Etiket arşivi: Çetin Kılıç

Nikah (Evlilik) Duası ve Nikahın Şartları

Bir erkekle bir kadın arasında Allah’ın koyduğu prensipler çerçevesinde akdedilen muameleye nikah diyoruz.

Evlilik İslâm nazarında bir ibadet kabul edilir

Kur´an-ı Kerim´de Evilikle alakalı ayetler; 

1- Kişi, buluğ çağına erince geciktirilmeden evlendirilmelidir (Nisa 6). 

2- Mü´min kişi mü’min bir eşle evlenmelidir. Müşrik kişi (neseb, zenginlik, güzellik gibi sebeplerle) hoşumuza gitse bile onunla evlilik yapılmamalıdır. Çünkü mü’min kimse, (burnu kesik siyah) köle bile olsa, hoşumuza giden müşrikten daha hayırlıdır. Çünkü onlar cehenneme çağırırlar (Bakara 221). 

3- Kadınlardan hoşa gidenle evlenilmelidir (Nisa 3). 

4- Kadınlarla ailelerinin izniyle evlenilmelidir (Nisa 25) 

5- Kadın namuslu, fuhuştan uzak ve gizli dostlar edinmeyenlerden olmalıdır (Nisa 25). 

6- Kadına mehri (nikâh bedeli)verilmelidir (Nisa 25). 

7- Cemiyet, bekâr olan (dul, yetim, köle) kimselerle ilgilenip, onları evlendirmelidir. Evlendirmede fakirlikten korkulmamalı, bekârlara yardım edilmelidir. 

8- Nikâh akdi alenî olmalıdır. Ayrıca Hz. Peygamber (asm) nikâhın alenî olmasını, bu maksatla ziyafet verilmesini ve hatta def ve sesle ilan edilmesini ısrarla emretmiştir. 

9- Nikâh kadın erkek arasında veraset hakkı te’sis eder (Nisa 12) 

10- İslamî nikâhın müddeti müebbettir, daimidir. Yani kadınla erkek hayat boyu beraber olmak üzere nikâhlanırlar. Belli bir müddetle sınırlı olan nikâh meşru değildir. Kişi, içinden muayyen bir müddete niyet etmiş olsa bile, bu müebbet kabul edilir. Boşanma dinimizde meşru ise de ciddi ve meşru bir sebebe dayanmayan boşama ve boşanmalar Allah’ın buğz ettiği, sevmediği bir ameldir. Talak, hadiste “Allah’ın en çok buğz ettiği helal” olarak tarif edilmiştir. 

Peygamber(sav) efendimiz;

Allah’a yemin olsun ki ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve O’ndan en fazla sakınanızım; fakat zaman zaman oruç tutar ve iftar ederim; namaz kılar ve uzanıp yatarak istirahatte bulunurum; kadınlarla da evlenirim. Benim sünnetimden yüz çeviren benden (benim ümmetimden) değildir” buyurarak evliliğin önemini belirtmiştir.

Peygamber (sav) efendimiz;

Ey gençler, sizden evlenmeye gücü yeten kimse hemen evlensin; zira evlilik gözü haramdan en iyi koruyan ve tenasül uzvunun en sağlam kalesidir. Evlenmeye imkânı olmayan ise oruç tutsun; zira oruç şehveti kırmaktadır” buyurmuştur

Evliliğin faydaları arasında toplumun hastalıklardan uzak kalmasını, kişinin ruhi ve nefsi bir rahatlığa kavuşmasını zikredebiliriz. Bu tedbirler sayesinde toplumun fertleri zinanın bir sonucu olarak ortaya çıkacak olan bulaşıcı hastalıklardan kurtulmuş; hayasızlığın yayılması önlenmiş ve harama giden yollar kapanmış olur.

Peygamber(sav) efendimiz bir hadisinde, “Bir kadınla ancak dört meziyeti dolayısıyla evlenildiğine işaret ederek, bunların; kadının malı, soyu-sopu güzelliği ve bir de dini olduğunu belirtmiş, sonra da, “sen kadının dindar olanını al” buyurmuştur.

Başka bir hadisi şeriftede “Kadınlarla güzellikleri dolayısıyla evlenmeyin; olabilir ki, güzellikleri onları kötülüğe sevkeder. Malları dolayısıyla da evlenmeyin; olabilir ki malları da onları size karşı isyana sevkeder. Fakat onlarla dinleri dolayısıyla evlenin. Dindar olan siyahi bir cariye, diğerlerinden üstündür” buyurmuştur.

Evliliğin genel yararları yanında bir de sosyal yararları vardır. Bu yararların basında insan varlığının korunması gelmektedir. İnsan neslinin devam etmesi ve çoğalması, evlilik sayesinde olmaktadır. 

Evliliğin diğer önemli yararlarından biri de, nesebin korunmasıdır. Meşru evliliğin bir an için yokluğunu düşünürsek toplumların nesepsiz ve hiçbir fazilete sahip olmayan çocuklarla ne denli sıkıntılara girdiklerini hemen görürüz.

NİKÂHIN ŞARTLARI 

1. Nikâhı kıyanın akil, baliğ ve nikâh akdi hususunda hür olması. 

2. Nikâhı kıyılanların hayatta mevcut ve nikâhlanmalarının helal olması lazımdır. 

3. Nikâh akdini yapan erkek ve kadının veya vekillerinin bir birinin icap ve kabul anlamındaki sözlerini işitmeleri gerekir. 

4. Şahitlerin hazır bulunması lazımdır. Şahit, nikâhın geçerli olmasının şartıdır. 

