Bu maksadını gerçekleştirmek için   “Köy enstitüleri açmış” bu okullar sırf ateist öğretmenler yetiştirmiş. Dine lakayt kimseler o okullara ve o okulda yetişen öğretmenlere öğrenci olarak evlatlarını gönderip yavrularını dinsiz yapmışlar . Dindarlar o okullara ve orada yetişen öğretmenlere talebe olmak için evlatlarını göndermemekle evlatlarını cahil bırakmışlar. Ve cahil kalan bu evlatlar, anne baba olunca evlat yetiştirmekten habersiz kalıp, onların evlatları âile terbiyesinden mahrum kalıp, çocuklarını dinden uzak okullarımıza götürmek mecbur olunca, bu evlatlar ne âileden ne okuldan din terbiyesi almayınca  dinden habersiz olarak yetişmişler.

Evet aklı başında olan bir insan, mademki 10 lira yerine hiç kimse onun 100 lirasını alamıyor. Fakat bu dünya hayatı sonsuz ahiret hayatına nispeten kaç para eder ki?

Evet Muhterem Kardeşlerimiz Aklımızı çalıştırmalıyız. Mesela: Uçak, Otobüs veya Gemide, beraber yolculuk yaptığın birine sorsan? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun? Cevabı; bilmiyorum olsa! Veya ne için ne yapmak  için nereye gidiyorsun?  Sorusuna bilmiyorum cevap verse? Bu cevap veren adama akıllı biriymiş denilebilir mi? Asla, ancak kafadan noksan biriymiş ten başka cevap çıkmaz.

Aynen bunun gibi; bir hızlı tren gibi veya bir uçak gibi güneş etrafında saniyede 30 km. (saatte 108 bin km.) hızla Allah tarafından döndürülen Dünya küremiz üstünde, yolculuk yapan insanlara sorulsa? Nereden gelip nereye gidiyorsunuz? Bu dünyaya ne için geldiniz? Sorularına acaba kaç kişi doğru cevap verebilir; çok az kimse değimli.?

Halbuki Allahın Peygamberleri ve onların izlerinde  gidenler namına Kur’anın  verdiği cevap şu: Biz insanlar yokluk âleminden çıkarılıp ruhlar âleminden geçirilip dünyaya gönderildik. Burada imtihandan geçip derece aldıktan sonra, kabir âleminden geçirilerek ebedî, sonsuz ahiret âlemine gideceğiz. Bu dünyadaki vazifemiz ise: sermayemiz olan ömür ve kabiliyetimizi işletip Allah’a halis birer kul olarak O’nun rızasını kazanmak ve yüzde doksan dokuz sevdiklerimizin bulunduğu cennete lâyık olmak için çalışmaktır.

Şöyle bir düşünelim: Bundan 80 yıl önce dünyaya  gelen insanların %70 şi toprak altına çürüdüler. Bundan 70 yıl sonra şu anda yaşadığımız insanlar da bizimle beraber  insanlar da toprak altına çürüyüp kemik yığınları haline gelecekler, geleceyiz. Tohumların ve çekirdeklerin çürüdükten sonra büyük ağaçlar oldukları gibi, biz insanlar da tekrar dirilip ebedi âlemlere gideceğiz. BU FANİ DÜNYADA BU FANİ HAYATI KISA BİR ZAMANDA GÜNAHLARLA YAŞAYIP SONRA DA CEHENNEME GİTMEYE HİÇ DEĞERMİ?

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Baş Parmağını Kımıldatacak, Oynatacak Kadar Takatın Varsa, Dersi Bırakma!

Risale-i Nur derslerinin ehemmiyetini anlatan kısa ama çok mühim bir ders: Bazı kardeşlerimiz derslere katılmamak için eften püften bahane uydurarak derse katılmıyorlar. Bu yazı onlar için çok mühim bir ders:

Bir gün bir Nur Talebesi Hulusi Ağabeye gidiyor. Ağabey diyor: “Ben yaşlıyım.

1-                       Ayaklarımda Romatizma var .

2-                       Yürürken sıkıntı oluyor ve acı çekiyorum.

3-                       Evim medreseye bir hayli uzak.

