Etiket arşivi: Çetin Kılıç

Depremin Mesajı

Her şeyin anahtarı sultanı kâinatın yanındadır, her şeyin dizgini onun elindedir, arzın sallanması titremesi de onun emriyle vahyiyle olmaktadır.
Saltanatında şeriki olmayan Allah’ın icraatında da şeriki yoktur.

İmanı olan her bir beşer her anında her yerde Allah’ın dergâhına müracaat edebilir.

Mülk tamamen Allah ‘a aittir bizler onun mülkünde birer memlüküz, yani sen kendini kendin idare edemezsin yük ağır ona dayan keder çekme sefayı bul. Sevdiğin her şey de onundur onları da ona bırak o hakimdir rahimdir mülkünde istediği gibi tasarruf edebilir dehşete düştüğünde “mevla görelim neyler neylerse güzel eyler” de, pencereden seyret içlerine girme.

Ülke olarak başımız sağ olsun arzî ve semavî her türlü müsbet ve belalardan bizleri muhafaza etsin. İzni olmasa yaprak kıpırdamaz, güldüren de ağlatan da Allah’tır. Kâinatta ne kadar olay varsa ya bizzat güzeldir yada neticesi itibarıyla güzeldir. Cenabı Hak şer den kuburdan münezzehtir, Allah zulm etmez onun fiilinde hikmet ve rahmet esastır rahman ve Rahim olan Allah’ın şefkatinin yanında bütün annelerin şefaati damla dahi etmez. Bazen Celali bazen Cemali tecelli eder, bazan yaz bazan kış, bazan gece bazan gündüz, kışın kar yağmasa isteriz kar gönder yarabbi diye.

Allah bu âlemi esmasına ayine etmek için yaratmıştır. Deprem yangın sel olacak ki Celal ismi tecelli etsin, lütuf kerem rızık sevinme olsun ki Cemal ismi tecelli etsin, hastalık olsun ki Şafi ismi tecelli etsin, açlık olsun ki Rezzak ismi tecelli etsin, cehalet olsun ki Alim ismi tecelli etsin.
Kış ayındaki o fırtına, o bora, o kar yaz ayındaki çiçeklerin açması meyvelerin olması içindir.

“Kahrın da hoş lütfunda hoş, ne gelirse senden gelsin” biz buna iman etmişiz, kalbimizi sıkıyor kanı vücuda dağıtıyor, kalbi yumuşatıyor kanı kalbe topluyor her an Celal Cemal tecellisi aksi olsa kalp durur, hayat biter. Bu alem Celal ve Cemal dengesi üzerinde duruyor. Cenabı Hakkın bu kanunun girmediği mekan zaman ve adam yoktur. İslamı koruma genişletme ve bayraktarlık görevini Cenab-ı Hak Türklere vermiş alemi İslam bu coğrafyanın üzerinde büyüyecek, Allah bu millete bedel ödetiyor, felaketten saadet doğar. Mısır’a aziz olmanın yolu kuyuya atılmaktan, zindana düşmekten, köle olup, satılmaktan, iftiraya uğramaktan geçiyor, bedel ne kadar büyükse mükâfat o kadar büyük olur, musibet ne kadar büyükse mükâfat o kadar büyük olacak, kader bu millete bedel ödetiyor.

Allah nurunu tamamlayacak, Allah’ın rahmeti gazabını geçmiştir. Gideri çok fazla olmasına bakıp işyeri kapanmaz gelire bakarsın giderden çoksa tam hızla devam edersin. Annen yaramazlık yapınca bir tokat vurur ama yine onun sinesine gidersin seni yine annen sarıp sarmalar, Allah da bir tokat vurursa rahmetiyle kuşatır hiç şüphesiz, bu bir tokattır bu bir ihtardır, biliyoruz ki Allah’dan geldi ondan daha güçlü daha merhametli bizi bu halden kurtaracak başkası yok, Cenab-ı hak bizi kendine yaklaştırıyor, onu unuttuğumuzda kendini hatırlatıyor, acizliğimizi hatırlatıyor. Aciz ve fakir oluşumuzun sebebi her an ona yalvaralım her an onu hatırlayalım diye. Peygamber (sav) efendimizi Cenabı Hak öyle bir hale getirdi ki tam aciz, tam muhtaç, anne baba, dede hiç bir amisi yok, sadece ve sadece Allah. Yunus (as) denize atıldı deniz dalgalı ve fırtına gece karanlık ve soğuk hiç bir şeyin ona yardım etmesi söz konusu bile değil bu hadisede de kış, gece, çok büyük bir alan ve çok sayı adeta çaresizliğin dibi sebeplerin hiç biri yok gündüz olsaydı soğuk olmasa idi ama hayır, sadece Allah var. Niye tam yalvar başka kimse yok.

