Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Müslümanın Cihad Ruhu (Şiir)

Mü’min, nefsi ile herzaman etmeli cihad,

Bu cihada asla konulamaz sınır ve had,

Bundan sonra, iman insana verecektir tad,

Biz, nefisle cihad sayesinde kurtulalım.

 

Bil ki! İnsanın hilkatine sebeptir iman,

Nefisle mücadele ile kurtulur bu can,

İman kuvvetiyle nefisten edilir eman,

Bu gayretle Rabbin rızasına kavuşalım.

 

Kardeş! Allahın kanunundan ayrılma sakın,

Hiç unutma ki o hesap günündür çok yakın,

İman ve amelle ölürsen cennet olur bağın,

Dileğım, biz mü’minler cennetlere uçalım.

 

Sakın, aklın yolunu bırakarak nefse uyma sen,

Rabbine ibadetini yapsın, sendeki ten,

Acıdır, ateşte yanarsa sendeki beden,

Hiç durmadan, Allahın  rızasına koşalım.

 

Bu insan kadar kıymetli kimdir, söyle bana?

Eğer nefsine uyar ise, vurmaz mı tabana?

Bu hareket yakışır mı mu’cize insana?

Bize  yakışmaz hemen ayılıp kurtulalım.

 

Nefis, şeytan ve iki ayaklı şeytanların,

Bunlar, hayatında en büyük düşmanların,

gece gündüz, onların şerrinden ciddi sakın,

Onlardan sakınıp, Allaha yakın olalım.

 

Çünkü, o üç düşmana katiyyen güvenilmez,

İnsan, nefis ve şeytandan kurtuldum diyemez,

Bu sebepten, son nefese kadar cihat bitmez,

Biz hiç durmadan, onlardan Allaha sığınalım.

 

Biz kurtuluruz, Rabbimize ciddi sarılsak,

Hulusi kalp ile, Halikimize yalvarsak,

Ve o düşmanlara karşı her’an hazır dursak,

Bu gayretle kurtuluşa ümit var olalım.

 

Her dert için, Rabbin kapısını ciddi çalmak,

İhlasla salih, âmelden hiç ayrılmamak,

Gösteriş için amel yapmamaktan sakınmak,

Samimi Mü’min olup, ameli yakmayalım.

 

Evet, cihad ruhlu mü’min, gaye adamıdır,

Gafillere benzememek için, gayretlidir,

O, bu dünyada, geçici misafir gibidir,

Rabbim, biz lütfunla rızana dahil olalım.

 

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org

Mahlukatın Üstüne Çıkan Hakiki Mü’min

Cenab-ı Hakkın Kudretinin mucizesi, San’atının acâibi ve varlıklarının hulasası olarak yarattığı bu insanı, erkek ve dişiden meydana getirmiş. Onu,  kâinat ağacının şuurlu meyvesi yaparak, dünyayı onunla şenlendirip bütün mahlukatı onun emrine ve hizmetine vermiştir. Kendine muhatap olarak seçtiği o sevgili kulunu, yeryüzüne halife olarak göndermiştir. Evci-âlaya (en yüksek dereceye) yükseltmek için, ona verilen o aklı, eğer insan yerinde kullanabilirse ne mutlu. Yaratıcısını memnun etmek ve Allah’ın Kuvvet ve Kudretini fark etmek için ona verilen acz ve fakrını, unutmayıp onlara değer verebilmesi onun için en büyük kârdır. İnsan, ona verilen o akıl nimetini, ancak Allah’ı memnun etme yolunda kafasına aldığı iyi bilgiler sayesinde onu kötüye kullanmaktan kurtulabilir . Çünkü o akıl vasıtası ile insan mahlukatın üstüne çıkarılmıştır ve o aklın ona yönelttiği soruları:

Sen nesin?

Nereden geldin?

Ne için geldin?

Seni buraya kim gönderdi?

