Etiket arşivi: Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz

Kocam Beni Artık Sevmiyor

Poliklinikte hasta muayene ederken gelen telefon üzerine muayeneyi yarım bıraktım. Avizenin diğer ucunda ses tonundan moralinin çok bozuk olduğunu anladığım bir bayan:

“Doktor Kenan Bey’le mi görüşüyorum?”

“Benim buyurun!”

Doktor Bey kusura bakmayın rahatsız ediyorum ama televizyondaki programınızı eşimle birlikte seyrettik ve sizle görüşmeye karar verdik. Tabi müsaitseniz.

“Hangi konuda görüşeceğiz?”

Doktor Bey, biz 17 yıllık evliyiz. Eşim öğretmen, ben ise ev hanımıyım. Son zamanlarda evliliğimiz bize ve çocuklarımıza zarar vermeye başladı. Geçenlerde boşanmaya karar verdik. Aslında ben eşimi seviyorum. Galiba o da beni seviyor. Ama bir türlü kavga etmeden duramıyoruz. Anlayacağınız kendimize ve çocuklarımıza zarar vermeye başladık.

“İsminiz neydi?”

“Kusura bakmayın. İsmimi söylemeyi unuttum. Ben Ayla” (tabi bu gerçek ismi değil.)

“Ayla hanım müsait olursanız sizinle ve eşinizle yarın saat:17:00 de görüşelim.”

“Teşekkür ederim doktor bey. Yarın görüşmek üzere, iyi günler.”

“İyi günler.”

Ertesi gün Ayla Hanım ve eşi kararlaştırdığımız saatten yarım saat önce geldiler.

“Hoş geldiniz!”

“Hoş bulduk doktor bey. Ben Barış.”

“Ben de Ayla, telefonda görüşmüştük.”

Barış Bey ve Ayla Hanım ilk görünüşte bana hiç de uyumsuz bir çift gibi gelmemişti. Barış Bey son derece saygılı, Ayla hanımsa mütevazı ve çekingendi. Kısa bir hal hatır sormadan sonra evlilik terapisi başlığı altında anlattığım konulardan onlara bahsettim ve Aile terapisinin doğası gereği önce kendileri ile tek tek görüşeceğimi sonra birlikte durum değerlendirmesi yapmamız gereğinden bahsettim.

“Önce hanginizle görüşelim?”

“İsterseniz önce hanımla görüşün doktor bey!”

“Ayla Hanım siz ne dersiniz?”

“Olur, doktor bey bence mahsuru yok.”

“Barış Bey öyleyse sizi dışarı alalım. Okumak isterseniz içeri odada dergi ve gazete var. Birazdan sizle görüşürüz.”

“Evet, Ayla Hanım, kısmi olarak probleminizi anlattınız ama genel olarak sıkıntılarınızdan bahseder misiniz?”

“Doktor bey telefonda da dediğim gibi aslında ben eşimi seviyorum. Onunla da isteyerek evlendim. Ama son birkaç yıldır evliliğimiz çekilmez hale geldi. Eşim malumunuz öğretmen, ben de ev hanımıyım. O dışarıda çalışıyor bense evde. Bütün gün yemek, bulaşık, ütü derken yorgunluktan canım çıkıyor. Daha bir gün olsun bizimkinin ağzından eline sağlık cümlesini duymuş değilim. Önceleri bu durum baha hiç dokunmuyordu. Ama son zamanlarda artık bende bir çift güzel laf duymak istiyorum. Başkalarına bakıyorum. Benim kadar evlerinde çalışmasalar bile eşleri onları baş tacı yapıyor. Evliliğimizin ilk yıllarında eşim eve her geldiğinde halimi hatırımı sormadan yemeğe oturmazdı. Evden çıkarken de bir isteğim var mı diye sorardı, hatta çıkmadan mutlaka öperdi. Son zamanlarda daha içeri girip neredeyse selam bile vermeden, ne yemek yaptın? Sofra hazır mı? gibi, sadece kendini ilgilendiren şeyler söyler oldu. Akşamları bir araya gelip iki kelam edebildiğimiz yok. Beyefendinin elinde kumanda kanepeye uzanıyor. Ne bizimle konuşuyor, ne de ilgileniyor. Bu durumdan rahatsız olduğumu kaç kere ona söylemeye çalıştım ama nafile. Yorgunum deyip kestirip atıyor. Ben de başkaları da senin gibi çalışıyor ama kimse senin gibi yapmıyor diyorum. Mesela bizim üst kat komşularımız karı koca öğretmen. Onlara bakıyorum. Onlarda yorgun argın geliyorlar ama yemeği birlikte yapıyorlar, sofrayı birlikte kuruyorlar, birlikte muhabbet ediyorlar, anlayacağınız bizim ki gibi değiller. Ben daha bu örneği bitirmeden bizim ki sinirlenmeye başlıyor. Beni başkalarıyla kıyaslama. Sen herkesin iç yüzünü nereden bileceksin demeye ve biz de başlıyor kızıl kıyamet.”

“Ayla Hanım eşinizle kavga ederken eşiniz size hiç hakaret etti mi veya size vurdu mu?”

“Hayır.”

“Peki, sizce eşinizin başka kadınlarla ilişkisi var mı?”

“Zaman zaman bu soru benim de aklıma geliyor ama zannedersem yok. Olsa sezerim. Zaten kendisi burada yok, Allah’ı var. Benim eşim böyle biri de değil doktor bey.”

“Kusura bakmayın bu soruların cevabı benim ve sizin ilişkiniz için önemli.”

“Anlıyorum.”

“Peki, başka ne gibi problemleriniz var eşinizle?”

“Eşim benle iki kelam etmiyor ama ne zaman kayınvalidemlere gitsek sanki evdeki o adam gidiyor yerine anlayışlı, muhabbeti bol biri geliyor. Birde ne zaman öğretmenler ve eşleri ile bir araya gelsek eşim yine aynı ehli muhabbet, yine aynı şen şakrak oluyor. Tabi o zaman ben de şalterler atıyor. Demek ki diyorum bu adam beni beğenmiyor. Beni konuşmaya layık görmüyor.”

…………..

“Ayla Hanım, isterseniz bir kadının bir erkekle nasıl konuşması gerektiğinden başlayalım. Evlilik müessesesinin selameti açısından bir kadının bir erkekle nasıl konuşması gerektiğini bilmesi şart…”

“Ne yani bir kadın bir erkekle nasıl konuştuğunu bilmek zorunda da, bir erkek bir kadınla nasıl konuşması gerektiğini bilmek zorunda değil mi?”

