Etiket arşivi: Belagat

Kur’ândaki “Belağat”in Fevkalade Tesiri!

Belağat, güzel, etkili ve yerinde söz söylemek demektir. Kur’ân’ın en büyük mucizesi sözlerindeki insanüstü belâğattir. Nâzil oluşundan günümüze kadar hiç bir insan onun kısa bir sûresinin dahi benzerini söyleyememiştir. Çünkü onun sözleri gibi güzel söz söylemek insan kudretinin üzerindedir. İşte bu durum Kur’ân’ın en açık mucizesidir. İnsanoğlu Kur’ân’ın sözlerinin benzerini söylemekten âcizdir. Öyleyse Kur’ân Allah kelamıdır.

Bedîüzzaman Hazretleri, Kur’ân’ın indiği dönemde, böyle hârika, insanüstü sözlerle ilk defa karşılaşan Arapların onun büyüleyici güzelliği karşısında nasıl hayretler içerisinde kaldıklarını şöyle anlatır:

“Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan geldiği zaman, bu dört nevi malûmat sâhiblerine karşı meydan okudu: Başta ehl-i belâgate birden diz çöktürdü. Hayretle Kur’ân’ı dinlediler. İkincisi ehl-i şiir ve hitâbet, yani muntazam nutuk okuyan ve güzel şiir söyleyenlere karşı öyle bir hayret verdi ki, parmaklarını ısırttı. Altın ile yazılan en güzel şiirlerini ve Kâbe duvarlarına medar-ı iftihar için (övünç kaynağı diye) asılan meşhur “Muallakat-ı Seb’a” (yedi asılı)larını indirtti, kıymetten düşürdü.” (Şualar)

Bu yazımızda Kur’ân’ın belâğatli güzel sözleri karşısında o dönemde ve daha sonrasında insanların içine düştükleri şaşkınlıklarını, hayret ve takdirlerini gösteren bazı tarihi hadiseleri sizlerle paylaşacağız.

MÜŞRİKLERİN KUR’ÂN’IN BELÂĞATİNDEKİ GÜZELLİĞİ İTİRAFLARI

ŞAİR LEBİD’İN KIZI

Kâbe duvarına asılan en meşhur yedi şiirden biri meşhur şair Lebid’e aitti. Kur’ân âyetlerini duyan Lebid’in kızı, babasının altın yaldızla yazılıp Kâbe duvarına asılan şiirini oradan indirmiş, “Âyetlerin karşısında bunun kıymeti kalmadı” diyerek Kur’ân’ın üstünlüğünü ve en güzel bir insan sözünün onun yanında sönük kaldığını ilan etmiştir. (Bkz. Şualar, 7. Şua)

VELİD B. MUĞÎRE  

Mekke müşriklerinin reislerinden Velid b. Mugire, Resûlullah’ın yanına geldiğinde Hz. Peygamber ona Kur’ân okumuştu ve sanki kalbi yumuşamış gibiydi. Bu haber Ebu Cehil’in kulağına gidince Ebu Cehil derhal Velid’e geldi ve şöyle dedi:

– Muhammed hakkında bir şey söyle ki kavmin işitsin de senin Muhammed’i sevmediğini anlasınlar” Velid: 
– Onun hakkında ne diyeyim? Allah’a yemin ederim, hiçbiriniz benden daha fazla şiiri bilmez. Şiirin recezini (aruzun bir vezni) bilmez. Şiirin kasidelerini de bilmez. Cinlerin şiirini benden daha iyi bileniniz yoktur. Ama yemin olsun ki onun söyledikleri bunlardan hiçbirine benzemiyor. Yine yemin olsun ki onun söylediklerinde bir güzellik, bir tatlılık vardır. O sözün üstü meyvelidir, altı çoktur, bereketlidir. Kesinlikle o gâlib olur, hiç kimse ona gâlib olmaz. Kesinlikle o altında kalanı paramparça eder” diye cevap verdi.” (Hayatü’s-Sahâbe)

UTBE BİN REBİA

Yine Mekke’nin müşrik reislerinden Utbe Bin Rebia Resûlullah (asm)’ın yanına giderek onu tebliğinden vazgeçirmek için epeyce dil döktükten sonra Hz. Peygamber (asm) ona Fussilet Sûresi’nin ilk âyetlerini okudu. Dinlediği sözler karşısında âdeta şok olan Utbe geri dönüp evine kapandı. Bunun üzerine Ebu Cehil yanına giderek hâlini anlamak istedi. Utbe şöyle dedi:

– Muhammed bana öyle bir cevab verdi ki, vallahi o ne sihirdir, ne şiirdir, ne de kâhinliktir. Muhammed, “Buna rağmen yüz çevirirlerse, artık de ki: “(Ben) sizi Âd ve Semûd’un (başına gelen) yıldırımlar gibi bir yıldırım (azâbıy)la korkuttum! Âyetini okuyunca ben onun ağzını elimle kapattım. Sıla-i rahimle yemin verdirdim ki bizim başımıza böyle bir şey getirmesin. Biliyorsunuz ki Muhammed bir şey söylediği zaman yalan söylemez. Korktum ki azab size de isabet eder.