En son nereye gideceksin? Sorularının cevabını bulabildi ise, imtihanların en büyüğünü vermiş olur. Böylece insanlığa layık bir kıymet kazanmış olur.

Bundan sonra, bu insan ona verilen o akıl vasıtasıyla, bu mu’cizevari makineye bir kullanma kılavuzu ve bir hayat programı olarak, Allah tarafından gönderilen insanların en şereflisi olan Peygamberimiz (a.s.m.) vasıtasıyla,  600 sahifelik bir kitap Kur’ân-ı Kerimi, kendi  hayatına bir kanun bir tarifname olarak kabul eder ve harfiyyen o kanunun emirlerine uyarak yaşar.

İşte bu insan kendisine verilen vücut makinesini mahvetmemek için, o emsaline rastlanmayan Kanunda gösterilen prensiplere uyarsa, hem dünya hayatını hem de ahiret hayatını cennet hayatına dönüştürme imkânı elde edebilir. Aksi takdirde nefsin ve şeytanın hile ve oyunlarına uyup kendine güvenerek, Allah’ın kanununa uymazsa, dünya hayatında ona verilen gençliğini, yalancı fantezi şeylerle geçirirse, genç yaşta acısını fark etmese bile, yaş ilerlerken önündeki ölüm endişesi, kalan günlerini yaşanmaz bir hale getireceği şüphesizdir. Yalınız bu zararla kalmaz, öteki  hayatta  o nazik vücudunu cehennem gibi sonu olmayan bir acı azap içerisinde yakmağa yönelik, acısı bitmeyen bir halde, ıstırabı tariften uzak bir hayat geçirmek onu bekler.

Acaba! Bu insan kendisini incelemek için niye aynaya bakmıyor?  Çünkü dikkatle baksa  görecek ki, Allah onu, milyonlarca mahluktan üstün bir seviye olan “Ahsen-i takvimde”  (En iyi bir surette)  yaratmış. Yine bu insan ona özel bir suret vereni bulmak için düşünmeli, ki Allahın “Musavvir” İsmini bulsun. Çünkü, kendi yüzündeki özel ve güzel mührünü düşünmeden kıymet ve değerini bilemiyor? Okumalı ki kendini fark edip, değerini anlasın. Çünkü, ustası bilinmeyen bir eser kıymetsiz kalır. Halbuki bu insan kendini inceleyerek bakabilse görecek ki:  Hz Adem a.s. dan  bugüne kadar hiç kimsenin yüz mührü biri diğerinin ayni değil. Hatta insanın parmak izleri ve boğazından çıkan ses dahi biri diğerine benzemiyor.

Bazıları ahmaklık yapıp kendini 1.300.000 çeşit mahlukun üstünde bir meziyette yaratıldığını görmeden, Allah’ına lazım olan teşekkürü yapmadan, kendisinden daha güzel birini görünce, bak Allah adaletsizlik yapıp, ötekini güzel yaratırken, beni çirkin yaratmış diyebiliyor. Halbuki Allah o efendiyi de hayvan değil insan yaratmış, onu sayılamayacak kadar çok çeşit hislerle duygularla teçhiz ederek, milyarlar insandan farklı ona bir sima verdiğini görmeden aşağıya bakıp kendinden daha çirkinini  görüp düşünmeden öyle diyebiliyor.