Nikâh yapılırken hazır bulunan şahit olacak kimseler de dört sıfatın bulunması şarttır: Hürriyet, Akıllı, Ergenlik, Müslüman olması lazımdır. Köle ve esirlerin, delilerin, çocukların ve kâfirlerin şahit olmaları ile nikâh akdi geçerli olmaz. 

Şahitler; Ya iki erkek, ya da bir erkek iki kadın olması şarttır. Sadece iki kadının şahitliği kâfi değildir. Bir erkeğin bulunmasıyla da nikâh akdi geçerli olmaz. 

5. Şahitlerin, icab ve kabul sözlerini işitmeleri şarttır. İki şahitsiz hiçbir nikâh geçerli değildir. 

6. Kendisi hazır olmayan ve nikâhı kıyılan kadının ve erkeğin ismi anılınca şahitlerin onları rahatlıkla tanımaları lazımdır. 

7. Bakire olsun, dul olsun, ergen olan kadının rızasının alınması da nikâhın şartlarındandır. Hanefilerce; Ergen kızın velisi, onu evlendirmeye zorlayamaz. 

Şafilerce; Baba ve dede, bakire kızı ergen de olsa evlendirebilir. Dulun rızasını aldıktan sonra evlendirebilirler. 

8. Evlenecek kadın ile erkeğin; icab ve kabul ile ilgili sözlerinin aynı mecliste söylenmesi ve işitilmesi şarttır. İcab bir mecliste, kabul başka bir mecliste olursa nikâh geçerli olmaz. 

9. Kabulün icaba aykırı bulunmamasıdır. Mesela, erkeğin kadına hitaben; 

-Seni kendime eş kabul ettim. der. 

Kadında, bir süre düşündükten sonra: 

– Kabul ederim… Diye geniş veya gelecek zamana alt bir fiil kullanırsa nikâh geçerli olmaz. Yani erkek ve bilhassa kadının, geçmiş zamanı; 

-Kabul ettim.! Sözünü kullanması şarttır. 

Cevat Akşit hoca efendi nikahda sadece ”evet” denmesini yeterli olmayacağını belirtir ve şöyle der.

“Tarafların kesin olarak –kesin olarak tabirinin altını çiziyorum- evlendiklerini beyan etmeleridir. “Sana vardım, seni aldım” şeklinde mazi sigasıyla. 

Sadece “Evet”, sigasıyla Hanefi fukahasının fikrine göre olmaz, çünkü “evet” geniş zamandır, “evet vardım”, “evet aldım” kesin olacak. Böyle bir akitle olabilir. “

10. Evlenecek olan kadın ve erkeğin bilinmesi şarttır. İki kızı olan bir kimse vereceği kızının ismini bildirmeden kızını verirse nikâh geçerli olmaz. Açıkça, evlenecek kızın ve oğlanın isimleri belirtilmelidir. 

Sadece resmî nikâh yeterli midir? Sadece resmî nikâhı olanlar Allah katında evli sayılır mı?

Nikâh dinî bir müessesedir ve belli şartları vardır. Aynı şart ve esaslar resmî nikâhta, yani belediye memuru tarafından kıyılan nikâhta mevcutsa nikâh nikâhtır. Ancak şart ve esaslara dikkat edilmiyor, hattâ kaale alınmıyorsa mesele değişir, nikâha gölge düşebilir. Şöyle ki:

Resmî nikâhta evlenecek kişiler evlendiklerine dair ifadelerini açıkça belirtiyorlar. Ancak bu ifadelerin kesinlik bildirmesi gerekir. Başka türlü bir yoruma müsait olmamalıdır.

Bir diğer önemli nokta, şahitlerin Müslüman olması ve iki şahitten birisinin erkek olmasıdır. Oysa resmi nikahta şahidin T.C. vatandaşı olması kâfi geliyor.

Evlenecek taraflar süt kardeşi olmamalıdır. Oysa resmî nikâhta bu husus araştırılmadığı gibi, memur tarafından da sorulmuyor.

Müslüman bir hanım gayri müslim bir erkekle evlenemez. Halbuki yürürlükte olan mevzuatta bu meseleye dikkat edilmiyor, memur sormaya gerek duymadan nikâhı kıyıyor.

Bu mahzurlar söz konusu değilse, sadece resmî nikâhla da helâllik mümkün olur. Zaten nikâhın rüknü, iki şahit huzurunda tarafların birbirlerini karı-koca olarak kabul etmeleridir.

Ancak bütün bunlarla birlikte İslâmî ölçüler çerçevesinde nikâh akdini ihmal etmemeli, yaptırmalıdır.

İnsanın şahsi hayatını ve toplum hayatını düzenleyen en önemli kurumların başında aile hayatı gelir. Bir toplumun aile hayatı bozuksa, o toplumun da insanlığa yapacağı katkı yok denecek kadar azdır. Boşanmaların hızla arttığı, aile içi huzursuzlukların yaşandığı günümüzde evlilik müessesi ve onun hangi temeller üzerine kurulması gerektiği üzerinde durmak gerekir.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’de evlilik konusuna Risale-i Nur Külliyatı’nın çeşitli yerlerinde vurgu yapmaktadır. 
Evet insan, bir refikaya veya bir refike muhtaçtır ki, tarafeyn, aralarında, hayatlarına lazım olan şeyleri muavenet suretiyle yapabilsinler. Ve rahmetten neş’et eden muhabbet iktizasıyla, yekdiğerinin zahmetlerini tahfif etsinler. Ve gamlı, kederli zamanlarını, ferah ve sürura tebdil edebilsinler. Zaten dünyada insanların tam ünsiyeti, ancak refikasıyla olur.” şeklinde açıklar. 

