Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

İmandan Sonra, İbadetlerin En Büyüğü, Allah için Cihat’dır

Bu zamanda o cihadın yerini tutabilecek bir sevap “Emri ma’ruf nehyi anil münker”dir. ( Allahın yasaklarından men etmek,farzları yasaklamak’tır)

Şanı Yüce Allah’ımız Kur’âni Kerim’inde biz mü’minlere; “Ey iman edenler, kendilerinizi ve âilelerinizi ateşten koruyun ki, onun yakıtı insanlar ve taşlardır.” (Tahrim 6)

Peygamberimiz (a.s.m.) de Hadisi Şerifinde:”Ey Mü’minler! Yalvar yakar olmanıza rağmen, dualarınız kabul olmayacak durumlara düşmeden evvel “Marufu” (iyiliği) emir ve kötülükten men’ediniz” buyurmaktadır. (Kütübü Sitte  cilt 2 sahife 381)

Evet ibadetlerin en makbulu cihaddır. (Allah rızasi için savaşmaktır) Bizim için o cihadın yerini tutacak ibadet “Emri maruf nehyi anil münker’dir” Yani Allahın yap dediklerini sözümüz geçtiği yere emredip yaptırmak ve Allahın yasak ettiği şeylerden insanları men edip yaptırmamaya gayret etmektir.  İşte yukarıdaki yazılar ve  kaynaklar bize yalınız kendi menfaatini düşünmeyi yasaklayıp, bencil olmaktan kurtulmayı emrediyor. Kendimizi ve âilemizi Allah’ın emirlerine uydurmaya çalıştıktan sonra, sözümüzün geçtiği kimseleri de hakka davet etmeye gayret edeceğiz. Biz kendimizi kurtarmadan başkasını kurtaramayacağımıza göre, işe başlarken, ilk önce kendimizi günahlardan korumaya gayret edeceğiz, sonra sevaplı işleri yapma çabasında olacağız. Daha sonra yakınlarımıza Allah’a karşı gelmeyip,Allahın emir ve yasakları hususunda Allaha itaat etmelerini emir ve tavsiyede bulunacağız.

Evet! Ustası bilinmeyen sanat eserinin kıymeti bilinmez. Bu itibarla eserin kıymetini bilmek için ustasını öğrenmeye ihtiyaç vardır.

Bu kaideye göre, Gözümüz önünde herkesi hayrette bırakan Allahın bu kadar sanatlı eserleri tabiata havale edenleri acıyıp karşılayıp yardımlarına koşmak, onların imdadına yetişmek ne kadar lüzumlu olduğu anlaşılır.

Rabbimiz  İnsanları ölü atomlardan yaratıp bütün mahlukat  üstüne çıkarmıştır. Bilhassa biz Müslümanları Allah (c.ş) imanla müşerref kılarak çok sevip çok acıdığı için, geçici dünya hayatına aldanmamaya gayret edip dikkatli olmamızı istiyor. Bize, yaradılış sırrını öğrenmemizi emrediyor. Bu zamanda Ancak büyük bir gayret neticesinde ahiret hayatına ait tehlikelerden kendimizi ve yakınlarımızı kurtarabiliriz. Böylece hakikati görmeme gibi tuzaklardan uzaklaşabiliriz.

Şimdi, Allah’ımız bize, yalınız kendimizi düşünen bir bencil olmaktan kurtulup, hısım akrabaya eş dosta da yardım etmeyi emrediyor.

Biz dünya hayatı ile ilgili yardımlar ile âhiretle ilgili yardımların farkını daha iyi anlamak için bir iki misal verelim:

Bir düşünün! Fakir komşunuzun hasta olduğunu işittiğiniz zaman, hemen onun ziyaretine gider, ziyaret vazifesini yaptıktan sonra oradan ayrılırken, hastanın âilesine, böyle durulmaz, ben arabayı getirinceye kadar siz hastayı hazırlayın doktora gidelim dediğinizde, onlar bunu memnunlukla karşılarlar. Biraz sonra siz araba ile gelip adamı doktora götürür, orada muayene ettirir, muayene parasını öder ilaçlarını da kendi paranızla aldıktan sonra, adamın cebine bir miktar harçlık parası koysanız, şefkatinizin icabını yerine getirip, Müslüman’a yakışır bir vazife yaptığınız için ne  kadar sevinirsiniz değilmi?

