Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Müslüman Hanımının Giyimi ile İlgili Bazı Tavsıyeler

Bir kadının giyimi, kibir maksadı taşımamalıdır. Hadîs-i şeriflerde “şöhret” karşılığı olarak geçen kibir maksadıyla giyim haram kılınmıştır.

İbnül esir der ki: “şöhret” bir şeyin açıkça meydana çıkmasıdır. Burada maksat, giydiği elbisenin renkleri başkalarının renklerinden farklı olduğu için elbisesini insanlar arasında rahatlıkla görülsün ve böylelikle herkes ona bakarak, o da onlara karşı kibirlenerek ve kendini beğenerek büyüklenme (tekebbüre) kapılsın diye giyinen kimsedir.

Yüce peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyururlar: “Kibirden dolayı elbiselerini sürüyen kimseye, kıyamet gününde rahmet nazarıyla allah bakmaz.” (Buhari, libas, 20; müslim, libas, 42, 4)

“Kibirlenme ve çalım satma (gösteriş) olmadığı halde (bunlardan uzak kalarak) ye, iç ve giy.” (ebu davud)

Bir müslümanın giyimi, başkalarını küçümsemek ve hava atmak için değil, allah rızasına ve tevazuya uygun olmalıdır.

Müslümanın elbisesi her an temiz olmalıdır. Kıyafetin temiz olması, aynı zamanda ibadet etmenin de şartlarındandır.

Bir insanın elbisesi sade ve güzel olmalı ve süslü, dikkat çekici özellikler taşımamalıdır. (yabancı erkeklere karşı) islâmi örtünmenin bu özelliğini nur suresinin 31. Ayetindeki “süslerini göstermesinler” ifadesinden öğreniyoruz.

Giysi başlı-başına ziynet olmamalıdır. Kadının dışarı çıktığında giydiği elbiseye erkeklerin bakışlarının takılmaması için dış elbise ziynet (süs/süslü) olmamalı yani sade olmalıdır.

Bunun delili şu ayet-i kerimedir: “evleriniz de oturun, ilk cahiliye devri kadınlarının açılıp saçıldığı gibi açılıp saçılarak yürümeyin.” (ahzab sûresi, 33)

Peygamberimiz bir hadîs-i şerifinde: “giyimde sadelik, imandandır.” (ebu davud, tereccül, 2) buyurur.

Bir toplumda bazı kadınların aşırı derecede süslü, dikkat çekici ve pahalı elbise giymesi, toplumdaki dengeyi bozar ve toplumda gösterişi hakim kılar. İslâma göre, insanların üstünlüğü elbiseyle değil ancak takva ile belirlenir.

Kur’an’a göre, elbise vücudu sadece örtmekle kalmaz, insanı aynı zamanda takvaya götüren bir araçtır. İslâm, takvayı (iç ve dış bütünlüğü) zedeleyen lüks ve dikkat çekici elbiselerin de giyilmesini hoş görmez.

İslâm dini, bir kadının israfa kaçıcı, lüks, renk cümbüşü, parlak v.b.g. Özelliklere sahip elbise giymesini tasvip etmez.

Günümüzde bazı bayanlar örtündüklerini zannederek dikkat çekici renklere (fosforlu, albenili renklere) bürünmekte ve erkeklerin dikkatini çekmektedirler. Bu kişiler, başları örtülü de olsa çarpıcı renklere büründüklerinden dolayı, hakiki manada örtünmenin gereğini yerine getirmiş sayılmazlar. Örtüden amaç kadının zinetini saklamaktır. Bunun da siyah ya da koyu renklerler yerine getirir.

Tesettür emri ilk vahyedildiğinde ensar kadınlarının siyah elbiseler giydiklerini sabuni, “ahkamül kur’an” adlı eserinde haber vermektedir. Yine habibe binti abbad adlı hanım sahabinin “Hazreti Aişe’nin üzerinde siyah bir başörtüsü gördüm” (tabakat-ı ibn saad) rivayeti bize bu konuda örnek sayılır.