Eşler arasındaki muhabbetin nasıl olması gerektiğini ise Bediüzzaman şöyle açıklar ; 

Hem, refika-i hayatını, rahmet-i İlahiyenin munis, latif bir hediyesi olduğu cihetiyle sev ve muhabbet et. Fakat çabuk bozulan hüsn-i suretine muhabbetini bağlama. Belki kadının en cazibedar, en tatlı güzelliği, kadınlığa mahsus bir letafet ve nezaket içindeki hüsn-i siretidir.

Ve en kıymettar ve en şirin cemali ise, ulvi, ciddi, samimi, nurani şefkatidir. Şu cemal-i şefkat ve hüsn-i siret, ahir hayata kadar devam eder, ziyadeleşir. Ve o zaife, latife mahlukun hukuk-u hürmeti o muhabbetle muhafaza edilir. Yoksa, hüsn-i suretin zevaliyle, en muhtaç olduğu bir zamanda, biçare, hakkını kaybeder.”

Evliliğe adım atmadan önce evlenecek kişilerin birbirine denk olması gerektiğini belirten Bediüzzaman bu denkliğin en önemli kısmının “diyanet” noktasında olması gerektiğini ifade eder. Ve eşlerin birbirlerini bu konuda taklit etmesi gerektiğini şu ifadelerle açıklar;

Bahtiyardır o adam ki, refika-i ebediyesini kaybetmemek için saliha zevcesini taklit eder, o da salih olur. Hem bahtiyardır o kadın ki, kocasını mütedeyyin görür, ebedi dostunu ve arkadaşını kaybetmemek için o da tam mütedeyyin olur, saadet-i dünyeviyesi içinde saadeti uhreviyesini kazanır.”

Bediüzzaman Hazretleri mutlu evliğin sırlarını insanlara verir. Bu faydaları şöyle ifade eder ; 

“Refika-i hayatına meşru dairesinde, yani, latif şefkatine, güzel hasletine, hüsn-i siretine binaen samimi muhabbet ile refika-i hayatını da naşizelikten, sair günahlardan muhafaza etmenin netice-i uhreviyesi ise, Rahim-i mutlak, o refika-i hayatı hurilerden daha güzel bir surette ve daha ziynetli bir tarzda, daha cazibedar bir şekilde, ona dar-ı saadette ebedi bir refika-i hayatı ve dünyadaki eski maceraları birbirine mütelezzizane nakletmek ve eski hatıratı birbirine tahattur ettirecek enis, latif, ebedi bir arkadaş, bir muhip ve mahbup olarak verileceğini vaat etmiştir. Elbette vaat ettiği şeyi kat’i verecektir.”

Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur Külliyatı’nda Tesettür Risalesi’de evlilik konusuna değinmektedir.

NİKAH DUASI

Nikâh merasimi için gerekli şartlar sağlandıktan sonra, bu merasimi icra edecek yetkili kişi, evlenme ile ilgili en az birer ayet ve hadis zikrederek, şahitler ya da topluluk huzurunda evlenecek çiftlerin olurunu alır ve aşağıdaki duayı okur:

Elhamdü lillâhi rabbil-âlemîne vas-salâtü ves-selâmü ‘alâ Rasûlinâ Muhammedin ve ‘alâ âlihî ve ashâbihî ecme’în. Ve ne’ûzü billâhi min şurûri enfüsinâ ve min seyyiâti a’mâlinâ. Ve neşhedü ellâ ilâhe illallâhü ve neşhedü enne Muhammeden ‘abdühû ve Rasûlühü.

Allâhümmec’al hâzel-‘akde meymûnen mübârakâ. Vec’al beynehümâ ülfeten ve mahabbeten ve karârâ. Velâ tec’al beynehümâ nefraten ve fitneten ve firârâ. Allâhümme ellif beynehümâ kemâ ellefte beyne Âdeme ve Havvâe ve kemâ ellefte beyne Muhammedin sallallâhü ‘aleyhi ve selleme ve Hadîcete’l-Kübrâ radiyallâhü ‘anhâ ve beyne ‘Aliyyin radıyallâhü ‘anhü ve Fâtımete’z-Zehrâ radıyallâhü ‘anhâ.

Allâhümme a’tı lehümâ evlâden sâlihâ. Ve ‘umran tavîlâ. Ve rizkan vâsi’â.  Rabbenâ heb lenâ min ezvâcinâ ve zürriyyâtinâ kurrate a’yünin vec’alnâ lil-müttekîne imâmâ. 

Rabbenâ âtinâ fi’d-dünyâ haseneten ve fil-âhırati hesaneh. Ve kınâ ‘azâben-nâr.

Sübhâne Rabbike Rabbil-‘ızzeti ‘ammâ yasıfûn. Ve selâmün ‘alel-mürselîn. Vel-hamdü lillâhi Rabbil-‘âlemîn.

Allah yuvalarımıza huzur saadet bahşetsin hayırlı evlatlar nasip etsin.

Amin

Derleyen: Çetin KILIÇ

NurNet.Org

Kuranı kerim meli
Kütübü sitte
Risalei nur
Sorularla İslamiyet
cevaplarorg

Şifa için (Hastalıklara Karşı) Okunabilecek Dualar ve Esma’ül Hüsna

Nasıl ki, bir çocuk eli yetişemediği bir ihtiyacını, bir arzusunu elde etmek için ya ağlar, ya ister; yani aczinin  (acizliğinin) diliyle dua eder ve isteklerini elde eder.

Öyle de, insan bütün canlılar içinde nazik ve nazlı bir çocuğa benzer. Cenab-ı Hakkın dergâhına acziyle ağlamak veya ihtiyacıyla dua etmeye yönelir.