4-                       Hususi arabam yok.

5-                       Bizim memlekette  kış uzun, soğuk tipilidir.”

 

Mazeretlerim çok. Şimdi ben evimde Kur’an okusam, Cevşenimi okusam. Virtlerime devam etsem. Her gün evimde kendi dersimi okusam. 15 günde veya ayda bir umumi derse gelsem olmaz mI?  Buna karşı: Hulusi Ağabey büyük parmağını kaldırarak: Senin şu baş parmağını kımıldatacak, oynatacak kadar takatın varsa, sakın dersi ve sohbeti bırakma!

Çünkü sohbette  rahmet var,

Çünkü sohbette inayet var,

Çünkü sohbette kerem var,

Çünkü sohbette af ve ikram var.

 

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Müslüman Ana ve Babanın Ana Vazifeleri Evlatlarını Eğitmektir

Muhterem Kardeşlerim! Bugün Müslüman anne ve babanın en mühim ve en zor işi, çocuk terbiyesidir. Bugünkü anne ve babalar  çocuğun dünyalığını ihmal etmiyorlar. Fakat ne yazık ki o yetmiyor, çünkü önümüzde sonu olmayan bir hayat var ki: O dünya hayatından çok daha mühimdir. Yani, o ahiret hayatıdır. O sonsuzluk üç çeşit sonuçla neticelenir. Ya ebedi cennette mutlu yaşamakla. Veya Allah korusun ,  ebedi cehennem ateşinde azab çekmekle. Veya günahlarını temizleyinceye kadar cehennemde azap çektikten sonra kurtulmakla neticelenir.

Evet, Kur’anda Allahın emirlerine karşı mükellefiyet bölük çağından, yani 14-15 yaşından başlar. O zaruri mükellefiyetin başlangıç tarihini Peygamberimiz a.s.m. halletmiştir. Yani O mübarek çocuklara Namaz kıldırmayı 7 yaşından başlatmayı emrederken, o çocuk namaz kılmayı 7 yaşından önce  başlaması lazımdır.

Yavrunun yaşı biraz ilerledi mi, yemek yemeden başlayarak İslamiyet’le ilgi bilgileri vermek için, anne baba  çocuğa karşı hazır durmaları lazım. Sofraya otururken: Evladım bak Peygamberimiz (a.s.m.) sofraya şöyle oturmuştur. Yemeğe başlamadan önce Besmele çekmiştir. Sofradan karnını tıka basa doldurmadan kalkmıştır. Yemek esnasında, basit ve ölü topraktan o lezzetli nimetleri yaradan Allah’ın  yüce kudretini düşünmüştür. Sofradan kalkarken Elhamdülil-ah diyerek kalkmıştır. Bize de öyle yapmamızı emretmiştir. Sen de bunları sakın unutma diyerek, çocuklara  bunları alıştırmalıyız.

Bugün  anne baba evlatları ile eğlenerek eğitme metodunu seçecekler, bu metot daha te’sirli olur. Okula götürürken okulun birinci talebesi olması için gayret gösterirler. Çocuk okuldan eve gelince, hem okuldaki derslerini çalışmasına yardımcı olacaklar, hem de Kur’an Kerim, İlmihal ve imana ait bilgilerden de yavrular mahrum kalmamaları için gayret göstermeleri icab eder. Kur’an ve diğer dini bilgileri anne baba bilirlerse bildiklerinin tamamını, çocuğa da kendileri öğretmeyi ihmal etmemeleri lazım. Eğer bilmezlerse  bilen birini bularak, öğretmesi için ona götürmeleri icab eder.

Anne babanın en çok sevdikleri varlık olan evlatlarına, iman esaslarına ait meseleleri öğretip, yavrunun inancı kuvvetleşmesi için, Kur’anın zamanımıza bakan tefsirlerinden hisse alması icap etiğini bilmeleri icab eder. Bugün bu vazifeyi Risale-i Nur eserleri yaptığını unutmamalıyız. Biz babalar bu eserleri kendimiz okurken, çocuklara da  okutup anlamalarını sağlamaya çalışmalıyız. Onun gibi genç ve temiz arkadaşlar ile görüştürüp tanışmaları için, çocuğu sıkmadan ara sıra Risale-i Nurların okunduğu yerlere götürmeliyiz. Hatta çocuğun yaşı ilerlerken okulda kendisine aşılanan tabiatçılık fikri karşısında, çocuğun kafasından o boş teorileri silmek için azami gayret göstermemiz icab eder.