“Hemen savunmaya geçmeyin. Tâbi ki bir erkeğin de bir kadınla nasıl konuşması gerektiğini bilmesi zorunludur. Fakat biz bunu eşinizle konuşacağız. Bakın sizin yaptığınız hataların başında, hep eşinizin ne yapması gerektiğine odaklanmanız geliyor. Oysa önemli olan sizin eşiniz için ne yaptığınız. Siz öncelikle buna odaklanmalısınız yani eşiniz ve yuvanız için neler yapıyorsunuz ama aslında neler yapmanız lazım. Sizin için önemli olan bu?

“Galiba haklısınız doktor bey. Peki, bir kadın eşi ile nasıl konuşmalı?”

Bir kadın öncelikle başka bir kadınla konuştuğu gibi eşiyle konuşursa eşini kaybede bilir.

“Nasıl yani? Ciddi misiniz?”

Elbette. Ayla Hanım bu konuda ki ilk kural; kesinlikle eşinizle güç yarışına girmeyin. Gerek sözlü, gerekse de fiili olarak. Eşinizle konuşurken onu güçsüz, yetersiz hissettirecek her hangi bir cümle kurmayın ve kesinlikle eşinizi eleştirmeyin.

“İlahi doktor bey, onu eleştirmezsem hatalarını nasıl görecek? Hem televizyonda psikologlar demiyorlar mı, eleştiri kişiyi olgunlaştırır diye?”

“Siz psikologların sözünü yanlış anlamışsınız. Eleştiri erkek ve kadınlarda farklı tepkilere neden olur. Genel olarak eleştirilen kadınlar savunmaya geçerken, Eleştirilen erkekler, kendilerini eleştiren kişilerden uzaklaşırlar. Yani eleştiri eşinizin sizden uzaklaşmasına neden olur.”

“Peki, bunun istisnası yok mu?”

“Var tabi. Bir erkeğin eleştirisini kabul edeceği yegâne kadın, annesidir. Yani sizin kayınvalideniz.”

“Hakikaten doktor bey dediğiniz çok doğru. Eşime aynı şeyleri ben söylediğimde çok kızıyor ama kayınvalideme hiç bir şey demiyor. Demek sebebi buymuş. Ben de beni sevmediği ve önemsemediği için söylediklerimi kale almadığını düşünüyordum. Tamam, eleştiri yok başka?”

“Bir sonraki adım eşinizi suçlama da yok! Erkekler suçlandıkları zaman kendilerini yetersiz hissederler. “Hiç düşünceli değilsin! Sen zaten beni sevmiyorsun?” Gibi itham içeren ve hesap soran cümleler erkeklerin en sevmedikleri yaklaşım tarzıdır. Ayrıca eşinizden bir şey isterken, ona hitap ederken kesinlikle emir içeren cümleler kurmayın. Bir erkek kendisine emir edilmesinden hoşlanmaz. Tabi bütün bunların yanı sıra kullandığınız cümlelerin içeriğine dikkat etmelisiniz. Sizin söylediğinizle eşinizin anladığı aynı şey olmaya bilir.”

“Nasıl yani?”

“Ayla Hanım eşiniz eve geç geldiğinde ona ne dersiniz?”

“Geç kalacağını niye haber vermiyorsun? Biraz daha düşünceli olabilirsin vs gibi bir şeyler söylerim her halde.”

“Bura da sizin söylemek istediğiniz şeyle eşinizin algıladığı şey farklı olacaktır. Eşiniz bunu ne düşüncesiz adamsın vs tarzında anlayacaktır. Oysa ona “geç kaldığında seni merak ediyorum, iyi misin?” tarzında bir soru sorduğunuz da, eşiniz bunu “benim için önemlisin” mesajını alarak sizi dinleyecektir.”

“Hiç böyle düşünmemiştim! Peki, başka neler yapmam gerekiyor?”

“Erkeklerin kalbine girmenin en kolay yollarından biri de onları takdir etmektir. Erkekler onore edilmeyi severler. Hatta onda olmayan meziyetleri varmış gibi ona davranırsanız ve onu onore ederseniz, kısa bir süre sonra öyle davranmaya başlayacaktır. Burada önemli olan nokta takdir etmekle abartmak arasındaki ince çizgiye dikkat etmektir. Ayla Hanım unutmayın eşinizi ne kadar çok överseniz o da sizi o kadar çok sevecektir.”

“Doktor bey, ben de bu zamana kadar övgüyü hep biz kadınların çok sevdiğini düşünürdüm meğerse… Gerçi bu söylediğinizi evliliğimin ilk dönemlerinde yapıyordum ama uzun süredir içimden gelmediği için yapmıyorum. Bir şeyi merak ediyorum doktor bey, eşimi eleştirmeyeceğim, olumsuz bir şey söylemeyeceğim, onu öveceğim, takdir edeceğim, peki, onda olan olumsuz şeyleri ona nasıl söyleyeceğim?”

“Mutlu ve huzurlu evliliklerin püf noktalarından biri bu sorduğunuz soru. Bir erkeğin hoşunuza gitmeyen bir davranışını söylemek istediğinizde; erkeğin eşine yaptığı gibi dobra dobda değil, bir kadın gibi zekice, sesinizi yükseltmeden, usulca kulağına mırıldanarak istediğiniz her şeyi ona söyleye bilirsiniz.”Sen zaten…”, “Ne anlarsın ki…?”, “Sen hep böylesin…” ile başlayan ve itham eden cümleleri kullanmak erkekleri daha da saldırganlaştırmaktadır. Siz kullandığınız cümlelere dikkat edin işte o zaman eşinize istediğinizi yaptırabilirsiniz. “Bilen bir kadın olun ama bilmiş bir kadın olmayın.” Çünkü arada çok fark var. Bilmek mütevazılığı, bilmişlik bilgili olduğunu ispatlamayı getirir. Kadın her şeyi bilse bile, kocası söze başladığında “Ben onu biliyorum” diye söze başlamamalı.

“Başka doktor bey başka?”