İkinci misâl: Sen evden sokağa çıktığın sırada, karşıdan son hızla bir arabanın geldiğini ve komşunun iki yaşındaki çocuğunu yolun tam ortasında olduğunu görsen, koşarak çocuğu ezilmekten kurtarsan, çocuğu ölümden kurtarmaya sebep oldum düşüncesi ile ne kadar sevinirsin değil mi?

Çünkü sen hayvan değil insansın. Allah tarafından kalbine konulan o şefkat ve merhametten gelen hayırseverlik duygusunu kullanma neticesinde ve  bağlı olduğun hak din sayesinde, kalbindeki şefkat duygusu çiçek açıp meyve verdiğini göreceksin.

Böylece bencillikten kurtulup, Müslüman’a yakışır bir hal aldığın için, içinde bir sevinç, bir mutluluk hissedersin? Halbuki görünüşte hastalıktan iyileşen komşun ve ecelden kurtulan çocuk için sen sebep olmasaydın da, onlar bir saat, veya birkaç gün sonra, ölmeleri mümkündür. Yüz sene yaşasalar da yine ölümle karşı karşıya kalmaları kaçınılmaz bir hadisedir.

Halbuki bir kimsenin İmanının kurtulmasına sebep olabilsen, o kimseye sonu olmayan bir mutluluk kazandırabildiğinin o iki misaldeki iyiliklerden, İmanını kurtarmaya sebep olmak ne kadar faydası tariften uzak bir iyilik olduğunu anlıyorsunuz.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Muhatabın Seviyesine Göre Mevzu Seçilmeli

Esselamu aleyküm

Değerli okuyucularım! Okuyacağınız bu yazının günümüz için Ehemmiyet taşıdığına inandığım için sizinle de paylaşmaya karar verdim. Çünkü bu devirde vatandaşlarımızın Allah’a inancı zafiyete uğradığı için, Allah’ın varlığını ve birliğini delilleri ile anlatmaya çalışırken. Allah’ı sıfatları ile tanımanın ehemmiyetini bazi temsillerle izah ettim.

Bu yazıyı yazarken günümüzde geçerli olan “mantalite” denilen ispat yolunu seçtim. Çünkü bugün dışarıdan gelen materyalist felsefesi, vatanımızda yaşayan insanlarımızın bir çoğunun, bilhassa okul çağındaki öğrencilerin akıllarını gözlerine indirdiği için, onlarda mevcut olan taklidi imanı, bir çoğundan aldı, götürdü. Artık tahsilli gençlerimiz inanç meselesini akıl gözüyle, görmeden kabul edemiyorlar.

Bugün bir kimse, dini bir kitap yazmaya kalktığı zaman, bu asrın fen ve felsefesini tahsil edenleri karşısına almazsa, yani onlara da bir şey vermeye çalışmazsa; emeği İlimden kültürden yoksun kimselerle sınırlı kalır. Her ne kadar şimdiki idare gençlerin dindarlığına ehemmiyet veriyor, ama bir asra yakın uzun bir devir okulda din değil, tabiat ve maddecilik felsefesi hakim idi. Biz önce öğretmenleri ve profesörleri delillerle ikna edebilirsek, o zaman öğrencileri de tabiat batağından kurtarmak mümkün olabilir.

Evet! Yirminci asırda yetişen neslin imanı ne kadar yara aldığını anlamamız için, bu idareden önce yetişen entelektüel tabakanın fertlerinden, Risale-i Nurlardan hisse alabilenlerin dışında ki tahsilliler, camiin kapısını bulup namaz kılanlar çok az olduğunu sizde takdir edeceksiniz.

Evet! Allahın sanatlarını tabiata veren materyalist fikirliler, maneviyattan haberleri olmadığı için, inkâra saptıklarını görmemezlikten gelemiyoruz. Bununla beraber, İmanımızdan gelen şefkatimiz, onların yardımına koşmamızı bize emrediyor. Onlara küsmek değil, şefkatle davranmak icap ediyor. Bugünkü inkârcılar tahsil görmüş kimseler oldukları için, onları da medeni sayıyoruz ”Medenilere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir.” kaidesine uyarak, Allah’ın varlığını kabul edemeyenlere de deliller göstererek ikna ederiz ümidini taşıyarak yazmaya çalışacayız.

