Etiket arşivi: Çetin Kılıç

Zaman Müfessirdir

Bir iğne ustasız olmaz, her bir sanat sanatkarını göstermektedir. Kainatta ne varsa sanatlıdır sanat eseridir, her biri kendi dili ile Allah’ı anlatmaktadır. Ayet “güneş akar gider” buyuruyor, ilk zamanlar güneşin dünyanın etrafında döndüğü anlaşılmış, oysa dünya güneşin etrafında dönmektedir, aynı zamanda güneşinde kendi hareketi olduğunu ilmen bilmekteyiz.

Kâinat âlemlerin Rabbinin kelamıdır, dikkatli okumak gerekir. Görüyoruz ki varlıkların tamamı emre itaat ediyor, gökte yerde ne varsa emredileni yerine getiriyor. Kuranı Kerim’de yaş kuru her şey var, bunlar ilmin araştırma sahasına giriyor. Kuran “Parmak uçlarına kadar diriltmeye muktediriz” diyor, parmak ucuna dikkat çekiyor. 19 yüzyılda her bir insanın parmak ucunun ayrı olduğunu anlıyoruz.

Hadisler de böyledir “ticaret haneler yakınlaşacak” son zamana kadar, her yere mahallelere bile ticaret hane açılacak anlaşılıyordu, internetten alışveriş yaygınlaşınca daha doğru anlaşıldı. Kuranı Kerim, bilime ayrı önem veriyor teşvik ediyor. “Gökte yerde ne var bakın” “Uçan kuşlara bakmadılar mı”, burada kuşlara dikkat çekiliyor, kuşlar model alınıp uçaklar yapılmıştır. “Arzı emrinize verdik, arzın omuzlarında yürüyün” bu ayetlerle coğrafi keşifler, yer yüzünün incelenmesi teşvik edilmektedir. Nitekim 1492 yılında Amerika kıtası keşf edilmiştir.

“Yediği şeylere baksın” Yemin edilen bazı şeyler var incir, zeytin gibi, oysa bütün nimetler Allah’ın. “Yıldıza yıldızların mevkiinde yemin ederim” Allah bu ayetlerle gaflet uykusuna dalanları dürtüyor adeta. Yine Kur’anın başka özelliği. Bir sınıfta kırk talebe olsa, bunların beşi zeki olsa, öğretmen bir tercih yapmak zorunda, dersi ya zekilere göre ya da geride olan öğrencilere göre işleyecek, her ikisinde de kaybedenler olacak. Oysa Kuran ayetlerini kim okursa ders alır. Ayetlerin mana mertebeleri vardır, ehli ilim bunlardan mana çıkarırır, tıpkı deniz gibi, herkes maviliği görür ancak içine dalan, derinliğine inen farklı şeyler görür.

Buradan şu manada çıkarılabilir. İrşad muhatabın durumuna göre yapılmalı, delil anlatılmak istenilenden zor olmamalı. Kuran “Ey insanlar saatte 108 bin km hızla giden dünyaya bakın secde edin” deseydi dünyanın döndüğü, hele böyle hızlı döndüğü ilim olmadan bilinmez ve insanlar da buna itiraz ederdi. Gözle bakılınca dünyadan bir milyon üç yüz bin kat büyük olan güneş tabak gibi dünya ise git git bitmeyecek kadar büyük gözüküyor. Zamanla anlaşılacak konular Kuran’ı Kerim de üstü kapalı anlatılmış.

Cisimler arasında çekim kanunu, topraktaki elementler, birbirleriyle olan reaksiyonlardan bahsetse idi, bir damla suda milyarlarca canlı var deseydi, mikroskopla bakılana kadar insanlar iman etmeyebilirdi. İmana engel olacak tozlar Kuran’a konamaz. “Sen dağları görür hareketsiz zannedersin, oysa onlar bulutlar gibi geçip gitmektedir” Dağlar hareket ediyor demek, dünya hareket ediyor demektir, tıpkı başında şapka bulunan adam için, başındaki şapka yürüyor demek, adam yürüyor demek olduğu gibi.

Kinayeler vardır. “Adamın eli delik” yani adam israf ediyor elinde bir şey durmuyor, ayetler bu manada da değerlendirilmeli. Çok cömert, misafir perver, ikram eden adama “külü çoktur” derler. Çok uykusu gelene “gözünden uyku akıyor” denir aslında adamın gözünden akan bir şey yoktur. “Ben bir aslan gördüm” diyen adamın aslanı nerede gördüğüne bakılır, “hamamda aslan gördüm” diyorsa biliriz ki cesur iri kıyım birini görmüş, hamam kelimesi burada cümleyi mecazlaştırıyor.