“Eşinizi hiçbir erkekle kıyaslamayın. Erkekler eşleri yanında tek ve özel olmak isterler. Size bu konu ile ilgili Nasreddin Hoca’nın bir fıkrasını anlatmak istiyorum. Nasreddin Hoca’yı, gözleri şehladır diye överek şaşı bir kadınla evlendirmişler. Akşam olmuş, Hoca bir tabak kaymak getirip, sofraya koymuş. Kadın şaşı olduğu için:

Hoca efendi, neden iki tabak aldınız, bir tabak yeterdi” demiş.

Nasreddin Hoca:

“Evde bir yemeği, iki görmesinde bir ziyan yok!” diyerek yemeğe başlarken, karısı bu sefer:

“Hoca efendi yanındaki adam da kim? İlk akşamımızda bir yabancı ile mi sofraya oturacağız” deyince, Hoca:

“Yoooo! Hanım bak bu olmadı! Her şeyi iki görebilirsin ama kocanı bir görmelisin!” demiş.

“Anladım doktor bey anladım. Başka?”

Ayla Hanım özellikle evinizin içinde görselliğe dikkat edin. Günümüz kadınlarının çoğu çarşıya-pazara giderken kılık kıyafetine gösterdiği özeni, evinde eşinin yanında göstermiyor. “Eşini aldatan erkeklerin büyük kısmı, eşinden daha güzel bir kadınla eşini aldatmıyor. Eşinden daha bakımlı biri ile eşini aldatıyor.” Aslında söylenecek daha çok şey var. Bu günlük sizle görüşmemizi sona erdirmeden önce ilmi siyaseti en iyi bilen tarihin mümtaz şahsiyetlerinden biri olan Hürrem Sultan örneğini size anlatmak istiyorum.”

“Hürrem Sultan mı? Hani Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi olan mı?”

“Evet, size anlatmak istediğim Hürrem Sultan’ın Kanuni’yi nasıl etkilediği? İstediklerini yaptırmak için onunla mücadele etmek yerine hangi yolları tercih ettiği. Kısaca siz kadınların Hürrem Sultandan alacağı birçok ders var.”

“İyi anlatın o zaman, ben dinlemeye hazırım.”

“Hürrem Kırım Tatarları tarafından Rusya içlerine yapılan bir savaşta, on yedi yaşında, esir edilen leh asıllı genç bir kızdır. Kırımlılar tarafından Osmanlı sarayına hediye edilmiştir. Yalnız, herkes Hürrem’in sarayda fazla barınmayacağını düşünür. Çünkü Hürrem diğer cariyeler gibi yumuşak başlı değil, hırçın ve dik başlıdır. Yurdundan, ailesinden ayrı düştüğü için isyan eder, haremde her gün bir olay çıkarır.

Hürrem’in yaptıklarını Kanuni duyunca onu görmek ister. Kanuni o zaman yirmi altı yaşındadır. Hürrem derdini, isyanını ona da anlatır. Daha ilk görüşmelerinde kanuni onu beğenir, daha o hafta Hürrem Kanuni’nin gözdeleri arasına girer. Hürrem güzeldir ama sarayda öyle güzel cariyeler vardır ki, o, onların yanında sönük kalmasına rağmen nasıl olup da Kanuni’nin gözdesi olur, herkes buna şaşırır.

Oysa Hürrem güzelliği ile değil aklıyla Kanuni’nin dikkatini çekmiştir. Saraydaki bu dik başlı kadın, Kanuni’nin yanında bambaşka bir kadın olur. Hürrem Kanuni’yi öyle etkilemiştir ki herkes onun padişaha büyü yaptığından bile şüphelenir.

Oysa Hürrem’in büyüye filan ihtiyacı yoktur; çünkü Hürrem sözlerin büyü etkisi yaptığını gayet iyi bilir. Zira en güzel kadın bile, ağzından çıkan sözlerle çirkinleşebilirken, en çirkin kadın da ağzından çıkan sözlerle, çekici alımlı bir kadın olabilir.”

“Bakın şimdi merak ettim şu Hürrem’in yaptıklarını.”

Hürrem, giyimini kuşamını, saç modelini bile kocasının ruh durumuna göre ayarlayan bir kadınmış. Kanuni neşeliyken daha fazla süslenip cıvıl cıvıl konuşurken, kanuni sıkıntılıyken daha sade giyermiş. Kanuni gergin olduğunda hiçbir konuyu gündeme getirmeyip onu sakinleştirirmiş.
Hürrem, hiçbir şeyi Kanuni’ye zorla yaptırmamış, zaten yaptırması da mümkün olmazdı. Hürrem’in metodu, istekleri konusunda acele etmemek, zaman’a yayarak yavaş yavaş eşine telkin etmek olmuş. Bir süre sonra Kanuni o düşünceyi artık benimsermiş ve kendi düşüncesi olarak uygulamaya başlarmış.

“Sabırlı bir kadınmış yani.”

“Evet, işini bilen sabırlı bir kadınmış. Hürrem, yanındayken etkilemeyi başardığı eşi, uzak yerlere sefere gittiği zaman sevgileri soğumasın diye Kanuni’ye sürekli aşk mektupları gönderirmiş.”

“Doktor bey anladığım kadarı ile erkekle mücadele ederek, onunla yarışarak hiçbir şey kazanamayız öyle mi?”

“Aynen öyle. Bununla birlikte bir kadın eğer işi biliyorsa mutlaka eşine istediğini yaptırabilir. Biz erkeklerin en zayıf noktalarımızdan biri de eşlerimize olan muhabbetlerimizdir. Fakat kadınlar bunu bilmediği için daha evliliğin ilk zamanlarından başlayarak eşiyle inatlaşmaya başlıyor. Adeta onu kendine rakip olarak görüyor. Oysa uygun yaklaşım tarzı ile bir kadının eşine yaptıramayacağı şey yok.”

Peki, doktor bey diyelim ki karı koca arasında kavga çıktı ne yapmak gerekir?

“Çatışma ve krizlerde taraflardan birinin biraz alttan alması ve diğer tarafı yönetmesi, yönlendirmesi çok önemlidir. Gerek kültürel yapımız, gerekse aile içindeki rol dağılımı bu konuda fedakârca davranmayı daha ziyade kadına yükler. Siyasi sonuçları bir kenara bırakacak olursak Hürrem sultanın Kanuni Sultan Süleyman’ı gibi bir padişahı yönetmesi buna örnek olarak verilebilir. Bilindiği gibi Kanuni Hürrem Sultan’dan doğan ve kendisine isyan eden oğullarından birinin idam edilmesine karar verir. Hürrem sultan, oğlunu kurtarmak için Kanuni’ye “Sen ne biçim babasın, nasıl oğlunu öldürmeyi düşünürsün” demek yerine, “Yüksek ruhlarda kin barınmaz, sen yüksek ruhlu bir insansın. Affet oğlunu” der. Kanunu de bu sözlerden etkilenerek oğlunu affeder.