“La ilahe Ilahe Illa ente sübhaneke Inni küntü minezzalimin” de.

Çetin KILIÇ

Zerre

Atom, bilinen evrendeki tüm maddenin kimyasal ve fiziksel niteliklerini taşıyan en küçük yapı taşıdır. Atom Yunancada “bölünemez” anlamına gelen “atomos”tan türemiştir. Maddenin yapıtaşı olan bölünmez atom kavramını 2400 yıl önce filozof Demokritos geliştirdi ama yanılıyordu; çünkü bugün atomu parçalayarak nükleer enerji üretebiliyoruz.

Maddeciler ve tabiyatçılar atomun hareketlerini sebeplere bağlamaya çalışsalar da gerçek öyle değil. “Tahavvülat-ı zerrat; Nakkaş-ı Ezelî’nin kalem-i kudreti, kitab-ı kâinatta yazdığı âyât-ı tekviniyenin hengâmındaki ihtizazatı ve cevelanıdır. Yoksa maddiyyun ve tabiiyyunların tevehhüm ettikleri gibi tesadüf oyuncağı ve karışık, manasız bir hareket değildir…”

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi atom, Ezeli Kudretin emrine göre hareket etmektedir. Atom, temel olarak bir çekirdek ve onun etrafında bulunan elektron bulutundan oluşur. Bu elektron bulutu” ihtizazatı ile” yani titremesi ile enerji meydana getirir, her bir titreyiş aralığı yani saniyedeki hareketi frekansı oluşturur. Evlerde, sanayide kullanılan elektrik enerjisi de tribün ile tahrik olan genaratörün sargılarına yapılan uyarma akımı ile orada bulunan atomların elektronlarının hareketi 50 Hz olacak şekilde ayarlanır ve sisteme verilir.

Elektronlar saniyede 2200 km hızla döner, dünyayı 18 saniyede dönecek hıza nasıl sahip oluyor?

Atomların içerisinde nötronu olmayan tek atom hidrojen atomudur, bu sayede en hafif atom olma özelliğini taşıyor, bu da dünyayı yaşanır hale sokuyor, nasıl mı? Katı, sıvı, gaz ve enerji halinde olan maddelerin katı halleri sıvı halinden daima daha ağırdır, bu kural suyu oluşturan hidrojen atomu için geçerli değil, iyi ki değil, demir parçasını demir eriğine attığımızda parça dibe gider, buzu ise suyun içine attığımızda buz üstte kalır, kalmasa idi buzullar okyanusları taşırır ve bu sular karaları istila ederdi, ama ezeli kudret buna müsaade etmiyor.

Maddecileri ve tabiyatçıları al aşağı eden başka bir kanıt. İnsan vücudundaki en küçük hücre sperm hücresidir. İnsan vücudundaki en büyük hücre ise bir kadının yumurtasıdır. Newton’un evrensel çekim yasası gereği küçük kütleli cisimler büyük kütlelilere doğru gitme eğilimdedir.
Aksi halde memelilerde üreme olmayacaktı. 37 trilyon hücreye sahip insan vücudundaki bu durum bir tesadüf mü?