Yine ayeti kerimede “Kim dünyada kör ise ahirette de kördür”, biz biliyoruz ki nice ama sahabeler müminler var, ilgili başka ayetlere baktığımızda asıl körlük gözün değil kalbin körlüğü, basiretsizlik olduğunu anlıyoruz. Kuranı Kerimi bir bütün olarak göremezsek yanlış mana veririz. Bektaşi gibi “namaza yaklaşmayın” kısmını okuyup “sarhoşken” kısmını okumazsan hata edersin. “Namaz kılanlara yazıklar olsun” devamında “onlar namazlarında gafildir”

Ayetlerde açıklayıcı bilgi bazen ayetin hemen ardından gelmeyip başka ayetlerde gelebiliyor. 11 Eylül saldırısında Hollanda televizyonlarında alt yazı olarak şu ayet geçiyordu “o müşrikleri gördüğünüz yerde öldürün” bunu okuyan, Müslümanların kendinden olmayanlara hayat hakkı tanımadığını zanneder, oysa bu savaş hali için geçerlidir. İslam tarihinde, Peygamberimizin hayatında, savaşın değil sulhun, barışın tercih edildiğini, esas alındığını görüyoruz. Hudeybiye’de şartlar savaş yapılmasını gerektirdiği halde barış yapılmış. Sulh savaştan hayırlıdır, savaş son çaredir denmiş.

Selam sulh demektir, İslam, selam aynı kökten gelmektedir. Bazende kelimeler kifayetsiz kalmaktadır. Dilimizdeki “yardım” kelimesi yardımın kim tarafından yapıldığını açıkça ortaya koymaz. Oysa “inayet” yardımın yukarıdan, “zahir” akran denk birisinden, “muavenet” aşağı, alttan geldiğini işaret eder. Ayet ve hadislerde dengeli değerlendirme yapılmazsa hatalı ve yanlış yorum olmaktadır.

Çetin Kılıç

Kaynak

Risale-i Nur Külliyatı

Muhakemat

Şadi Eren

Hakikat Unsuru

Akıl ve nakil birbiriyle çelişirse akla itibar edilir, nakil de tevil edilir, fakat bu akıl kamil insan aklı olmalı. Din akla değil nakle dayanıyor. Akıl dini anlamak için bir vesiledir. Akıl olmadan biz dine muhatap olamayız. “Aklı olmayanın dini yoktur.” Bu inançsız anlamına gelmez, sorumluluk taşımaz manasına gelir.

Biz vahiy ve hadisleri akıl vasıtasıyla anlıyoruz. “Dünya öküz ve balığın üzerindedir” Oysa ilmen böyle bir şey yok, dünyanın altında ne öküz, nede balık var, böyle olunca bunu aklın ışığında değerlendiriyoruz. Akıl bize bunun mecaz olduğunu söyler, bu cümlede asıl maksat, insanlar geçimlerini tarımla, sahilde oturanlar da balıkla sağlıyorlar, hayat böyle devam ediyor. Bu değerlendirmeyi yapmazsak taassuba düşeriz.

Aslında akıl ve nakil arasında bir taarruz olamaz, ancak nakilde veya akılda problem olursa olur. Bazen hadislerde zayıflık söz konusu oluyor, burada hadisin değil nakilin zayıflığı söz konusu, o zaman ona göre değerlendirme yapılmaktadır.

Kuranı Kerim dört temel esas üzerine oturtulmuştur. Allah’ın Birliği, nübüvvet, haşir, ve adalet bazı yerlerde haşir ve adalet bir sayılıp üç esas dendiği de oluyor. Haşir öldükten sonra dirilme, bu dirilme ruh ve bedenle olacak. Adalet, hak sahibine hakkını vermek, başta Allah’ın hakkını vermek, ibadet bunun içine girer.

Nereden geliyorsun, necisin nereye gidiyorsun vazifen ne? Felsefeyle bu soruların altından kalkamayız, akılla da bulunmaz, bu sorulara doğru cevap verebilmek için vahvin rehberliğine ihtiyaç var. Kuran tarih, coğrafya kitabı değildir, Kuran’da ay, güneş, yıldız, dağ, taş geçmektedir fakat burada maksat Allah’ın sanatını anlatmaktır, yağmur nasıl yağıyor? değil, yağmuru kim yağdırıyor, dünya nasıl dönüyor? değil, dünyayı kim döndürüyor. Dünya düz mü yuvarlak mı bu Kuran’ı Kerim’in meselesi bu değil, Kuran’ı Kerim, dünyadakilerin görevi ne? bunu anlatır, bunun için indirilmiştir.

