Etiket arşivi: Çetin Kılıç

Kalbin yarası vesvese

Vesvese; şüphe, tereddüt, kuruntu, insanın aldanması, nefsine yenik düşmesi ve şeytanın hilelerine karşı mağlûp olması gibi anlamlara gelmektedir. Vesvese dövülmeden ağlamaya benzer. Vesvese genelde bilgi eksikliğinden olur. Onun tedavisi de o eksikliği onun ilmini öğrenerek giderilebilir. Vesvese tuzağına düşmemek için öncelikle Allah’ın kitabı Kur’ân-ı Kerîm’i okuyup anlayarak hayatımıza tatbik etmeliyiz. İmanı kuvvetlendirecek ortam ve sohbetlerde bulunmalıyız. Ve marifette ve imanda inkişaf ettirecek Risale-i Nurlar ile çok meşgul olmalıyız. 

Tahkiki iman; bütün manevi hastalık ve sorunların reçetesi hükmündedir. Bu yüzden bütün sorunları tek tek dert edinmek yerine, tahkiki iman üzerinde yoğunlaşıp o sorunların tamamını imha etmeliyiz. Yani bütün manevi hastalıkların tek panzehiri; sağlam ve tahkiki imanı elde etmektir. Vesveseden kurtulmak için, İhlâs Suresi ile birlikte muavezeteyn sureleri sabah ve akşam abdestli olarak en az üçer kez okunmalı. “Ve kul: Rabbi, eûzû bike min hemezâti’ş-şeyâtîn. Ve eûzû bike rabbi en yahdurûn.” “Deki:Ya Rabbi, Şeytanların vesveselerinden, onların yanımda bulunmalarından sana sığınırım!.”denirse iyi olur.

Şeytanın vesvesesi aslında zayıftır. Din bilgisi tam ve doğru olan ve bu bilgilerine uygun hareket eden insanları aldatması çok güçtür. Şeytan vesvese vererek, kötülüğe düşürmek için insanların bazı zaaflarından faydalanır. Bunlar aceleci olmak, şehvet, gadab, haset, hırs, çok yemek, süslenme sevgisi, dünya lezzetlerini haram yollardan aramak, ihtiyaçtan fazla toplanıp Allah için sarf edilmeyen dünya malı, cimrilik ve fakir olma korkusu, kendi görüş ve düşüncelerini beğenmek, hasımlarına karşı kin tutmak ve sû-i zân’ı sayabiliriz.

Musibete ziyade ehemmiyet verenlerde, musibeti büyütenlerde, musibetten ziyade korkanlarda, meselenin mahiyetini bilmeyenlerde, cahillerde, vesvese daha çok görülmektedir. Şeytanın birinci gayesi, insanın imansız olmasıdır. Bunu başaramadı mı onun ibadet etmemesine çalışır. Tek çıkar yol, ibadete devam etmektir. Vesveseye düşmüş insanın hiç telaş etmemesi gerekir, zira o hatırına getirdiği şeyler hayalden öte bir şey değildir, zira bunları düşündüğün için hayaline getirdiğin şeyler senin kalbinden çıkmıyorlar, bunlar sana şeytanın verdiği kuruntulardan başka bir şey değil, oysa sen kalbim ne kadar bozulmuş deyip telaş ediyorsun.

Nasıl ki namazda taharet namaza engeldir, ama insan içerisinde bağırsaklarında taharet söz konusu iken bu taharetin namaza engel değildir. Aynen bunun gibi kafanın içindeki kötü düşüncelerde sana zarar vermez ne zamana kadar? Kafana takıp gözünde büyütene, onları zararlı zannedip telaşa kapılana kadar.  Senin yapman gereken onları hiç düşünmemen, hatta zararsız olduğunu bilmen.

“Namaza duruyorum ne kadar kötü olumsuz şey varsa hiç olmadık şeyler gözümün önüne geliyor.” Bunu şöyle açıklayabiliriz, eşyalar, maddeler arasında gizli münasebetler vardır hatta çok ilgisiz olmasına rağmen bir şeye bakarsın seni hayalen çok farklı bir yere götürür. Üstad Bediüzzaman Hazretleri “Hariçte uzaklık sebebi olan zıddiyet ise, hayalde sebeb-i kurbiyettir. Yani, iki zıddın suretlerinin cem’ine vasıta, bir münasebet-i hayaliyedir. Bu münasebetle gelen tahattura “tedâi-yi efkâr” tabir (fikirlerin çağrışımı)edilir. Demiştir. 

Böyle bir sıkıntıya müptela olduysan ben ne kusur ettim deyip hayıflanma, kusurunu aramaya başlarsan müptela olduğun sıkıntı büyür, sen üzüldükçe o şiddetlenir. Hassas sinirli insanlarda bu daha da fazla görülmektedir. 

Ya ne yapmalı da bu dertten kurtulmalı?

Böyle düşüncelerin hatıra gelmesinde dinen bir sakınca yok, alevin resmi yakmayacağına, yılanı resmi ısırmayacağına göre bu hayallerde namazına, ibadetine zarar vermez. Bunu bilmelisin öyleyse onlarla meşgul olmayı bırak. İbadet ettiğinde doğru ve kusursuz oldu mu? Diye düşünmek hoş değildir, gururlanmamak için kabul oldu mu? Olmadı mı? Diyebilirsin.  Vesveseli adam amelini güzel görüp gururlanacağına kusurlu görüp tövbe etse daha iyidir.

Allah’a dua ederken” kusurlu ibadetlerimin kabulü” içinde niyazda bulunarak gurura ve kibre girmekten kurtulursun. Bazen en iyi namazı kılayım, en iyi orucu tutayım, en iyi ibadeti yapayım diye çabalarken farkına varmadan böyle vesveselere duçar olunuyor. Abdestim tam oldu mu? Kuru yer kaldı mı? Gibi şüpheler tekrar tekrar abdest almaya, acaba üç rekât mı oldu, dört rekât mı oldu? Gibi sıkça karşılaşılan şeylerde namazı tekrar etmeye başlayan kişide vesvese bir zaman sonra hastalık derecesine geliyor farkına bile varamıyor.

Bu halden nasıl kurtulacağız?
Acaba abdestimi en iyi şekilde aldım mı? Namazımı en iyi şekilde kıldım mı? Diye düşünmeyeceğiz. Allah emretti sen elinden geleninin en iyisini yaptın, hatta olabilir ki sen farkına varmadan kastı olmaksızın abdest azalarından birini yıkamadın o halde namaza durdun senin abdestin, namazın sahihtir. Dinde zorlama yoktur.
Abdest aldın namaza duracaksın acaba abdestim var mı? Diye düşünüyorsan kural şu;

Abdest aldığını hatırlıyorsan bozulduğunu hatırlamıyorsan abdestin vardır, huzurla namaza dur. Abdestini bozduğunu hatırlıyorsan abdest aldığını hatırlamıyorsan abdestin yoktur abdest almalısın.
İnsan bazen de imani konularda hayaline gelen şeyin aklına geldiğini zanneder karıştırır imanına itikadına zarar geldi zanneder. Oysa”Bir delilden neş’et etmeyen bir ihtimalin hiç ehemmiyeti yoktur”  

Ey Müslüman kardeşim Bediüzzaman Hazretleri” Tahayyül-ü küfür, küfür olmadığı gibi, tevehhüm-ü küfür dahi küfür değildir” der. Öyleyse telaş etme imanına itikadına zarar gelmemiştir ama lüzumsuz tekrar edip durulursa o zaman tehlike var demektir. Zararlı fikir aklına yerleşebilir Allah korusun.