“Nakkaş-ı Ezelî’nin kalem-i kudreti”

Nakkaş kelimesi burada ne kadar manidar çünkü hiçbir şey gelişi güzel yaratılmış değil hikmetle, nizam ve mizan içerisinde oluşu bizi Kudretli bir Yaratıcı’ya götürüyor. Atomların birbirinden farkı sadece ağırlığı, genel olarak durum küçük farklılıklar olsada tam da böyle. Bahçeye ektiğiniz domates, biber, patlıcan, fasulya, kavun, karpuz hepsini aynı su da aynı toprak ta yetiştiriyorsunuz.

Örnekle daha anlaşılır hale getirelim ;
Mutfakta elinizde farklı gramajlarda sadece şeker var, bununla nohut, yemeği, pırasa, fasulye, pilav, çorba yoğurt, salata ve tatlı yapmanızı istiyorlar mümkün mü? Tabi ki hayır, ama Kudretli Nakkaş’ı Ezeli, atomdan güneş, ay, yıldız, toprak,su, insan, her türlü bitki, ağaç, çiçek, böcek, hayvan ve herbir organı yapabiliyor, dahası gözünün görebildiği her şey.

Ve tüm bunlar gözümüzün önünde cereyan ediyor. Çiftçi tarlasından 500 ton karpuz kaldırıyor toprakta hiç bir eksilme yok, bir santim bile aşağı inmiyor. Terzi sadece elbise dikebiliyor, ayakkabı yapamıyor oysa Allah (cc) tüm kainatı an ve an yaratıyor her saniye başka başka, mevsimler, gece, gündüz sahne hiç yerinde durmuyor, israf yok, karışıklık yok, gürültü yok, kirlilik yok.

“Tahavvülat-ı zerrat; Nakkaş-ı Ezelî’nin kalem-i kudreti, kitab-ı kâinatta yazdığı âyât-ı tekviniyenin hengâmındaki ihtizazatı ve cevelanıdır. Yoksa maddiyyun ve tabiiyyunların tevehhüm ettikleri gibi tesadüf oyuncağı ve karışık, manasız bir hareket değildir…”
Zerrenin bu tarifine kalbinde zerre kadar imanı olan herkes, hatta her bir ilim adamı şapka çıkartıyor. Bizler de bütün bunları halk eden Rabbimize secde ediyoruz.

Çetin KILIÇ

İhlas

İhlas yabancı unsurlardan temizlemek, sadece gayeyi hedef bilmek, ona kilitlenmek, sadece ona konsantre olmak demek. Her kim ister inanan ister inanmayan olsun bunu başarır ihlasını zedelemezse gayesine hedefine ulaşır.

Ders çalışan talebe kitabını açıp çalışıyorken telefonu ile de ilgilenirse bu yabancı şeyleri içeri sokmak olur, ihlas olmaz. Namaz kılan Müslüman namazda çek, senet, mal, mülk düşünüyorsa bu ihlası zedeler, gaye sadece ve sadece Allah rızası olmalı, yanında hiç bir gaye maksat olmazsa ihlas olur ve Rızai İlahiyeye mazhar olunur.

Oruç tutarken sağlık, perhiz de işin içine katılırsa yine ihlas olmaz, sadece Allah emrettiği için yaparsan ihlaslı ibadet yapmış olursun. Aileni geçindirmek için çalışman, onlara rızık temini için mücadele etmen bile sadece Allah sana ailene, çoluk çocuğunun geçimini temin et dediği için çalışırsan ihlası yakalamış olursun, hanım istedi, çocuk seviyoru bile hanımını memnun etmek çocuğunu sevindirmek Allah’ın emri diye yaparsan ihlas oluyor.

Cennet dahi maksat olmamalı, ameller ibadetler sadece Allah rızası için olmalı.

Böyle bir gaye ve böyle bir maksat için kulluk yapmamız gerekirken mal, mülk, makam, mevki için kul hakkı yemek, harama girmek, ihlası, Allah rızasını gözetmemek neyle nasıl izah edilebilir.

Çetin Kılıç

Doğru Hizmet

Hizmet, Allah’ın dininin yücelmesi adına ortaya konan her türlü maddi ve manevi gayret ve çalışma, olarak ifâde edilebilir.