Tıpkı Hürrem sultan örneğinde olduğu gibi, eşler evlilikte yaşanan sorunları çözmek için sürekli çatışmaya girmek yerine; karşı tarafın olumsuz özelliklerini bir kenara bırakıp olumlu özelliklerine odaklanmalı ve duygularına hitap etmelidir. Birçok sorunu çözmek için, güzel söz söylemek bile yeterlidir.”

“Çoğu evde, erkek eve geldiği zaman bir akşam sendromu yaşanır. Erkek eve girer girmez, eşi hemen ya çocuklarından ya da her hangi bir sorundan şikâyet etmeye başlar. Erkek o anda yorgun, işte yaşadığı sorunlardan ötürü zayıf ve kırılgan halde ise kontrolsüz biçimde tepki verir. Bazen de erkek eve gelip derdini dökmek ister ama çoğu kadın buna ilgisiz davranır ve kocalarına bütün gün yaşadıkları sıkıntıları, çocukların yaramazlıklarını vs gibi problemleri anlatır. Şimdi sormak lazım bu şekilde davranan kadınlar bencil midir? Hayır, bencil değildirler fakat işi bilmemektedirler. Kendi isteklerini, şikâyetlerini söyleyecek yanlış bir zamanlama yapmışlardır. Bu nedenle kadınlar problemi anlatmak için sessiz bir zaman kollamalıdırlar.

“Bu söylediklerinizi yaparsam, evimizde hiç kavga olmaz değil mi?”

“Ayla Hanım, kavgasız ev olmaz. Bununla birlikte kızdığımız zaman sesinizi yükseltmeden, bağırıp-çığırmadan, “Dilinizi eşinizi yaralamak için değil, söylemek istediklerinizi söylemek için” kullanırsanız, her tartışmanızın sonunda ilişkiniz daha da olgunlaşır ve güçlenir. Birbirinize olan muhabbet ve sevginiz artar. Bir kere eşiniz çok sinirliyken onunla tartışmayın. Sinirinin geçmesini bekleyin ve yalnızca söylemek istediklerinizi dile getirin. Önce fırtına dinsin, sonra geminizi denize indirirsiniz. Son olarak eşinizin gözlerine hitap ettiğiniz kadar kulaklarına da hitap edin. Bence; kadınlar eşlerinin gözlerine hitap ettiklerinin on da biri kadar kulaklarına da hitap etseler, etraf da bu kadar yalnız kadın olmazdı.

“Teşekkür ederim doktor bey. Bir daha ne zaman görüşe biliriz.”

“Bir ay sonra, ayın 25 ‘inde sizin için de uygunsa.”

“Uygun, sağ olun.”

Ayla Hanım’dan sonra Barış Bey’le görüşme zamanımız gelmişti.

“Buyurun Barış Bey.”

“Sağ olun Doktor Bey.”

“Evet, Barış Bey, eşinizle görüştük, kısmi olarak kendisi için sorun olan şeyleri onun ağzından dinledim. Şimdi sizin için sorun olan konuları öğrenebilir miyim?”

“Doktor Bey eşim söylemiştir. Ben öğretmenim. Aynı zamanda da idareciyim. Çalıştığım okul da işler çok yoğun. Anlayacağınız gün içinde çok yoruluyorum. Eve her geldiğimde pestilim çıkmış gibi oluyorum. Eee artık yaş da eskisi gibi değil. Eskilerin tabiri ile “Kütük” eskimeye başladı. Eve her geldiğimde daha içeri adımımı atar atmaz, bizim hatun başlıyor şikâyete, çocukların beni şöyle yordu, şöyle yaramazlık yaptılar, evi temizlemekten canım çıktı… Yahu bir günde şikâyet etmeden beni adam gibi karşılasa ya! Mümkün değil alışmış bir kere. Kendisine defalarca bundan rahatsız olduğumu bütün gün yorulduğumu eve gelip dinlenmek istediğimi söyledim ama nafile. Bu sefer de vay efendim, yorulan sadece ben miymişim, kendisinin de bütün gün çalışmaktan canı çıkıyormuş, ben zaten ev hanımlığını küçümsüyormuşum falan da falan. Anlayacağınız bunaldım artık bunaldım. Hani diyorum ki bu işin bir sırrı, bir ilacı varsa, bize söyleseniz de onu kullanıp rahata ersek. Yoksa bu işin sonu iyi görünmüyor.”

“Elbette bu işin püf noktaları var, ilacı henüz keşfedilmedi ama “eli kulağında” yakındır inşallah ( Karşılıklı gülüşüyoruz).”

“İnşallah doktor bey, inşallah.”

“Barış Bey, işin latifesi bir yana bilinmesi gereken ilk püf noktası, erkeklerin ve kadınların fıtratlarının yani yaradılış ve algılarının farklı olduğudur. Bundan dolayıdır ki bu iki cins farklı beden dilleri ve lisanları kullanırlar. İstediğiniz kadar Türkçeyi iyi konuşun eğer Fransızca bilmiyorsanız, bir Fransız’la iyi anlaşamazsınız. Erkek ve kadınların kullandıkları lisanlarda aynen bunun gibidir.

Kadınları anlamanın ve onlarla iyi iletişim kurmanın bir numaralı kuralı; her kadının güzel söz ve iltifattan hoşlandığını bilmektir. Eşinize sık sık iltifat edin. Göreceksiniz bu iltifatlar ve güzel sözler size muhabbet ve hizmet olarak geri dönecektir. Bu iltifatlar bazen yaptığı işe bazen güzelliğine, bazen giydiği bir kıyafete olabilir. Bu konuda sınırlama yok.

“İyi ama ya iltifat edilecek bir şey yapmıyorsa.”

“Bu mümkün değil. Dediğiniz gibi olsa bile, yapacağınız iltifat ve söyleyeceğiniz güzel sözler onu onore edecek ve öyle olmaya çalışacaktır. Teşbihte hata olmazmış. Biliyorsunuz bir insana kırk gün deli derseniz öyle olur demiş atalarımız.”

“Peki, başka?”