Bu insan kendi Yaratıcısını bulup ona inanmak için, yalınız yüzündeki farklı simayı görüp onu düşünebilse yeter. Ancak insana verilen o farklı sima sayesinde miras ve nikâh meseleleri devam edebiliyor. Hiç karıştırmadan, bu kız kardeşim, bu hanımım, bu halam, bu teyzem, bu yengem v.s  diyebiliyor. Yalınız bu hadise için bile Allah’ımıza  gece gündüz şükretsek azdır. Bize verilen göz, kulak, burun gibi azaların yerleri öteki insanlarla ayni yerde ve benzer bir şekilde olduğu halde, insanlar biri diğerine benzemiyor. Azalar ayni yerde olması da, Allah kendi işine kimseyi karıştırmayıp, fiilinde muhtar olduğunu gösteriyor. Hatta milyarlarca insanın o ufacık yüzüne farklı mührü koyabilmek, bu işler ancak ve ancak Allah’ın işidir deyip, hayretinden secdeye varması gerekmez mi? Halbuki 1×2 m büyüklüğünde olan kapılardan 1000 tanesini biri diğerine benzetmemek sureti ile her hangi marangoza yaptırabilirmisin? İmkanı yok değilmi.  Bununla beraber insan gururundan gözleri devamlı yukarı baktığından, kendisinden daha güzel, daha akıllı veya daha zengin birini görünce şikâyete başlıyor.

Yine çok mühim bir hadiseden bahsedeceğim: Bu insanlar düşünmeli ki, erkek ve dişiden nesli devam eden bu çiftlerin, erkek ve dişi eşit sayıda yaratılmasının dengesini acaba elinde kim tutuyor? Herhangi kıtada %70 kız  % 30 erkek olmuyor ve aksine de % 70 erkek ve % 30 kız da olmuyor.  Baba erkek istiyor kız oluyor. Anne kız istiyor hiç olmuyor. Birine 5 oğlan ötekine 1 kız verirken. Yine de çok mühim olan bu denge devam ediyor. Aklını yerinde kullananların nazarında, Allah her şeyi hikmetle yaratan bir Azamet-i Zişân sahibi olduğunu anlar ve asla şüphe etmeden  ona inanır. Bununla beraber, aklını yerinde kullanmayanlar maalesef, bu akıl almaz dengeyi  bütün bu hikmetli hadiseleri akılsız, kör, sağır tabiata ve tesadüfe  verebiliyorlar.

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org

Mademki Sana Dünya Gülmüyor, Bari Ahiretini Unutma!

Bu insan sıcacık bir yuva kurmak için ona verilen cüz’i iradesini kullanarak meşru bir tarzda bir hanım kıza gönül veriyor, o da razı olduktan sonra nişanlanıyorlar ve tam düğün yapacakları sırada hanım kız vaz geçiyor. Bizim delikanlı kahrından çatlar hale geliyor. Ama neden?

Yine bir hanımla bir bey meşru dairede evlenmeye karar veriyorlar 3-4 ay hazırlıktan sonra eşi dostu davet ediyorlar ziyafetler yemekler içmekler tam gelin alınacağı saatte damadın babası vefat ediyor, bütün hısım akraba kahrolduğu gibi, zavallı damatla gelin hanımın tatlılarına zehir dökülür gibi bir hal alıyorlar, kahroluyorlar. Ama neden?

Sonra askerliğini Kurban Bayramından bir hafta önce tamamlayan  Mehmetçiğin, sevinci ikiye katlandığı ümidiyle, aylar önce gel teskere gel dediği teskeresini alır, üstünü başını yıkar ve babasının gönderdiği gıcır gıcır elbiselerini giyer, otobüste daha önce ayırdığı yerine oturur, otobüs hareket eder, gideceği kasabaya 12 kilometre kala otobüs kaza yapar, bizim asker geçici evine gitmeye hazırlanırken, ahiret evine gider, bütün akrabalarını kahreder. Bu da neden?

Nedeni var mı? İnsan için burası mutluluk evi olmadığından ötürüdür ki , insanın başına böyle haller gelebiliyor ve geliyor. Her ne kadar  akıl ve ilim bir derece, geleceği görüyor seda, yine de insan  “Meçhulu mutlaka müteveccih” tır. (Önünde ne ile karşılaşacağını bilmeyen bir mahluktur.) Hayatında geçirdiğinin bir kısmını biliyor fakat önünde ne ile karşılaşacağını bilmediği için, karşılaştığı üzücü hadiseler onu kahrediyor. O gülmek istiyor, şen şakrak yaşamak istiyor, sevinmek istiyor, hulasa mutlu olmak istiyor. Fakat nerede?