Bir diğer özellik de kadının örtüsünden parfüm ve güzel koku gelmemelidir. Çünkü bir kadının elbisesinden güzel koku gelmesi erkekleri cezbeder. Bir hadîsi şerifte peygamberimiz: “bir kadın güzel koku sürünerek erkeklerin arasından geçer ve erkekler o kokuyu alırlarsa o kadın zânidir (zina yapan).” (kütüb-i sitte, ibrahim canan, 7/521) demiştir.

Dinimiz kadının parfümlü elbise giymesini kendi cinsleri arasında veya kocasına karşı helâl görülür. İslâm, kadınların sokaklarda parfümlü giysilerle arzı endam etmesini ve kıyafetine koku sürünüp bunu erkeklere hissettirmesini yasaklamıştır.

Müslüman kadının elbisesinin boyu da itidalli olmalıdır. Dinimize göre kadının elbisesi ne kısa, ne de yerde sürünecek kadar uzun olmalı, topukları kapatacak hizada bulunmalıdır. Elbise, avret yerleri örtecek uzunlukta olmalıdır.

Bahsettiğimiz gibi kadının avret kısmı diz kapağına kadar değil ayaklara kadar (bacaklar da dahil) olan kısımdır. En azından uzunluğu dirseklerin altına kadar uzanan eteğin altına, kalın ve cildi belli etmeyen çorap giyilirse örtünme ifa edilmiş olur.

Çarşı-pazarda, gayet uzun olduğu halde yırtmaçlı etek giyenleri de görüyoruz. Her adım atışında bacakları yırtmaçtan görülen kadınlar, peygamberimizin buyurduğu gibi, onlar: “giyinik çıplaklar”dır. Onların mini eteklilerden farkı yoktur.

Günümüzde örneklerini gördüğümüz, çarşaf ya da ayak topuklarına kadar uzanıp yerde sürünmeyen tesettür kıyafetleri bu konuda ideal giysilerdir.

Elbise, insanı soğuk ve sıcaktan koruyacak özelliklere sahip olmalıdır. Hanefî fukehâsı “mükellefin (erkek ve kadının) avret mahallini örtecek, sıcak ve soğuktan gelebilecek her türlü zararı ortadan kaldırabilecek şekilde giyinmesi farzdır.” hükmünde müttefiktir.

Allah’ın insana emanet olarak verdiği bedeni, dış etkilere karşı koruyucu elbise giymek de Müslümanın önemli görevlerindendir. Müslümanlar yaşadığı coğrafyaya göre elbiselerini seçerler. Arabistan’da yaşayan bir Müslüman ile kuzey kutbunda yaşayan bir Müslümanın (soğukluk ve sıcaklık açısından) aynı elbiseyi giymesi mümkün değildir. Ama elbiselerde aranan ortak özellik; elbiselerin avret yerlerini kapatıp, vücut hatlarını belli etmeyen bollukta olmasıdır.

Müslüman kadın, islâmi bilinçten kaynaklanmayan moda ve modern asrın zevklerine göre değil, kendi inançlarına uygun elbiseleri seçmesi inancının bir gereğidir. Kadının tesettüre uymasında ki amaç; Allah’ın rızasını sağlamaktır. İslâmda giyimin durumu da “ameller ancak niyetlere göredir. Herkes yaptığı niyete göre karşılık görür..” hadîsin de belirtilen ölçü dahilindedir.

Yani bu dünyaya denenmek için gelen kişiler, giyimiyle kimi taklit ediyorsa onunla beraber haşrolunacak, onların safında yeralacaktır.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Müslümanı Mahv Eden: “Kibir ve gururdur”

…Şüphesiz Allah, kîbirlenen ve övünen kimseyi sevmez.Nisa / 36.

Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! İsra / 37.

Kendilerine gelmiş kesin bir delil olmaksızın, Allah’ın âyetleri hakkında mücadele edenlerin göğüslerinde ancak yetişemeyecekleri bir  kibir vardır. Sen hemen Allah’a sığın. Çünkü her şeyi işiten ve gören O’ Mü’min / 56.