Ehl-i Sünnet ve Cemaat derler ki: “Cenâb-ı Hak bir şeye emreder, sonra hasen olur. Nehyeder, sonra kabih olur.” Demek emirle güzellik, nehiyle çirkinlik tahakkuk eder. Hüsün ve kubh, mükellefin ıttılaına bakar ve ona göre takarrur eder. Şu hüsün ve kubh ise, surî ve dünyaya bakan yüzünde değil, belki âhirete bakan yüzdedir.

Vesvese ifrata vardırmamak şartıyla uyanıklığa sebeptir araştırmaya sebeptir ciddi olmaya vesiledir lakaytlığı aldırış etmemeyi ortadan kaldırır. Bediüzzaman Hazretleri Hakîm-i Mutlak, şu dâr-ı imtihanda, şu meydan-ı müsabakada bize bir kamçı-yı teşvik olarak, vesveseyi şeytanın eline vermiş, beşerin başına vuruyor. Şayet ziyade incitse, Hakîm-i Rahîme şekvâ etmeli, Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım.” Demeli diyerek Müslümanlara tavsiye buyurmuştur.

Ahir zamanda yaşayan ümmetler olarak tazyikatın çok olması kaçınılmazdır. Bediüzzaman Hazretleri zamanın olumsuzluğunu ve bu zamanda yapılması gerekeni şu sözlerle anlatmaktadır. “Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takva bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azîme içinde amel-i sâlihin ihlasla muvaffakıyeti pek azdır. Hem az bir amel-i sâlih, bu ağır şerait içinde çok hükmündedir.”

Bu asırda yaşayanların hayatı bir harp meydanı gibi. Her yandan yüzlerce hücuma uğrayan bir insan, namaza durduğunda ihlâslı, huzurlu bir ibadete zor muvaffak olur. Ama o zorlukta ayrı bir değer vardır. Harp esnasında ve cephede tutulan bir nöbetle, sulh zamanında çarşı içinde tutulan nöbetin bir olmadığı açıktır. Vesveseye birde bu gözle bakalım; İman var ki, vesvese geliyor. Nasıl deniz korsanları, hazine taşıyan zengin gemilerine tecavüz eder ve define bulunan adalara saldırırlar, öyle de şeytan dahi, Mü’minin iman cevheri taşıyan kalbine hücum eder. Kur’ân, “Muhakkak, şeytanın hilesi zayıftır”der.

˝Ey maraz-ı vesvese ile mübtela! Biliyor musun vesvesen neye benzer? Musibete benzer. Ehemmiyet verdikçe şişer. Ehemmiyet vermezsen söner. Ona büyük nazarıyla baksan büyür. Küçük görsen, küçülür. Korksan ağırlaşır, hasta eder. Havf etmezsen hafif olur, mahfî kalır. Mahiyetini bilmezsen devam eder, yerleşir. Mahiyetini bilsen, onu tanısan gider. Şu vesvese öyle bir şeydir ki, cehil onu davet eder, ilim onu tardeder. Tanımazsan gelir, tanısan gider.˝ 

Peygamber efendimiz(sav)”Böyle bir şey arız olduğunda, söz gelimi gadaplandığınızda, ayakta iseniz oturun, oturuyorsanız uzanın veya kalkıp abdest alarak iki rekât namaz kılın ve iç dünyanızda değişiklik yapın; ayrıca o sisi dağıtacak daha başka meşru bir kısım davranışlarda bulunun!”Buyurmuştur.

Vesvesenin manyetik alanından ibadet ile uzaklaşmalı ve psikolojik tesirinden çıkılmalıdır. Efendimiz (sav), bir sefer dönüşü bir defaya mahsus olmak üzere yorgunluktan uyanamayıp sabah namazı kazaya kalınca, “Burayı derhal terk edin; şeytan burada hâkimiyet ve saltanat kurmuş” buyurmuşlardı. 

Efendimiz (sav)’in Mi’rac yolculuğunu hatırlamanın vesveseyi, hususiyle namazda akla gelenleri, hattâ esnemeyi bıçak gibi kestiği ve keseceği söylenebilir.

Çetin KILIÇ

Kaynaklar:
Risalei Nur Külliyatı
Mumsema
Sorularla İslamiyet
Sorularla risale

Kuran nedir? Tarifi nasıldır?

Bediüzzaman Hazretleri Kuran-ı Kerim ile kâinat arasında bir ilişki kurmuştur. Kâinatta Allah’ı tanıtan ayetlerdir, Allah’ın bir kitabıdır buyurmaktadır.

Tabiat kanunu da denilen kanunlar kâinatı nizam altına alır, uymama diye bir şey söz konusu olamaz. Güneşten hücreye kadar her şey harfi harfine verilen emre uyarlar. İlim ve din birbirlerini desteklemektedir. Bütün ilimler kâinatı tanıtmaya çalışmaktadırlar. Hücre bilimi, botanik bilimi, astronomi bilimi gibi bütün bilimler bize kâinatı tanıtmak için varlar, hatta bu tanıtımda aciz kalmışlar, bunu bir bütün olarak incelemek mümkün değil deyip bütün ilim adamları bir manada iş bölümü yapmıştır, insanı inceleyen tıp ilmine bakın kaç bölüme ayrılmış, diş, göz, kalp, mide, cildiye vs.
Bütün bunları kâinata ve insana yerleştiren Allah(cc) insanlara akıl verip bunları inceleyip öğrenmelerini istemiş. 

Kâinatta güneş var, Kuran-ı Kerim’deki ayete bakmadan güneşi doğru tanıyamayız, neden? Fen diyor, güneş bir ateş ve dünyadan milyon defa büyük. Fene bakarak güneşi sevebilirmiyiz? Ateş diyor! Hem de dünyadan milyon kat büyük bir ateş tabiî ki sevilmez, oysa Kuran-ı Kerim ona bir lamba diyor 149 milyon km öteye koyarak, dengeyi sağlamış. 
Dilini bilmediğimiz bir ülkeye gidip orada yaşayan insanların anlattıklarını anlayabilmemiz için, bir tercümana ihtiyacımız olduğu gibi bize kâinatı tanıtması için kâinatın, ağacın, güneşin, hayvanın dilini bilen Kuran-ı Kerim’e de ihtiyacımız var.