Bugün bizi bir husus çok sevindirmektedir: Hak yolda yürüyen cemaatlere bağlı olanlar, günden güne olgunlaşıp ön yargılı davranmaktan kurtulup meselelere objektif bir nazarla bakabiliyorlar. Bu kardeşler, kabiliyetleri nispetinde, bağlandıkları cemaatle hayatlarını devam ettirirken, başka cemaat mensuplarını tenkit etmeye ihtiyaç duymuyorlar. Böylece düşmanların oyunlarına gelmekten kurtulup, ehli sünnet olan öteki cemaatlerle de kardeşliğini koruyarak neticeye varma sevinci ile günden güne ilerliyorlar. Çünkü, geç de olsa, anladılar ki, ehli sünnet dahilinde olan cemaatler, Ordunun karacısı, havacısı ve denizcisi gibidir. Onların tümü Orduya hizmet ettiği gibi; Ehli Sünnet vel-cemaat olanların tümü de, Allahın dinine hizmet ederler Fıkıh, ilmihali, ve Kur’an’ı Kerimi ders vermek ve almak gibi meseleler, her Müslüman’ın öz be öz meselesidir. Fakat her zamanın hastalığı farklı olduğuna inanmamız lazım. Bugünün Müslüman’ının en mühim meselesi olan, imanını tehlikeden kurtardıktan sonra, öteki meseleler ile meşgul olunabilir. Bu sebepten biz Nur talebeleri,Kur’an ve fıkıh meselerini ihmal etmeden Risale-i Nurlari okumayı ön planas aldık. Bu hususta Üstadımızın ifadesi şöyle: ( Herkes benim davam daha güzeldir diyebilir, Fakat güzel yalınız benim davamdır demeye kimsenin hakki yoktur.)

Evet, şuurlu Müslüman, Peygamberimiz (a.s.m.) ın “Siz düşmanın silahıyla silahlanınız.” Sözüne aykırı hareket edemez. Nasıl ki maddi sahada düşmanlarımız kıtalar arası füzeyle savaşırken, biz yukarıda geçen Hadis-i Şerifi görmezlikten gelip, benim Peygamberim (a.s.m.) kılıçla savaşmıştır, ben de ona uyarak kılıçla savaşırım desek Allah’ın bu dünyadaki hikmet kanununa zıt hareket ettiğimiz için mağlup düşeceğimiz bellidir.
Aynen onun gibi, manevi sahada da, düşmanlar bizden aldıkları fen ve felsefeyi bize karşı silah yapıp imanımıza saldırdıkları bir zamanda, bir Müslüman, Bediüzzaman Hazretlerinin bu zamanın ihtiyacına cevap veren Risale-i Nur eserlerinden istifade etmezse, zarar edeceği bellidir. Bu eserler uluslararası ilim dünyası tarafından kabul gördüğü bir zamanda, Müslüman Türk te bu eserlerden istifade etmeye kendini mecbur hissedecek. Çünkü karşımıza dikilen ateist, “ben Allah’a inanmıyorum, sen de bana (ayeti keri,me-i kast ederek) O’nun Sözünü okuyorsun” Yanı: (Var olmayan adamın sözünü kimseye anlatmak gibi bir şey) Üniversitede ateist olan öyle diyeceğini bildiğimiz için, ona Ayet okuyamıyoruz. Ona, ancak fen bilgilerinden hazırlanan delillerle cevap vermek gerektiğini bilmek mecburiyetindeyiz. ( Ayeti kerime ve Hadisi şerif Müslümanlara okunur. Üstadın ifadesine göre: Bu sebepten asrın derdine göre bu güne kadar 350.000 cilt tefsir basılmış. Hocanın biri bana: Abdülkadir bey biliyormusunuz bana biri ne dedi? Ne dedi Hocam? Ben Allaha inanmiyorum dedi. Ben ona: Peki sen ona ne cevap verdin? Hoca ona: Nasıl inanmazsın, bak Allah Kur’ani Keriminde: KULHUVALLAHU EHAD ila ahir buyuriyor dedim diyor. Ben hocaya: Hocam sen ona İHLAS suresini okudun işi hallettinmi dedim. Peki ona ne diyeyim diyor? Ona Risale-i Nurdan cevap verecekdin dedim. O bana peki, Ona Nurların neresinden okuyayım? Ben yok öyle olmaz. Sen önce kendine okuyacan sonra öyleleri karşına çıktımı cevabiniş bilecen dedim.