Peygamberimiz a.s.m. buyurmuşlardır: Kibirden sakının! Çünkü kibir, fakirliğinden dolayı değersiz elbise giyen kişide dahi bulunabilir (Hz. İbni Ömer. Camiüssagir (2928)

Resulullah a.s.m. buyurdu ki: Kibirlenmekten sakınınız. Çünkü kul kibirlenmeye devam ettikçe Allah onun hakkında şöyle buyurur: “Kulumu zorbalar listesine yazın.” (Hz. Ebû Umame (r.a) Camiüssagir (174)

KİBİR, büyüklük, ululuk manasına gelir. Dinî bir tabir olarak, kişinin kulluk edebine uymayacak şekilde kendisini diğer insanlara karşı büyütmesi, onları hakir görmesidir. Aslında insanın Allah’ın bir mahluku olarak, diğer mahlukata karşı da büyüklenmeye hakkı yoktur. Kul ve mahluk olma cihetiyle bir eşitlik mevcuttur. Ancak Allah Teala hazretleri, insana, hilafet ve emanet gibi bazı ziyade mesuliyetler vererek, bunun gereği olarak diğer mahlukata karşı bir kısım  imtiyazlar vermiştir; akıl ve irade sahibidir, diğer mahluklar üzerinde tasarruf yetkisi vardır. Bu imtiyazları onu hayvanata karşı kibre değil, Cenab-ı Hakk’a karşı şükre ve hamde sevketmelidir. Tıpkı meyveli bir ağacın yerlere eğilmesi gibi, insanî  imtiyazlara sahip beşeriyetin, Allah’ın huzurunda kibirlenmesi değil, rükû-u tevazuya eğilmesi, secde-i şükr ve hamde kapanması gerekir.

İmam Gazâlî’ye  göre, “kibr, “batınî ve “zahirî” olmak üzere ikiye ayrılır: Batınî KİBİR nefsin derinliklerinde ruhî bir ahlaktır. Zahirî bir KİBİR ise dışa akseden, azalarda görülen kibirdir. Esasen en doğrusu, içteki ahlaka KİBİR demektir. Zahirdeki hareketler kaynağını içtekinden alır. Dıştaki hareketleri meydana getiren zaten bu iç ahlaktır. Bu sebeple, hastalık  azalarında kendini gösterince, kibirlendi denir. Görünmediği zaman “o kibirlidir” denir. Şu halde kibrin aslı insan tabiatındaki ahlaktır. Bu da kendisini başkasına üstün gösterme arzusudur.”

Dinimiz, her  hayrın, her  fazilet ve üstünlüğün Allah’tan geldiğini tedris eder. Bu sebeple kişinin mazhar olduğu bazı faziletler sebebiyle hemcinsine karşı büyüklenmesini, bu nimetlere nankörlük kabul eder, onu asıl veren Allah’tan gaflet alâmeti bilir.  Bu sebeple (kibir) , şiddetle  reddedilen, kınanan huylardan biridir. Meseleye Kur’an-ı Kerim’in müteaddit ayetlerle yer  vermesi de kibrin din nazarında ne kadar kötü olduğunu anlamaya yeterlidir. Birkaç ayetin mealini kaydediyoruz:

Yine bazı ayetlerden örnekler veriyoruz “Yeryüzünde haksızlıkla  kibirlenenleri ayetlerimden çevireceğim” (A’raf 146).

“Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini mühürler” (Mü’min 35).

“(Peygamberler hep) futuhat istediler. (Buna kavuştular.) Hakka karşı alabildiğine inad eden her mütekebbir zorba ise  nihayet   hüsrana uğradı” (İbrahim 15).

“(Allah) o büyüklük taslayanları sevmez” (Nahl 23).

“Andolsun ki (kâfirler), kendi kendilerine büyüklenmişler, azgınlıkta pek ileri gitmişlerdi” (Furkan 21).

“Bana kulluk etmeyi kibirlerine yedirmeyenler  alçalmış olarak cehenneme gireceklerdir” (Mü’min 60)

“Yeryüzünde büyüklük taslayarak yürüme. Sen ne yeri yarabilir, ne de dağlarla boy ölçüşebilirsin. Bütün bunlar, Rabbinin katında çirkin sayılan günahlardır” (İsra 37-38).

“İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Allah kendini beğenip övünen hiçbir kimseyi şüphesiz ki sevmez” (Lokman 18).