Ondan sonra bu çocuk bütün hayatındaki hal ve hareketlerinde anne ve babasının emirlerine uymaya gayret eder. Ömrünün tamamını Allah’ın rızası dairesinde geçirmesi için çalışır, gayret eder. Arkadaş mı edinecek? Anne ve babasının hoşlarına gidecek kimselerle arkadaş olur. Yirmi yaşına kadar o tehlikeli devreyi geçirinceye kadar çocuğu çok takip etmeliyiz, baskıyla değil, çocuğu hiç sıkmadan, teşvik mahiyetinde ara sıra çocuğun hoşuna giden şeyleri hediye alarak sevindirmeliyiz. Çocuğun kalbini kırmadan, günlünü hoş tutarak eğitmeye çalışacağız. Bazen dindar arkadaşlarla gezi ve piknik yapmalarına izin vererek,orada futbol oynama ve eğlenme programları tertip etmek sureti ile oğlumuzun zamanını değerlendirmeye çalışacağız. Bu şekilde biz Müslüman anne baba evladını yetiştirmeye gayret ederse, bundan sonra evladımız kötü arkadaşlara aldanma tehlikesinden kurtulmuş olur.

İşte yirmi yaşına kadar, sağlam takip altında geçen bu çocuğun hayatı sabitleşerek, bundan sonra ahlaksız olmaya fırsat bulamaz. Âilesinden kafasına alıp kalbine damlayan sağlam imandan gelen bu güzel ahlakla bu kardeş, olgun bir adam gibi  ibadetlerini yapar. Bundan sonra başkasının ikaz ve ihtarına hiç ihtiyaç duymadan namazlarını kılar. Diğer ibadetlerini de yapmaya çalışırken, günahlı hallerden sakınmağa  çok dikkatli olur.

Bu yolu takip eden anne baba  evlatlarına da kendi teri ile rızkını çıkarması için ya bir okul bitirmeye, veya bir meslek sahibi yapmaya gayret ederler. Bu veliler yavrularına karşı bu görevi noksansız yerine getirmek için, daha önceden tedbirli olurlar.  Nihayet bunların bu erkek evladı evlenme yaşına gelince, din ile dünyaya ait eğitim ve terbiyesini sağlam aldığı için, tecrübelerinden istifade etmek için, anne babası ile meşveret eder ve onların reyini aldıktan sonra mutlu bir yuva kurmaya karar verir.

Bu titizlikle kurulan bir âile yuvasından, hem gelin hanım memnun olur, hem de hanımın anne ve babası, damattan  memnun olurlar. Hem de oğlanın ailesi, oğlan ve gelinden memnun kalır. Yukarıdaki tarifimizden İslam kültürünü sağlam alan  anne ile baba, oğlanı yetiştirmeye bu kadar hassas davrandıklarını görünce, elbette siz de anlayacaksınız ki, kız evlatlarına karşı  çok daha hassas davranmaları icap edecektir. Çünkü hanım kızlarda, iffet, şeref, haysiyet ve namus meselesi söz konusudur. Âileye Allah tarafında hediye edilen o kız evlatlarını çok hassas yetiştirecekler. Onu din ile dünya bilgilerini bilen bir hanım kız yetiştirdikten sonra, dindar bir efendi ile evlenmeye denk olması için çok gayret ederler.

Böylece bu anne baba, kızın dünya hayatında mes’ud olması için bu kadar gayret ettikten sonra Allah’ın izni ile bu kız yolunu şaşırmaz. İşte, bu hanım kız ahirette cennetteki huri kızlarından daha güzel, ve o ebedi hayatta daha mesut ve bahtiyar olma ümidi ile yaşar. Bu hanım kıza bu şansı, şuurlu anne baba irade-i cüziyesini lazım olan şekilde kullandıktan sonra, şerefli bir kız evladına sahip olma yardımı, tabii ki Allah tarafından onlara verilir.