Anlamayanlar, kâinatın dili bilmeyenler, ihtiyaç hissedip Kuran-ı okumayanlar fıtratlarındaki inanma ihtiyacına binaen bazı varlıkları tanrı addetmişlerdir.  “İkra”ayetini iyi anlamak lazım .“ikra” fizik oku, kimya oku değildir “ikra” kendini oku dur kendinin mükemmelliğini görüp hamd etmek, şükür etmek, aciz olduğunu, fakir olduğunu anlamak.  Ağacın, bulutun onu tanımadığını, onu ve insanı tanıyan biri tarafından emrine verildiğini anlamak.

Kâinattaki mahlûklar Allahın yaratma sıfatının delilidir tekvini ayetleridir. Allahın ayetlerini taklit etmek mümkün değil, bir yaprak yapamayız, bir çiçek yapamayız. Biz Bir ev yapmaya kalksak önce temel kazarız, duvar örer, çatı yapar, sıva, boya, kapı, elektrik, su, gaz diye bir sıralama ile yaparız. Allah(cc) insanı ana rahminde yaparken önce bedeni, sonra damarları, sinirleri, iç organlarımı yapıyor? Hayır, hepsi birlikte oluveriyor, Allah’ın yaratması hiç insanın yapmasına benzemiyor.

Kâinattakiler elementçe yazılmış, yani elementlerin birleştirilmesiyle meydana gelmiş, elementler ortada yap o zaman, yapamıyoruz, tıpkı 29 harf elimizde ama bir Necip Fazıl gibi, bir Mehmet Akif gibi kelimeleri, harfleri yan yana getirip şiir yazamıyoruz, gözlük yapabiliyoruz göz yapamıyoruz, teknoloji nerelerde olursa olsun.

Kuran bize gayb âlemini ahiret âlemini de tarif ediyor. Yarın ne olacak diye bilemezken Kuran-ı Kerim’den öğrendiğimizle kabir ötesini tasvir edebiliyoruz, kabirde ne olacak, berzahta ne olacak biliyoruz. Allah’ın her ismi bir hazinedir görülmez, biz cevherlerini görüyoruz. Rezzak ismi bir hazinedir, biz ismi göremeyiz rızıkları görüyoruz. Muhyi ismi bir hazinedir, hayat verendir, hayat vereni değil hayat verileni görerek hayat vereni tanıyoruz, biz hayat verilmişleri görüyoruz.

Musavvir ismi; Göz ayrı, kulak ayrı, el ayrı tasfir edilmiş, hepsinden müteşekkil insan apayrı bir teşekkül olmuş, Kuran bunu böyle açıklamasa biz bunu bilemeyiz, bizi bilen Allah(cc) rızka ihtiyacımız olduğunu bildiği gibi nasıl bir rızka ihtiyacımız olduğunu da biliyor ve ona göre bir rızık lütfediyor bizi tanıyan rızkı yaradan odur.

Hadiselerde böyledir. Kuran ışığında okunursa hastalık bize aczimizi, lâyemut olmadığımızı anlatır, değerlendirirsek ibadet olur. Başka bir bakış, hastalığı insana acı veren, huzurunu kaçıran, sıkıntı veren bir hadise olarak gösterir.

Başka bir örnek; Ölüm; Felsefe ölümü yok oluş diye tarif eder, Kuran-ı Kerim ölümü baki âlemin başlangıcı diye tarif eder. Kuranın ışığı olmazsa kâinatı doğru okumak çok mümkün görünmüyor.
Tenezzuleti İlahiye; Allah(cc) bizimle konuştuğu gibi Cebrail (as) ile de konuşuyor, bir yağmur damlasıyla da konuşuyor, güneşle de konuşuyor. Oysa insan belirli bir makama geldiğinde sadece bir alt rütbeyle konuşuyor, vali kalem müdürüyle konuşur her kesle muhatap olmaz.

Namaz kılmak insanın Cenabı Hakla konuşmasıdır. Peygamberimiz(sav) bunu bildiği için her fırsatta namaz kılmış ve bizlere kılmamızı öğütlemiştir. Günümüzde bazı güruh “böylede olur” diyerek beş vakit namazı üç vakte, bazıları ise sünnetleri kaldırmaya çalışıyorlar. Evin mefruşatından telefonun markasına kadar her şeyin en iyisi olsun diyorsun, ibadete gelince bu kadar yeter. Böylede olur deyip perde yerine gazete koysan olmaz, halı yerine hasır koysan olmaz diyorsun, iktisatçılığımız ibadette tutuyor.

Kuranı Kerim’de aile hukukundan harp hukukuna kadar her şey var, ayrıca her şeyin açıklaması da sünnette, hadiste var. İnsanın dişinin arasında kalan yemek kırıntısı yutulmalımı, tükürülmelimi? Hadis bunu söylüyor, Peygamberimiz(sav) buna ölçü koymuş. – “Dilinle çıkardıysan yut, elinle çıkardıysan tükür”.Bu kadar ince ve her şey var.

Üstad “Her insanın bu umumi âlemde bir hususi âlemi vardır.” Buyuruyor. Nasıl güneş var ama kişi güneşten aynası kadar istifade ediyor, aynı şekilde Kuran-ı Kerim’den de ne kadar anlayabildi ise hafızasında o kadar Kuran vardır, ancak bununla ruhunu terbiye ve kalbini tedavi eder. Günah işleyen, adam öldüren, haksızlık yapan Müslümanları böyle değerlendirmek gerek. Kuranı Kerim’den aldığımız anladığımız kadar Müslüman’ız.

Hayatımıza yön veren, aklımıza giren Kuran’dır, bizim Kuranımızdır, Kuranı Kerim’in kendisi değildir. Kuranı Kerim önce Peygamberimiz(sav)’i terbiye etmiş daha sonra Sahabe efendilerimizi sırasıyla ta Üstadımıza kadar gelmiş, Bizde Üstadımızın feyz aldığında istifade edelim, kendimiz anlamaya kalkarsak yeterli olmaz, hazırı var biz böyle bir yirmi beşinci söz, böyle bir onaltıncı söz, birinci söz nasıl yazalım, hazır var istifade edelim.

Risalei Nur okumak şart mıdır? Evet. Tefekkür bir emirdir, hatta bir saat tefekkür bir gün ve daha fazla nafile ibadete bedeldir. Nasıl tefekkür edelim? Oturalım gözlerimizi kapayalım, kâinatı düşünelim, kendi aklımızla ne kadar açılır? Birde Ayetel Kübra’yı okuyalım. Üstad’ın gözüyle bakalım, Üstad’ın aklıyla okuyalım istifade nasıl oluyor.
Risalei Nuru okumanın bir ciheti kâinatı Üstadın ilmiyle tefekkür etmektir. Olaylara bakış, hadislere bakışta böyledir. Yol bilmek başka bir şeydir, mayınlı tarladan yara almadan nasıl yürünür?

Çetin KILIÇ

Prof.Dr.Allattin Beşer’in Nur penceresi sohbetinden istifade edilerek hazırlanmıştır.