Kur’an-ı Kerim’de kibre bu kadar yer verilmesinin sebebi, bunun küfrü tazammun etmesindendir. Çünkü büyüklük, izzet, azamet ve üstünlük sadece Allah’a yaraşır. Hiçbir şeye gücü yetmeyen, herşeyini Allah’a borçlu olan biçare insanın (Kibir) ne haddine! Kul kibirlendiği vakit, sırf Allah’a yaraşan bir sıfatta Allah’a karşı münazaaya, yarışa girmiş olmaktadır. Gazâlî bu davranışı, bir hizmetçinin padişahın tacını giyerek onun tahtına oturup hükmetmeye kalkmasına benzetir. “Bir uşak için, bundan daha büyük bir cür’et, bundan daha vahim bir cinayet olur mu?” der ve: “Şüphesiz bu uşak, padişahın en ağır cezasını hak eder” diye hükmeder.  Nitekim kaydedeceğimiz ilk hadiste, Rab Teala hazretleri: “Azamet benim gömleğim, ululuk benim cübbemdir. Kim benimle bu hususta ortaklığa kalkışırsa, ben onun belini kırarım” buyurmuştur.

Kibirin zıddı tevazudur. Tevazuyu alçak gönüllülük olarak ifade eder isek de,  esas itibariyle mazhar olunan nimetleri Allah’tan bilmeyi ifade eder. İslam büyükleri, tevazunun insanları yücelteceğini, kibrin de alçaltacağını kabul eder. Hz. Ömer şöyle buyurmuştur: “Alçak gönüllü, mütevazi ol ki, Allah seni yüceltsin. Kul kibirlenip böbürlendiği zaman Allah Teala hazretleri onu alçaltır ve bir melek: “Uzak ol! Allah seni uzaklaştırsın!” der. Kibirli insan kendi kendini büyük görürse de herkesin nazarında düşük, hatta domuzdan daha adidir” demiştir. Bu manayı, Ka’b (radıyallahu anh) bir başka üslubla ifade etmiştir: “Allah kime dünyalıktan bir nimet verdi de, adam bu nimetin şükrünü ödedi ve tevazuunu gösterdi ise, Allah Teala o nimetin menfaatini dünyada ona gösterdiği  gibi, ahirette de derecesini yükseltir. Fakat verdiği nimete şükretmez ve tevazu göstermezse, Allah Teala, dünyada o nimetten ona bir  kâr sağlamadığı gibi ahirette de ona cehennemden bir kapı açar; dilerse affeder, dilerse azab eder.”

(Kibir), Gazâlî’ye göre, Allah’a, peygamberlere ve diğer insanlara karşı yapılır. Her üçü de mezmun ise de, en kötüsü Allah’a karşı olandır.

Bediüzzaman, insanların  diğer mahlukata karşı da  kibre düşebileceğini ifade eder: “Ey insan! Kur’an’ın desatirindendir (düsturlarındandır) ki, Cenab-ı Hakk’ın masivasından (mahlukatından)  hiçbir şeyi, O’na taabbüd edecek bir derecede kendinden büyük zannetme. Hem sen kendini hiçbir şeyden, tekebbür edecek derecede büyük  tutma. Çünkü mahlukat, mabudiyetten uzaklık noktasında müsavi oldukları gibi, mahlukiyet nisbetinde de birdirler.”

KİBİRve tevazu meselelerine zaman zaman temas eden Bediüzzaman, kibirin asıl kaynağının insandaki küçüklük olduğunu ifade eder. Ona göre: “…Sığar-ı nefs, tekebbürün menbaıdır. Zaaf, gururun  madenidir…” Bu temel düşünceden hareketle: “Büyük görünme küçülürsün” der ve devam eder:

“Ey  enesi (benliği) çifteli, kafası da kibirli,

Şu mizanı bilmeli: “Her  adam için elbet,

Cemiyet-i beşerde, içtimâî binada,

Görmek görünmek için şu mertebe denilen,

Bir penceresi var. Ger pencere,

Kamet-i  kıymetinden (boyundan) yüksekse,

Tekebbürle tetâvül edecek, uzanacak.

Ger pencere, kamet-i himmetinden alçaksa,

Tevazula tekavvüs edecek ( bükülüp) eğilecek.