Zavallı! Kasapta şeker arar gibi, mutluluğu yanlış yerde arıyor. O mu’cize olan vücut makinesinin katalogunu(Kur’anı Kerimn manasını) okuyup anlamadan  yaşadığı için, mutluluğu yanlış yerde arıyor. Okumuş olsa da o mübarek kanunu kesin olarak hayatına tatbik etme kararına varmadığı için böyle sıkıntıların altında eziliyor. Yani, imansızları ve imanı zayıf olanları böyle acı hadiseler çok sarsar. Çünkü onlar burada imtihana geldiklerinin idraki içerisinde olmadıklarından ötürüdür ki, onların hoşuna gitmeyen herhangi bir halle karşılaştıkları zaman mahvoluyorlar. Çünkü onların ahirete imanları yok veya zayıf olduğu için mutluluğu burada arıyorlar. Aradıklarını bulamadıkları için eziliyorlar. Mutluluk şöyle dursun,  önlerine dikilen ölümün sıkıntısından onlara verilen en büyük nimet olan akıl onları sıkıyor. O ölüm endişesi, bazen da o imansıza en zaruri işlerini bıraktırıp uyuşturucu veya alkol bulmaya koşturuyor. Böylece ömrünün sonuna kadar, kendini aldatmaya çalışıyor.

Halbuki Müslüman bu dünyaya imtihana geldiğini kabul ederek yaşar, hayatında ona isabet edip başına gelen bütün memnun edici ve kahredici haller, rastgele gelmediğini bilir. Onun inancına göre, hadiselerin arkasında, geçmiş ve geleceği  ondan daha iyi bilen bir Allah var olduğuna inanır. Çünkü, hayatının sevinçleri onu nasıl çok sevindirmiyorsa, kahredici haller de onu fazla üzmez. Müslüman’ın nazarında buradaki mutluluklarla kahredici haller, geçici oldukları için onu fazla etkilemez. Sevinçli ve kahredici hallerin sonları, belki bu gün belki yarın gelecektir düşüncesiyle yaşar. O, Allah’ına karşı ibadetlerini ümit ve korku arasında yapar. Çünkü ona vaad edilen sonsuz bir mutluluğun peşindedir. Her şeyde teenni-i hikmetle hareket eder. Kendini mükemmelliğin zirvesine çıkaran O yüce Yaratıcının varlığı kadar hiçbir şey onu memnun etmez, o O’ndan ümidini kesmeden  hayatına devam etmeye çalışır.

İşte o, mutluluğun ve bayramların en büyüğüne gözünü dikmiştir. Hayatının bütün hal ve hareketlerinde, ister çalışırken, isterse istirahat ederken, O büyük Allah’ı unutmamaya çalışır. O, ötekiler gibi, şeytanın ve nefsinin esiri olmaz. O şahıs için günahlı şeyler yakıcı ateşten beterdir. O kendi kuvvetine güvenmez, yaptığı bütün ibadetlerinin neticesinde el açıp Allah’ına yalvarırken  hiç unutmadan, nefis, şeytan ve insan şeytanlarının şerrinden Allah’ına sığınır, O’nun Kuvvet ve Kudretine güvenir ve O’na dayanır.

Yolunu sapmış kimseler gibi o yapmaz, yaptıkları günahların sıkıntısından kurtulup sırtından atmak için, ne yapayım benim kaderim böyle imiş diyorlar.  Halbuki Allah’a itâat edenlerin Kader’den şikâyetleri yok, onların dedikleri şu: Ey bizi yoktan yaratan Yüce Allah’ımız! Biz âcizler, sana yüz binlerce hamd ve şükür edelim ki, bizi bütün mahlukat üstünde şerefli bir mahluk yarattın ve imtihan etmek için bir taraftan şeytan ve nefsimizi bize musallat ettin. Öbür yandan da hayrı şerri fark edebilecek bir aklı bize lütuf olarak verdin. Çok şükür imtihanımız esnasında aklın galibiyeti ile zafer peşinde koşuyoruz  ve emrettiğin o çok az olan ibadetlerimizi, sonu olmayan bir mutluluğu kazanma ümidiyle yerine getirmeye çalışıyoruz. Yürüdüğümüz bu doğru yolda ki  hayatımızı sonuna kadar  sürdürmemiz için senden yardım diliyoruz derler.