Bilimin meşgul olduğu konuları Kuran’da görmeye çalışmak gönderiliş gayesini bilmemekten olur.

Çetin Kılıç

Kaynak:

Risale-i Nur Külliyatı

Muhakemat

Şadi Eren

Dinin Gerekliliği

Yaşayan her birey, birçoğumuza yabancı olmayan sorunlarla yüz yüzedir. Çevreyle uyumsuzluk, ailesi, arkadaşları gibi yakınlarıyla anlaşmazlık, yalnızlık, ötekileştirme, ağır mağduriyetler ve haksızlıklar, terör, savaş ve iç çatışmalar mazlumların ezilmesi zalimlerin ceza görmemesi, yalancılar, liyakatsızlık, en önemlisi hastalık, yaşlılık ve ölüm. Bir çoğumuz bu gibi durumları görmekten belkide yaşamaktan dolayı umutsuzluk ve çaresizlik içerisindeyiz. Bunlara devletlerin ve ilim insanlarının hiç bir çözüm yoktur. Bunlar ancak dini inanç sistemleriyle üstesinden gelinebilecek şeylerdir.
Batılı felsefecilerin bir çoğu, yaratıcıya atıf yapmadan bir sahici ahlaktan söz edilemeyeceğini söylüyorlar.

Alman felsefeci Adorno; dini düşünce olmadan mutlak adaletin gerçekleşemeyeceği, dolayısıyla mazlumsuz bir toplumun kurulamayacağı inancındadır. Yüzyılımızın en büyük filozofu sayılan Habermas’ın da; ötekinin varlığını şartsız kabullenme, evrensel kardeşlik ve dayanışma içine girme, insanı kendi başına bir amaç olarak görme gibi dini özler taşıdığı ifade edilmektedir.

Hegel felsefesinin temel amacının, ilahi hikmet ve adaleti haklılaştırmaya yönelik bir çaba olduğu söylemeden geçmeyelim. İnsanın gelişmesi, mutluluğu, huzur ve güveni, hukukun üstünlüğü, adaletin güvence altına alınması esastır fakat, insanın nihai amacı ebedi kurtuluştur. Acaba hem ruhunda, hem vicdanında, hem aklında, hem kalbinde dehşetli musîbetlerle musîbetzede olmuş ve azaba düşmüş bir adamın sadece cismiyle, zahirî bir surette aldatıcı bir zînet ve servet içinde bulunmasıyla mutlu olması mümkün olabilir mi?’ Yani ‘cismi fani ve yalancı bir cennette, kalbi ve ruhu cehennemde azap çeken bir insana mutlu denilebilir mi?

İnsanın bu aldatıcı medeniyet fantezileri ile gerçek mutluluğa ulaşması mümkün değildir, çünkü bunlar dünya ötesine uzanamamaktadır. Hastalıklar karşısında, musibetler karşısında kendini ağır zayıf ve güçsüz hissettiğin zaman, her şeyi bilen, her şeyi kontrol eden, her şeyin anahtarı onda olan, her şeye hükmeden kontrol eden bir dış güç var. O beni duyuyor ve beni anlıyor. Huzur İslamdadır.

Çetin Kılıç

Kaynak
Risale-i Nur Külliyatı
Sorularla risale
Sorularla İslamiyet

Allah’a İman ve Risale-i Nur

Bu yazımızda hümanizm, ateizm gibi felsefî akımlar tarafından Allah’ın varlığı meselesinin saldırılara maruz kaldığı, Allah merkezli bir dünya görüşü yerine, insan ve madde merkezli bir dünya görüşünün yerleştirilmeye çalışıldığı bu çağda, Risale-i Nurlar’da Alah’ın varlığı ile ilgili olarak yazılanları değerlendireceğiz. Şerif Mardin bu tarzı, “Mıknatıs gibi bir etkiye sahip olmak” şeklinde tanımlar.

Bediüzzaman Said Nursî, mutluluk ve ihsanın Allah’a iman etmekte olduğunu, hodbinlik kibir ve gururun, dik kafalılığın, kendini beğenmişliğin, insanı gülünç duruma düşürdüğünü karamsarlığın, güvensizliğin, ümitsiz bir dünya görüşü doğurduğunu söyler. Böyle bir kişi için herkes düşman, hayat ise bir işkencedir, herşeye kendi âleminden baktığı için sadece kendi varlığını görüyor, âlem ise ona sadece fizikî, maddî ve şehevî olarak görünüyor.

