Etiket arşivi: Çetin Kılıç

Depresyon

Psikolojik ilaçların leblebi gibi tüketildiği bir zaman diliminde yaşıyoruz. Neden? Niçin? Bu sorunun cevabını geçmişle bu günü karşılaştırdığımızda bulabiliriz.
Evde, sokakta, iş yerinde, okulda, her yerde, hayatın çevrenin, hatta bir sürü şeyin etkisiyle yaralanıyoruz, üzülüyoruz, kırılıyoruz. Bu durum çok ta anormal değil hayatın akışı böyle. Evde babandan azar hatta tokat yemek, annenden terlikle maşa ile dayak yemek, okulda arkadaşınla kavga etmek, öğretmen tarafından kulağının çekilmesi, iş yerinde amirinden azar işitmek çokta şaşılacak bir durum olmasa gerek. Geçmişte bunlar gayet normaldi, şimdi bunları gülerek hatta iyi ki babam azarlamış, öğretmenim kulağımı çekmiş, annem dayak atmış diyoruz. O terlikler bizi rotaya soktu, komşunun tarlasına zarara giren koyuna çobanın taş atması gibi. Rabbim de böyle yapıyor, hastalıklarla, musibetlerle seni pişiriyor, adeta geleceğe hazırlıyor.

Her toplumda hataya, suça, kabahata ceza, iyilik ve güzelliklere, başarılara mükâfat vardır. Af etmek tabiki en güzeli ama kim nereye kadar af? “Nasihatten anlamayanın hakkı kötektir” derdi atalarımız. İfratlar tefritler var mıdır? Gayet tabii ki vardır, bunların tümü konumuz dışında, burada vurgulamak istenilen şey! Muktezayi hale göre hareket edilmeli. Çocuk yaşadığı değil yaşayacağı zamana göre eğitilmeli, hiçbir şeyin evdeki gibi olmayacağı, çıkacağı hayat yolculuğunda nelerin olabileceği, bunlarla nasıl başa çıkacağı yaşayarak öğretilmeli. Yağmuru, soğuğu, acıkmayı , varı/yoğu bilmeli çocuk. “Kuru ekmek yedirin sert yatakta yatırın” diyen bir Peygamber (sav) nasihatı var. Oysa şimdi aileler prens ve prenses yetiştiriyor. Norveç gibi çok zengin bir ülke bile herkes aldığı hizmetin bedelini ödesin nesiller hazıra alışmasın diye yol ve köprü gibi gelecek nesillerin de kullanacağı şeyleri borçla yapıyor.

Dünya’ya baktığımızda; Savaşlar, ölümler, ezilenler, dövülenler maalesef hiç eksik olmuyor. Bizim veya sevdiğimiz birinin böyle bir bir muameleye maruz kalmayacağını kimse garanti edemez, öyleyse bu durumla nasıl başa çıkacağız? Saydığım böylesi dehşet verici haller varken, sıradan sebepler yüzünden sıkıntıya düştüğünü zannedip ilaçlara, olmadık şeylere sarılanlar maazallah daha büyük sorunlarla karşılaşınca ne yapacak?

İnsan kâinatın en şerefli mahlukudur, Allah kâinatta ne varsa hepsini insanın emrine vermiştir, koskocaman güneş insan için doğar, dünya insan için döner, yağmur, bulut rüzgar, toprak, deniz, hava, su hepsi insan için vardır. Denizin suyu tuzludur insan içemez, bunu bilen Yaratıcı o suyu balığa içirtir, insana da balığı ikram eder, çamurlu suyu üzüm asmasına leziz bir üzümüde insana bahşeden Allah kullarını hiç üzer mi? Bu kadar nimetlere gark eden Rabbimiz bize eziyet eder mi? Asla ve kat a.

Çözüm çok basit; Dünya gemisine kendini teslim ettiğin gibi dertlerini, kederlerini omuzundan, kucağından gemiye bırak, onların yükünden kurtul. Zaten öyle yapıyorsun, vücudunun hangi organına müdahale edebiliyorsun? Uyurken, gezerken, iş yaparken kalbin çalışıyor, miden öğütüyor, kanın dolaşıyor bunların hangisinin farkındasın ? Tansiyon şeker, kolostrol hepsi belli ölçüde neresine müdahale ettin? Uykun geldiğinde göz kapaklarına dahi sözünü geçiremeyecek kadar acizsin. Tevekkültü al Allah de, Mevlam neylerse güzel eyler de, huzura var, Rabbine sığın, gerisini merak etme.
Kalın sağlıcakla.