Beş defa günde abdest alıp namaz kılmak ve öteki ibadetleri yapmak onların de nefislerinin hoşuna gitmiyor.  Şeytan ve nefis bunları da sıkıştırıyor ama, onlar kurtuluş yolu olan İslamiyet’e sımsıkı sarılmışlardır. Onlar kendilerini yoktan yaratan Allah’ı memnun edip O’nun rızasını kazanmaya çalışırlar.

Kader meselesinin bu husustaki manası ise: Bizi imtihana tabi tutan Allah’ımız irademizi, O’nun rızasını aramakta mı, dalalette mi kullanacağımızı daha önce bilmesi demektir. Bunu açıklamak için bir misal vereyim: Biri, Ankara’dan İstanbul’a gelen otobüsün daha yola çıkmadan önce, yolda nerede kaza yapacağını ve nerelerde lastiği patlayacağını ve nerede yolculara bir şeyler yedireceklerini bilse, şoförün yolda dikkatli olmasına engel olmadığı gibi, Allah’ın Kaderi dahi insanın iradesini elinden almış değildir. İnsanın iradesi elinden alınmış olsa, o zaman hiç kimse yaptığından mesul olmaz.  Biz “Nefis her şeyden edna (aşağı) vazife her şeyden âlâ (yüksek)” diyerek, buraya ne için geldiğimizi unutmadan, ümit ve korku arasında hayatımızı devam etmeye gayret edersek, Allah bizlere yardımcı olur İnşaAllah.

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org

Bu Dünya Geçici Bir Han (Şiir)

Gönül ne durursun ki hazırlanmazsın,

Unutma  ki, daim burda kalamazsın,

Fani malları, oraya alamazsın,

Taptığın dünyayı, bırakırsın bir gün.

 

Burası sabit değil, geçici bir han,

Bizi takip ediyor, O büyük Zi şan,

Aman elden gitmesin o şeref ve şan,

Hayatın hesabını, veririz bir gün.

 

İnsan için can vermek günü, çok acı,

Ecel imansıza, müthiş darağacı,

Ölümü düşünene,  acı bir sancı,

Bizleri ölüm sancısı, tutacak bir gün.

 

Hazırlığı olmayana, o ölüm acı,

Hazır olanlar için, o bir baş tacı,

Geçici sevdiklerinden, ayırıcı,

İstemesen de, burdan gidersin bir gün.

 

Hiç haberin var mıdır, duvarsız evden,

Oraya gelenlerdir, şehirden köyden,

Orası seçmez, alır paşadan beyden,

Çare yok ki bizi de, alacak bir gün.

 

Ölüm bir hekimdir, her eve gelir ,

Azrail darbesini,  yiyenler bilir,

O ülüm şerbeti bir gün içilir,

Çaresiz bizde onu, içeriz bir gün.

 

Kabir azabı ile, karşılaşmadan,

O acı günlere, daha başlamadan,

Arasata mahşere, uğramadan,

Şimdiden, orası için saymalıyız gün.

 

Bak kabristana cenaze, her gün gelir,

Mutludur o ki , öleceğini bilir,

Ezan sesini duyar, camiye gelir,

Camiya gelen kişi sevinir, son gün.

 

Bahtlıdır o kimse ki dinini yaşar,

Allahın rızasını, tahsile koşar,

Allah adı anılınca, kalbinden coşar,

O kimseyi ölüm kurtarır o gün.

 

O, gaflette yaşamaz, işini bilir,

Sevapları yapmaya, koşarak gelir

Allah rızası için, kalbinden erir.