İşte, bunun için Allah’ımız yirminci asrın hastalıklarını iyi keşfedip, Âyet ve Hadisleri, ana kaynak yaparak zamanın ihtiyacına cevap verebilecek 14 cilt Risale-i Nur Külliyatını yazabilecek Bediüzzaman gibi bir zatı bize göndermiş ve fenni delillerle iman hakikatlerini ispat etmiş. Biz de bu eserlerden istifade etmeye kendimizi mecbur hissediyoruz. Bunun için ben doğum yerimde büyük zatlardan aldığım bilgileri Risale-i Nurları anlamama bir hazırlık kabul ederek, yarım asırdan fazla Risale-i Nurlardan aldığım dersleri bilgilerimle birleştirerek vatandaşıma faydalı olmaya çalışıyorum. Bu yazıma ilaveten başımdan geçen bir hadiseyi de sine nskledeceğim:

Bildiğiniz gibi bu fakir Balkanlara hizmete gidiyorum. Tarih veremeyeceğim bir sefer oralara gidişimde: Doğum yerim olan Sırbistanın Preşova Belediyesinde bulunuyordum. Tanıdıklarımızdan birinin vefat haberini aldım. O esnada Hoca efendilerden biri bana: Başsağlığına gelirmisin gidelim? Evet gelirim deyince hemen gittik. Hernekadar orada yaşayanlardan daha önce üniversite bitirenler halk kısmının alt tabasına itibar etmiyorlardı, ama: Sırplarla Kosovadakilerin savaşından sonra yalınız 3 Belediye sırplar altına kalıp Kosovaya giremediklerinin, gariplik hisederek; Entelektual tabaka da alt tabanın ölüm ve dügünlerine iştirake kendilerini mecbur gördüklerinden, gittiğimiz cenaze merasimine bir kaçtane Prof. Okul Müdürü ve Belediye başkanıda vardı. (Anti parantez Bunuda unutmayalım ki Cenaze merasimlerinde çok iyi ders yapılabiliniyor.) Ben orada misafir olduğum için hocaların bana karşı hürmetlerinden, Konuçmayı bana bıraktılar. Ben başladım konuşmaya: İnsan nedir olüm nedir. Konuştuklarımı ispatlamak için Risale-i Nurlardan deliller getirerek konuşmam yarım saatten fazla sürdü. Proflar la müdürlerin yüzleri karardı Alt tabaka Müslümanlar bana karşı hepsi gülümsiyordu.Hatta belediye başkanı dayanamadı kalktı gitti. Biz daha bir müddet konuştuktan sdonra bizde o hoca ile kalktık. Çıktıktan sonra hoca bana ne yaptın o Proflar agızlarını açmadilar? Halbuki her hangi mecliste biz konuşurken, ağzımızı kapatıp bizi konuşturmazlar dedi. Hocaya dedim: Ben mecliste sizin gibi Ayet Hadis okumuyorum inkӑr edilmez deliller önlerine süriyorum. Risdalşe-i Nurlasrı tenkit eden bir hocaya demiştim, anlat bana Ateiste hangi Ayeti okursun? Cevap yok.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Mucize İnsan (Şiir)

Ey insan! Hangi dinsize bakarak aldandın,

Şeytanın emrine uyup, hainlere kandın,

Aklını kullanmadan, düşmanlara inandın,

Sonra,  düşmanın düştüğü yere yuvarlandın.

 

Sen, mu’cize bir mahluk yaratılmış iken,

Günahlarla seni kirleten kim, hangi neden?

Sakın olma, belki dirilmeyiz diyenlerden,

Gafletten uyan, aldanma nefisle şeytana,

 

Unutma ki, sana pahalıya patlayacak,

Bu aldanman, seni arka üstüne atacak,

Burada aldanan, orada pişman olacak,

O son pişmanlığın hiç faydası olmaz sana.

 

Ednalardan, en  âlâya çıkabilen insan,

Nasıl bu kadar aldanarak, kaldın bi eman,

Pişmanlık için, sana verildi birçok zaman.

Günaha devam ettin, kandın o mel’un şeytana.