BENÎ ŞEYBAN KABİLESİNDEN MEFRUK

Resûl-ü Ekrem (asm) Benî Şeyban Kabilesi’ni İslam’a davet edince kabile reislerinden Mefruk Resûlü Ekrem’e,  “Sen neye davet ediyorsun?” diye sordu. Resûl-i Ekrem, En’am Sûresi’nin 151-153. âyetlerini okudu.  Bunun üzerine Mefruk:
“Allah’a and içerim ki senin bu sözlerin yeryüzündeki kimselerin kelâmı değildir. Eğer onların sözlerinden olsaydı onu tanırdık” dedi.” (Hayatü’s-Sahâbe)  

EBU CEHİL, EBU SÜFYAN VE AHNES

Kureyş’in reislerinden Ebu Cehil, Ebu Süfyan ve Ahnes birbirlerinden habersiz aynı gece gizlice Resûlullah’ın evi yakınına gizlenerek onun namazda Kur’ân okuyuşunu dinlediler. Tan yeri ağarıp giderken birbirlerinin farkına vararak bir daha böyle yapmamak üzere sözleştiler. Fakat daha sonra Kur’ân’ın câzibesine dayanamayarak iki gece daha gittiler ve birbirlerini aynı halde yakaladılar. Bunun üzerine diğer ikisi, Ebu Cehil’e Muhammed’den işittiklerin hakkında fikrin nedir diye sordular. O da:

– Bizler ve onun kabilesi bugüne kadar at başı giden bir şeref yarışı yaptık. Şimdi onlar kendisine vahiy gelen bir peygamber çıkardılar. Biz onun gibisine nasıl erişebiliriz. Vallahi ona asla inanmayız ve asla tasdik etmeyiz dedi. (Kur’ân-ı Kerim Bilgileri, Osman Keskioğlu)

NADR BİN HÂRİS

Bir gün Mekke müşriklerinden Nadr bin el-Hâris ayağa kalkıp: “Ey Kureyş, vallahi başınıza gelen çok büyük bir iştir! Daha önce bunun benzeri bir şeyle karşılaşmış değildiniz. Muhammed sizin aranızda büyüdü, içinizde en çok beğenilip razı olunan idi, en doğru sözlünüz idi, emânete en çok riâyet edeninizdi. Nihâyet büyüyüp size yeni bir din getirdi. Başladınız “Muhammed bir büyücüdür!” demeğe… Vallahi O’nun size getirdiği sihir değildir. Çünkü bizler sihrin ne olduğunu gördük. O kâhindir, diyorsunuz. Bu da doğru değildir. Biz kâhinleri de gördük, onların kehânetlerini de… Şairdir diyorsunuz. Vallahi bu da doğru değildir. Biz bütün çeşitleri ile şiirin ne olduğunu da biliyoruz. Ve Muhammed’in getirdiğinin şiirle bir ilgisi olmadığı da meydandadır. O bir delidir diyorsunuz. Ne delisi? Yine Allah’a yemin ederek söylüyorum ki, Muhammed bir deli de değildir. Deliliğin saçmalarından, hezeyanlarından, vesveselerinden O’nda eser yok! Ey Kureyş, başınıza gelen şu iş üzerinde ciddi olarak düşününüz! Vallahi sizin başınıza çok büyük bir iş gelmiştir” (Suyûtî)

BEDEVÎNİN SECDESİ

Çöl Arabı olan bedevî bir zât “Şimdi sen, sana emrolunanı açığa vur! Müşriklerden yüz çevir!” (Hicr: 94) âyetini işitince, hemen secdeye kapandı ve sen Müslüman mı oldun diye sorulunca:
-Ben, onun fesâhatindan (sözün güzelliğinden) dolayı secde ettim!” dedi.” (Suyûtî)

BAŞKA BİR ZAT

Başka birisi de, “Vaktâ ki, ondan umutlarını kestiler, fısıldaşarak bir yana çekildiler” (Yûsuf, 80) âyetini bir adamdan işitince:
-Ben şehâdet ederim ki; bu sözün benzerini bir yaratık söylemeye güç yetiremez!” demiştir.” (İslam Tarihi, Asım Köksal)

KUR’ÂN’IN GÜZEL SÖZLERİNİN TESİRİ İLE İMANA GELENLER

HZ. ÖMER

Peygamber (asm)’ı öldürmek niyeti ile yola çıkan Hz. Ömer (ra) yolda kız kardeşi ve eniştesinin de Müslüman olduğunu öğrenmiş ve yolunu değiştirerek hışımla kardeşinin evine gitmişti. Fakat evde yazılı Kur’ân sayfasını ele alınca âyetlerin ifade ettiği mânâlar karşısında hayretlere düşmüş ve şöyle demişti: “Bu söz ne kadar güzel ve ne kadar şereflidir”. Böylece kalbi İslam’a ısınan Hz. Ömer kalkıp Resûlullah (asm)’ın huzuruna gider ve İslam’la şereflenir. (İbnu’l-Esir)

MEDİNELİ ENSAR

Akabe Biatında Medine’den İslam’a giren ilk altı kişiye Hz. Peygamber (asm) İbrahim Sûresi’ni 35. âyetten sûrenin sonuna kadar okudu. Onların kalpleri titredi. Bunu dinlediklerinde hemen Allah’a itaat ve peygambere icâbet ettiler. (Hayatü’s-Sahâbe)