“İki numaralı kuralımız; Kadınlar konuşmayı, paylaşmayı severler. Mesai bitiminde eve geldiğinizde her akşam eşinize belli bir zaman ayırın. Mutlaka onu dinleyin. Barış Bey bakın bu önemli, onu dinliyormuş gibi yapmayın, mutlaka eşinizi dinleyin. Bir elinizde kumanda veya bir elinizde gazete olmadan, eşinizin gözünün içine bakarak, onun duygularınıza önem verdiğinizi göstererek, eşinize bunu hissettirerek dinleyin onu. Önceleri biraz zorlanabilirsiniz.”

“Sadece biraz mı doktor bey?”

“Kabul epey zorlanabilirsiniz. Çünkü bayanlar teferruata dikkat ederler, bizim için pek de önemli olmayan şeyler onlar için önemlidir. Biz “erkekler sonuca odaklıyken, kadınlar sürece odaklıdırlar.” Bu da bir erkekle bir kadının iletişime geçmesini güçleştiren unsurlardan biridir. Bununla birlikte, önceki verdiğim örneği hatırlanmaya çalışın. İstediğiniz kadar Türkçeyi mükemmel konuşun eğer bir Fransızla konuşup anlaşmak istiyorsanız sizi idare edecek kadar da olsa Fransızca öğrenmeniz lazım.”

“Niye ben Fransızca öğreneyim ki, o Türkçeyi öğrense olmuyor mu?”

“Bakın o Fransız da Türkçe öğrenme gayretinde. Onun için sizin de çaba göstermeniz lazım. Zaten sonu hüsranla biten evliliklerin genelinde bu tavır yatıyor. Eşlerin niye ben alttan alayım ki, niye ben taviz vereyim ki diye diye evliliklerini bitiriyorlar. Evet, ne diyorduk? Önceleri biraz zorlanabilirsiniz demiştim. Size göre üç cümlede anlatılması gereken bir konu eşiniz tarafından otuz cümlede anlatılabilir. Aslında bu bayanların iç dünyasının ne kadar zengin olduğunu, sosyal zekâlarının ne kadar geliştiğini gösterir. Yani bu kadınların artı özelliklerinden biridir. Eşiniz size göre bir konuyu uzatırsa sakın onun sözünü kesmeyin ve hemen anlattığı konuya bir çözüm getirmeye çalışmayın. Çünkü kadınların en büyük ihtiyacı dinlenilmektir. Sorunlarına çözüm bulunması değil.”

“İyide bir sıkıntısını anlattığında ben ona çözüm önermeyeceksem niye dinleyeyim ki?”

“Eşinizi mutlu etmek için, onunla bir şeyler paylaşmak için, onun sizin için ne kadar değerli olduğunu göstermek için… daha devam edeyim mi?”

“Anladım. Sağ olun.”

“Kadın ve erkekler hakkında bilinmesi gerekli bir diğer kuralımızda kadınların ve erkeklerin sevgiyi algılayış şekillerinin farklı olduğudur. Kadınlar ilgi gördüklerinde sevildiklerine inanırlar. Yani eşinize ne kadar ilgi gösterirseniz, eşiniz onu o kadar sevdiğinize inanacaktır. Bunun için gün içerisinde eşinize ara ara sevgi cümleleri içeren cümleler yazıp onun görebileceği yerlere koyabilirsiniz…

“Yok, artık daha neler?”

“Veya onu onore edecek cümleler sarf edebilirsiniz. Oysa erkeklerin sevgiyi algılayış şekilleri fazla ilgide değildir. Bir kadın, eşine daima sevgi içeren cümleler söyler ve bunu eşinden de beklerse erkek sıkılabilir. Erkeklerin sevgiyi algılayış şekilleri genelde “kabul görmek” şeklindedir. Onun için erkeklerin eşleri tarafından eleştirilmeye pek tahammülleri yoktur. Çünkü bilinçaltında sevilmediklerini düşünürler.”

“Şimdi bazı tartışmalarımızın neden çıktığını daha iyi anlıyorum.”

“Barış Bey tüm bunlara rağmen eğer eşinizi bilerek veya bilmeyerek üzer ve onunla küserseniz, onun yeniden gönlünü almak ve tekrar barışmak için bizin Karadenizli Temel’in taktiğini uygulayabilirsiniz.”

Temel ile Fadime 40 yıl evli kalırlar. Bu süre içinde birbirlerini hiç üzmez, birbirlerine hiç küsmezler. O gün ne olursa olur, Temel zülfiyare dokunur ve ağzından kötü bir söz çıkar. Fadime buna bozulur o da cevabını yapıştırır; ama ikisinin de kalbi kırılmıştır.

Fadime hızla yatak odasına gider. Temel salonda şaşkın, üzgün öylece donakalır. On beş dakika içinde yaşadıkları bu acı deneyimin şokundan kurtulmaya, yavaş yavaş kendilerine gelmeye başlarlar.

Temel kafasını ellerinin arasına alır. Yarı dövünür bir vaziyette;

“Uy Allahum, ben ne ettüm de de Fadimemü küstürdüm…”

Yatak odasında da durum pek farklı değildir. Fadime de hayatında ilk kez yaşadıkları bu acı tecrübeye bir anlam verememektedir. Sonuçta o da yaptıklarından pişmandır. O da elleri belinde;

“Uy Allahum ben ne ettüm de Temelümü küstürdüm…” diye dövünmektedir.

Ama ikisi de çaresiz, ikisi de içinde bulundukları bu zor durumdan nasıl çıkacakları konusunda tecrübesizdir.

Aradan 15 dakika geçer. Temel dayanamaz.

“Ula uşağum pi pakiim, ne ediyo bizüm Fadime” der ve her ne pahasına olursa olsun yatak odasına doğru yönelir.

Kapı hafif aralıktır. Fadime Nine yatağın kenarına oturmuş kendi kendine söylenmektedir, çaresizce;

“Uy Allahum ne ettüm de küstürdüm Temelümü? Ben ne etceem şimdi? Allahum noolur bizi baruştur. Gerekiyorsa Hızır Aleyhisselamu gönder daa!”

Temel bunu duyar da durur mu?

Kapıya okkalı bir tekme sallayıp içeri dalar;

Ya Hızır! İtme daa! Tamam. Anladuk Paruşacağuz!

Barış bey sizle bu günkü seansımızı bitirelim istiyorsanız. Eve gittiğinizde bu konuştuklarımızı daha iyi düşünürseniz iyi olur. Bir daha ki seansta daha teferruatlı görüşmeyi umuyorum”

“Umarım doktor bey, çok sağ olun.”