Söyle, onu sevindirmez mi o son gün.

Çünkü, kavi imanla, insan değişir,

Gördüğü, eşya ona Hakkı gösterir,

Sevap kazanmak için, buz gibi erir,

Onu çok sevindirir, o yoldaki gün.

Hakkı arar iken o, Nurları tanır

Külliyatı buldumu, hepsini alır

bazan dershanede, yatmaya kalır,

O çok mutlu olur, can vereceği gün.

 

 Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org

Ne Mutlu İnsanlığın İmtihanını Verebilene

Allah insanı bütün mahlukat üstüne müstesna bir varlık olarak yarattığı  için, mucize yaratılışından ötürü, insan en güzel ve süslü şeyleri sever ve insanlığa layık bir mutluluğu temin etmek için gece gündüz çabalar. Fakat ne yazık ki bu insan  kâinatın şuurlu ve şerefli bir meyvesi iken, mutluluk bakımından bir serçe kuşuna bile yetişemiyor. Serçenin hiçbir derdi yok. Hatta serçe her gün ağırlığının 5-6 misli kadar yiyebilirken, insanların bir kısmı karnını zor doyurabiliyor. Böyle olunca, bu zavallı insan neden düşünemiyor ki, Allah her şeyi hikmetle yaratmış. Her şeye taşıyabileceği kadar yük yüklemiş. Zavallı insan neden anlayamıyor ki, onun mutlu olma yeri burası değildir.

Peki bunu insandan maada kim düşünecek ki? Niye inek, kedi, kuş, hatta bütün canlı mahlûklar kendilerine mahsus elbiseleri ile doğuyorlar da bu zavallı insan en şerefli mahluk iken, çırılçıplak doğuyor. Ötekilerin elbise alma dertleri yok. Yalınız elbise  değil, belki, onlar ne bakkala, ne terziye, ne kasaba, ne berbere, ne inşaatçıya ne de buz dolabına veya herhangi vasıtaya ihtiyaçları var. Acaba biz bunları hiç mi düşünmeyelim? Her ne kadar bahsettiğim mahlukat da yaradılış itibariyle birer mucizedir, amma insana nispeten onlar âdi birer mahlukturlar. Fakat bununla beraber, onlar   hiçbir şeyin fakiri değiller, onların bütün zaruri ihtiyaçları temin edilmiş. “Âdi” dedim çünkü keçi her şeyi ya beyaz veya siyah görüyor.  Fakat insanın gözlerindeki refleks öyle ayarlanmış ki bütün renkleri birden görebiliyor.

Mahlukatın başka ihtiyaçlarını biz görüp bilmesek de onların yiyeceklerine bir göz atarsak göreceğiz ki, onlar çok rahatlıkla muhtaç oldukları şeyleri bulup yiyebiliyorlar. Canavarlar hadlerini tecavüz ettikleri için biraz zahmet çekseler de, masum hayvanlar zahmet çekmeden ihtiyaçlarını temin edebiliyorlar.  Fakat bu şerefli mahluk olan insan, bu dünyaya gözünü açtıktan, ta ölümüne kadar, fakir, aciz,  her şeye muhtaç bir vaziyette yaşıyor. İlk adımını bu dünyaya atarken tüm hayat şartlarına cahil. çırıl çıplak doğuyor. Çünkü, insan, mahlukata, komutan olarak gönderiliyor da ondan. Burada imtihan vermeye geldiğinden ötürü cahil ve her şeye muhtaç olarak geliyor. Allah onu tecrübe ediyor, acaba hırsızlık yapıp çaldığı parayla mı elbise alacak, yoksa kimsenin hakkına girmeden, alnının teriyle kazandığı parayla mı elbisesini temin edecek. Yani Müslüman her şeyi aman bu, dinime ters düşmesin diye düşünmeden yapamaz, ne yiyebilir ne içebilir  ne de giyebilir. Çünkü İslam kanunları, her şeyine dikkat emri ile  onun önüne çıkıyor. İnsan Allaha ve ahiret gününe inanan felsefe yapıp istediği gibi hür yaşayamaz. O her hareketinde Allahın kanununa uyma zorundadır. Yemesinde, içmesinde, giymesinden başla kiminle konuşabilir, nereye bakabilire kadar bütün  hayatını Kur’anın emirlerine uydurmaya mecburdur.