Böyle terbiye alan bu yavrular, (ister kız ister erkek olsun)  günahlardan kaçma ve namaz kılma gibi Allaha karşı mühim vazifeleri yaparken, başka arkadaşlarına da örnek olurlar. Onlarda, namaz ve diğer ibadetlerin ehemmiyetini bunlardan öğrenirler. Bu örnek evlatlara bakarak, sağlam imanlı birer Müslüman olmaları için onlarda gayret gösterecekler, onlara da sevap kazandırırlar. Çünkü o örnek evlatlar, aldıkları kültürden öyle ikna olmuşlardır ki, öbür alemde ibadetsiz yaşayan, iki büyük zararla karşı karşıya kalacağını yakinen bilirler. Bundan ötürü bu evlatlar, ibadeti ifa etme ehemmiyeti üzere çok hassas davranırlar.

O zararlardan bir tanesi cennet gibi tadı ve lezzeti görülmemiş ve sonsuz bir mutluluk elinden gider. Diğer zarar ise, insanın o nazik vücudunu cehennem gibi acı bir azapta yakma tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktır. Zararlara uğrama sebebi de insanın o isyan ve ibadetsiz hayatından başka değildir. Çocuk terbiyesi ile ilgili bir Profesör bey efendinin tavsiyelerini nakletmeden geçemeyeceğim:

Bir gün bir sohbette bir Profesör, cemaata: Çocuklarınızı terbiye etmek için günde ne kadar zamanınızı harcıyorsunuz dedi? Cemaat herkes sus pus. Kendisi bize hayatından bazı şeyler anlatarak bizlere dersini vermiş oldu. Dedi âilemde 4 kişiyiz hanım kızım 13 yaşına oğlum da 14 yaşına.  İki ay evvel ben içinde bulunan eşyası ile birlikte bir ev kiraladım. Adamın televizyonu de balkonda kalmış. Kızla oğlan hemen televizyonu bağlamışlar her akşam seyrediyorlardı. Biz âilece her hafta meşveret yaparız. Bir hafta ben başkan, bir hafta hanım, bir hafta kızım, bir hafta da oğlum başkan olmak şartı ile meşvereti sürdürürüz. Meşveret esnasında insanın bütün sermayesi bu 24 saat ömrüdür yapıp ne yapıp bu sermayeyi değersiz yerde kullanmamamız lazımdır. Böyle bir mevzu geçti yarındası baktım yavrular televizyonu yerinden çekıp balkonun bir köşesine koymuşlar. Yani çocuklarımızı eğitirken eğer şeklini bilmez isek bilenlerden soracağız. Çünkü Kur’ani Kerim bize meşvereti emrediyor. Evet Allah bize evlatlarımızı cehenneme birer  odun parçası yapmaktan muhafaza buyursun Amin!…

Kardeşiniz Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

İrade-i Cüziyyemizi Kullanarak Vücudumuzu Yönlendirelim

İnsanların anlayış ve kabiliyetleri, insanlar adedince farklı ise de, Âdem Aleyhisselamdan başlayarak kıyamete kadar İnanan ve inanmayanlardan oluşan iki gurup, devam etmektedir. “Biri Fırka-i Naciye” (Kurtuluşa eren gurup) denilen, Yaratana inanıp Onun emirlerinin karşısında boyun büküp, zorda olsa sonuna kadar o yolda devam eden guruptur. Bu gurup nefsin kötü isteklerinden, şeytandan ve iki ayaklı şeytanların teşviklerine kanmamak için hazır vaziyette durmak için Allahtan yardım dilemeğe devam eden guruptur.