Not: Bu terapi esnasında eşler için özel olan veya özel olduğuna inandığım hiçbir sorun burada gündeme getirilmedi. Görüştüğüm şahısların ismi de benim tarafımdan değiştirildi. Terapi için daha sonra ki bir tarihe sözleştiğimiz bu çiftin tayini yakın illerden birine çıkmasına rağmen ayda bir görüşmeye devam ettik. Araları gayet iyi olan çift, gittikleri yerde “Eşler Arası İletişim” seminerleri veriyorlarmış.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Boşanmak Üzere Olan Çift

Bulunduğun Aile Sağlığı Merkezine boşanma arifesinde olan bir çift gelmişti. Prensip olarak çiftleri önce tek tek dinledim. Gereken notları aldıktan sonra onlarla birlikte görüştük.

Eşlerden bayan olanın en büyük problemi eşinin kendisini sevdiğini hiç söylememesi ve onun içine ne yaparsa yapsın takdir etmemesiydi.
Hatta şöyle şikâyette bulundu:

“Doktor Bey bununla da kalmıyor en küçük hatalarımı bulup eleştirmesinin yanında onun için yaptığım onca güzel şeye bir iltifat etmesinden vazgeçtim bari bir eline sağlık dese. Bizimkinde nerde o incelik. Geçenlerde okulda nöbetçiydi. Bizim okulun nüfusu fazla, öğrenciler yaramaz. Çok yorulmuştur diye o gün ona bir sürpriz yapayım dedim. Evi tertemiz yaptım. Sildim, süpürdüm. Sevdiği onca yemeği yaptım ve bende o güne has özel kıyafetler giydim ve eşimi beklemeye başladım. Kapı çalınca bir heyecanla kapıya yöneldim ve kapıyı açtım. Bizimki bendeki hiçbir değişikliği fark etmedi. Doğruca mutfağa gitti ellerini yıkadı. Sofrayı o halde görünce;”

“Hanım misafir mi gelecek diye sordu?”

“Bende hayır tüm bunları senin için hazırladım dedim.”

Bizimki hiçbir şey söylemeden kızarmış patatesten bir tane aldı.

“Yahu hanım bunun tuzunu fazla atmışsın!” deyince bende şalterler attı. Açtım ağzımı yumdum gözümü.

“Allah senin layığını versin emi bey. Ben senin için sabahtan beri temizlik yapayım. Özene bezene sevdiğin yemekleri pişireyim. Saçıma başıma özen göstereyim. Sen gel de ilk işin patatesin tuzunu eleştirmek olsun. Öyle mi?”

Doktor bey tabi bu benim ilk kez başıma gelen bir şey değil. Bu adam benim kadrimi kıymetimi bilmiyor. Ne yaparsam yapayım illaki bir eksik buluyor. Kısacası beni sevmiyor.

Bu arada ben hanımın eşine yöneldim ve eşinizi seviyor musunuz? diye sordum.

“Tabi ki eşimi seviyorum doktor bey. Ben ona, onu sevdiğimi sık sık söylemem bu doğrudur. Çünkü bu benim yapımda yok. Ama ben davranışlarımla, hareketlerimle bunu ona gösteririm. Mesela klasik erkekler gibi eve gelir gelmez pijamalarımı giyip yanında öyle gezmem. Ona olan saygımdan hafta sonları bile traş olurum. Onunla bunca tartışmamız olmuştur ama onun bana yaptığı gibi sesimi yükseltip asla daha ona bağırmış değilim. Ben eşimi seviyorum ama onunla anlaşamıyoruz doktor bey.

Çiftlerin aslında birbirlerini sevdiklerini ama temsili sistemlerinin farklı olduğunu anladım. Birde eşlerin kişilik tipleri bir birinden farklıydı. Erkek 1 Numaralı bir kişilik tipine sahip yani mükemmeliyetçi biriydi. Haliyle işin doğru ve eksiksiz yapılmasını istiyor böyle olmayınca da hataları kolayca tespit edebiliyordu. 1 Numaralı kişilik tipinin diğer özelliklerini onlara anlattım. 1 numaralar hata bulma uzmanıdırlar. Takdir etme mekanizmaları çok fazla gelişmemiştir. Asla işlerini savsaklamazlar. İşlerini düzenli ve zamanında yaparlar. Eşlerden bayan olan ise 2 numaralı kişilik tipine sahipti. 2 numaraların temel özelliği yardım sever olmalarıdır. Bunlar çevrenin takdirini kazanmak için kendilerinden ödün verirler. İyi olmak etrafındakilere yardım etmek bunları çok mutlu eder. Ama tüm bunlara rağmen takdir edilmezlerse öfke patlaması yaşarlar. Tün bu bilgileri verdikten sonra onlara temsili sistemler hakkında da gerekli bilgiler verdim. Bu bilgilere çok şaşırdılar ve çok hoşlarına gitti. Karı koca öğretmen olan ve okumaya meraklı olduklarını söyleyen bu çift temsili sistemleri ve kişilik tiplerini (Enegram) ilk kez duyuyorlardı. Benden bu konuda daha fazla bilgi istediler bende Da Vinci’yi Bırakın Kendi Şifrenize Bakın! (Ziya Baran) kitabını onlara önerdim.

Daha sonra onlara Mevlana’nın Mesnevisinde geçen şu hikâyeyi anlattım.

Adamın biri çalıştırdığı dört kişiye bir miktar para vermiş;

“Bunu alın karnınızı doyurur “ demiş.

Adamlar parayı almışlar. İçlerinden Acem olan;

“Ben bununla “Engur” alacağım” demiş.

Diğer Arap olan ise;

“La, demiş, ben “İnep” isterim. Bu parayla bunu alacağım.”

Üçüncüsü bir Türk’müş:

“Ben onlardan hiç birini istemem ben “Üzüm” isterim” demiş.

Dördüncü Rum’muş:

“Bırakın bu saçmalıkları! Diye bağırmış. Ben “istafil” isterim.”

Derken önce seslerini yükseltmişler, sonra bağırmaya başlamışlar, nihayet kavga başlamış. Kıyasıya vuruşuyorlarmış. Hâlbuki hepsi de aynı şeyi istiyormuş. Dilleri farklı olduğu için ayrı ayrı şeyler istediklerini sanıyorlarmış.