Çetin KILIÇ

Ücret Devri

Beşer başı ihtiyar; edvar-ı hamsesi var. Vahşet ve bedeviyet, memlukiyet, esaret… Şimdi dahi ecîrdir, başlamıştır geçiyor.

Üstad Bediüzzaman insanlığın beş devresi var dördü bitti, beşincisi olan ecir devrinin başladığının müjdesini veriyor, nedir bu ecir devri?
Zındıka taifesi, şeytan ve avaneleri öyle bir sistem kurmuşlar ki; Dünyanın, ülkelerin kanını emiyorlar, elmas yatakları, petrol yatakları, altın yatakları olan ülkelerin başlarına çökmüşler tüm yeraltı kaynaklarını hortumlayıp kendi ülkelerine, kendi insanının hizmetine kullanıyor, onları refah içinde yaşatırken sömürdüğü ülkelerin insanlarını aç bırakıyorlar. O insanlar refah adına hiçbir şeye sahip değiller, okulları yok, yolları yok, yiyecek yemekleri sığınacak evleri yok, dahası sömüren ülke insanın vicdanları, onlarında cüzdanları yok.

Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul. Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul. Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa. Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!

Vahşet ve bedeviyet devri çoktan bitti, memlukiyet ve esaret devri de bitiyor, ecir alma, ücret alma hak ettiğine sahip olma devri başlıyor.
O sömürülen ülke insanından farksız, kendileri ve yakınları son derece lüks ve konfor içinde yaşarken çalışanına ölmeyecek kadar ücreti reva gören, baktığı kedi, köpek kadar değer verilmeyen bir anlayış değil bu gelecek olan ecir devri.

İnsanca insan gibi bir yaşam için vicdanca bir paylaşım olacak, insanlar çalıştığı iş yerine köle/işçi değil hissedar olacak, işveren, patron değil yönetici adı gibi işi veren olacak, herkes görevini, vazifesini yapacak karşılığını da maaş değil pay şeklinde adil bir şekilde alacak,” birileri yer birileri bakar ” devirler son bulacak.

Her türlü konforun olduğu evlerde yaşayıp, lüks arabalarda gezip, en iyi yerlerde tatiller yapanlar, çocuklarını Avrupada okutup en iyi bir gelecek sağlayanlar, çalışanını, kendilerine bunca konforu sağlayan işçisini yarı aç yarı tok yaşatma onların ailelerini, çocuklarını bir çok şeyden mahrum olarak yaşatma devri bitiyor.

O güzel hayatlar hep birlikte yaşanacak, Allah’ın izniyle hakça bölüşüm, kardeşçe yaşam olacak inşallah. Hiç şüpheniz olmasın. Avrupa’nın bazı ülkelerinde ve Japonya’da kısmi olarak ta olsa bu sistemin örnekleri var.

Altın ile sikke ile alış veriş yapılıyorken, şeytan aklı bankayı icat etti, banka kasalarına konulan altınların yerine not verildi adına “banknot” dendi, güya altın karşılığı kadar banknot basılacaktı, kendi çalıp kendi oynayanlar banknotla yetinmeyip çek, senet, hisse senedi, tahvil, fon gibi bir sürü şey icat ettiler bir türlü doymak bilmeyen bu güruhun, bu kapitalist sistemin sonu geldi. Zulüm payidar kalamaz, bu devrin insanları buna şahitlik edecektir inşaallah.

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve gerçekten iman etmiş iseniz faizden kalanı bırakın. Bunu yapmazsanız Allah ve Resulü tarafından size bir savaş açıldığını bilin. Eğer tövbe ederseniz, haksızlık etmemek ve haksızlığa uğramamak üzere ana paranız sizindir.”

Allah’a ve Resûlüne savaş açanlar şüphesiz mağlup olacaklar.

Çetin KILIÇ
Kaynak: Kuranı Kerim, RNK, N.F Kısakürek, Artuç Çetin

Susma!

“Susma, sustukça sıra sana gelecek”, gösteri ve yürüyüşlerde bu sloganı çokça duymuşsunuzdur.
Haksızlığa uğrayanın yanında olmak, yanlış giden şeylerin karşısında durmak adına söylenen bu cümleyi Lut kavminin helak oluşuyla bağdaştırıyorum, nasıl mı?