“Küfür manevî bir cehennem zakkumu tohumunu saklıyor.” Oysa Allah’ı tanıyan dindar adam, dünyaya dostça ve güvenle bakar. Onun için hayat bir sürurdur. Dünya coşku ve mutlulukla dolup taşmaktadır. Onun dünya görüşü “Allah en büyüktür” ve “ondan başka ilâh yoktur” şeklindeki Kur’ânî prensiplere dayanmaktadır.

“Demek ki selâmet ve emniyet yalnız İslâmiyet ve imandadır. Öyle ise biz daima, İslâm dinine mensup olduğumuz ve mükemmel bir imânâ sahip bulunduğumuz için Allah’a hamdolsun.” demeliyiz.
Allah’ın varlığına iman, hayat tarzımıza neşe katmaktadır, biz dünyayı nasıl görür ve hayal edersek dünya öyle görünür. Allah’a iman etmemek kişinin kendisini ve dünyayı bedbin bir nazarla görmesi sonucunu doğuruyor. Böylelikle içindeki çirkinlik dış âleme yansıdığı için gülünecek şeyler ona ağlamaklı, vazifenin bitmesi, azledilme ve yağma gibi görünmektedir.

Bu trajediden çıkış yolu, Allah’ın varlığına götüren apaçık delilleri görmeyi engelleyen suizanların ve kuruntuların farkına varmaktır. Allah’ın varlığına iman ise huzura, mutluluğa ve dünyayı dostça, cana yakın bir bakış açısıyla görmeğe yol açar. İster mutlu ve tatmin olmuş biri isterse mutsuz, şaşkınlık içinde, ne yapacağını şaşırmış biri olsun, Allah’a iman, onların hayatına yön verir. Allah’ın varlığına iman her şeyi değiştirir, hayatın, düşüncelerin ve davranışların mükemmel ve huzurlu olmasını sağlar.

Allah’a iman ve dinin emirlerini takip etmek, dünyanın ve hayatın sırlarını çözdüğü bir hakîkattır. Allaha iman, materyalizmin kucağındak insanı tıpkı bir mahkumun kurtuluşu gibi, hayatın zincirlerinden kurtarır, karanlıktan kurtulmanın ve hürriyete kavuşmanın sırrı, Allah’a ve ondan başka ilâh olmadığına iman etmektir. Emniyet ve mutluluğa giden yol şansla, talihle bulunmaz, bunun için düşünen insanın aklını kullanması Allah’a inanma ve itimad etme inancının yerleşmesi gerekir.

Allah’ın varlığına güvenmek kişisel olgunluğa, kişinin kendine güvenmesine huzur ve güvenliğe yol açar. Öte yandan inanmayanların tavırları, tesadüfî değil kendi düşüncesizlikleri ve ahmaklıklarının sonucudur.  İmansızlık, mutsuzluğa ve kedere yol açar, kişi bu durumda öyle bir haldedir ki ne yaşar ne ölür. İnanan kişi, ilâhî şuuruyla iyi ve ahlâkî yolu seçer. Onun bakış açısı ve düşünceleri müspettir. Her şeyin iyi tarafına bakar. O düşünür ki, gözle görülmeyen bir hakim vardır, o, herşeyi görür, test eder ve insanı yönlendirir. Böylelikle bu inanç ona mutluluk verir.

“Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır. Onları ancak kendisi bilir. O, karada ve denizde olan herşeyi bilir. Onun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez Yerin karanlıklarındaki bir tek tane yaş-kuru birşey yoktur ki apaçık bir kitapta (levh-i mahfuzda) bulunmasın.”

Kur’ân’ı dinle, onun hükmüne itaat et, ona yapış ve ona göre amel et. Dünyaya Allah’a iman gözlüğü ile bakmak, bu âlemi, hayatımızın anlam ve gayesini idrak edişimizde, her gün karşılaştığımız zorlukların üstesinden gelişimizde büyük değişiklik meydana getirir. İman edenler ve Kur’ân’ın prensiplerini kendilerine rehber edinenler için kabir, bu dünya zindanından, sonsuzluk bostanlarına; imtihan meydanından cennet bahçelerine, hayatın zorluklarından Rahman olan Allah’ın rahmetine açılan bir kapıdır. Ölüm, dünya zindanından cennet bahçelerine bir davet, Rahmân-ı Rahim olan Allah’ın cömertliğinden kişinin hizmetlerinin karşılığı olarak kendisine düşen ücreti almasının vaktidir.