Nasıl yapılmalı?
Tarzımız nezihane ve nazikane ve kavl-i leyindir. Bazı kardeşlerimiz kendi vazifelerini düşünmek lazım gelirken, Cenab-ı Hakk’a ait vazifeyi düşünüp, harekatını ona bina ederek hataya düşerler.
İnsan kendi vazifesini yapıp Cenab-ı Hakk’ın vazifesine karışmamalı. Tebliğde İki Önemli Cihet vardır. Mülk Ciheti, Meleküt Ciheti.

Mülk Ciheti: Yani zahire bakan cihet. Beliğ konuşma, mukni (ikna edici) ve müdellel (delilli ve ispatlı) konuşma, bilgili ve mücehhez olmak, tebessüm, güzel bir ses, kavl-i leyyin (yumuşak) davranmak ve konuşmak. Üstadımız “Lisan-ı hal lisan-ı kalden üstündür.” demesiyle hal ve hareketlerimiz konuşmaktan daha ehemmiyetlidir,” buyurmuştur. Tebliğ makamındaki kardeşim, şunu iyi bilmelisin, vazifen insanları yargılamak değil insanları anlamaya ve çözmeye çalışmak esas olmalı, muhataba göre konuşmalısın.

Üstadımız
– Bu minbere ve bu makama irşadınız için çıkmadım. Çünkü size ders vermek haddimin fevkindedir, derken bize ne oluyor ki. Buradan da anlaşılacağı üzere tebliğde ilk önce nefsimizden başlamalıyız.

Melekut Ciheti: Tebliğde iç alemimiz ne kadar saf ve temiz olursa, Allah muvaffak olmayı lütfeder. Öyle peygamberler var ki birkaç ümmeti olmuş veya hiç ümmeti olmamış, ama Allah nezdinde vazifesini ifa etmiştir. Bu dâvâ, iman kurtarma dâvâsı, bu dava kulluğun zevkini tattırma dâvâsıdır. 

Bir insan bu yüksek ideali, bir İlâhî lütuf olarak yakalayabildiği takdirde, ilk yapacağı şey, bu zor işi başarmaktaki aczini ve fakrını itiraf ile Rabbinin kudretine ve rahmetine istinat etmek olacaktır. Bu işi hikmet dairesinde yürütmek, aklının anlamasına, kalbinin inanmasına bağlıdır.

Gök yüzünde binlerce ecram birbirine çarpmadan hareket ediyor, nasıl? İtaat esastır, tabiri caizse meseleyi tam kavrayana kadar aklını bir kenara koymaktır. Her mü’min îlâ-yı kelimetullah ile mükelleftir. Bu zamanda bunun en büyük sebebi maddeten terakki etmektir. İman ve Kur’an hakikatlerini muhtaçlara ulaştırabilmek için iktisadî yönden kalkınmak gerektiği çok iyi bilinmeli ve bu yaramızın tedavisine çalışmamız gerekmektedir, aksi halde İslâm’ın muhtaç gönüllere ulaşmasına perde ve engel olmanın mesuliyetini de çekeceğiz.

İslam dininde bir Müslümanın üç temel vazifesi vardır. Bunlar talim, tatbik ve tebliğdir. Bu üç vazife bir zincirin halkaları gibidir; birbirinden ayrılması ve ihmal edilmesi söz konusu olmaması gerekir. Şayet bu halkalardan biri eksik olur ise, diğerleri nakıs ve tesirsiz kalır. En önemli kural ve metodu ise, doğru zamanda, doğru mekanda ve doğru şahıslara, doğru hakikatleri bildirmektir.

Tevazu, tevazu tevazu…

Büyüklüğün şe’ni toprak gibi olmak, tevazu ve mahviyet içerisinde yaşamaktır. Üstadımız herkesin güzellik ve kemalatını öne çıkarıp, eksik ve noksanlarını örtmüş ve kapatmıştır. Hatta en zararlı ve tehlikeli insanların dahi güzelliklerini nazara vermiş, bu dine ve insanlığa bir gram hizmet eden insanlar, Üstadımız’dan kilolarca iltifat, ilgi ve alaka görmüşlerdir.