 

Ne büyük zarar, imtihanını kaybedene,

Bu dünyada ana sermayen, bu kadar sene,

O sermaye de gider, boşa çalarsan çene,

Tabi ki gidecek, aldanırsan ona buna.

 

Hayatını, meşru bir dairede kullanan,

Bununla, cenneti kazanabilir bu insan,

Hem de kurtulur, cehennemin acı azabından,

Dikkatli ol, hayatını harcama boşuna.

 

Aldanırsan,  zararını tahmin edemezsin,

Cehennem ateşini, buradan bilemezsin,

Dünyadayken, günahlarından çekinmelisin,

Çekinmezsen, koca ömrün gidecek boşuna.

 

Ne mutlu sana ki, akıldan değilsin kaçık,

Şükür ki, tövbe kapısı sona kadar açık,

Günahlardan pişman ol, günah girdabından çık,

Bu pişmanlığın, çok faydası olacak sana.

 

 

Evet, Kur’an ve hadislerden dersini alsan.

Kendini zorlayıp, meşru dairede kalsan,

Kalbini, Allahın aşkı ile yakmış olsan,

O zaman, korunurdun uymazdın şeytanlara. 

 

Allaha şükür, her yanda nasihatçiler var,

Sağında ve solunda, dizilmiş kitapçılar,

Bunlar varken,  sana nereden bu aldanmalar,

Aldanma! Bir ve  iki ayaklı şeytanlara!

 

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Mumdan Ders Alalım (Şiir)

Mü’min bir mum gibidir, kardeşi için erir,

Kardeşini kurtarmak için, canını verir. 

 

Mü’min bencil değil, kardeşini de düşünendir,

Düşen dostunun kalkmasına, elini verendir.

 

Ücret dağıtıldığı zaman, kardeşine verir,

Hizmet lazım olduğu vakit, kendini gösterir.

 

Çünkü onun gözü ahrete, bol sevap götürmek,

Daha önce yapmış olduğu günahları, silmek.

 

Komşusu aç iken, imkânsız, o tok yatamaz,

Yalnız kendini düşünenlerden  olamaz.

 

Aç olanı doyurdu mu, fazlasıyla zevk alır,

Bu gibi sevaplı işlerden, kendi memnun kalır.

 

Hasta ve dertliler nerede var, arayıp bulur,

Dertlerini giderince, oh çeker memnun olur.

 

Hele, imanda şüphesi olanın elinden tutar,

Yavaşça ikna ederek, Nurlu derslere atar.

 

Manevi  hayatını tedaviye çalışır,

O yolda fedakâr olmaya, duramaz alışır.

 

Okulda tabiatçı  olan  gençlere çok acır,

Onlara o fikri verenlere ister kahır.

 

Laiklik vatandaşın çoğunu bencil yapmış,

O sistemden çok kimse, maneviyatsız kalmış.

 

Bundandır, insanlar bencillikte ilerlemiş,

Sevap ve günaha inanmakta, gerilemiş.

 

Ecnebi görünüşlü kızları gürünce, ağlar,

Kötü giyimden kurtulan kızlar için, çağlar.

 

Mü’minde hedef, sevap bavulunu doldurmak,

Hayatını  ateşten, kurtulmaya çalışmak.

 

İmansızın biri asla fedakâr olamaz,

O menfaatinden başka , kafaya koyamaz.

 

Çünkü insan, her an menfaatin peşindedir,

Ahirete inanmayan, maddeciliktedir .

 

İmansız olan kişi, fedakârlık yapamaz,

Ona göre yok, bir hayata yatırıma dalmaz.

 

Fakat Mü’mine, Allah sonsuz hayat va’d etmiş

Kur’anında, bize çalışın kazanın demiş.

 

Bundandır hakiki mü’min, tebrikler hakketmiş

Çünkü o imansızlığı, hali ile defetmiş,

 

Sonra kalbi dolu bir ümitle, rahatça yaşar,

Günleri geçtikçe, ümitle mutluluğa koşar.

 

Küfrü ispata koşanları,kalbinden yuhalar,

Frenklere ters bakanlara, içten hayırdualar .

 

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Allah’ın Nimetlerini Nimet Kabul Edince Şükürle Borçlu Olduğunu Bilirsin!

              Allaha iman, mucize varlıkları görüp, onların yaratılmaları kendiliğinden olmayıp, onlar ancak kudreti sonsuz olan bir Yaratıci tarafından meydana geldiklerini akılla bulmaktır demektir.