Nihayet akıllı bir adam bu kavgayı görerek gelir ve onları durdurur, her birini tek tek dinler. Sonra ellerinden tutarak bir manavın önüne götürür üzümü gösterir. Her birine ayrı ayrı sorar:

“Sen bunu mu istiyorsun?” Her biri ayrı ayrı evet der.

Böylece kavga sona erer.

Bu hikâyeyi dinleyen bayan öğretmen hemen lafa atıldı:

Doktor Bey bu hikâyede ki akıllı adam siz mi oluyorsunuz şimdi?

Bende bozuntuya vermeden:

Takdir sizin” dedim.

Hep birlikte gülüştük ve aralarındaki problem devam ederse benden yeniden randevu alıp görüşme talep edeceklerini söylediler. Bu olayın üzerinden yaklaşık sekiz ay geçti. Beni aramadılar. Geçenlerde onlarla çarşıda karşılaştık, sadece boşanmaktan vazgeçmekle kalmamışlar, kendi okullarında ki öğretmen arkadaşlarına da bu temsili sistemleri anlatmışlar. Artık aralarında bir problem olduğunda bir birlerine hey sen 1 numara, ne var 2 numara diye sesleniyorlarmış. Tabi ki buna çok sevindim ve hoş bir şekilde ayrıldık.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Eşler Arası Terapi

Evlilik kuşatılan bir şehre benzer. İçindekiler dışarı çıkmaya, dışarıdakilerde içeri girmeye çalışırlar.

Aile terapisi için bana gelen eşler genellikle ya boşanmanın eşiğinde oluyorlar ya da ilişkilerinden tamamen umudu kesmiş olup birde şu televizyon programındaki doktora bir gidelim, nasıl olsa kaybedecek bir şeyimiz yok diyerek kendilerince son şanslarını denemek istiyorlar. Hal böyle olunca işimiz biraz daha zorlaşıyor. Birbirlerine tahammülleri bitmiş, “gözünün üstünde kaşın var” mantığı ile birbirlerini değerlendiren insanlara yaklaşmak ve bozulan ilişkilerini yeniden rayına sokmak haliyle daha da çetrefilli hale geliyor. Genellikle bu tip eşlerle ayrı ayrı görüşmeden önce eşler arası iletişimle ilgili genel bilgiler vermeden önce çocukları varsa rikkatlerine dokunacak bilgiler vererek başlıyorum seansa. Batıdan devşirilen Aile terapisinin mantığında böyle bir yöntem yok ama bizim coğrafyamızda ve bizim insanımızda bu teknik genelde işe yarıyor.

Boşanmanın eşiğine gelmiş anne ve babayı, düşünmeye sevk etmek için şu soruları soruyorum, öncelikle babaya:

Siz, boşanma isteği sizden geldiği zaman, çocuğunuzun hayat düzeyinin %73 oranında düşeceğini ve gelecek yıl onu hiç göremeyeceğinizi bilseydiniz, yine de boşanır mıydınız? Yoksa evliliğinizi kurtarmak için her yolu dener miydiniz?

Şeyyyyyy!!!

Anneye dönerek sorumu farklı bir üslupla soruyorum:

Boşanma isteği sizden gelmişse, çocuğunuzun ve kendinizin zihnen ve ekonomik olarak büyük ölçüde zorlanacağınızı ve gelecekte mutluluk şansınızın çok küçük olduğunu bilseydiniz, yine boşanır mıydınız, yoksa evliliğinizi kurtarmak için her yolu dener miydiniz?” Boşanmış aile çocukları, genel olarak, annesinden başka, babasından başka ve toplumdan başka terbiye almak zorunda kaldıkları için çelişki yaşarlar.

Unutmamak gerekir: Çocuklar, acıdan çok sevinçle, telkinden çok tecrübeyle, emirden çok tekliflerle öğrenir ve eğitilirler. Konuşma bu minval üzere devam ediyor. Sonra kendileri ile ilgili genel bilgiler vererek devam ediyorum.

Aile terapisi yaptığım sorunlu ailelere öncelikle yapılan bir araştırmanın sonucunu hatırlatmaya çalışıyorum. Bu araştırmaya göre evlilikteki en önemli problemlerden biri eşlerin birbirlerini “tapulu malları” gibi görmeleriymiş. Evlenmeden önce her biri kendi başına bir birey olan bu yetişkin insanlar, evlendikten sonra birbirlerini sahiplenmeye ve birbirleri adına karar verme yetkisini kendilerinde görmeye başlıyorlar. 1+1= 2, hatta sinerjik etki ile 11 olması gereken evlilik kurumuna müntesip eşler, evlendikten sonra 1+1=0.5 ve hatta daha az bir sonuç çıkararak kendi kendilerini bloke ederek zenginleşerek çoğalma yerine tükenerek yok olma yolunu seçiyorlar. “Bireysel cennetten, toplumsal cehenneme” giden yolda emin adımlarla ilerliyorlar. Hâlbuki her iki taraf da birbirleri üzerinde hakları olduğunu bilerek hareket etse, aile kurumuna zarar vermeyecek olan bireysel özgürlüklerini yok etmeden birlik de olmanın avantajlarını kullansa hayat her iki taraf içinde daha da güzelleşecektir.

Ben kadın erkek ilişkisini hidrojen ve oksijen’in birleşmesine(H2O-su) benzetiyorum. “Hidrojen ve oksijen, atmosferde ayrı ayrı dolaşıyorlar, birleşince suyu oluşturuyor. Eğer ilişkinizde sevdiğinizle uyum içindeyseniz ve ‘biz’ olmanın güzelliğini yaşıyorsanız H2O formülünü uygulamışsınız demektir’ Aksi takdirde biriniz yanıcı biriniz de yakıcı olarak felakete neden olabilirsiniz.” Oysa biz biliyoruz ki, biri yanıcı diğeri yakıcı olan bu iki elementin birleşmesi sonucu sadece dünyamıza değil kâinata hayat veren su gibi mükemmel bir varlık ortaya çıkıyor.