Hizmeti doğru anlamalıyız.

Cevşen, Kur’an ve Risale okumak artık bir hizmet olmaktan çıkmıştır. Bu her Nur talebesinin esas görevidir. Tıpkı namaz kılmak, oruç tutmak gibi. Zira Namaz kılmak bir hizmet olmayıp, her Müslümanın kulluk görevidir. Hizmet etmeye niyet eden kardeşimiz

– Kitap okumaya mı?
– Talebelere ve cemaate ders okumaya mı?
– Dersanede oturup Risale ve Cevşen okumaya mı?
– Dersane inşaatında çalışmaya mı?
– Gelen gidene hizmet etmeye mi?
– Cemaatin dert babası olmaya mı? Niyet etti, bu kardeşimiz bilmeli ki yukarıda sayılanın her birisi onun vazifesidir, “sadece manevi hizmetlerle meşgul olurum ” şeklindeki bir yaklaşım nefsin bir tuzağıdır.

Bilinmelidir ki, şahs-ı manevi ve cemaat bizim için bir üstaddır. Yine hizmet için çok önemli bir düstur; Risale-i Nur’u okurken, “birinci muhatabım nefsim” diye niyet edilmeli , nefis ile mücadele ve mücahede, ölene kadar devam ediyor. Onun için, mücadeleye sebat ile devam etmek, Risale-i Nur’la çok meşgul olmak, inşallah neticeye ulaştırır.

Meşveret cemaati, bazı cemaatler gibi TV, gazete vs değil birebir muhatap olmak sureti ile iman hizmetini devam ettirmektedir. Hizmet, uyum ve huzur içinde çalışılabilirse hizmet olur.
Hizmet ehli donanımlı olmalı. Sadece Risale-i Nur okunmalı dersek hata ederiz. Nurlardan sağlam iman dersini almaya muhtaç olduğumuz gibi, ilmihal ve sair kaynaklardan da sair dersleri almaya muhtacız.

Risale-i Nurların haricinde kitap okumak, Risale-i Nurlara olan sadakate zarar vermez. Şayet “Ben Risale-i Nurlardan tatmin olmadım, onun yerine şunları okuyalım.” denilirse, o zaman sadakate zarar verir. Bunun dışında hiçbir kitabı okumak sadakate zarar vermez.

Risale-i Nurlara zarar değil destek sağlar. Risale-i Nurlara olan bakışımızı ve ufkumuzu genişlendirir. Asıl sadakatsizlik; Risale-i Nurları anlamadan, kavramadan, dönüp dolaşıp okumaktır. Risale-i Nurların alanı imana dair konulardır, bunun dışında kalan birçok ilim dalını mecburen başka kaynaklardan talim edeceğiz. Risale-i Nurları her noktada kafi görmek ve farklı kaynakları men etmek cahillik olur. Mesela Risale-i Nurlarda namazın nasıl kılınacağı anlatılmaz.

Ayrıca; Hizmet Rehberi çokça okunmalı, meşveret düsturları iyi bilinmeli, liyakat ve sadakat olmazsa olmazlarımızdır. Bu düstur ve muvacenelerle aşk ile şevk ile hizmet edebilmeyi Rabbim hepimize nasip etsin. Bizler bir inayet eli tarafından istihdam edildiğimize inanıyoruz. Rabbim istikametten ayırmasın.(Amin)

Çetin KILIÇ

Kaynak ; Sorularla İslamiyet sayifesinden istifade edilerek yazılmıştır.