Kamillerde, büyüklük mikyasıdır, küçüklük,

Nâkıslarda, küçüklük mizanıdır büyüklür (tekebbür).”

Tekebbür kötü, tevazu iyi olmakla birlikte, Bediüzzaman bunların kullanılacağı yerin iyi tayin edilmesine dikkat çeker: “Zaifin kavîye karşı izzet-i nefsi, kavide tekebbür olur; kavînin zaife karşı tevazuu, zaifte tezellül olur. Bir  ulü’l-emrin (amirin) makamında ciddiyeti  vardır; mahviyeti, zillettir,  hanesindeki ciddiyeti, kibirdir, mahviyeti tevazudur…”

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Arkadaş Seçmek (Şiir)

Kişi, samimi olan arkadaştan renk alır,

Ondan sonra, bunda o huylar çıkamaz, kalır,

Bu adam, arkadaşından biri sayılır.

Edindiği  huyları, çevreye de yayılır

 

Arkadaş, her iki hayatına tesir eder,

Âkil olan, ahlakı iyi olanı  seçer,

Herkesle arkadaş olamam, kendine der,

Çünkü, o kötülere diyemez elini ver.

 

Eğer hangi gencin kötü ise arkadaşı,

Sonra o kimse, başlıyor bakmaya şaşı,

Bundan sonra, iyi fikirlere çıkar karşı,

Söyle, bundan olur mu hangi işin başı,

 

Resulullahın her sözü bir cevher gibidir

Buyurmuşlar: “Kişi arkadaşın dinindendir,”

Mademki o mübarek demiş, o söz öyledir,

Bundan, bu çok dilde bir ata sözü gibidir.

 

“Söyle arkadaşını, ben söyleyeyim seni,”

Ata sözü, gösteriyor senin kimliğini,

Çünkü insan, arkadaştan alır rengini,

O, onun kalıbına uydurur kendisini.

 

Kardeş yap ne yap, kendine iyi arkadaş seç,

Sen sokak çocuklarından seçti isen, vaz geç,

Çünkü onlarla, ne bir çorba yenir ne güveç,

Onlarla  yaptığın iş, iyi olmaz  olur iğrenç

 

“Kötü  arkadaş, ahirette de düşman olacak,”

Bu beni aldattı, Rabbine müşteki olacak,

Günahlara sokanlardan, hakkını alacak,

Kim günah kazandırsa, cehennemde yanacak.

 

Cehennem bellidir, tarifi imkânsız azap,

İmansıza, sonu olmayan çok büyük gazap,

Sen oradan kurtulmak için, ne yaparsan yap,

Onun en kolay çaresi, Nurlara olmak tullap.

 

Muhlis mümin, maksatlı gafletten uyanacak,

Sağlam imanlı kimselerle, düşüp kalkacak,

Hiç çekinmeden, namaz kılıp secde yapacak,

Böylece, Rabbin lütfüyle cennete uçacak.

 

Ey insan, va’d edilen cenneti çalış kazan,

Eğer çalışmazsan, sende kalır kup kuru zan,

Çünkü kazanmazsan, senin için büyük hazan,

Ne mutlu ona ki, kurtulur kötü eş dosttan.

 

Ey insan! Cennette  mutluluklar seni bekler,

Orda hizmetçilerin, hurilerle melekler,

Seni mutlu edecek, o kadar mutlu şeyler,

Onun en büyük zevki, Allahla görüşmekler.

 

 Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Bu Zamanda Müslümanlara En Çok Saldıran Açık Saçık Hanımlardır!

Müslümanların şeref ve şanı olan ırz ve namus, ve bu cevher elden gitmemek  için, ecdattan bu uğurda çoğu canını hiç acımadan verdiler.

Fakat ne yazık, iç ve dış düşmanların gizli ve aşikâr saldırıları neticesinde: Bu vatanda yaşayan halkın dedeleri, beş-altı asır İslamiyeti dünyanın dört yanına yaymaya çalıştıkları halde, hatta o dedeler o eşsiz şerefi korumaları için çoğu canını verip şehit oldukları halde, kendi torunları olan sokaktaki açık saçık kızların anne ve babaları, Allah o evlatları onlara sakat değil, kör değil, aptal değil sapa sağlam hediye ettiği halde, o anne babalar Allahın kanununa muhalif olarak, kızlarını Hıristiyan ve Katolik hanımlardan daha fazla soyarak yarı çıplak bir vaziyette meal esef  sokağa salıyorlar.