Lut kavminde Allah’ın haram kıldığı malum günahı işleyenler sadece otuz kişi idi oysa aynı dönemde seksen bin alim geceleri teheccüt ve zikirle meşgul oluyordu. Allah’ın emri kötülük görünce elinle, dilinle, kalbinle karşı koymandır. Boşanmaların Müslüman bir ülkeye hiç yakışmayan rakamlarda olması, bu durum gençlerin evlenmemesine sebep oluyor, kim %45 rizkli bir sahaya girer ki?

Böyle olunca gayrı meşru ilişkiler ve gayrı meşru nesil, karma eğitim, tesettür karşıtlığı, kadınların evlerini terk etmesi, fakir fukaranın kanını emen siyonizmi kapitalizmi besleyen faiz, aile birliğimizi çoluk çocuğumuzu tehdit eden eşcinsellik, “alev göklere yükselmiş içinde evlâdım yanıyor” İşte tamda buradayız, şirketi mâneviye ile bu kötülüklerin karşısında durmak elzem oldu.

Tüm Müslümanları ciddi bir duyarlılığa, STK ları, Kürsü sahiplerini, vicdan sahiplerini, diyaneti, tüm yetkilileri, insanlığı bu konuya sahip çıkmaya davet ediyorum.

Çetin KILIÇ

Risale-i Nurları Nasıl Daha iyi Anlarım

Hiç kimse ilk tanıştığı, konuştuğu insana sırrını vermez, Risale-i Nurlar’da böyle bir özellik var, çok okumak samimiyeti arttırmak lazım. Kelimenin lugattaki karşılığı tam içeriği içinde barındırmaz, onlar birer tabela gibi bizi manaya götürürmeli. Lugat değil Risale-i nur size o kelimenin manasını öğretir. Rububiyet; terbiye etmek, Lugat bu kadar yazar ama neyi nasıl ne kadar bunu Risale-i nur öğretir. Kısacası sözlük anlamlarıyla meselenin derinliğine inmek mümkün değil.

Külliyatı bir kaç defa okuyun, bu benim imanımı kurtaracak bu bana çok gerekli diye okuyun, yabancı dile ihtiyaç duyan gerekirse kursa hocaya gidiyor. Çok önemli konuları, hakikatleri bu asırda maddeyle dolmuş ve dağılmış zihinle anlamaya çalışıyoruz, yavaş yavaş hazmede hazmede olacak.

Gayret duadır, Mevlam bu gayretleri karşılıksız bırakmayacak bu sırları bize de açacak ilham ve ikram edecektir şüphesiz. Okuyup anladığını bir başkasına anlatmalısın, birileri istifade ettikçe sizin de istifadeniz artacak. Bazı konuları belki de çoğu konuları cemaate anlatırken anlayacaksın. Samimi ve ihtiyaç sahibi insanlar hürmetine manalar açılıyor, Rahmeti celbedecek insanlar arttıkça inkişafta artıyor, tıpkı ağaçların çok olduğu ormanlık yere gidersen yağmur rahmetinden istifaden çok olduğu gibi.

Aczini itiraf et, samimi ol, istiğfar ve tövbeyle iste, Rabbim ikramını esirgemez. Ayna ne kadar temiz olursa güneşten istifade o kadar çok olur, etrafa yansıtma o kadar fazla olur, latifelerimizi temizledikçe istifademiz küllileşecek. Halis bir niyet ile dünyadan ve nefsimizden uzaklaştıkça Kuran hakikatlerine yakınlaşırız, yeterki manaya talip olalım, bu manalar için bir şeylerimizi terk edelim, ne kadar verirsek o kadar alırız, fedakarlık gösterdiğimiz ölçüde manalarda, feyizlerde o kadar kendini açacaktır. Nazlanan manaların mehirleri dikkattir, sizde nazlı olursanız iki nazlı bir araya gelemez.

Zillet ve günahlarımızdan kurtulmalıyız, yapmacık haller, riya, samimiyetsizlik bu ulvî manalarla bir araya gelemiyor, Risale-i Nur adı üstünde nurdur karanlıkla bir arada durmaz. Yarabbi bu hakikatlere ulaşmama mani olan sebeplerden bizleri kurtar diye dua etmeli. Sungur abinin tavsiyesidir; Risale-i Nurları devirli okumak dengeli beslenmek gibidir, hakikatler açıldıkça enaniyet olabilir, hemen ardından okunacak bir Lahika mektubuyla nefse ayar çekilmeli, mektuplar bize tarz ve usul öğretir, zira usul asıldan esastır.