Bütün Varlıkların İbadeti Ve Çok Tanrılık

“Kainatta hiçbir şey yoktur ki hamd ile Allah’ı tesbih etmesin, Onu anmasın, Ona dua etmesin. Fakat siz onların bu tesbihlerini, zikirlerini, dualarını fark etmiyorsunuz.” Ayeti Kerimesi

“Bu dağ Uhud’dur. O bizi sever biz de onu severiz”. Hadisi Şerifi

“Evet, nev-i beşerin her taifesi birer nevi ibadetle fıtrî gibi meşgul olması ve sâir zîhayatın, belki cemâdâtın dahi fıtrî hizmetleri birer nevi ibadet hükmünde bulunması; ve kâinatta maddî ve mânevî bütün nimetlerin ve ihsanların herbiri, bir mâbudiyet tarafından, hamd ve ibadeti yaptıran perestişe ve şükre birer vesile olmaları; ve vahiy ve ilhamlar gibi bütün tereşşuhat-ı gaybiye ve tezahürat-ı mâneviyenin birtek İlâhın mâbudiyetini ilân etmeleri, elbette ve bedahetle bir ulûhiyet-i mutlakanın tahakkukunu ve hükümferma olduğunu ispat ederler”.

”… belki cemâdâtın dahi fıtrî hizmetleri birer nevi ibadet hükmünde bulunması” 

Yukarıdaki ayeti kerime ,hadisi şerif ve Risale-i Nurda geçen Bediüzzaman’ın bu cümlesi, bütün varlıkların ibadet ettiklerini anlatmaktadır. Şöyle bir soru akla gelebilir. Taş, kömür, odun vs. varlıklar nasıl oluyor da ibadet ediyor?

Malum; Kayalar yeryüzüne gelen suların yollarıdır, kayalar olmazsa yeraltı sularının birçoğu yeryüzüne çıkamayabilirdi. Altın, cansızdır ama insanın refah içinde yaşamasını temin etmesinin yanında binlerce faidesi vardır. Bakır, cansızdır elektriği taşıması gibi çok önemli bir görevi ifa eder. Demir, sanayinin ana maddesidir, demiri hayatımızdan çıkarsak hayat durur desek hiçte abartmış olmayız. Kömür, odun, ateş içinde aynı şeyleri söyleyebiliriz.

Bediüzzaman Hazretleri bu maddelerin icra ettikleri vazifeler onların bir nevi ibadetleri olduğunu söylüyor. İslam dininde biz Müslümanlar bunlara Allah’ın isimlerinin tecellisi diye bakıyoruz.
Müslüman, taşın su getirmesine Allah’ın Rezzak ismi diye bakar. Elektriğin üretilmesi ve iletilmesine Allah’ın Âlim ismi diye bakar. Demirin sanata dönmesi gemi olması, uçak olması, tencere, tava olması her biri Allah’ın başka bir Esmasının başka bir isminin tecellisidir.

Bu manayı anlamayan Kuran-ı Kerimi bilmeyen, İslam’ı tanımayan ve Kuran-ı Kerim’in tefsiri olan Risale-i Nurları okuyup anlamayanlar, Allah’ın her bir ismine birer tanrı ittihaz etmişlerdir.
Hindistan’da kullandığı asansörüne, arabasına tapan insanlara rastlanıyor, 

-Ey asansör sen olmasa idin ben bu apartmana nasıl iner çıkardım otomobilini süsleyip karşısına geçip ey benim otomobilim sana minnettarım iyi ki varsın sen olmasa idin ben işime nasıl gelip gidebilirdim”diyor. Ve ona şükranlarını bildiriyor.

Hinduizm’de 330 milyon kadar böyle kutsal sayılan varlıkların olduğu söyleniyor, İslamiyet’i bilip anlayamadıkları için bunu tek bir tanrının 330 milyon özelliği olarak tanımlıyorlar. Yani tek bir tanrının 330 milyon farklı görüntüsü, kutsal saydıkları şeylerin, inandıkları tanrının şekle girmiş hali olduğuna inanıyorlar.

Örneğin Ganj nehrinin Tanrıça Ganga olduğuna inanırlar, Hinduizm’de inekler tanrı olarak değil, tanrının beden giymiş hali olarak kabul edilir. Allah’ın Rahman ismini, Allah’ın Rezzak ismini, Allah’ın Kuddüs ismini, Allah’ın Müheymin ismini, Allah’ın Halık ismini, Allah’ın Aziz ismini, Allah’ın Musavvir ismini, Allah’ın Cebbar ismini, Allah’ın Vehhab ismini, Allah’ın Basir ismini daha nice Esma-i Hüsna’sını göremeyen akıllar böyle ineği, sineği, böceği ağacı, yaprağı, taşı tanrı diye tanır.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen İslamiyet’in yayılması, Müslümanların o coğrafyalara gidip İsmaiyeti, Müslümanlığı anlatması sayesinde Hindistan’da Müslümanlık en yaygın ikinci din olmuştur.
Allah(cc), daveti ümmet olan bu insanlara da İslamiyet’i tanıyıp Müslüman olmayı, Kuran-ı Kerimi okuyup anlamayı-yaşamayı, Risale-i Nurlarla tanışmayı nasip etsin. Âmin

Çetin KILIÇ

Kaynaklar;
Kuran-ı Kerim Meali
Hadis-i Şerif Külliyatı
Risale-i Nur Külliyatı

Bizi Din mi Geri Bıraktı?

“Ne yaş, ne de kuru hiçbir şey yoktur ki, ap açık bir kitapta yazılmış olmasın.” Allah(cc) indirdiği Kur’an-ı Keriminde böyle buyuruyor. Böyle bir kitaba sahip olan Müslüman, her şeyin ama her şeyin apaçık yazıldığı bir kitaba sahip olan Müslüman geri kalmışsa bunun suçlusu nasıl din olabilir? Bunun suçlusu geri kalmışlığımızın suçlusu kitabını okumayan, anlamayan, uygulamayan Müslüman değil midir?

Bediüzzaman Hazretleri bu Ayeti Kerimeye şöyle bir açıklama getirmiştir. “Evet, herşey içinde bulunur. Fakat herkes herşeyi içinde göremez. Zira muhtelif derecelerde bulunur. Bazan çekirdekleri, bazan nüveleri, bazan icmalleri, bazan düsturları, bazan alâmetleri, ya sarahaten, ya işareten, ya remzen, ya ibhâmen, ya ihtar tarzında bulunurlar.”

Aliya İzzetbegoviç’in şu sözüne kulak verelim. “Batı çürümüş değil. Güçlü, örgütlü ve eğitimli, okulları bizimkilerden iyi, kentleri bizimkilerden temiz. Batı’da insan haklarının düzeyi yüksek ve fakirler ile sakatlara toplumsal yardım iyi örgütlenmiş durumda. Batılılar çoğunlukla sorumlu ve dakik kişiler. Onların ilerlemelerinin karanlık yönünü de biliyorum ve bunun gözümden kaçmasına izin vermiyorum. İslam en iyisi ama biz en iyisi değiliz. Bunlar iki farklı şey ve her zaman onları karıştırıyoruz. Batı’dan nefret etmek yerine onunla rekabet etmeliyiz. Kur’an bize bunu emretmiyor mu; ’Hayırlı işlerde yarışınız.”