Halbuki bu tesettür kanuni: Basit bir adet değil ki: Müslümana farz olan  Allahın bir emridir. Allah Kur’an’ı Keriminde: “Ey peygamber, hanımlarına, kızlarına ve Müslümanların hanımlarına söyle, dış elbiselerinden (cilbablarından) üzerlerini sıkıca örtsünler! Bu onların tanınmalarına, tanınıp da eziyet edilmemelerine en elverişli olanıdır.” (Ahzab 59)

Dinimizde, kadını kıyafeti, el,yüz, hariç bütün vücudunu örtme şartı var. Giyilen örtü saçları da içine alacak şekilde, hanım bütün vücudunu örtmesi lazım. El ve yüzün haricinde onu hangi elbise iyi kapatabiliyorsa, elbisenin adı ne olursa olsun kadın onu giyebilir. Yalınız hanımın giydiği elbise vücudun hatlarını belli etmeyecek şekilde geniş-bol olmalıdır ve başörtüsünü elbisenin yakası üzere salması lazımdır. Vücudun hatlarını-kalınlık sınırlarını belli eden dar elbiseyi giymesini dinimiz yasaklamıştır. Dar elbise giyen hanımlara dinimiz “giyinik çıplak” ve “cehennemlik” hanımlar olduğunu Peygamberimiz a.s. Hadisi şerifinde haber vermektedir. Elbisenin geniş olması derken: Hanımın dışarıda yabancı erkeklere karşı giydiği elbiseyi kast ediyoruz. İç elbiseler nazarı itibara alınmaz.

Günümüzde caddelerde, dar bir bluzla göğüslerini,  kalça ve bacaklarını, kollarının kalınlıkları belli eden elbise giyen hanımlar “giyinik çıplaklardır.” Bunu da ilave edelim: İslami elbisenin bir özelliği de ince ve şeffaf olmamasıdır. İslam hanımın teninin-etinin rengini gösteren kıyafetleri yasaklamıştır “Hicab” demek gizlenmek demektir. Peygamberimiz a.s. ince elbise giyen hz. Esmadan yüzüni çevirerek, ince elbise giymesini yasakladı. Ebu Davud Libas. 34. (4104)

İnce elbise hakkında, Peygamberimiz a.s. Sahabenin birine: “Hanımlarına söyle bu elbisenin altına bir astar koysun de bedenini vasfetmesin.”Ebu Davud Libas. 39. (4116) Evet anladınız, ince elbise ne demektir: “Hanımın teninin renginin belli olmamasıdır.” Bir başka rivayette: “Kadının kemiklerinin iriliğini göstermemek” tir.

Dışardan bakıldığında elbisenin içinde hanımın teni görülüyorsa? O elbise ister kalın ister ince olsun- böyle bir elbise ile setr-i avretin (edep yerlerin örtünmesi) hasıl olmayacağı belirtilmiştir. (Fıkhi risaleler, Dr. Faruk beşer Seha yay. S. 53)

Peygamberimiz a.s  bir Hadisi şerifinin manası “Kim ki başka dinde olan bir topluluğa benzerse o onlardandır” (Ebu Davud Libas 4) Yani Peygamberimiz a.s. başka din başka kültürden olan kadınlar gibi giyinen kadınların, onlara benzeyip onlardan olacağını açıkça beyan etmiştir. Bu itibarla: Müslüman kadının giydiği elbise kâfir kadınlarının giydikleri elbiselere benzememeli.

Bu konuya Abdullah Bin Amr’ın (Radiyallahu anh) rivayeti açıklık getirmektedir “Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem) benim üzerimde dikkat çekici  altın renginde bir çeşit boya ile boyanmış iki elbise görünce şöyle dedi: Bunlar kâfirlerin elbiseleridir onları giyme!”

Bu ölçüleri verdikten sonra, biz düşünelim. Her zaman kâfirlerin giydikleri elbiseleri dinimiz Müslümanların giymesi,  yasaklamışken, bu günkü halimize bakarsak pek iç acısı olarak görüyoruz.