ŞAİR TUFEYL B. AMR

Devs kabilesinin şairi olan Amir Bin Tufeyl Kur’ân’ı dinlemekle nasıl Müslüman olduğunu şöyle anlatır:

-Mekke’ye gittiğimde Kureyş’ten bazı kimseler Hz. Peygamber (asm) aleyhinde o kadar propaganda yaptılar ki ben, Muhammed’in sözünü dinlememeye ve onunla konuşmamaya karar verdim. Hatta mescide gittiğim zamanlar sözlerini işitmemek için kulaklarımı tıkıyordum. Ertesi gün mescide gittim, baktım ki Hz. Peygamber, Kâbe’nin yanında ayakta ibâdet ediyor. Ona yakın bir yerde durdum. Bütün tedbirlerime rağmen Allahu Teâlâ onun sözlerinin bir kısmını bana duyurdu. Duyduklarım çok güzel şeylerdi. Kendi kendime şöyle dedim:

“Ben akıllı ve şair bir kişiyim. Çirkin ile güzeli ayırt edebilirim. Niçin ben bu kişi ile konuşup da ne söylüyorsa anlamayayım. Eğer getirdikleri güzelse kabul ederim, çirkinse atarım.” Bu karar üzerine Hz. Peygamber’in gitmesini bekledim. O doğruca evine gitti. Ben de arkasından giderek evine girdim ve “Ey Muhammed! Kavmin bana senin hakkında şunları şunları söyledi. Andolsun ki onlar seni bana korkunç göstermek için çok çaba sarf ettiler. Öyle ki seni işitmemek için kulaklarıma pamuk bile doldurdum. Fakat Allahu Teâlâ ille de bana senden bir şeyler dinletmek istedi. Senden duyduklarım çok güzel şeylerdi. Görüşlerini bana da anlatır mısın?’ dedim. 

Bunun üzerine Hz. Peygamber bana İslâm’ı anlattı ve Kur’ân okudu. Allah’a yemin ederim ki o güne kadar bundan daha güzel bir söz duymamış ve bundan (İslam’dan) daha âdil bir durumla da karşılaşmamıştım. Bunun üzerine şehâdet getirdim.” (Hayatü’s-Sahâbe)

DIMÂD BİN SALEBE

Cinlenmiş hastaları tedavi etmekle tanınan Dımâd Bin Salebe’ye Resûlullah’ın mecnun olduğunu söylemişlerdi. O da yanına gelip bana müsâade edersen seni tedavi edebilirim diye teklifte bulunmuştu. Peygamberimiz (asm) da ona Kur’ân’dan âyetler okudu. Âyetlerin ifadeleri karşısında şaşkına dönen Dımad Resûlullah’tan (asm) bir daha okumasını rica etti. Aynı âyetleri bir kez daha dinledikten sonra büyük bir heyecanla şöyle dedi:

– Ben kâhinleri, sihirbazları ve şairleri çok dinledim, fakat onların sözlerinde bunun benzerini görmedim. Bu sözler onların bütün laflarının üstündedir. Bunlar denizlerin derinliklerini coşturacak sözlerdir. Bana elini ver sana biat edeyim dedi ve biat etti. (Hayatü’s-Sahâbe)

EBU ZERR’İN KARDEŞİ ÜNEYS

Müslim’in rivâyetine göre Ebû Zerr şöyle demiştir: “Kardeşim Üneys Mekke’ye gidip gelmişti. Bana: “Mekke’de bir adamla karşılaştım, kendisinin Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu söyledi” diye bahsetti. Ben Üneys’e: “Peki insanlar bu hususta ne diyor?” dedim. Üneys de bana: “İnsanlar: “Bu bir şairdir, bir kâhindir” diyorlar” dedi. Ben kendisine: “Ey Üneys, aslında sen de bir şairsin, O’nun söyledikleri şiire benziyor mu?” dedim. Üneys: “Ben O’ndan duyduklarımı şiirle kıyas ettim, açıkça şiir olmadığını gördüm. Kâhinlerden işittiğim şeylerle de kıyasladım, kehânete benzer bir tarafı olmadığını da gördüm… Vallahi aslında Muhammed doğru söylüyor; kendisine şair veya kâhin diyenler ise yalan söylüyor” dedi. Kardeşimin bu sözlerinden sonra Mekke’ye gittim.” (Suyûtî, Peygamberimizin Mucizeleri)

AMR BİN CEMÛH

“Seleme Oğullarının gençleri müslümanlığı kabul ettikleri zaman, Amr bin Cemûh oğluna hitâben: “Git Muhammed’i dinle, O’ndan duyduklarını bana gelip aynen haber ver!” dedi. O da gidip Hz. Peygamberi dinledi. Peygamber kendisine Fâtiha Sûresi’ni okudu. Gelip aynen babasına tekrarladı. Amr, Fâtiha Sûresi’ni dinledikten sonra:

– Allah Allah, bu ne kadar hoş ve ne kadar güzel bir kelam! Muhammed’in okudukları, hep böyle güzel midir?” demekten kendisini alamadı. Oğlu da: – Evet babacığım, karşılığını verdi.” (Suyûtî, Peygamberimizin Mucizeleri)

KAYS BİN NESÎBE

Bir gün Süleym Kabilesin’den bir adam, Peygamber’i (asm) ziyâret edip O’ndan bazı sözler dinlemiş, O’na bazı şeyler sorup cevaplar almış. Kays bin Nesîbe adındaki bu adam kabilesine döndüğü zaman, bir Müslüman olarak dönmüştür ve onlara hitâben demiştir ki:

– Ey kavmim! Beni dinleyiniz, ben, bundan önce Diyâr-ı Rum’un âlimlerinin söylediklerini de dinledim, İranlılar’ın iniltilerini de işittim, Arapların şiirlerini de duydum! Emin olunuz ki, Muhammed’in okuyup söyledikleri, bunların hiç birine asla benzememektedir. Haydi bana itaat ediniz ve O’nun getirdiği haktan nasibinizi alınız!” (Suyûtî, Peygamberimizn Mucizeleri)

SAHÂBELERİN VE SONRAKİ MÜSLÜMANLARIN SÖZLERİ

İnsan Sûresi nâzil olduğunda Hz. Peygamber (asm) bunu sahâbîlerine okudular. Cennetin vasıflarından bahsedilen kısma gelindiğinde orada bulunanlardan siyah bir kişi bir çığlık atarak cansız yere düştü. Bunun üzerine Hz. Peygamber “Arkadaşınızın ölümüne cennete karşı duyduğu iştiyak ve arzu sebep oldu” buyurdular. (Taberanî)

Halifeli¬ği döneminde Hz. Ömer Arab’ın en meşhur şairlerinden Lebid’den şiir okumasını is-temişti. O da Bakara Sûresi’ni okuyunca Hz. Ömer: “Ben senden kendi şiirinden okumanı istemiştim.” dedi. Bunun üzerine Şair Lebid Kur’ân’a olan hayranlığını şu sözlerle ifade etmiştir: 

– Yüce Allah bana Bakara ve Al-i İmran sûrelerini öğrenmeyi nasip ettikten sonra bir beyit olsun şiir söylemedim. (İbn-i Abdilberr)

Arab Dili âlimlerinden olan Asmâî, bir câriyeden dinlediği sözün güzelliğine hayran olarak:

“Allah aşkına, sen ne kadar da fesahatlısın! (akıcı ve güzel sözlüsün)” demekten kendini alamadı. Bunun üzerine câriye:  “Mûsâ’nın anasına: ‘Onu, emzir. Sana onun hakkında bir tehlike gelince, kendisini denize bırak. Korkma. Kederlenme. Çünkü Biz, onu yine sana geri döndüreceğiz. Hem onu peygamberlerden biri de yapacağız diye vahyettik.” (Kasas, 7) âyetinden sonra, şu benimki, bir fesahat mi sayılır?” diye cevab verdi. (İslam Tarihi, Asım Köksal)

“İlm-i belâgatın dâhilerinden Abdülkahir-i Cürcanî ve Sekkakî ve Zemahşerî gibi binlerle dâhi imamlar ve mütefennin edibler icma’ ve ittifakla karar vermişler ki: “Kur’ân’ın belâgatı, tâkat-ı beşerin fevkindedir (insan gücünün üstündedir), yetişilmez.” (7. Şua)

Üstad Bedîüzzaman Hazretleri de “edebiyatın mucize-i kübrası” dediği Kur’ân’ın ifadelerindeki tatlılığa şu mealdeki sözleriyle işâret etmiştir: “Kalbi bozuk olmayan, aklı doğru çalışan, vicdanı marazsız, zevk-i selim sâhibi her adam Kur’ân’ın ifadelerinde güzel bir akıcılık, latif bir uyum, hoş bir ahenk, benzersiz bir fesahat görür.” (25. Söz)

(İrfan Mektebi Dergisi’nden)

Konuyla İlgili Diğer Kaynak Yazımız: http://www.nurnet.org/risale-i-nurdaki-icaz-dersinden-bir-serh/

Risale-i Nur’daki İ’caz Dersinden Bir Şerh!

Kur’an, arşı a’zam’dan, ism-i a’zamdan ve her ismin mertebe-i a’zamından geldiği için hem zikirdir, hem fikirdir, hem hikmettir, hem ilimdir, hem hakikattir, hem şeriattır, hem gönüllere şifa, müminlere hidayet ve rahmettir. Kur’ân-ı Kerim bütün âlemlerin rabbi itibariyle Allah’ın Kelamıdır. Sebeplerde boğulmamanın, ilahi hikmete yaklaşmanın yolu Kur’ân-ı Kerim’i esas almakla mümkündür.