İnsanlığın sanat ve bilim yönüyle ilerlemesinde uçak, gemi, elektrik, haberleşme gibi buluşların etkisi oldukça fazla olmuştur. Daha doğru bir ifade ile bunlar olmadan ilim, bilim, sanat, fen ve ilerlemeden söz edilemez.  Bahsettiğimiz uçak, gemi, elektrik, haberleşme gibi fenler, ilimler Kur’an-ı Kerimde yer alıyor mu? Bir göz atalım.

“Rüzgârı da Süleyman’a boyun eğdirdik ki, sabahtan bir aylık, öğleden sonra da bir aylık yol giderdi.”  Bu Ayeti Kerime hava taşıtından söz etmektedir.

“Onlar için bir delil de, insan neslini, dolu gemilerde taşımamız ve bunun gibi daha nice binekleri onlar için yaratmış olmamızdır.”  Bu Ayeti Kerime açıkça gemiden söz etmektedir.

“Allah göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misali, bir lâmba yuvası gibidir ki, onda bir kandil vardır. Kandil de cam fanus içindedir. Cam fanus ise, inci gibi parlayan bir yıldıza benzer ki, ne doğuya, ne de batıya ait olmayan mübarek bir ağacın yakıtından tutuşturulur. Onun yakıtı, kendisine ateş dokunmasa bile ışık verecek kabiliyettedir. O nur üstüne nurdur. Allah dilediğini nuruna kavuşturur.” Bu Ayeti Kerime elektrikten söz ediyor.

Ayrıca kuranı kerimde ilme işaret eden, teşvik eden, haber veren Ayeti Kerimelere göz atalım. “Gökyüzünün korunmuş bir tavan kıldık” Bu Ayeti kerime Ozan tabakasından söz etmektedir. “Dağları yerinde durur görürsün. Hâlbuki onlar bulutlar gibi hareket ederler”  Bu Ayeti Kerime Dünyanın dönmesinden söz etmektedir.

“Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerininki tuzlu ve acı iki denizi salıveren ve aralarına bir engel, aşılmaz bir serhat koyan O’dur.” Bu Ayeti Kerime yüzey geriliminden söz etmektedir.

“Evet, bizim onun parmak izlerini bile, aynen eski haline getirmeye gücümüz kudretimiz yeter.” Bu Ayeti Kerime her insanın parmak izinin farklı olduğundan söz etmektedir.

“ Göğü de kudretimizle yapıp kurduk. Şüphesiz ki biz, hep genişleticileriz.” Bu Ayeti Kerime Kâinatın genişlemesinden söz etmektedir.

“Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslâm’a açar; kimi de saptırmak isterse göğe çıkıyormuş gibi kalbini iyice daraltır. Allah inanmayanların üstüne işte böyle murdarlık verir” 
Bu Ayeti Kerime Yükseğe çıktıkça oksijen azalmasından söz etmektedir.

“Görmüyor musun? Allah bulutları sünnetinin, düzeninin yasaları içinde, iradesinin tecellisine uygun olan yere sürüklüyor. Sonra onları biraraya getirip üst üste yığıyor. İşte görüyorsun ki, bunlar arasından yağmur çıkıyor. O, gökten, oradaki dağ gibi bulutlardan dolu da indirir. Onunla sünnetine, düzeninin yasalarına uygun olarak, iradesinin tecellisine tâbi, akıllı ve sorumlu varlıklara zarar verir. Sünnetine, düzeninin yasalarına uygun olarak, iradesinin tecellisine tâbi, akıllı ve sorumlu varlıklardan doluyu uzak da tutar. Bu bulutlardan çıkan şimşeğin parıltısı neredeyse gözleri alır. 
Bu Ayeti Kerime Yağmurdan, şimşekten nereye ve ne kadar yağacağından söz etmektedir.

“Ve rüzgârları da aşılayıcılar olarak gönderdik. Sonra gökten su indirdik de onunla sizleri su verdik ve siz onun için hazinedar değilsiniz” Bu ayeti Kerime bitkilerin döllenmesi ve rüzgârdan söz etmektedir.

Allah (cc) insanlığın maddi manevi ilerlemelerinde peygamberleri öncü göndermiş onlar insanlığa yol gösterici olmuşlar. Adeta birer ustabaşı gibi insanlara hizmet etmişler. Peygamberlerin bazıları eliyle maddi harikaları insanlığa hediye etmiştir.

Nuh (as)’ın mucizesi gemi, Yusuf(as)’ın mucizesi saat, İdris(as) mucizesi terzilik gibi.
Bu mesleği icra eden sanatkârlar her bir peygamberi mesleklerinin piri ilan etmişlerdir.
Yusuf (as) sanatçıların piri, İdris( as) terzilerin piridir.
Kur’an-ı Kerimde Peygamberlerin mucizelerinden bahseden ayetler birer hikâye değil, yol gösteren ifadeler olarak okunmalı ve değer verilmelidir. İnsanlığın fen ve sanat noktasında ilim ve buluşlarda nerelere kadar çıkacağını en son hedefleri göstererek teşvik eden ayetler bu ayetlerdir.
Su çıkarılması hususunda insanlığı teşvik eden Musa (as)’In mucizesi olan,
“Mûsâ’ya ‘Vur asânı taşa’ buyurduk. Asâsını vurduğu yerden, on iki pınar fışkırıverdi.” 
Ayeti Kerimesinin izahını Bediüzzaman Hazretleri şöyle yapıyor.
“Bu âyet işaret ediyor ki, zemin tahtında gizli olan rahmet hazinelerinden, basit aletlerle istifade edilebilir. Hattâ taş gibi bir sert yerde, bir asâ ile âb-ı hayat celb edilebilir. İşte, şu âyet, bu mânâ ile beşere der ki: Rahmetin en lâtif feyzi olan âb-ı hayatı, bir asâ ile bulabilirsiniz. Öyle ise haydi, çalış, bul.
Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisan-ı remziyle, mânen diyor ki: “Ey insan! Madem Bana itimat eden bir abdimin eline öyle bir asâ veriyorum ki, her istediği yerde âb-ı hayatı onunla çeker. Sen de benim kavânîn-i rahmetime istinat etsen, şöyle ona benzer veyahut ona yakın bir aleti elde edebilirsin. Haydi, et!”
İşte, beşer terakkiyâtının mühimlerinden birisi, bir aletin icadıdır ki, ekseryerlerde vurulduğu vakit suyu fışkırtıyor. Şu âyet, ondan daha ileri nihâyât ve gayât-ı hududunu çizmiştir.”