Başa gelen çeşitli sıkıntılar ve belalar, insana aczini ve güçsüzlüğünü hatırlatıp onu Rabbine yönelmeye zorlar.. bu nedenle tüm belalar aynı zamanda Allah’a sevk ettiği için bir rahmettir. (Allah’a sığınanlara)

Dua eden adam anlar ki, Birisi var, benim kalbimden geçenleri işitir, her şeye eli yetişir, her bir arzusunu yerine getirebilir, âcizliğine merhamet eder.”

Bediüzzaman Saidi Nursi Hazretleri Risalei Nur Külliyatında hastalara şöyle seslenmektedir.

“Ey bîçare hasta! Merak etme, sabret. Senin hastalığın sana dert değil belki bir nevi dermandır.

Ey sabırsız hasta! Sabret belki şükret. Senin bu hastalığın, ömür dakikalarını birer saat ibadet hükmüne getirebilir.

Ey tahammülsüz hasta! İnsan bu dünyaya keyif sürmek ve lezzet almak için gelmemiştir.

Ey şekvacı hasta! Senin hakkın şekva değil şükürdür, sabırdır. Çünkü senin vücudun ve aza ve cihazatın, senin mülkün değildir. 

Ey maraza müptela hasta! Bu zamanda tecrübemle kanaatim gelmiştir ki hastalık bazılara bir ihsan-ı İlahîdir, bir hediye-i Rahmanîdir.

Ey elemden teşekki eden hasta! Senden soruyorum, geçmiş ömrünü düşün ve o ömürde geçmiş lezzetli safa günleri ve bela ve elemli vakitlerini tahattur et. Herhalde ya oh ya âh diyeceksin. 

Ey dünya zevkini düşünüp hastalıktan ızdırap çeken kardeşim! Bu dünya eğer daimî olsa idi ve yolumuzda ölüm olmasaydı ve firak ve zevalin rüzgârları esmeseydi ve musibetli, fırtınalı istikbalde manevî kış mevsimleri olmasaydı; ben de seninle beraber senin haline acıyacaktım. Fakat madem dünya bir gün bize haydi dışarı diyecek, feryadımızdan kulağını kapayacak, o bizi dışarı kovmadan biz bu hastalıklar ikazatıyla şimdiden onun aşkından vazgeçmeliyiz. O bizi terk etmeden, kalben onu terke çalışmalıyız.

Ey sıhhatinin lezzetini kaybeden hasta! Senin hastalığın sıhhatteki nimet-i İlahiyenin lezzetini kaçırmıyor bilakis tattırıyor, ziyadeleştiriyor. 

Ey âhiretini düşünen hasta! Hastalık, sabun gibi günahların kirlerini yıkar, temizler. 

Ey Hâlık’ını tanıyan hasta! Hastalıklardaki elem ve tevahhuş ve korkmak ise hastalık bazen ölüme vesile olduğu cihetindendir. 

Evvela: Bil ve kat’î iman et ki: “Ecel mukadderdir, tagayyür etmez.” Çok ağır hastaların başında ağlayanlar ve sıhhatleri yerinde olanlar ölmüşler, o ağır hastalar şifa bulup yaşamışlar.

Sâniyen: Ölüm, sureten göründüğü gibi dehşetli değil. Çok risalelerde gayet kat’î, şeksiz, şüphesiz bir surette, Kur’an-ı

Hakîm’in verdiği nur ile ispat etmişiz ki ehl-i iman için ölüm,vazife-i hayat külfetinden bir terhistir.

Hem dünya meydanındaki imtihanda, talim ve talimat olan ubudiyetten bir paydostur.

Ey lüzumsuz merak eden hasta! Sen, hastalığın ağırlığından merak ediyorsun. O merakın, senin hastalığını ağırlaştırır.

Hastalığın hafifleşmesini istersen merak etmemeye çalış.

Ey hastalıktan şekva eden bîçare adam! Hastalık bazılara ehemmiyetli bir definedir, gayet kıymettar bir hediye-i İlahiyedir.

Ey gözüne perde gelen hasta! Eğer ehl-i imanın gözüne gelen perdenin altında nasıl bir nur ve manevî bir göz olduğunu bilsen “Yüz bin şükür Rabb-i Rahîm’ime!” dersin.

Ey âh ü enîn eden hasta! Hastalığın suretine bakıp âh eyleme! Manasına bak oh de! Eğer hastalığın manası güzel bir şey olmasa idi, Hâlık-ı Rahîm en sevdiği ibadına hastalıkları vermezdi.

Ey sıkıntıdan şekva eden hasta! Hastalık, hayat-ı içtimaiye-i insaniyede en mühim ve gayet güzel olan hürmet ve merhameti telkin eder. Çünkü insanı vahşete ve merhametsizliğe sevk eden istiğnadan kurtarıyor.

Ey hastalık vasıtasıyla hayrat yapamamaktan şekva eden hasta! Şükret, hayratın en “hâlis”inin kapısını sana açan, hastalıktır. Hastalık mütemadiyen hastaya ve lillah için hastaya bakıcılara sevap kazandırmakla beraber, duanın makbuliyetine en mühim bir vesiledir.

Ey şükrü bırakıp şekvaya giren hasta! Şekva, bir haktan gelir. Senin bir hakkın zayi olmamış ki şekva ediyorsun. Belki senin üstünde hak olan çok şükürler var, yapmadın. Cenab-ı Hakk’ın hakkını vermeden haksız bir surette hak istiyorsun gibi şekva ediyorsun. Sen, kendinden yukarı mertebelerdeki sıhhatli olanlara bakıp şekva edemezsin. Belki sen, kendinden sıhhat noktasında aşağı derecelerde bulunan bîçare hastalara bakıp şükretmekle mükellefsin. Senin elin kırık ise kesilmiş ellere bak! Bir gözün yoksa iki gözü de olmayan âmâlara bak! Allah’a şükret.