İnsaniyeti saadete sevk eden hakiki mürşid Kur’an’ın Allah’tan başkasının kelamı olmayıp, Allah’a izafe edilen bir kelam olduğunun delillerine Risale-i Nur Külliyatında İşarat’ül İ’caz eserinin genelinde,  Yirmi Beşinci Söz’de ana konu olarak ve çeşitli risalelerde de kısmen yer verilmiştir. Bediüzzaman Hazretleri Kur’an-ı Hâkim’in kelam-ı İlahi olduğunun delillerinin anlatıldığı Mucizat-ı Kur’aniye risalesi olan Yirmi Beşinci Söz’de ele alınan ekser ayetlerin her birinin;

1-Ya mülhidler (dinsizler)  tarafından medar-ı tenkid (eleştiri sebebi) olmuş,

2-Ve ya ehl-i fen (bilim adamları) tarafından i’tiraza uğramış,

3-Ve ya cinni ve insi şeytanların vesvese ve şüphelerine maruz olmuş ayetler olduğunu belirtmiştir. 1

Ayrıca, müellifimiz Kur’an-ı Kerim’in ifadelerindeki ve tertibindeki akıllara durgunluk veren göz kamaştırıcı özellikleri açıklarken ehl-i ilhad ve fennin Kur’an’daki kusur zannettikleri noktaların;

* İ’cazın lemeati (mucize oluşun getirdiği pırıltılar)

* Belağat-ı Kuraniye’nin kemâlâtının menşe’leri yani Kur’ân’ın mucize derecesindeki ifade üstünlüğünü gösteren köklü esaslar olduğunu ilmi kaideler ile ispat etmiştir. 2

Büyük kâinat kitabının en büyük ve en güzel müfessiri olan Kur’an-ı Kerim’in ifadelerindeki olağanüstü edebi ve sanatsal cazibe derece-i i’caz’daki belağat-i kuraniye yani Kur’ân’ın mucize derecesindeki ifade üstünlüğünden kaynaklanmaktadır.

Bediüzzaman Hazretleri Yirmi Beşinci Söz’ün Birinci Şulesinin Birinci Şua’sında derece-i i’caz’da belağat-i Kuran’iye’yi anahatları ile sıralamıştır.

Bu makalemizde, sıralanan her bir maddenin açılımını kısmen yapmaya çalışacağız.

Derece-i i’caz’daki belağat-i Kuraniye’yi başlıklar halinde özetlerken Yirmi Beşinci Söz’ün Birinci Şulesinin Birinci Şua’sını esas aldığımızda şu şekilde sıralama yapmak mümkündür:

Kuran’ın belağati

Nazm’ın        →  Cezaletinden ve Hüsn-ü metanetinden

Üslublar’ının → Bedâatinden, Garib ve Müstahsenliğinden

Beyan’ının    →  Berâat’inden, Faik ve Safvet’inden

Meâni’sinin  →  Kuvvet ve Hakkaniyetinden

Lafz’ının      →  Fesahatinden ve Selasetinden

Tevellüd eden bir Belağat-ı Hârik-ul-âde yani bu sıralanmış ana esaslardan oluşan olağanüstü güzelliğe sahip bir sözdür. 3

Belağat nedir?

Belagat; sözlükte varmak ve hedefe ulaşmak manalarına gelir. Bir terim olarak ise “Belagat”: Doğru bir manayı kendisine uygun olan üstün ifadelerle anlatmaktır. 4

Başka bir ifadeyle belagat, “Lafızla mananın, güzellikte birbiriyle yarışması, yani manadan önce lafzın kulağa, lafızdan önce de mananın zihne ulaşmasıdır.”

Said Nursî Hazretleri, belagatı  “mukteza-yı hale mutabakat” olarak tarif etmiştir. (5) Kur’ân kelimelerindeki tenasüp, oldukça yüksek mânâ ve ahenk uyumu itibarı ile mükemmel ifade gücü, az sözde çok anlamı barındırmıştır.

Kur’an ayetlerinin bu çok çeşitli mana tabakalarına bir hadis-i şerifte şöyle işaret edilmektedir:  “Her bir ayetin zâhiri, bâtını, haddi (kapsamı) ve mutlak (mana çerçevesi vardır. (Bu dört mana tabakasından) her birinin de füruatı dalları, ayrıntı ve detayları vardır.” (6)

Bu sebeple Kur’ân, eşsiz ifade gücüyle her asırda birçok farklı tabakadan insanın anlayışlarını hitap eden bir özellik taşımaktadır. Hemen burada akla şöyle bir soru gelebilir: “Her asırda Kur’an’ın tefsiri yapılmaktadır öyleyse müfessirlerin birbirine uymayan, birbirinden farklı ayet yorumları ile hak ve hakikate nasıl ulaşılabilir?