Yine İsa(as)’mın mücizesi olan

Allah’ın izniyle, anadan doğma körleri ve alaca hastalığına tutulanları iyileştirir ve ölüleri diriltirim.”
Ayeti Kerime, müzmin kronikleşmiş hastalıklara dahi derman bulunabileceğini her türlü hastalığın dermanı olduğunu, arayıp bulmamızı söylemektedir.
Bu ayetin tefsirinde Bediüzzaman hazretleri;
“Hattâ ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür”.Buyurarak.
“Ey insan! Benim için dünyayı terk eden bir abdime iki hediye verdim: biri mânevî dertlerin dermanı, biri de maddî dertlerin ilâcı. İşte, ölmüş kalbler nur-u hidayetle diriliyor. Ölmüş gibi hastalar dahi onun nefesiyle ve ilâcıyla şifa buluyor. Sen de Benim eczahane-i hikmetimde her derdine deva bulabilirsin. Çalış, bul. Elbette ararsan bulursun.”.Demiştir.
Davut(as)’ın mucizesi “Demiri de onun için yumuşattık.” 
Süleyman (as) mucizesi “Erimiş bakırı ona sel gibi akıttık.” 
Demirin yumuşatılması bakırın eritilmesi madenlerin bulunup çıkarılması endüstrinin aslı ve anasıdır bunlar ilahi birer ikramdır.
Bediüzzaman Hazretlerinin şu sözlerine dikkatle bakalım;
“Ey benî Âdem! Evâmir-i teklifiyeme itaat eden bir abdimin lisanına ve kalbine öyle bir hikmetverdim ki, herşeyi kemâl-i vuzuhla fasledip hakikatini gösteriyor. Ve eline de öyle bir san’at verdim ki, elinde balmumu gibi demiri her şekle çevirir, halifelik ve padişahlığına mühim kuvvet elde eder. Madem bu mümkündür, veriliyor. Hem ehemmiyetlidir. Hem hayat-ı içtimaiyenizde ona çok muhtaçsınız. Siz de evâmir-i tekvîniyeme itaat etseniz, o hikmet ve o san’at size de verilebilir. Mürur-u zamanla yetişir ve yanaşabilirsiniz.”
Zira onlar kâh öküz arabasına binmişler, yola gitmişler; biz birden bire şimendifer ve balon gibi mebâdiye bineceğiz, geçeceğiz. Belki câmi-i ahlâk-ı hasene olan hakikat-ı İslâmiyenin ve istidad-ı fıtrînin, feyz-i imanın ve şiddet-i cû’un hazma verdiği teshil yardımıyla fersah fersah geçeceğiz. Nasıl ki vaktiyle geçmiştik.”
Bu zamanda iletişim ve ulaşım çok hızlı geliştiği için, terakki ve medeniyetin el değiştirmesi de bir o kadar hızlı olabilir. Eğitim kaliteli hale getirilir, güzel ahlak yerleşir, demokrasi ve özgürlükler tam yerleşir ve doğru yatırım, ar-ge ve yenileşim, üretkenlik ve alın teri gibi değerlere ağırlık verilir ise, hızlı bir şekilde terakki ve dönüşüm hayal değildir.
İnsanlığın ilerlemesi maddi kuvvet ve iktidar elde etmesi demir madeninin ve bakır madeninin işletilmesi ile mümkündür.
Kur’an_ı Kerim erimiş bakıra vurgu yaparak tembelleri şiddetle ihtar ediyor.
Kur’an-ı Kerimde televizyon ve sinemaya işaret eden Ayeti Kerime
‘Sen daha gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm’ dedi.” 
Sebe melikesi Belkıs’ın tahtının Süleyman( as) tarafından göz açıp kapayıncaya kadar yanında hazır etmesi hadisesi işaret ediyor ki, eşyalar uzak mesafeden aynen veya sureten taşınabilirler. 
İnsanlık henüz suretleri taşıyor eşyanın kendisini taşıyamıyor, demek oluyor ki Kur’an-ı Kerimin işaret ettiğinden gerideyiz.
Cenabı Hakka itimad etsek, Süleyman (as) gibi günahsız ağızla dua etsek, kabiliyetimizi ortaya koysak, Allah’ın kâinata koyduğu tabiat kanunlarına riayet etsek, Allah’ın inayeti şüphesiz yetişecektir. 
Bediüzzaman Hazretleri’nin idarecilere de bir uyarısı var.
” Ey ehl-i saltanat! Adalet-i tamme yapmak isterseniz, Süleymanvâri, rû-yi zemini etrafıyla görmeye ve anlamaya çalışınız. Çünkü bir hâkim-i adaletpîşe, bir padişah-ı raiyetperver, aktâr-ı memleketine her istediği vakit muttali olmak derecesine çıkmakla mes’uliyet-i mâneviyeden kurtulur veya tam adalet yapabilir.”

Bizler Müslümanlar ve ülke insanı olarak Allah’ın emirlerine riayet etsek, yasaklarından sakınsak, bize indirdiği kitabı Kur’an-ı Kerimi okusak, hayatımıza tatbik etsek, Peygamberimiz(sav)’e itimat edip sözünü dinlesek bu gün konuştuğumuz, Amerika Birleşik Devletleri şu an Dünya’nın en büyük ekonomisi konumundadır. 18 Trilyon 37 Milyar Dolar büyüklüğünde, Çin 11 Trilyon 8 Milyar Dolar büyüklüğünde. Japonya 4 Trilyon 123 Milyar Dolar büyüklüğünde Almanya 3.3 Trilyon, İngiltere 2.8 Trilyon ve Fransa 2.4 Trilyon büyüklüğünde. Hindistan 2 Trilyon, İtalya 1.8 Trilyon, Brezilya 1.7 Trilyon ve Kanada 1.5 Trilyon büyüklüğünde Türkiye, 718 Milyar Dolar büyüklüğü ile 18. Sırasında bulunuyor.Demek yerine 
Türkiye dünyanı en büyük ekonomisine sahip diyebiliriz.
Türkiye Adaletin ve insan haklarının uygulandığı en ileri ülke diyebiliriz.
Türkiye yaşanabilir ülkeler arsında en önde diyebiliriz.
Kim ki heva ve nefislerini terk eder tembelliği bırakırsa Allah(cc)’ın kâinata koyduğu tabiat kanunlarından en azami şekilde istifade ederler.
“Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslamiyet’in olacaktır.”

Çetin KILIÇ

Risalei Nur Külliyatı yirminci söz ikinci makamdan istifade edilerek yazılmıştır.
Kaynaklar 
Kur’an-ı Kerim meali
Risalei Nur külliyatı
Sorularla İslamiyet
investaz

Tüccar Kadın ve Mükemmel Eş Hazreti Hatice (RA)