Ey derdine derman arayan hasta! Hastalık iki kısımdır. Bir kısmı hakiki, bir kısmı vehmîdir. Hakiki kısmı ise Şâfî-i Hakîm-i Zülcelal, küre-i arz olan eczahane-i kübrasında, her derde bir deva istif etmiş. O devalar ise dertleri isterler. Her derde bir derman halk etmiştir. Tedavi için ilaçları almak, istimal etmek meşrudur. Fakat tesiri ve şifayı, Cenab-ı Hak’tan bilmek gerektir. Dermanı o verdiği gibi şifayı da o veriyor.

Ey nüzul gibi ağır hastalıklara müptela olan kardeş! Evvela sana müjde ediyorum ki mü’min için nüzul mübarek sayılıyor. 

Ey masum hasta çocuklara ve masum çocuklar hükmünde olan ihtiyarlara hizmet eden hasta bakıcılar! Sizin önünüzde mühim bir ticaret-i uhreviye var. Şevk ve gayret ile o ticareti kazanınız.

Ey hasta kardeşler! Siz gayet nâfi’ ve her derde deva ve hakiki lezzetli kudsî bir tiryak isterseniz imanınızı inkişaf ettiriniz. Yani tövbe ve istiğfar ile ve namaz ve ubudiyetle, o tiryak-ı kudsî olan imanı ve imandan gelen ilacı istimal ediniz.”

Kur’ân’daki şifa dualarını okumak, ilaç tedavisini ve tıbbın gerekli gördüğü diğer müdahaleleri terk etmek anlamına gelmemelidir.

Doktora gitmek, ilaç kullanmak, ameliyat olmak, perhiz yapmak da birer fiili duadır ve şifayı Allah’tan istemektir. Yoksa ne ilaç şifa verir, ne de doktor. Gerçek Şâfi, şifâ verici Allah’tır.

Kur’an’ın her ayeti birer şifadır. Her ayet her hastalık için okunabilir.

Fatiha, İhlas, Nas, Felak, Yasin, Tebareke surelerini Ayet el-Kürsi, Amenarrasülü ve Haşr suresinin son üç ayetini okuyabilirsiniz.

Kur’ân iki şifadan söz eder: Birisi bal, diğeri de Kur’ân’ın kendisi. Bal, maddi bir şifa kaynağı iken, Kur’ân hem maddi hem manevi bir şifa kaynağıdır:

Yine Hz. Aişe (ra)’nin anlattığına göre, Peygamberimiz (asm) her gece istirahate çekileceği zaman İhlâs ve Muavvizeteyn sûrelerini okuyup avuçlarına üfler, sonra ellerinin yetişebildiği yere kadar vücudunun her tarafını meshederdi. 

Peygamberimizin (asm) sözünü ettiği bir diğer şifa suresi, hepimizin bildiği Fâtiha’dır.

Kur’ân-ı Kerim’de “Rabbenâ” ve “Rabbi” ile başlayan pek çok dua âyetleri vardır. Bu âyetleri maddi hastalıkların tedavisi için okuyabileceğimiz gibi, manevi, psikolojik hastalıklar için okuyabiliriz.

Rasûlullah (s.a.v) “Elini, vücudunda ağrıyan yerin üzerine koy ve şu duayı oku” buyurdu.

Dua şu idi: Üç kere: “Bismillah”tan sonra yedi kere, “Eûzu bi-izzetillâhi ve kudretihî min şerri mâ ecidu ve uhâziru.

Hastanın başını sağ elinle tut ve başparmağını ve işaret parmağını anla bastır ve yedi kere “Fatiha” suresini oku.

Üç kere “ihlâs”suresi ve şu ayet okunur; Lev enzelna…

Çokça kuran okumak; kişiyi sakinleştirir ve üzerine sekinet inmesine, Allahın rahmetinin kendisini kuşatmasına sebep olur.

Kalbin kuvvetlendirmek ve rahatlatmak için denenmiş ve fayda görülmüş bir kıraat ise; kişinin sağ elini kalbinin üzerine koyarak uykudan önce “Mümin suresi”ni, okumasıdır. 

Göz değmesine uğrayan kimseyi, düştüğü rahatsızlıktan kurtarmak için gözü değen kimseye abdest aldırtıp, abdest suyunu bir kabta toplayarak gözzedeye dökmek gerekmektedir. 

Peygamberimiz Eshâbına, bütün ağrı ve ateşli hastalıklar için: “Bismillâhil kebîr eûzü billâhil azîm min şerri külli ırkın ne’ar ve şerri harrin-nâr” duâsını okumayı öğretirdi.

Bazı rahatsızlıklar ve ona şifa verecek Esmaül Hüsna:

Ağrıyan bölgeye elimizi koyarak duamızı okuyalım..