             Evet, Ateizmin (imansızlığın) fikir babaları Marx, Engels, Buffon, Feriud ve Darvin’in fikirleri, dinsizliğe hizmet ettiğinden dolayı, o fikir İnsanları ibadet zahmetinden kurtarıp, peşinci bir  fikir olan haşirden sonra hesap vermenin inkârını ortaya seriyorlar. İman ve İslamiyet’in taşıdıkları değerler veresiye göründüğü için ve insanların çoğunun lazım olan din kültürünü alamadıkları için insanların çoğu inkâra sapıyorlar.

              Ne kadar şükretsek azdır, bu maddiyyunluk fikri Risale-i Nurların yayılmasıyla parçalanıp kırılmıştır. Çünkü Risale-i Nurların meydana çıkmadan önce, dindar yalınız fen ilimlerinden tahsil görmeyen dedeler, nineler yani yalınız cahiller idi. Bu hal yalınız yirminci asır değil, Üstadın tabiri ile: Bin seneden beri teraküm eden bir inkarcılık fikri yaygın olmasa da, o fikir bazılarında varmış. (Tabii ki yirminci asırdaki kadar değil) Risale-i Nurlar 2×2=4 eder gibi ispatiyecilik metodunu güderek o fikri ziru zeber etti Elhamdülillah…

              Maddiyyunluk felsefesinden yara alanlar türlü türlü demagoji ile kendilerini temize çıkarmağa çalışıyorlar. Biri bana: Diyorsunuz ya insanın alın yazısı; madem benim alın yazım böyle olmak var imiş; o zaman ben niye yaptığımdan mes’ul olayım? Bende ona: Sen Allaha çok şükretmelisin ki senin alın yazında dağda bir taş olmak yokmuş. Bir diken olmak ta yokmuş. Bir yılan olmakta yokmuş. Af edersiniz bir eşek olmakta yokmuş.  Kendisine dedim: Sen razimisin sağlam bir eşek olasın, ondan sonra ne namaz kıl ne oruç tu? Yok. Madem gözsüz, kulaksız, elsiz ayaksız olmak ta senin alın yazında yokmuş. Hatta Rusyada bir Rus gavurunun oğlu ve bir Yahudi’nin oğlu da olmak senin Alın yazında yokmuş. Çok şükür Müslüman anne ve babanın evladısın. Bütün bunlar için ayrı ayrı Allaha şükretmen lazım. Öyle değimli?

              Bir kamburlu adam Kırkıncı Hocamıza: Hocam bu adalet mi? Bak bu adam sapa sağlam, ben gördüğün gibi kamburlu doğrulamıyorum? Kırkıncı hocam ona sus bu lafını duymasın eşek. Eşek sana dese hayde değişelim sen sapa sağlam bir eşek ol bende insan olayım; fark etmez kamburluda olsam razıyım yeter. Hiç olmazsa sırtımda yük taşımaktan kurtulmuş olurum.

              Buna benzer bir hadise Mevlana Celaleddin’i Rumi hazretlerine biri: Yırtık pırtık cübbesini gösterip: Hocam Görüyorsun halimi cübbemin her tarafı yırtık. Hocada ona ey nankör! Sen niye cübbenin artındaki elmas gibi bir cevheri yani (vücudunu) niye görmüyorsun de  o cevherin dışındaki yırtık cübbeni görüyorsun? Cevabını verir.

Bugünkü nankör insana bak ki Allah tarafından ona verilen dört büyük ni’mete karşı şükretmeyip onları kendi başına bela yapmıştır:

1-                     Gençlik ne güzel bir nimet değil mi? Fakat genç erkeklerle genç kızlar, o gençliği aklın değil de duyguların eline verirlerse o vücudu taşkınlıklara sevk ederlerse. Bu hal ile onlar dünya ve ahiret hayatlarını berbat ederler.