Hazreti Hatice (ra) validemiz 556 miladî yılında Mekke’de doğdu. Babası Huveylid, annesi Fâtıma’dır. Asil bir soya mensuptur. Nesebi baba tarafından Kusay’da, anne tarafından da Lüey’de sevgili Peygamberimizin soyu ile birleşir.
Hazreti Hatice (ra) Cahiliye döneminde bile tahire (temiz) diye anılırdı.
Kureyş kadınları içinde soyca en üstün, şerefçe en büyük, servetçe en zengin olanıydı, akıllı, uyanık, içli ve ince düşünceli, bilgili, görgülü, medeni, donanımlı, dirayet sahibi, okuma-yazma bilme, Hazreti Hatice(ra)’nin dikkat çeken özelliklerden birkaç tanesidir.
Babası Kureyş eşrafından büyük bir tüccardı, ficar savaşlarından önce öldü, cahiliye döneminde iki evlilik yaptı.
Güvenli bulduğu kimselerle ortaklaşa ticaret yapmaktaydı. Büyük kervanlara sahipti.
Tanıdıklarının tavsiyesi üzerine çevresinde üstün ahlâk sahibi ve güvenilir bir genç olarak bilinen Hazreti Muhammed Mustafa (sav) ile anlaşma yaptı. Kölesi Meysere’yi de hizmetine vererek Şam seferine gönderdi.
Seferde, kölesi Meysere Hazreti Muhammed (sav)’in harikulade hallerini Hazreti Hatice (ra)’ye anlatınca daha önce iki kere evlenmiş ve dul kalmış kalan, iki erkek ve bir kız çocuğu olan Hazreti Hatice (ra) , Hazreti Muhammed(sav)’e hayran kaldı ve adetlerin aksine Efendimiz(sav)’e kendi talip oldu.
Teklifi kabul eden Hazreti Muhammed (sav) ile Hazreti Hatice (ra)nin yirmi beş yıl sürecek gelmiş geçmiş en mübarek izdivaç gerçekleşmiş oldu. 
Nikahları kıyıldığında Hazreti Hatice(ra) annemiz kırk yaşında, sevgili Peygamberimiz (sav) yirmi beş yaşlarındaydı. 25 yıllık evlilikleri süresince Peygamberimiz(sav) başka bir kadınla evlenmemiştir.
Hazreti Hatice (ra) annemiz misafirperver, cömert, şefkatli ve merhametliydi. Yetimlere, kimsesizlere sahip çıkardı güler yüzlü ve feraset sahibi idi. 
O devirde bile erkeğin egemen olduğu bir toplumda devrinin en büyük başarısını ortaya koymuştur.
Kadın patron olmak gibi bir misyonu üstlenmiş ve korkmadan, çekinmeden bu işini ifa etmiştir. O çağın medeniyetine onun gibi kaç kadın başarısı gösterebiliriz ki? Bizans, Fars, Hindistan gibi yerlerde kadının insan olup olmadığı tartışılırken o değme tüccarlara taş çıkartıyordu.
O Allah’ın selam gönderdiği ve Peygamber(sav)’in unutamadığı kadın, Cebrail onu methediyor, İnsanlık onu örnek alıyor. Adı Cennettin dört büyük kadını arasında zikredilmiş. 
Ev, iş, çocuk, bunun yanı sıra inzivaya çekilmiş bir eş. Hiç birini ihmal etmeden sekteye uğratmadan en iyi şekilde yerine getirebilmiş.
Üstelik eşi henüz peygamber değil sadece ‘doğruluğuyla ‘ sayılıp sevilen bir insanı eş seçiyor. Neden bizim gibi çok mallar ve çok oğullar sahibi zengin liderleri değil de kimsesiz bir yetimi seçti? Diye düşünebilirsiniz.
Hazreti Hatice (ra) annemizin bu evlilikten iki erkek, dört kız çocuğu oldu. İlk çocuğu Kasım İki yaşına kadar yaşadı. Kızları Zeynep, Rukıyye, Ümmü Gülsüm ve Fâtıma idi. Son çocukları Abdullah, Nübüvvetten sonra doğdu, çok kısa ömürlü oldu, daha henüz sütten kesilmeden vefat etti.
Efendimiz(sav) her yıl Ramazan ayında yaklaşık bir ay müddetle Mekke’den çıkar, Hira Mağarası’na giderdi. 
Bir gün annemize şöyle açıldı: “Ey Hatice! Ben ışıklar görüyor, sesler işitiyorum. Ben bir kâhin olmaktan korkuyorum.
Allah’a yemin ederim ki şu putlardan ve kâhinlikten nefret ettiğim kadar, hiçbir şeyden nefret etmem.”
Hazreti Hatice (ra) annemiz, Onun korku ve endişelerini büyük bir basiret ve anlayışla izale etti.
610 miladî yılının Ramazan ayı idi. Cebrail (as) Hira mağarasında Hazreti Muhammed (sav) ‘e ilâhî vazifesini tebliğ etti.
Fahri Kâinat Efendimiz büyük bir heyecan içerisinde, yüreği titreyerek evine döndü. Annemiz, Efendimiz(sav)’i büyük bir sevinçle karşıladı.
“Anam-babam sana feda olsun, yüzünde şimdiye kadar görmediğim bir nur görüyorum, şimdiye kadar hissetmediğim bir koku alıyorum” dedi. Efendimiz heyecanlıydı. Ancak beni örtünüz, beni örtünüz!” diyebildi.
Hazreti Hatice(ra) annemiz hemen üzerini örttü,sardı sarmaladı ve yatırdı.
Hakkı, hakikati tam kavramış olan annemiz bir Peygamber hanımı olarak Efendimiz(sav)’in her zaman yanında olmuştur.
Hazreti Muhammed (sav) Efendimize büyük bir görev yüklenmişti. İçinde bulunduğu cemiyette bu vazifeyi yerine getirmek kolay değildi. Bütün dünya karşısında yer alıyordu.
Efendimiz(sav) bu büyük derdini annemize: “Bana kim inanır ya Hatice!” diye seslendirdi.
Soyu sopu, zenginliği, güzelliği ve olgunluğu ile şeref timsali annemiz büyüklüğüne büyüklük katan, ferasetli davranışıyla şeref ve izzetini artıran şu sözleriyle Efendimiz(sav)’e destek verdi: “Sana kim inanmaz ki? Önce ben inandım.” deyip kelime-i şahadet getirdi. İslâm’ın ilk Mü’mini oldu. İmana girerken düşünmek için zaman dahi istemedi.
En zor, en sıkıntılı en çaresiz dönemde o vardı. Kur’an-ı Kerim’de “Öncülerin En Öncüsü” olarak tarif edilen zirve noktada onu görmek mümkündür. 
Vahiy ve davet sürecinde yıllarca malı, canı, kalbi ve aklı ile beyinin yanında oldu. O fedakârlık sınırlarını aşan kelimeler ile ifade edilmeyecek kadar eşsizdir.
Hazreti Hatice (ra), o günlerde eşini adım adım takip etti. Adeta onun gören gözü işiten kulağı oldu. Bundan sonra her zaman onu kollayıp gözetti, herhangi bir problemle karşılaşmaması için beyini bir an olsun yalnız bırakmadı. Efendimiz(sav) hayatı boyunca ne zaman yaslanacak bir omuza ihtiyaç duysa onu her zaman yanında bulurdu.