Kulak için: EsSemi

Omurga için: El Cabbar

Saç için: El Bedi’

Adaleler için: El Kavi

Kalp Kasları için: ErRezzak

Atardamarlar için: El Cabbar

Kanser için: Celle Celaluhu

Burun için: Latif- Ğani- Rahim

Bacak için: ErRafi’

Göz – damarları için: El Muteal

Kolon için: ErRauf

Karaciğer için: En Nafi’

Prostat için: ErReşid

Yağ keseleri için: En Nafi’

İdrar kesesi için: El Hadi

Akciğerler için: ErRazık

Kemikler için: En Nafi

Dizler için: ErRauf

Saç Kepeği için: Celle Celaluhu

Kalp için: En Nur

Kalp Damarı için: El Vahhab

Sinirler için: El Muğni

Migren için: El Ğani

Guatr için: El Cabbar

Göz için: EnNur-Basir-Vahhab

Mide için: ErRezzak

Böbrek için: El Hayy

Bağırsaklar için: EsSabur

Pankreas-Şeker hastalığı için: El Bari

Rahim için: El Halik

Romatizma için: El Muheymin

Göz Siniri için: EzZahir

Tansiyon için: El Hafid

Sağlıklı bir ömür için; El-Vasi

İyi bir idareci olmak için; El-Vali

Yeni bir iş kurmak için El-Hakim

Küsleri barıştırmak için El- Cami

Bolluk ve bereket için El- Hamid

Bedenen güçlü olmak için El- Kaviy

Sevmek ve sevilmek için El- Vedud

Daima yükselmek için El- Mukkadim

Birinin elinizden tutması için El-Veli

Her meselenin çözümü için Ez- Zahir

Birilerine iyilik yapmak için El- Latif

İlim ve irfanınızın artması için EL-Alim

Cesur ve atılgan olmak için El -Kahhar

Alacaklarınızı tahsil etmek için El-Bais

Hafızanızın kuvvetlenmesi için El- Habir

İzzet ve şerefinizin artması için El- Mecid

Ağır hastalıklardan korunmak için El-Mümin

İkna kabiliyetinizin yükselmesi için El- Azim

Kaybettiğiniz bir şeyi bulmak için El- Vacid

Üzüntü ve sıkıntıdan kurtulmak için El Halik

Yaşamda neşeli ve enerjik olmak için El-Hayy

İşlerinizde daha başarılı olmak için El- Muhyi

Kötü alışkanlıklardan kurtulma için Er- Reşit

Kötü birinin uzaklaştırılması için El- Muahhir

Zekanızın daha kuvvetli olması için El- Muhsi

Herhangi bir hedefe ulaşmak için El- Musavvir

Eşinizle aranızın daha iyi olması için El- Muksit

Hatırı sayılır insanların sizi sevmesi için El- Vali

Şansınızın ve talihinizin açılması için Eş- Şekkkur

Elinizdeki fırsatları değerlendirmek için El- Muid

Elinizdeki bir şeyi muhafaza etmek için Er-Rakib

İhtiyacınız olan bir şeyi elde etmek için El- Mukit

İnsanlardan hürmet ve saygı görmek için El- Kebir

Sizde eksik olan bir şeyi tamamlamak için El- Mukit

Arzu ve isteklerinizin kabul olunması için El- Mucib

İşinizde yükselmek ve kariyer yapmak için Er- Rafi

Çocuklarınızın size daha itaatkar olması için El- Hadi

Maddi ve manevi anlamda güçlü olmak için El- Metin

Sizde eksik olan bir şeyin tamamlanması için El- Cebbar

Şefkatli ve merhametli olmak için ER-Rahim, Er-Rahman

Aranız açık bir arkadaşınızla barışmak için Celle Celelahü

İnsanlar arasında başı dik ve alnı açık gezmek için El- Hasib

Size zarar verecek kişilerin sizden uzaklaşması için Ed- Darr

Başkalarını duygu ve düşüncelerini anlamak için El Müheymin

Birinin gücü ve varlığı karşısında zayıf kalmamak için El-Müzill

Başladığınız bir işi başarıyla sonuna kadar götürmek için El-Vekil

Zihinsel, ruhsal ve bedensel olarak organize olmak için El-Kayyum

Herhangi bir konuda haklı olduğunuzu ispatlamak için El- Hakem

Birine yaptırmak istediğiniz işinizin kolaylıkla olması için El-Rezzak

Maddi ve manevi anlamda sıkıntıya düşmemek için El-Muğni, En-Nafi

Olmadık yerden başınıza felaketlerin gelmemesi için El -Mani, Es-Selam

Allahumme salli ala seyyidina Muhammedin tıbbil’kulubi ve devaiha ve afiyetil, abdani ve şifaiha ve nuril’ebsari ve ziyaiha ve ala alihi ve sahbihi ve sellim.

Allah şafi ismiyle muamele etsin, maddi manevi hastalıklarımıza şifa versin. Amin.

Hususen hasta kardeşlerimize Risale-i Nur külliyatında geçen Yirmi beşinci Lem’a kısmını okumalarını tavsiye ediyoruz.

Yirmi beşinci Lem’a, yirmi beş devadır. Hastalara bir merhem, bir teselli, manevî bir reçete, bir iyadetü’l-mariz ve geçmiş olsun makamında yazılmıştır.

Bu kitap her derde dermandır.”

Derleyen : Çetin KILIÇ

NurNet.Org

Kaynaklar:
Hadis küliiyatı
Risalei nur külliyatı
Sorularla islamiyet
Peygamber duaları

İlmin Kapısı ; Hz Ali (K.V.)

On kişi gelip hazreti Ali (ra) efendimize sırayla şu soruyu soruyorlar; “Ya Ali ilim mi üstündür dünya malı mı?

Hazreti Ali (ra) efendimiz birinciye;

İlim üstündür, çünkü ilim peygamberlerin mirasıdır, dünya malı ise firavunların mirasıdır.”

İkinciye;

İlim dağıttıkça artar, dünya malı ise dağıttıkça azalır.

Üçüncüye;

İlim sizi korur,dünya malını ise siz korumak zorundasınız.”