Risale-i Nur, Allah’ın varlığını anlamada, dünya misafiri insanoğlunun yolunu aydınlatmada ve imanın hem bu geçici âlemde hem öbür âlemde başarı, mutluluk ve kemal noktasını yakalamadaki önemini idrak etmede önemli bir fener vazifesi görmektedir.

Çetin Kılıç

En’am sûresi, Âyet: 59.
Risale-i Nur Külliyatı
Sorularla risale

Bu Zaman ve Risale-i Nur

Allah’ın varlığı üzerindeki tartışma, insan düşüncesinin eksenini oluşturmaktadır, ortaya konan iddialar göstermektedir ki bu tartışmalar azalmayacaktır. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, İslâm medeniyetinin içinde bulunduğu duruma Kur’ânî bir bakış açısıyla, çözümler getirmiş, İslam coğrafyasında hakim olan, ezberciliğe dayalı geleneksel İslâmî eğitimin yaklaşımına yeni arayış getirmiştir.

Yazmış olduğu Risale-i Nur Külliyatında Çağdaş Müslamanın ihtiyaç duyduğu tefekküri manayı işlemiştir. Risale-i Nurlar Kur’ânî bilgi hazinesini derinlemesine kavrama imkanı veriyor. Bilim ve teknolojinin, materyalist dünya görüşünün revaçta olduğu bir çağda ancak böyle bir kaynak bu zamanın ihtiyacına cevap verebilir.

Kur’ânın ortadan kaldırmak istendiği bir dönemde Risale-i Nur’ların önemi ve gerekliliği bir kez daha ortaya çıkmış, verdiği mesajların bilimsel ve fikri olarak doğruluğunun delili bu ereslerin tesir sahasının Türkiye ile sınırlı değil, tüm dünyaya yayılmış olmasıdır. Kur’ân ile Risale-i Nur arasındaki münasebet ayla güneş arasındaki münasebete benzetilmiştir. Onun amacı Kur’ânın icâzını beyan etmektir. Risale-i Nur, Türkçe bilenlerin ve şimdi artık Türkçe bilmeyen Müslümanların da Kur’ân’ın mesajından derin dersler çıkarması için bir çeşit sondaj vazifesi görmüştür. Akılların allak bullak edildiği bu zamanda, Risale-i Nur, Müslümanların İslâm’a sadakatını tesis etmiştir. Bilhassa Ülkemizde bu eserlere yakın duranlar Türk kimliğini ve Müslümanlığını hiç bir zaman yitirmemişlerdir.

Muhaliflerin tazzikleri göz önünde bulundurulunca Risale-i Nurların gücü ve tesiri daha iyi idrak edilmektedir. Modern çağ Risale-i Nur suz olamaz. Bediüzzaman Said Nursî’nin amacı Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez bir nur olduğunu göstermektir. İslâmiyetin bir din ve dünya görüşü olduğu geleneksel yöntemlerle ne anlaşılabiliyor ne de açıklanabiliyordu. Bediüzzaman Said Nursî, İslâmla bilim arasındaki ilişkiyi ortaya koydu. Tabiat, insan ve yaratıcı arasındaki bu ilişkinin ortaya konuş biçimi Risale-i Nurlara teveccühü arttırdı.

Kur’ân ve Hadis bilgisine dayanarak İslâm düşüncesinde akıl ve vahiy arasındaki karşılıklı ilişkiyi göstererek meteryalizmin İslâm inancını tehdit ettiği çağımızda Müslüman nesillerinin susuzluğunu giderdi. Bediüzzaman Said Nursî zamanının çok ötesinde biridir. Bundan dolayı o, olup bitene seyirci kalmayarak ileride, İslâm’ın ortadan kalktığı bir dönemin gelmemesi için, Kur’âna hizmet çerçevesinde, mesaisini Kur’ân üzerinde yoğunlaştırarak, Risale-i Nur gibi bir eser ortaya koydu.

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri Müslümanlar ve diğer insanlar tarafından keşfedilmeyi bekleyen, eşi benzeri çok az bulunan bir elmastır. Bundan dolayı Risale-i Nurlar üzerinde çok daha fazla çalışmaya ve tefekkür etmeye ihtiyaç vardır. Risale-i Nurlar, Kur’ân’ın mânâ okyanusundan damlalar hükmündedir. “Eğer yeryüzündeki bütün ağaçlar kâlem olsa, deniz de mürekkep olsa, hatta buna yedi deniz daha eklense de Allah ‘ın kelâmı yazılmakla tükenmez. Şüphesiz ki, Allah yegâne galiptir, hükmünde hikmete sahiptir.”

Çetin Kılıç

Kaynak
Lokmân, 31/27
Risale-i Nur Külliyatı
Sorularla risale