Peygamberimiz (sav)
“Kendi zamanındaki yeryüzü kadınlarının en hayırlısı İmran’ın kızı Meryem’dir. Bu ümmetin kadınlarının en hayırlısı da Hatice’dir.” 
’Herkes beni terk ederken o yanımdaydı, en zor günlerde beni o destekledi, onun yerini kimse tutamaz’’. Buyuruyor.
Hazreti Hatice (ra) Hazreti Muhammed (sav)in Peygamberlik döneminin fırtınalı zamanlarında Onun için bir huzur limanı, saadet sığınağı oldu.
Cebrail(as) Peygamberimiz(sav)’e abdest alıp namaz kılmayı öğretince Hazreti Hatice(ra) validemizle birlikte Mescid-i Aksa’ya yönelerek iki rekât namaz kıldılar. Hazreti Hatice, Allah Resûlü (sav) ‘e uyarak ilk cemaat olma şerefine ulaştı.
İnsanı hayata bağlayan, ona yaşam sevinci veren, hayatı anlamlı kılan değerlerin başında aile gelir.
Hatice Validemiz (ra), varlıklı bir hanım olmasına rağmen evinin işini kendisi görür, hizmetçi kullanmazdı. Özellikle de eşinin ve çocuklarının ihtiyaçlarını kendisi karşılardı, şüphesiz isteseydi çok sayıda hizmetçisi olurdu, fakat o sadeliği tercih etmiş ve kibirden uzak bir hayat sürmüştür.
Hazreti Hatice (ra)’nin bu fedakârlığı yalnızca eşi ve çocuklarıyla sınırlı değildi. Rasûlullah(sav)’in aile efradına ve çevresine de ilgi ve alâka gösteriyordu.
Peygamberimiz (sav)’in sütannesi Hazreti Halime’yi düğünlerine davet ettiklerinde, Hazreti Hatice(ra), Halime’yi el üstünde tutmuş, ziyadesiyle alâka göstermişti. Hazreti Hatice(ra) kayınvalidesi konumunda bulunan Hazreti Halime’ye çok sayıda dişi deve hediye etmişti.
İlişkilerinde asla bencilliğe yer yoktu, birbirlerini kendi nefislerine tercih etmişlerdi. İşte böyle olduğu için ortaya mükemmel bir evlilik çıkmış ve tüm insanlığa örnek olmuştur.
O Resulullah(sav)’in hem eşi hem yardımcısıydı. Hem patronu hem öğrencisi, hem koruyucusu, hem inananıydı, hem destekleyen hem destekleneni, hem seven hem sevilendi.
Kavminin görkemli köşklerini, ibrişim ipeklerini, süslü mücevherlerini elinin tersiyle itmişti.
Son derece modern ve öngörülü bir insan. Aynı derecede atılımcı, araştırmacı, mana ilimleriyle hemhal, dik duruşlu bir şahsiyet. 
Tüm bunları Allah’ın Peygamberi için yapmıştı. O’nun aşkı, O’nun sevgisi ve O’nun davası için.
Kocasıyla aralarındaki yaş farkını kadın duyarlılığıyla telafi edip hissettirmemiş.
Efendimiz(sav)’e babalığı tattıran ilk kadın olmuştur.
Efendimiz(sav)’e tüm varlığıyla âşık olmuştur.
Efendimiz(sav)’e öyle âşıktır ki, deve kervanıyla ticari seferlere çıktığı sıcak günlerde, “O şimdi güneş altında yanıyor” düşüncesiyle evinin damına çıkmakta, güneş altında akşama kadar oturmaktaydı.
64 sene 6 ay yaşamış olan Hatice Validemiz(ra), miladî 620 tarihinde Rabbimizin müjdelediği Cennetteki sarayına uçtu. Aşka Adanmış Bir Ömür son bulmuştu. Mekke şehrinde, Hacun Kabristanı’na defnedildi. Kabrine bizzat Peygamberimiz(sav) indirdi. O tarihte farz olmadığı için cenaze namazı kılınmadı.
Danimarka Roskilde Universitesi’nden bir öğretim üyesi bayan, Dr. Lotte Begglid Mortensen “Sizin Peygamberinizin başarılı iş kadını olan bir eşi vardı. O öyle böyle bir kadın değildi. Doğunun katı tutum ve kültürüne baş kaldırmış bir kadındı. Bu direnişiyle önemli işler başarmıştır. Döneminin önemli bir iş kadınıdır. Kendinden on beş yaş küçük biriyle evlendi ve kimseyi umursamadı. Üstelik o zaman ve o ortamda oluşan bu direniş hayret vericidir.” Demiştir.
Merhum Ali Ulvi Kurucu Ağabeyimiz asırlar sonrası sanki Hazreti Hatice annemizi şiiriyle tarif ediyor:
‘’Tarihe şerefler veren erler anılırken,
Yükselmede ruh, en geniş âlemlere yerden.
Bin rayihanın feyzi sarar ruhu derinden,
Geçmiş gibi Cennetteki gül bahçelerinden. ‘’
Susmayı konuşmak kadar iyi becerebilen kadın Hazreti Hatice (ra)
Tarihteki abidevi şahsiyetler tarih zemininde çiçek açarlar. Bu çiçeklerden birisi var ki eşi benzeri yok. 
Yaylada çiçek olmak kolaydır ama çölde çiçek olmak çok zordur. Hazreti Hatice validemiz(ra) bunu başarmış nadide bir kadındır.
“Kübrâ” Yeryüzü kadınlarının faziletçe en büyüğünü anlatmak için Hazret Hatice(ra) annemize lakap olmuştur.
Hazreti Hatice(ra)’nin hayatı, Allah’ın rızası, ailenin huzuru, dünya ve ahiret saadetinin kazanılması hususunda Müslüman aileler için çok önemli bir örnek teşkil eder. Onun hayat tarzı ve fedakârlığı anısının ölümsüzleşmesini netice verdi. Çünkü Hazreti Hatice (ra) Müslümanlar arasında çok sevildi. Arap olan veya olmayan birçok Müslüman aile kız çocuklarına onun adını vererek sevgilerini gösterdiler.
Peygamber Efendimiz (sav)’in üzerindeki bazı şüpheleri izale etmek için Bediüzzaman Hazretleri Efendimiz(sav)’in Hazreti Hatice validemiz(ra)’le evliliğini şöyle değerlendirmektedir.
“Evet, on beş yaşından kırk yaşına kadar, hararet-i gariziyenin galeyanı hengâmında ve hevesât-ı nefsaniyenin iltihabı zamanında, dost ve düşmanın ittifakıyla kemâl-i iffet ve tamam-ı ismetle Haticetü’l-Kübrâ (r.a.) gibi ihtiyarca birtek kadınla iktifa ve kanaat eden bir zâtın, kırktan sonra, yani hararet-i gariziyetevakkufu hengâmında ve hevesât-ı nefsâniyenin sükûneti zamanında kesret-i izdivaç ve tezevvücâtı, bizzarure ve bilbedâhe, nefsanî olmadığını ve başka ehemmiyetli hikmetlere müstenit olduğunu, zerre kadar insafı olana ispat eder bir hüccettir.
Çetin KILIÇ
Kaynaklar;
Siyeri Nebi
Risalei Nur Külliyatı
İslam ve İhsan
Risale Haber
Aşka Adanmış Bir Ömür(Nurdan Damla)
Kadın ve Aile
Risalei Nur Enstitüsü
Risale Formu
Sorularla Risale