Ben doğduğum yer olan Sırbistan da 15-16 yaşlarında iken, Recep ayında bizden 10 küsur kilometre uzak olan Buyanovsa isimli bir kasabaya pazara gittim. Bu vesile ile orada bulunan akrabalardan bir ablamızı da öğle vaktinde ziyaret ettim. O esnada sofra kurulmuş bana buyurun  yemeğe dediler, ben de siz buyurun yiyin, ben oruçluyum deyince, sofrada olanlardan biri, bana bakarak Allah Allah dedi!  Devam etti: “İşyerimde Hıristiyan olan Yovan’ isimli biriyle dükkanlarımız yan yanadır. Bana, bu senin halin Yovan’ın bana söylediği sözleri doğru çıkarıyor.

Peki Yovan bana ne dedi sorarsanız ? Anlatayım; bir gün Yovan bana: “Arkadaş ben senin gibi her gün Müslüman olurum. Çünkü ben rakı içiyorum sen de içiyorsun, ben fötr giyiyorum sen de giyiyorsun, ben kiliseye gitmiyorum sen de camiye gitmiyorsun, aramızda ne fark var ki? Ben Hodonovsa köyünde imam olan Nuhi Efendi gibi olamam, yoksa senin gibi Müslüman olmaya da gerek yok dedi.”

1001 hadis kitabının ilk hadisi  “Ameller niyetlere göredir” ile başlıyor buna sözümüz yok. Fakat ecnebiler bizim herhangi bir adetimizi kabul etmeyi kendilerine tenezzül saydıkları için yaklaşmazlar. Biz Müslümanlar da, kazağımızı tişörtümüzü alırken önünde veya arkasında Katoliklerin veya Hıristiyanların ismi yazılı olanları almayalım, bize yakışanı alıp giymeli, her şeyi kendimiz için helal mı haram mı araştırıp öğrenmeli. Kendi örf ve adetimize uyup uymadığını araştırmalı, Başka dindekilere benzememe hususunda onlardan istifade edip  onlardan istifade yönüne gitmeliyiz. Yani Müslüman her zaman, her ihtiyacını bu titizlikle temin etme alışkanlığıyla yaşaması lazım. Çünkü yukarıda zikrettiğim gibi: Peygarımız a.s.m., Hadisi şerifinde: “Men teşebbehe bi kavmin fehüve minhum” (Bir Müslüman başka bir kavimden birine benzetse o onlardan sayılır). Zaten “Frenk mukallitligi ve şapka” kitabını, Şapka kanunu çıkmadan 2 sene evvel İskilipli Atıf Efendi o kitabı yazdığı için idam edildi.  Evet bu iş şaka götürmez. Mesela Bir kimse bir kafirin kılık kıyafetini beğenip, onun gibi bir elbise giyip aynada oh be tam onun gibi oldum dese: Kafir olup dinden çıkmış olur.

Evet, her insan bilhassa Müslüman hassas olacak, seviyesini koruyarak hayatına devam edecek. Çünkü Allah onu kâinatta mümtaz bir şekilde yaratmış. Bakın ne kadar hassastır? En mutlu anındaki şen şakrak vaziyetinde iken bile, aniden gelen bir haber onu kahredebiliyor. Sevinçli ise, o sevinçli halini bozup acılaştırabiliyor. Onun mutluluğunu zir u zeber edip bozabiliyor. Ama neden? Bunu inceleyip, aman Allah tarafından bana vaad  olunan asıl vatanım olan cenet hayatı için de biraz çalışmalı!!!

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org