Cevap olarak: Kur’an-ı Kerim’in, ayetleri, cümleleri öyle bir şekilde tertiplenmiş ve düzenlenmiştir ki, çeşitli anlayışlara, yeteneklere ve kültüre sahip insanlar ayetleri değişik açılardan değerlendirdiğinde dahi kendilerine bakan hisselerini alabilirler. Ancak, bu durumun geçerli olabilmesi için Bediüzzaman Hazretleri şu açıklamayı yapmaktadır:

“Ulum-u Arabiyenin kaidelerine muvafık (Arap dilini çeşitli bakımlardan inceleyen ilimlerin kurallarına uygun) ve belagatın prensiplerine (düzgün ve hakîkatlı söz söyleme sanatı kurallarına) uygun ve ilm-i usule mutabık (dinin esaslarına uygun)  olmak şartıyla, müfessirlerin birbirine muhalif olan beyanatı ve ihtimalleri, zamanlara, tabakalara ve fehimlere (anlayışlara) göre murad ve caizdir diye hükmedilebilir. Bu nükteden anlaşıldı ki, Kur’an’ın i’caz vecihlerinden (Kur’an’ın ifadelerindeki mucize yönlerinden)  biri odur ki, nazmı

 ( Kur`ân`ın âyetleri) öyle bir üsluptadır ki, bütün asırlara, tabakalara intibak edebilir (uygunluk arzedebilir) . 7 

* Nazm’ın : Cezaletinden ve Hüsn-ü metanetinden    

Kur’an’ın i’cazı’nın (mucize oluşunun) esası nazmıyla alakalıdır. Yani harflerin, kelimelerin ve surelerin birbirleriyle bütünlük arz etmesi, onda yer alan her şeyin bulunduğu yere tam uygunluk arz etmesidir. Kur’an’da her kelime binanın tuğlaları gibi yerli yerine oturtulmuştur. 8

Kur’ân-ı Hakîm’in ;

1. Her bir cümledeki, hey’atındaki nazımda

2. Kelimelerindeki nizamda

3. Cümlelerin birbirine karşı münasebatındaki intizamında harika bir ahenk vardır. (9)

Bu sebeple Kur’an-ı Kerim’in nazm’ındaki cezaleti ve hüsn-ü metaneti kelime ve harflerindeki harika bir ahenk ve münâsebet ile nazm ve tertibindeki cezâlet ve güzellik olarak söyleyebiliriz. Cezalet lugatta sertlik ve yumuşaklık ifade eden kelimeleri konuya en uygun biçimde kullanmak, akıcılık ve düzgün konuşma olarak geçer. Kur’ân-ı Hakîm’de harflerin kelimelerin ve cümlelerin seslendirilmesi esnasında ortaya çıkan, kulağa ve ruha hoş gelen, diğer söz türlerinde hiç rastlanmayan bir ses ahengi vardır. Fonetik açıdan Kur’an, şehirlilerin ifadesindeki yumuşaklıkla bedevilerin anlatış tarzındaki sertliği hikmetli bir ölçüde birleştirerek meydana getirdiği ahenkli bir ses sayesinde ancak zihinlerde tasavvur edilebilen bir ses armonisi gerçekleştirmiştir.

Böylece, Kur’an-ı Kerîm’de yer alan her bir kelime, bulunduğu yere tam bir uyum arz eder.  “Mesela, Şeytanın vesveselerinden bahseden Nas suresinde sıkça tekrar edilen “s” sesi, adeta şeytanın fiskoslarını ses olarak da yansıtmaktadır.  Yerden suyun çıkışını anlatan yeşşakku ifadesi, çatlayışın, akışın bütün fışırtısını, şakırtısını duyurarak, adeta suyun çıkış tarzını göstermektedir. Kâfirlere haşmetli bir üslûbla hitab eden Kaf Suresi’nin kelimeleri, cezaletli lafızlardan seçilmiştir. Cenneti anlatan ayetlerde, kelimeler cennetin letafetinden hisse almışlardır.”(10)

* Üslublar’ının : Bedâatinden, Garib ve Müstahsenliğinden,

Kur’ân’ın üslûbu demek, Kur’ân ifadesindeki kelimelerin seçiminde ve cümlelerin teşkil edilmesinde ve konuların beyan edilmesinde, kendisine mahsus anlatım tarzı demektir. Dildeki kelimeler ve dilbilgisi kuralları değişmediği hâlde, o dilde yazanlar ve konuşanlar, ayrı ayrı üslûplara sahip bulunurlar. İşte Kur’ân da Arapça dil kaidelerine uygun olup o kuralların dışına çıkmadığı halde, diğer bütün ifadelerden hemen ayırt edilen özgün bir anlatım tarzına sahiptir.(11)

Kur’an’ın nazil olduğu dönemde Arapça’da nazım ve nesir olmak üzere iki edebî tür vardı. Âlimlerin çoğunluğuna göre Kur’an’ın söz dizimini ve üslubunu bunlardan hiç birine benzememektedir. Velid b. Mugire’nin “Arap şiirini, kasidesini, recezini benden daha iyi bilen yoktur. Muhammed’in söylediği Kur’an bunlardan hiçbirine benzemiyor” şeklindeki ifadesi de bunu göstermektedir. Bediüzzaman Hazretleri Kur’ânın üslûbları hakkında Yirmi Beşinci Söz’de şöyle bir açıklama yapmıştır:

Kur’ânın üslûbları

1. Hem garibdir, (Hem hayret verici)

2. Hem bedi’dir, (Hem eşi, benzeri olmayan.)

3. Hem acibdir, (Hem alışılmış surette olmayan.)

4. Hem mukni’dir. (Hem ikna eden, kanaat veren,)

5. Hiçbir şeyi, hiçbir kimseyi, taklit etmemiş.

6. Hiç kimse de onu taklit edemiyor.

7. Nasıl gelmiş, öyle o üslûblar;

* Taravetini, (Tazeliğini)