Bu fırkaya bağlı olanlar, imanlarının kuvvetine göre farklılık gösterseler bile, sağlam imana sahip olanlar bütün hayatlarında istek ve arzularını tatmine teşebbüs ederken, Allah’tan izin var mı yok mu? Helal mı? Yoksa haram mı? Anlamak için, kafalarındaki akıllarına değil,  Allah tarafından, verilen bu vücut makinesini bozmamak için insanlara ihsan olarak gönderilen kanuna müracaat ederler. Çünkü, insanları mesut etmek için insanlara Peygamberimiz (a.s.m.) vasıtasıyla gönderilen O Kur’an-ı Kerimin elmas terazisi ile tartmak şart olduğunu bilirler. Yalnız yiyecek ve içecekleri değil, bütün ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırken hiç felsefe yapıp fikir yürütmeden, o kanunun terazisinden geçirdikten sonra göz ve baş üstünde diyerek alırlar. Çünkü O Kanunu yapan Allah, insanları yoktan var etmiştir. Onların bütün ihtiyaçlarını karşılayabilecek nimetleri önlerine O serdiği için, O’na karşı  itaati, ana vazife bilirler. Hatta bütün hareketlerini ona göre yaparlar. Alış verişte nasıl davranılır, komşu, eş dost, ve akrabalara karşı nasıl bir tavır takınmak icap eder, evden çıkıp eve girerken, oturup ayağa dikilirken, yatağa yatıp yataktan kalkarken dini ölçüler nasıldır, hatta tuvalete nasıl girilip çıkıldığını. Tuvalete sol ayakla girip sağ ayakla çıkıldığının adabını dini kitaplardan öğrenirler. ve ölünceye kadar bütün yaşayışlarını.  Allah’ını memnun etmek için çaba sarf ederler, böylece dünya ve âhiretlerini cennet yapmaya çalışan bu gruba bağlı olan kimseler, mutlu fırkaya kendilerini dahil etmiş olurlar. Örnek verdiğim bu kimselerin davranışları, Allaha sağlam inanan, İslam kanunlarına sağlam bağlı olanların davranışlarıdır.

Öteki gurup olan: “Fırkai dalle” (Sapık gurup) denilen meşru yoldan sapmışların gurubuna bağlananlar kanun tanımayıp kafasına göre serbest yaşama arzusunda olan  gurubun fertlerinin hepsi aynı olmasa bile, onların çoğu nefsin kötü isteklerine uyan, kendi beğenip benliklerine  güvenen guruptur. Halbuki şairin dediğine bakarsak demişki: “Akila mizan olamaz, kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz.” Evet iyi ve akıllı olmak için kendimizi kusurlu göreceğiz. Halbuki bu fırkanın-grubun fertleri, hiçbir kayıt altına girmek istemezler. Hayatları boyunca nefsin isteklerini tatmine çalışırlar. Onlardan çoğu; ben keyfime göre yaşarım. Benim hürriyetime hiç kimsenin karışma hakkı yoktur. İstediğimi yaparım. Hoşuma giderse alırım gitmezse almam. istersem yaparım, istemezsem yapmam. Yemek, içmek, konuşmak gibi, hepisin de keyfime göre davranırım …

Bu yolda yürüyenin ölçüsü, şehvani duygularını tatminden geçer. Evet Allah’ın sıfatlarını tanımak maksadı ile, insana ölçü birimi olarak verilen, görme, işitme, düşünme, bilme ve dokunma gibi duyguları, kendine verilen azaları lazım olan yerlerde değil, kötü yerlerde kullanarak hislerini tatmin etmeğe çalışmakla hayatlarına devam edenlerdir. Onlar Allah’tan değil devletin kanunlarından korkarlar. Çünkü onlar yaptıkları hatalara karşı devletin kanunlarından alacakları peşin cezadan korkarlar. Kanundan gelen cezaya çarpılmama endişesi ile yaşarlar. Aman polise yakalanmayayım korkusu ile suç yapmaktan çekinirler.

Bunlar, dinlerine bağlı olan Müslüman’lara bakarak Allah’a ve Âhiret gününe inanmaya karşı kendilerinde bir acaba olsa bile, günahlarla kalplerini siyahlandırdıkları için ölümlerini çok uzak ve yaptıkları kötü işlerin cezalarını, belki olmaz düşüncesi ile, Allah’ın kanunlarına itaate yanaşmazlar. Helal mi, haram mı, bakmadan yerler içerler yakalanmama garantisi elde ettikten sonra,  hırsızlık  ve buna benzer insan ahlakıyla bağdaşmayan ve ahlaka ters hareketlerde bulunabilirler.