Şöyle bir düşünsek; halkı Müslüman olanların ülkesi olanın bir  şehrinin sokağında,açık kıyafetle bir Müslüman kızını, bir Alman kızı, bir İngiliz kızı veya bir Fransız kızının arasına koysan, acaba bunların arasında hangisi Müslüman kızı  olduğunu fark edebilecek misin?

Evet,her ne kadar hanımın yüzü saçından çok erkeğin şehvet duygularını uyandırır; amma hanımın evlenme ihtiyacı olduğu için Allah hanımın yüzünü örtmesini emretmemiş, saçını örtmesini emretmiş. Biz Allahın emri karşısında fikir yürütemiyoruz Onun emrine uymaya mecburuz. Faka her ne kadar hanımın yüzü erkeklerin şehevi duygularını saçlarından çok tahrik eder. Fakat hiçbir erkek hanımın yalınız saçına bakarak o hanımla evlenmemiştir. Her ne kadar hanımı güzelleştirmek için saçı da işe yarar ama o yetmez. Hanımın yüzü insanın şehvet duygularını tahrik ettiği için, beş-altı yüz sene uzun bir devre hükmeden  Osmanlı devletleri hanımları siyah peçe ile  yüzlerini örtmüştür. Hanım onsuz sokağa çıkamamıştır o hanımın rahat görmesi için peçe biraz ince imiştir, fakat dıştan erkek hanımın yüzünü görememiştir (Memleketimde annem devamlı onla gezdiği için ben iyi bilirim.)

 Abdülkadir Haktanır  

 www.NurNet.org

Müslüman Türk Gençligi (Şiir)

Şehit dedenin torunu, artık uyanıyor,

Bu asrın harikası, Nurlarla renkleniyor,

Nurdan aldığı silahla fikren savaşıyor,

Düşmanlara karşı, Allah’ına dayanıyor.

 

Bunlar inkârcılığa, tekmeler vuruyorlar,

Müthiş tehlike olan, ilhaddan kurtuldular,

Nurlar sebep, bu gençler içten gülüyorlar,

Bak bu gence, ne kadar doğru yolda yürüyor.

 

 

Şükür, şehitlerin torunları ilerliyor,

Nurlardaki kuvvet, onlarda görünüyor

Önceden yaptıkları günahlar dökülüyor.

Çok şükür ki, çoğu Nur yolunda ilerliyor.

 

Allahın lütfü ile,  Nurlu yolu buldular

Bütün, hoş olmayan hallerden kurtuldular,

Bunlar, İslam ahlakı ile ahlaklandılar,

Çünkü Allahın rızasını hedef aldılar.

 

Bu Nur eserleri, herkeste iz bırakıyor,

Bilhassa gençlerde, hesapsız te’sir yapıyor,

Ahlaki hamide ile, mücehhez kılıyor.

Nurlar, bu asra cevap veren tefsir oluyor.

 

Bunlar,  tabiat fikrinden gençleri kurtardı.

Kız ve erkekler, bunlardan bol hisse aldı,

Muannitler, bu eserlerden nasipsiz kaldı,

Zavallıları, günahları yerinde bıraktı.

 

Tarihe şeref veren, Yavuzun  torunları,

Rabbimiz Nuru gönderip, kurtardı onları,

Umarız, onların imanla gelir sonları,

Çünkü, Nurlarda mevcut imanın ispatları.

 

Evet, Nurlar imansızları imanlı ediyor,

Nurlardan çok kimse, marifet dersi alıyor,

Çünkü fen hakim olunca, Nurlar konuşuyor,

Nurları okuyanlar, ispatlı konuşuyor.

 

Gençleri kurtarmak için, Nurları okutmak,

Evinde yok ise, onları arayıp bulmak,

Bulduktan sonra, bunları, okuyup okutmak,

Onlar öğretiyor, küfürden nasıl kurtulmak.

 

Evet bu eserler ile, gelecek Nurlanır,

Bugün gençler, bunlarla lazım olanı alır,

Sonra gelecek, onların omuzunda kalır,

O sayede, milletin istikbali aydınlanır.

    

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org