İlacı buldun nasıl kullanacağını bilmen gerekir. Mahkeme müdafalarını okumakla da kardeşlerle uhuvvet tesis edilir, davanın müdafası fikri ortaya çıkar, bu hakikatleri ihtiyaç sahiplerine taktim etmem lazım der gayrete gelir, direncimiz artar.

Ayrıca bir konu üzerinde yoğunlaşmak ta bir metodtur, örneğin Ayetel Kübra Risalesini onbeş gün okursun, bununla tıpkı bir anahtar gibi külliyatı açarsın. Müteala ve müzakere on akılla bakmak ve düşünmektir, her insanda başka başka esmaların inkişafı var, her insanın bakış açısı farklı, bu tarz çalışmalar bizim başta yanlış anlama ihtimalinizi ortadan kaldırdığı gibi çok açıdan bakmamızı temin edecek, bütünün anlaşılması sağlanmış olacak, tıpkı biri gaz yağı, biri ateş, biri fitil getirip hepimizin aydınlandığı gibi, bu insanlar senin Kuranını anlamak için bir araya geldiler, Allah oraya rahmetini feyzini bereketini indirir, külli bir dua var orada.

Mevlam istifafemizi artırsın insaallah.

Çetin Kılıç

Kaynak; Said Şaşmaz sohbeti.

Didar

Düşman gemilerindeki namlulardan çıkan mermiler tabyalarımızı dövmeye devam ediyordu, dakikada bir buçuk ton mermi yağıyordu askerimizin bulunduğu bölgelere, derelerden kan akıyordu, kınalı kuzular daha bıyıkları çıkmamış onbeş yaşında askerlerimiz vatan için, bayrak için, namus için kimi anasını babasını, kimi eşini çocuklarını, kimi yavuklusunu, kimi mektebini bırakıp gelmişti cepheye, tıbbiye mektebi mezun vermemişti o sene.

Muhabere çadırına gelen telgraf Üsteğmen Hüseyin beye idi. “Hüseyinim, bir kızımız oldu gelsen, görsen adını da koysan sonra gene gidersin cepheye”. Yarbay Cemil bey telgrafı kendi eliyle götürdü tabya komutanı Üsteğmen Hüseyin beye.

-Evladım! Hanımın telgraf çekmiş, gözün aydın bir kızın olmuş, sana üç gün izin veriyorum git eşini, kızını gör kızının adını koy dön cephene.

Üsteğmen Hüseyin bey

-Komutanım vatan tehlikede iken ben şimdi kızımı nasıl düşünebilirim? Siz benim adıma eşime bir telgraf çekin hanımımı tebrik edin, kızımın adını Didar koysun. Yarım saat sonra bir top mermisiyle Üsteğmen Hüseyin bey tabyadaki tüm askerlerle birlikte şehit olacaktı.

Tüm yaralılar zığın deresinde bulunan sargı yerine getiriliyordu, yardım malzemeleri yeterli olmadığı için ümit kesilen şehit olması muhtemel yaralı askerlere müdahale edilemiyordu. Doktorun önüne getirilen yaralı askerin durumu çok ağırdı, ona bakmak yerine ardından getirilen yaralı askerin kanını durdurmak için müdahale ettiği sırada, sesinden tanımış olacak ki,

“Baba ne olur yardım et” , dedi biraz önceki asker. Doktor yaşlı gözlerle “Bir ağacın altında gölgeye götürün” diyebildi sadece.
Onlar o şiddetli çarpışmalar içinde maddi yangının ortasında vatan için, namus için, din için, Kuran için, bayrak için, ezan için çocuklarını bile düşünmediler.

Üstadımız

“Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum” Diyor.. Bizler üç kuruşluk maddi beklenti için rahatımızdan hiç taviz veremiyor, hal dili ile “Ne olursunuz elimden tutacak birileri yokmu?” Diye yakaran gençlere elimizi uzatmazsak, onları sürüklenmekte oldukları bataklıktan, cehennem ateşinden çekip çıkarmazsak, nasıl çıkarız Üsteğmen Hüseyin beyin karşısına? Nasıl çıkarız sargı yerindeki doktorun karşısına? Ne deriz Didar kıza?

Çetin KILIÇ

Kaynak ; Çanakkale’de Risale-i Nur hizmetlerinde bulunan Ahmet Kaya abinin sohbetinden iktibas edilmiştir.