Dördüncüsüne;

İlim seninle mezara girer ,dünya malı ise sizi bırakır kabre girmez.”

Beşincisine;

İlim sahibini seven çok olur,dünya malına sahip olan ise kıskanılır ve düşmanı çok olur.”

Altıncısına;

İlim sahipleri onurla azametle anılır,dünya malına sahip olanlar ise cimrilikle suçlanır.

Yedincisine;

İlim eskimez ,bozulmaz ,yıpranmaz,dünya malı ise yıpranır eskir ve bozulur.

Sekizincisine;

İlim kalbi nurlandırır yumuşatır,dünya malı ise kalbi katılaştırır.”

Dokuzuncusuna;

İlim sahipleri kıyamet günü şefaat ederken,dünya malına sahip olanlar hesap verecekler.”

Onuncusuna;

İlim sahipleri mütevazı alçak gönüllü olur,dünya malına sahip olanlar ise enaniyetine düşkün gururlu olurlar.”

Hazreti Ali(ra) buyuruyor ki;

Kıyamete kadar gelen insanlar herbiri gelse hepsine ayrı ayrı cevap veririm, hiç bir cevabım birbirine benzemez.”

Hz. Ali (R.A.) Kimdir? Hayatı için tıklayınız..

Çetin Kılıç

NurNet.Org

Kaynak
Yenilik az.

Mavi Pantolon

Babam sabah kasabaya gidecekti, bize “yarın size pantolon alayım mı ?” dedi.

Biz hep bir ağızdan “eveeet” diye bağırdık.

Annem ninemin şalvarlarından bize don dikerdi, onları giyerdik çiçekli, çiçekli.

Ben üçüncü sınıfa gidiyordum, kardeşim altı, en küçüğümüz Rafet henüz üç yaşında idi.

Köyün kenarında minübüsü bekliyoruz, çenemizi kollarımıza dayadık hayal kurmaya başladık ,bizde muhtarın oğlu gibi pantolon giyeceğiz. 

Kardeşim
-Abi pantolonlarımız ne renk olsun?

Benimki siyah olsun ,babam şehirli ayakkabısıda alırmı acaba?

– ççç almaz 

– cızlevet alır ama

Rafet;

“Benim pantolonum mavi olsun “

– Niye maviki?

– İşte siz okula giderken giyeksiniz ya ben okula gitmeycem onun için.”

Bir toz bulutu göründü, koşa koşa minibüse koştuk ,babamın elinden taşıyabilecek gibi çantaları aldık hep birlikte eve geldik.

Babam teker teker paketleri açtı, bana tam hayal ettiğim gibi siyah bir pantolon almış, birde cızlevet lastik ayakkabı,kardeşime de aynısından,paketler açıldı ama Rafet’e bir şey yoktu.

Rafet;

– Bana yokmu? Baba! 

Babam

-Sanada okula giderken alıcam oğlum. Ama Rafet ağlaya ağlaya dışarı çıktı, baktım babamda ağlıyor.

O gece sofrada, Rafet’in hıçkırıklarından başka hiç bir ses yoktu.

Sabah oldu, Rafet

Abi bi kere giyeyim 

-Olmaz toz olur

– Beş dakikacık ne olur 

-Sana büyük gelir

Ertesi gün yine Rafet

-Abi ne olursun bi kerecik giyeyim, kilimin üzerinde giycem toz olmaz.

-Yarın okuldan dönünce giyersin ,ama bak sadece beş dakika.

-Tamam okuldan çabuk gel ama seni havlu kapısında bekleycem.

Ogün son derste sınıfa bir adam girdi, öğretmenimizin kulağına bir şey söyledi,

Ögretmenin yüzü çok kötü oldu, bana dönerek 

-Sen eve git oğlum evde baban bekliyormuş.

Ben ,bu çocuk babama söyledi herhalde babam onun için beni çağırttı diye düşündüm.

Eve geldim, baktım herkes bizim havluda, annem feryad ediyor, oğlummm Rafetimm ne olur onu bana verin.

Komşu traktörle geri geri giderken kardeşimi görmemiş ,ezmiz oracıkta canını vermiş Rafet.

Babam kardeşimin kefenine sarılıp 

-Oğlum ben seni mezara değil pazara götürecektim, sana mavi pantolon alacaktım.

Çetin KILIÇ

Gerçek hayattan alınmıştır.

Uluğ Bey Kimdir? (1393-1449) (Kısaca Hayatı)

Uluğ Bey, 22 Mart 1393 tarihinde Sultaniye’de doğmuştur. Asıl adı Mehmet Torgay´dır. Timur‘un torunudur, Annesi Gövherşad ise ünlü Türk komutanı ve devlet adamlarından olan Gıyaseddin Tarkanın kızıdır. Dünyaya geldiğinde dedesi Timur büyük bir seferdeydi. Timur torunu olduğunu haber alınca çok mutlu oldu. O kızgın ve sert başbuğ, yerini nurlar saçan birisine bırakmıştı. Aldığı esirleri öldürmeyerek bağışladı, böylece Muhammed Taragay,  doğumuyla birçok insanın hayatını kurtarmış oldu. Dedesi Timur tarafından çok sevilmesi nedeniyle kendisinde “Uluğ Bey” denilmiştir.

11 yaşında iken Kur’an-ı Kerim’i ezberlemiş ve Arapça diline mükemmel konuşuyordu.