* Gençliğini,

* Garabetini (Hayret vericiliğini) daima muhafaza etmiş ve ediyor.(12)

Seyyid Kutub’a göre, Kur’ân üslûbunun büyüleyiciliği, onun hem şiirin hem de nesrin meziyetlerini bir araya toplamasından kaynaklanmaktadır.13 Kur’ân üslûbu, üstün belâgatı, sesleri ve harfleri seçmesi, âhengi, kelâmdaki insicam ve tutarlılığı, terğib ile terhib arasında, Cennet nimetleriyle Cehennem azapları arasında dengeli tasvirleri ile dinleyenleri büyüler. Eğitici kıssalar ve meseller ile gerçekleri bedahet hâline getirerek, fikir tartışması gerginliğe girmeden hedeflenen telkin gayesine ulaşır.(14)

Kur’an’ın üslubu hakkında Tefsirul Münir adlı eserinin sunuş bölümünde şu maddeler sıralanmıştır:

1-Arapça’da olsun başka dillerde olsun alışılmış her türlü söz düzeninden farklı harikulade söz düzeni. Çünkü Kur’an-ı Kerim’in söz düzeninin şiirle hiç bir ilgisi yoktur.

2- Arapların kullandığı bütün anlatım üsluplarından ayrı ve farklı bir üs­lûp.

3- Asla herhangi bir mahlûkun söylemesi düşünülemeyecek şekilde akıcı bir ifade… Meselâ Kaf sûresinde; Yüce Allah’ın: “Hâlbuki arz bütünüyle kıyamet gününde onun kabzasıdır…” (Zümer, 39/67) buyruğundan itibaren su­renin sonuna kadar olan bölümleri ile: “Sakın o zalimlerin işlediklerinden Al­lah’ı gafil sanma” (İbrahim, 14/42) den itibaren sûrenin sonuna kadar olan bö­lümlerinde rahatlıkla görebiliriz.

4- Arapçayı hiçbir Arap için mümkün olmayacak bir şekilde kullanmak. Öyle ki ittifakla her bir kelimenin ve her bir harfin yerli yerinde kullanıldığı kabul edilmektedirler. Zaten üslubunu bu şekliyle düzen­leyen yüce Rabbimiz de şöyle buyurmaktadır: “Biz ona (Muhammed -s.a.-)e şiiri öğretmedik. Bu ona yakışmaz da.“(Yasin, 36/69)  15

Ayrıca, Kur’an üslubunun bilinen hiçbir söz kalıbına benzemediği şu rivayetten de anlaşılmaktadır:

“Ebu Zerr’in kardeşi Uneys, Ebu Zerr’e şöyle demiş: Ben Mekke’de senin dinin üzere Allah tarafın­dan peygamber olarak gönderildiğini ileri süren bir adamla karşılaştım. Ona: Peki insanlar ne diyor, diye sorunca şöyle dedi: Onlar şairdir, kâhindir, sihirbazdır diyorlar. -Uneys şair birisi idi.- Ben, kahinlerin sözlerini dinlemişimdir. Onun sözü kâhinlerinkine benzemiyor. Söylediği sözleri şiir çeşitle­rine, vezinlerine vurdum, ancak benim tesbitime göre, hiçbir kimsenin dilin­den dökülen şiire benzemiyor. Allah’a yemin ederim, şüphesiz ki o doğru söy­lüyor ve onu itham edenler yalan söylemektedirler.” 16

*Beyan’ının: Berâat’inden Faik ve Safvet’inden,

Bedâat sözlükte; acîp ve garib olma, yeni zuhur etme, hayret verici mânâlarına gelir. Istılah olarak ise bedâaat üslûbun hem garip, hem bedî’, hem acip, hem iknâ edici ve hiçbir şeyi, hiçbir kimseyi taklit etmemiş olmasıdır. Berâat ise sözlükte; ilim ve şecâatte kendi benzerlerinden üstün olma, her vasıfta tam ve kâmil olma mânâlarına gelir. Istılah olarak berâat: Rağbetlendirmeme ve sakındırma, methetme ve kötülememe, ispat ve irşad, delil göstererek ve ispat ederek gâlip gelme ve anlatma gibi kelâma ait bütün kısımları ve hitâbın bütün tabakalarını içine alan beyânın haşmetine, sağlamlığına ve üstünlüğüne denir.

Beyan ise, mananın farklı üsluplarla, çeşitli yollarla ifade edilmesidir. 17 Kuran’ın beyan’ındaki Berâat, Faik ve Safvet’i değerlendirirken teşvik ve korkutma, övme ve yerme, ispat ve irşad, ikna ve anlatma gibi söz söylemenin her türünde ve hitabetin bütün tabakalarında Kuranın beyanı en yüksek mertebede olduğu görülmektedir. 18 Yani, Kuran manaların anlaşılması için, her türlü ispat, tebliğ ve irşat yoluna başvururken manaya uygun lafızlar kullanmıştır. Kur’ân’ın beyanındaki bu büyüleyici özellik öylesine zengindir ki; icaz, teşbih, temsil, istiare, iltifat, tasvir, cedel, kasem gibi oldukça fazla sayıdaki üslûp özelliklerinin en güzel örneklerini Arap düşüncesi ve zevki Kur’ân’da bulmuş, nesiller boyunca ondan yararlananlar onun zenginliğini tüketememiş olup, hâlâ her yeni nesil onları kendisine yeni gelmiş mesajlar olarak algılamaktadır. 19