İşte sizde görüyorsunuz bugün gençlik çoğunun başına bela olmuş. “Gençliğin sü-i istimalinden gelen zararları görmek için git hastanelerden, hapishanelerden, meyhanelerden ve kabristandan sor.  ekseriyetle gençlerin gençliğinin sü’i istimalinden ( kötüye kullanılmasından) ve taşkınlıklarından ve gayr-i meşrû keyiflerin cezasından gelen tokatlardan eyvahlar ve ağlamalardan gelen esefler ve manevi bir sesi işiteceksin.” (Asa-ı Musa) Demek gençlik yanlış kullanılırsa, insanı ya hastaneye ya hapishaneye ya da mezaristana sevk ediyor

            Şimdi, eğer gençliğiniz hâlâ elinizde ise, bu nazik vücudunuzu Cehennem ateşinde yakmamak için onun haramlara gitmemesine engel olup frenleyiniz. Ciddi bir gayretle helal dairesinde tutunuz. Böylece Allah’ın yardımıyla dünya ve ahiret mutluluğunu temin etme hususunda  o gençliği kendinize ebedi kurtuluş sebebi  yapabilirsiniz.

2-        Sağlık, onun şükrünü eda edenler için çok güzel bir ni’mettir. Fakat siz söyleyin elimizde iken kaçta kaçımız onun şükrünü eda ediyoruz. Ağzımızda sakızı çiğner gibi hiç düşürmeden sağlık olsun, sağlık olsun der dururuz. Fakat o sağlığı bize kim verdi diye hiç düşünmeyiz. Şükrü eda edilmeyen sağlık, parası ödenmeyen mala benzer ki, o, akıllı insanı yer bitirir. İnsanların çoğu ona verilen sağlığı, sıhhat ve afiyeti, gururlanmak için bir sebep bir vesile görüyor. Onların o halini görünce, bize el açtırıp dedirtiyor, Allah’ımız bize sağlık vereceksen bizi şükrünü eda edenlerden eyle, yok sağlığın şükrünü eda edemeyeceksek bize şükrünü eda etmeye nasip et. Yok rahmet kucağına atmak maksadıyla bize hastalık verir isen, o zaman bize sabır ihsan eyle ki, o hastalığın mükâfatından mahrum kalmayalım. Netice: Geçici hayata aldanmamak için, Allah’a dua edip yalvaralım. İnanmazsanız bakın Sağlam olanların %80 ni manen hasta, onların o sağlıklarına gururlanıp ne namaz ne diğer ibadetleri yapiyorlar.

3-Para ve mal bilhassa bu zamanda Müslüman’ın elinde büyük bir ni’mettir. Fakat o para ni’meti, ancak sağlam iman sahibinin elinde ni’met kalabilir. Şuurlu mümin parasını kalbine değil cebine koyar ve gerektiğinde Allahın yolunda sarf etmekten kaçınmaz. Şuurlu zengin Müslüman  parasını değil gayrimeşru yerlere, belki meşru yerlerde dahi harcarken zevkleri terk eder zaruri yerlere harcamayı tercih ederler.

4-Güzellik de Allahın bize verdiği bir nimettir. Fakat o güzellik bizim için bizden daha çirkin olanlara karşı üstünlük taslamamak ve haramlara girme vesilesi yapmamak kaydı ile nimet olur. Böylece,  helal dairesinde  muhafaza edilen o güzellik, cennette üstün bir güzelliğe sahip olmaya bir sebeptir. Aksi takdirde, bugün çoğunun yaptığı gibi, o nimeti haramlarda kullanırsak o güzellik bizim için cehennemde yanmamıza bir sebep olabilir. Allah bizi muhafaza eylesin.

Evet, bu böyledir. Nimete şükrünü eda etmeye çalışan benim akıllı kardeşlerim. Allah tarafından verilen o güzellik nimetine karşı şükretmede aman geri kalmayın. Bilhassa hanım kızlar için bu daha mühimdir. Eğer onlara verilen o güzellik ni’metini helal yerde sarf etmeyi kâfi bulup, harama tenezzül etmeden yaşarlarsa, o güzellik nimetine karşı şükrünü eda etmiş olurlar. Ahirette Allah onlara  huri kızların güzelliğinden üstün bir güzellik  verecektir ve cennette ebediyen mutlu bir hayat yaşayacaklar. Bunu böyle bilmeli benim imanı sağlam kız kardeşlerim. Bu sebepten Allah Kur’anı kerimde mealen: (verdiğim nimetlerime) “Şükrederseniz ben nimetlerinizi ziyadeleştiririm, yok şükretmeyip küfranı nimet ederseniz benim azabım da şiddetlidir.”  Buyurmaktadır.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org