13 yaşında iken Horasan ve Maveraünnehir eyaletlerine hakan naibi oldu. Başkent seçtiği Semerkant’ta, müstakil bir hükümdar gibi hareket etti.Boş zamanını kitap okumak ve bilginlerle ilmi konular üzerinde konuşmakla geçirirdi, okuduğu kitabı kelimesi kelimesine hatırında tutacak kadar belleği vardi

Babası hükümdar Muînüddin Şah Ruh´un ölümü üzerine hükümdar oldu. 38 yıllık saltanatı sırasında matematik ve astronomi ile yakından ilgilendi. İnceleme için Çin’e kadar heyetler gönderdi. Uluğ Bey Semerkant’ta bir medrese, bir de rasathane yaptırdı, medresenin kapısına ”İlim tahsil etmek her Müslümana farzdır” hadisini yazdırdı.

Matematikçi, astronom, tarihçi ve şair olan Uluğ Bey, Mesud el-Kâşî, Ali bin Muhammed (Ali Kuşçu) gibi bilginleri sarayına topladı.

Uluğ Bey, astronomi çalışmalarının temelini teşkil eden trigonometri ilmi üzerinde de geniş çalışmalar yaptı.

Uluğ Bey ülkeler fethetmekten ziyade, gökyüzü âleminde araştırmalar yapmayı, gök kubbenin sırrını çözmeye çalışmayı tercih ediyordu.

Uluğ Bey zamanında yeni astronomi aletleri yapılmış, eski aletler geliştirilmiş, gökyüzünün bir de haritasını yapmayı başarmıştı.

İlhanlılar zamanında yapılan rasatları tekrar gözden geçiren ve 12 yıl boyunca rasat yapan Uluğ Bey, 1437’de, büyük eseri Uluğ Bey Zici’ni yazdı. Bu eser, daha önce yazılan ‘zic’Ierin yanlışlarını düzeltiyor ve yıldızların hareketlerini daha mükemmel gösteriyordu. Uluğ Bey’in bu eseri 1665’te Oxford’da İngilizce ve 1853’te de Fransızca olarak basıldı.

Bu eserin asıl kopyalarından biri Irak ve İran savaşlarından sonra Türkiye’ye getirilmiş ve halen Ayasofya kütüphanesindedir.

Milletrerarası Astronomi Derneği de Ay yüzeyindeki bir kratere onun adını verdi. Beş ülkenin astronomlarından oluşan bir komisyonun hazırladığı Ay Haritasında, üç Türk astronomunun adları da yer alır. Bunlar Uluğ Bey, Beyruni ve Nasireddîn Tûsî’dir.

Kozmografya konusunda yazdığı bir kitap da günümüze kadar, birçok ilmî araştırmalara kaynak olmuştur. Uluğbey’in Sarayı’nda çalışanlar içerisinde Anadolu’nun çeşitli yerlerinden, özellikle İstanbul’dan çok sayıda bilim adamları, mimarlar, sanat temsilcileri vardı. Yani Uluğbey, Türkistan’da yaşasa da, onun tüm çalışmaları Anadolu ve diğer Türk elleri ile sıkı bağlıydı. Rastlantı değildir, onun ölümünden sonra saraydaki bilim adamları Anadolu’ya gelerek burada Osmanlı’nın bilimsel gelişimine katkıda bulundular.

Uluğ Bey “İlmin hükümran olduğu bir ülkenin ferdi olmayı hükümdar olmaya tercih ederim.” sözüyle ilme verdiği önemi en iyi şekilde anlatmıştır.

Oğlu Abdüllatif Mirza, o iyi yürekli, âlim ve kâmil babanın oğlu değilmiş gibi, Uluğ Bey ile taban tabana zıt karakter taşıyan bir insandı. Babasına baş kaldırıp yenilmesinden sonra, onun verdiği manevî dersi alamamıştı. Serbest kalır kalmaz derhal yeni bir darbenin hazırlıklarına koyuldu. Babası Uluğ Bey’e tekrar baş kaldırdı ve onun üzerine tekrar saldırdı.

Bu ikinci savaşta Uluğ beyin emrindeki kuvvetler yenildi. 54 yaşındaki baba, âsi oğlunun eline esir düştü. Uluğ Bey, oğluna göstermiş olduğu anlayış ve merhameti ne yazık ki ondan göremedi. İsyankâr evlât, savaşın galibi kumandan olarak, babasını 25 Ekim 1449 tarihinde ölüme mahkûm etti. Kendisini mahkum eden oğluna “Ata sözünü emr-i vacip bilir misin, bilmez misin, senin bileceğin bir şey. Fakat son nasihatimi dinle: İstersen babanı katlettir, istersen Maveraünnehir’den sürersin. Bu da senin bileceğin bir şey. Ama senden son dileğim, babanın ilim yolunda yaptığı işlere, onun talebe ve üstadlarına ilişmemendir.” demiştir.

Oğlu baba katili olmak istemiyordu, fakat etrafindakiler bırakmıyordu, kurulan plan üzerine Uluğ Bey hacca gönderilecek ve yolda katlettirilecekti. Ölüm, Uluğ beyi Hacca giden yolda yakaladı ve o kutsal yere gidemeden  27 Ekim 1449 yılında kiralanan katil tarafından öldürüldü. Dedesi Timur Han’ın yanına defnedildi.

Uluğ Bey bugün Türk-İslam dünyasının, aynı zamanda tüm dünyanın en ünlü astronomu, bilim ve devlet adamı olarak kalmaya devam ediyor. Doğduğu vatanı Özbekistan’da onun adı ebedileştirildi ve her yıl doğum ve ölüm günü özel törenlerle kutlanmaktadır.

Derleyen; Çetin KILIÇ

NurNet.Org

 

Kaynaklar;

Demlenet
1000kitap
Paradoxfan
Gelişen beyin
Biyografi
Cevapbizde