Çünkü insanı insan eden kalpteki imandan gelen sevaba ve günaha inanmaktır.  Yoksa imansızın başındaki aklı  zararlı haşerat  gibi, başkasına zehrini sokmaktan hoşlanır.

“Komşusu onun zararlarından emin olmazsa, o kimse cennete giremez” (kütübü sitte 208) hadisiyle cennete girmek komşuya zarar vermemeye bağlıdır, kötü komşuların şerlerinin ne kadar büyük olduğuna bununla dikkat çekilmiştir. Yine bu gibi şer kimselerle yaşamak tehlikeli olmasından dolayı dinimiz hükümet olmayan yerde yerleşip yaşamayı müsaade etmemiştir.

Evet benliğini putlaştırıp her şeyi isteğine göre yapmaya kalkışan kimse,  alçak bir firavun olur. Adeta nefsini ilâh kabul ederek kendi isteklerini yerine getirme gayreti ile ömrünü tüketir. Başkasını ancak menfaatinin hatırı için sever, menfaati tükendiği yerde öz kardeşi olsa bile, ona karşı daha önce beslediği muhabbeti tükenir.

Müslüman bunun tam aksine kendine güvenmez. Kurtuluşun en büyüğü olan Allah’ın yolunu bulup, Ona bağlanmak için  bile Allah’tan yardım ister. Çünkü “ Sana güzellikten her ne ulaşırsa, bil ki Allah’tandır; kötülükten de başına her ne gelirse anla ki sendendir!” (Nisâ 79) Bu İlâhi bir emir olduğunu bilir ve kabul eder. Allah’ına karşı minnettarlığını şükür ve hamd ile ilan etmeye çalışır. Evet Her şeyi yapma kuvveti Allahın’dır. Fakat bize düşen O cüz’i irademizi kullanırız, sonra İsteğimizin yapılmasına Allaha Havale ederiz.

Tabii ki böyle birisinden korkmak şöyle dursun, aksine onu herkes sever.

Evet, kendini beğenip nefsin her istediğini yerine getirmeye çalışmak, dünya ve âhiretini perişan eden baş sebeplerden birisidir. Nefsin arzularını tatmine kalkışan benliğinin esiridir. Allah’ına isyan ederek yaşamaya devam eden bu kimse, kendinden başka kimseyi beğenmez ki sevsin. Bu hâl insan için bir felakettir. Halbuki insanın iyi olması için tek şart var; o da kötülükle emreden nefse taraf çıkmamaktır. Nefsin şerrinden kurtulmak için, kendi nefsini kötü görmek fikrini taşımaktır.

Müslüman için en büyük hüner, günaha karşı dikkatli olmaktır. İnsan olduğu için hata edip günah da yapabilir ama, yaptığı hatalardan hemen pişman olup, o kötülükleri kendi üzerine alabilmesidir. Kendini övmesi değil, yerebilmesidir. Ancak bu şekilde insan, insanlığa layık olan o yüce mertebeye erebilir.

İşte görün Müslüman’ın güzel ahlâkını ve dalalete düşenlerin kötü ahlaklarının aradaki farklarını. Birisi alçak gönüllü, diğeri kendi fikrini beğenir. Birisi kendi yükünü başkasına atmaya çalışır. Diğeri, kardeşini rencide etmemek için çok dikkat gösterir.

Kısacası bize verilen aklımızı Allah hesabına kullanırsak ne mutlu bize. Yok onu nefis ve şeytan hesabına kullanırsak, o başımızdaki akıl bizim için cehennemi boylamaya bir sebep olabilir. Allah’ın sıfatlarını anlamak için bize verilen hayat, akıl, görme ve işitme duygusu, kibrit gibidir. Onunla ısınmak için sobayı da yakabiliriz. Yemeğimizi pişirmek için ateşi de yakarız. Ayni kibrit bir düşmanın veya bir çocuğun eline geçse, evimizi veya samanlığımızı da yakabilir. Yani biz bu duygularımızı kullandığımıza göre, bizi Cennete götürmeye de sebep olabilirler. Cehenneme birer odun parçası de olmaya onları sebep yapabiliriz.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org