*Meâni’sinin : Kuvvet ve Hakkaniyetinden,

Meani, sözün yerinde kullanılmasını, muhatabın haline uygun söylenmesini sağlar. Mesela, çocukla konuşurken çocuklaşmak, âlimle ilmi konuşmak, sözü kabule müheyya olanlara nasihat etmek, inatçı kimselere delilli söz söylemek gibi durumlar meani ile ilgilidir. 20

Risale-i Nurda, meani işlenirken, kâinatın ve içindekilerin bir manası olduğundan bahisle, her şeyin yerli yerinde ve manasına uygun bir şekilde yaratıldığını, Kur’anın ayetlerinde de her mananın mutlaka bulunması gereken yere göre ifade edildiğini ve mana bakımından Kur’anla kâinatın birbiriyle paralel olduğunu öğrenmekteyiz. 21

*Lafz’ının : Fesahatinden, selasetinden,

Kur’ân’ın ifadelerinde fesahat ve selaset yani lafzında akıcılık ve kolay okuma özelliği vardır ve mucizedir.Bu mucize yönü şu şekilde ifade edebiliriz: Lâfızların telâffuzunun akıcı olup kulağa hoş gelmesi yanında mananın da dil ve ifade kusurlarından arınmış olarak net ve açık olmasıdır.”Bazı kelimelerin harfleri ve sesleri birbiriyle uyum sağladığı hâlde, bazılarında böyle bir ahenk bulunmaz. Bülbül sesi ile karga sesi bir olmadığı gibi, meselâ her ikisi de “bulut” anlamına gelen “ğamam” ile “bü’ak” kelimelerinin insanın kulağında bıraktıkları etkiler bir değildir. Bazı kelimelerin anlamları açıktır, dolayısıyla, anlatmak istedikleri manâları ifade etme hususunda tam yerlerine otururlar. Bazıları ise, maksatlarının gerisinde kalır, anlamları kapalıdır, ses itibariyle de kulağı tırmalarlar. Keza manâların kapsam ve vuzuhu bakımından kelimeler, umumi veya hususi, mutlak veya mukayyed, hakiki veya mecazi olabilirler.” 22

Kur’ân’da anlam ile kelime dengesi vardır. İstenilen anlamı anlatmak için, hangi kelimeler gerekiyorsa, ne fazla ne  eksik olmaksızın, Kur’ân onları seçer ve kullanır. Kastedilen anlam kelime elbisesini giyerek lâfız hâlinde belirir.

Sonuç  

Kur’an;

Benî âdemin en dâhi ediplerini, en harika hatiplerini, en mütebahhir ulemasını muarazaya davet edip 1300 senedir (şimdi 1400 seneyi aştı)  meydan okuyor. Onların damarlarına şiddetle dokunuyor. Muarazaya davet ettiği halde kibir ve gururlarından başını semavata vuran o dâhiler Ona muâraza için ağız açamayıp kemal-i zilletle boyun eğdiler.23

ZAFER KARLI

www.NurNet.Org

DİPNOTLAR

1-Sözler, s. 328

2-Sözler, s. 328

3-Sözler, s. 332

4-Kur’an’da temsili anlatım, Mehmet Cebeci s.7

5-İşaratü’l-İcaz, s. 50

6-Abdürrezzak, Musannef, 3/358

7-İşaratü’l-İcaz, s. 44

8-Kur’an’da temsili anlatım, Mehmet Cebeci s.9

9-Sözler, s. 333

10-Doç. Dr. Şadi Eren Kuranda Teşbih ve Temsiller  s:16-17 Işık Yayınları, 2001/İstanbul

11-Yeni Ümit, Sayı : 63 Kur’ân-ı Kerim’in Üslûbu,Prof. Dr. Suat YILDIRIM

12-Sözler, s. 338

13-Kur’ân’da Edebî Tasvir, Trc. Süleyman Ateş, Ankara, 1969, s. 155-156.

14-Yeni Ümit, Sayı : 63 Kur’ân-ı Kerim’in Üslûbu,Prof. Dr. Suat YILDIRIM

15-Vehbe Zuhayli, Tefsirul Münir  Sunuş Bölümü

16-Müslim Fedailu’s -sahabe-132

17-Doç. Dr. Şadi Eren Kuranda Teşbih ve Temsiller  s:14 Işık Yayınları, 2001/İstanbul

18-Sözler, s. 353

19-Krş. Dihlevî, el-Fevzu’l-Kebir, s.165.

20-Doç. Dr. Şadi Eren Kuranda Teşbih ve Temsiller  s:14 Işık Yayınları, 2001/İstanbul

21-Kur’anı anlamada 25. söz örneği Ümit Şimşek, karakalem Seminerleri

22-Yeni Ümit, Sayı : 63 Kur’ân-ı Kerim’in Üslûbu, Prof. Dr. Suat YILDIRIM

23- Sözler, s. 332