Depresyon

Psikolojik ilaçların leblebi gibi tüketildiği bir zaman diliminde yaşıyoruz. Neden? Niçin? Bu sorunun cevabını geçmişle bu günü karşılaştırdığımızda bulabiliriz.
Evde, sokakta, iş yerinde, okulda, her yerde, hayatın çevrenin, hatta bir sürü şeyin etkisiyle yaralanıyoruz, üzülüyoruz, kırılıyoruz. Bu durum çok ta anormal değil hayatın akışı böyle. Evde babandan azar hatta tokat yemek, annenden terlikle maşa ile dayak yemek, okulda arkadaşınla kavga etmek, öğretmen tarafından kulağının çekilmesi, iş yerinde amirinden azar işitmek çokta şaşılacak bir durum olmasa gerek. Geçmişte bunlar gayet normaldi, şimdi bunları gülerek hatta iyi ki babam azarlamış, öğretmenim kulağımı çekmiş, annem dayak atmış diyoruz. O terlikler bizi rotaya soktu, komşunun tarlasına zarara giren koyuna çobanın taş atması gibi. Rabbim de böyle yapıyor, hastalıklarla, musibetlerle seni pişiriyor, adeta geleceğe hazırlıyor.

Her toplumda hataya, suça, kabahata ceza, iyilik ve güzelliklere, başarılara mükâfat vardır. Af etmek tabiki en güzeli ama kim nereye kadar af? “Nasihatten anlamayanın hakkı kötektir” derdi atalarımız. İfratlar tefritler var mıdır? Gayet tabii ki vardır, bunların tümü konumuz dışında, burada vurgulamak istenilen şey! Muktezayi hale göre hareket edilmeli. Çocuk yaşadığı değil yaşayacağı zamana göre eğitilmeli, hiçbir şeyin evdeki gibi olmayacağı, çıkacağı hayat yolculuğunda nelerin olabileceği, bunlarla nasıl başa çıkacağı yaşayarak öğretilmeli. Yağmuru, soğuğu, acıkmayı , varı/yoğu bilmeli çocuk. “Kuru ekmek yedirin sert yatakta yatırın” diyen bir Peygamber (sav) nasihatı var. Oysa şimdi aileler prens ve prenses yetiştiriyor. Norveç gibi çok zengin bir ülke bile herkes aldığı hizmetin bedelini ödesin nesiller hazıra alışmasın diye yol ve köprü gibi gelecek nesillerin de kullanacağı şeyleri borçla yapıyor.

Dünya’ya baktığımızda; Savaşlar, ölümler, ezilenler, dövülenler maalesef hiç eksik olmuyor. Bizim veya sevdiğimiz birinin böyle bir bir muameleye maruz kalmayacağını kimse garanti edemez, öyleyse bu durumla nasıl başa çıkacağız? Saydığım böylesi dehşet verici haller varken, sıradan sebepler yüzünden sıkıntıya düştüğünü zannedip ilaçlara, olmadık şeylere sarılanlar maazallah daha büyük sorunlarla karşılaşınca ne yapacak?

İnsan kâinatın en şerefli mahlukudur, Allah kâinatta ne varsa hepsini insanın emrine vermiştir, koskocaman güneş insan için doğar, dünya insan için döner, yağmur, bulut rüzgar, toprak, deniz, hava, su hepsi insan için vardır. Denizin suyu tuzludur insan içemez, bunu bilen Yaratıcı o suyu balığa içirtir, insana da balığı ikram eder, çamurlu suyu üzüm asmasına leziz bir üzümüde insana bahşeden Allah kullarını hiç üzer mi? Bu kadar nimetlere gark eden Rabbimiz bize eziyet eder mi? Asla ve kat a.

Çözüm çok basit; Dünya gemisine kendini teslim ettiğin gibi dertlerini, kederlerini omuzundan, kucağından gemiye bırak, onların yükünden kurtul. Zaten öyle yapıyorsun, vücudunun hangi organına müdahale edebiliyorsun? Uyurken, gezerken, iş yaparken kalbin çalışıyor, miden öğütüyor, kanın dolaşıyor bunların hangisinin farkındasın ? Tansiyon şeker, kolostrol hepsi belli ölçüde neresine müdahale ettin? Uykun geldiğinde göz kapaklarına dahi sözünü geçiremeyecek kadar acizsin. Tevekkültü al Allah de, Mevlam neylerse güzel eyler de, huzura var, Rabbine sığın, gerisini merak etme.
Kalın sağlıcakla.

Çetin KILIÇ