Aile terapisi için gelen eşlere ayrıca, ilişkilerinin devamı ve selameti açısından kendileri için önemli olan şeyleri yapmak yerine eşleri için önemli olan şeyleri yapmalarını öneriyorum. Onlara fil ve timsah örneğinde ki gibi bir birimize ve isteklerimize ne kadar yabancı olduğumuzu hatırlatmakla işe başlıyorum. Timsahla filin dillere destan evliliğini duymuşsunuzdur. İki sevgili evlendikten sonra, birbirlerine kendileri için “en değerli” olanı verme yarışına girerler. Timsah gölden en güzel balıkları çıkarıp sevgilisi file ikram eder. Filde pek sevdiği yeşil yapraklarının en tazelerinden çırpıp sevgilisinin önüne atar. Fakat sonuç hüsrandır. Otçul olan fil için balıklar ve etçil olan timsah için de taze yapraklar hiç de değerli değildir. Çift sonunda anlar ki herkesin kendisi için en değerli olanı vermesi iyi niyetli ancak teknik olarak yanlış bir davranıştır; hem iyi niyetli hem de teknik olarak doğru davranış eşi için “en değerli” olanı vermektir. Sonuç olarak, fil timsaha hortumuyla tuttuğu ve zaten yemeyeceği balıkları, timsah da gölün dibinden kopardığı ve zaten sevmediği tazecik yosunları vermeye başlar. Mutlu olurlar, çünkü birbirlerini anlamaya vakit ayırmışlardır. İkisi de “Ben elimden geleni yapıyorum ya!” savunmasına girmemiştir.

Evlilik terapisinde eşlere hatırlattığım en önemli unsurlardan bir diğeri de; “Kötü olan siz değilsiniz; kötü olan ilişkiniz.” Yani, iyi insanlar da olsanız kötü bir ilişki kurabilirsiniz. Kötü bir ilişki içinde de olsanız, hala iyi birer insan olmanız mümkündür.

İyi bir ilişkinin iyi bir insan olmaktan fazla şartları vardır. Evlendiğimiz gün, ilk çocuğumuz doğmuştur aslında; ilişkimiz. İlk günler heyecan ve mutlulukla karşılarız onu; ondan sonra ne yapacağımızı düşünmeyiz bile. Sonra bakarız ki ilişkimiz konuşmayı bilmiyormuş. Aylar sonra emeklemeye başladığını, paytak yürüdüğünü fark ederiz. Sonra biz onu çocuğumuz bilip besledikçe ayağa kalkar, yürümeye başlar. Tabi eğer emek sarf edersek. İlişkiler bozulmaya başlayınca yapılan en büyük hata da, eşlerden her biri kendisi bu ilişkiyi kurtarmak ve yeniden canlandırmak için tüm gücünü sarf etmeden diğerinin bu ilişkiyi kurtarması için çaba sarf etmesini beklemesidir. Evliliği bir bebeğe benzetmiştik. Düşünün ki bebeğiniz bir uçurumun kenarında emekliyor ve aşağı düşmek üzere. Ama iki taraf da birbirine kızgın, bu yüzden, bebeği diğeri kurtarsın diye bekliyorlar. Ya da biri bir adım atıyor sonra bekliyor diğeri de bir adım atsın diye. Bu bebek böyle kurtulur mu? Aynen günümüzde ki evlilikler gibi. Evlilik müessesesinin kurtulması ve çocuklarımızın anne ve babalarının yaşamalarına rağmen öksüz ve yetim kalmamaları adına gururu ve kibir’i bir tarafa bırakıp mücadele etmeliyiz. İslam dininde yapılması helal olmasına rağmen Allah azze ve celle’nin en sevmediği helal boşanmadır çünkü. Boşanmaya ruhsat vardır ama en son çare olarak. Günümüz insanı sıkıntıya gelemiyor. En ufak bir tartışmanın sonunda bile aklına gelen seçenekler içerisinde boşanma var. Adı zikredilmeyen ama seçenekler içersinde geçen “boşanma” kavramı belli bir süre sonra en sondaki yerini en üst sıraya alıyor.

Günümüzün en önemli handikaplarından biri de; çevremizde örnek ailelerin yokluğu veya çok az oluşu. İnsanoğlu yapısı gereği çevresinde kendine modelleyeceği, örnek alacağı kişiler, aileler olmasını ister. Bu aynı zamanda bir ihtiyaçtır da. Ne zaman eşimizle ilişkilerimizde sorunlar yaşasak, aynı sorunları yaşamış ve suhuletle bu sorunu aşmış ailelerle konuşma ihtiyacı hissederiz.

Oysa günümüzde eşimizle yaşadığımız sorunu anlattığımız eşimizin, dostumuzun, komşumuzun bizden daha dertli oluşu, çözülmeyi bekleyen yığınlarca problemlerinin oluşu:

Yahu senin ki de dert mi? Sen benim sıkıntılarımı bir bilsen”… ile başlayan cümlelerin çokluğu, günümüz insanını çaresizliğe ve yalnızlığa itiyor.

Tabi bu anlattığım işin bir boyutu. Evlilik müessesesi kesin kuralları, kaideleri ve şablonlaşmış ilkeleri olmayan bir kurum olmakla birlikte, yapılması tavsiye edilen ve kesinlikle yapılmaması gereken bazı kuralları da yok değil. Örneğin bir erkeğin eşini mutlu etmesinin bin bir kuralı olmakla birlikte, hala en geçerli kurallardan biri eşinin duymak istediği o iki kelimelik tılsımlı cümledir. Enteresandır ki bu iki kelimeyi söyleyen bir erkeğin eşi ile arasındaki buzları eritmemesi pek olası değildir. Kadın milleti bu iki kelimeye karşı adeta dirençsizleşir. Ama daha da enteresanı bunu tüm erkeklerin bilmelerine rağmen eşlerine içtenlikle ve hayranlıkla bu iki kelimeyi söyleyen erkek sayısının neredeyse yok denecek kadar az olmasıdır.

Evet, kadınların en çok istediği şey sözdür. Her erkeğin iki dudağı arasında olan sözü ister. Konuşulsun isterler kendileriyle. Konuşmaları dinlensin isterler. Buna göre ilk yapacağınız iş televizyonu kapatmak olsun. Koltuklarınızı bir birinize çevirin. Yüz yüze bakın, göz göze gelin. Sık sık eşinize onunla birlikte olmaktan memnun olduğunuzu, onu takdir ettiğinizi ve yaptıklarına hayran olduğunuzu söyleyin. Bu tavsiyelerin basmakalıp olduğunu düşünenlerdenseniz yirmi dört saatinizi kucaktan inmeyen, bir bebekle geçirmeyi deneyin. Kadınların ne kadar hayran olunası, takdir edilesi, memnun olunası işler yaptığını hayret ve dehşetle fark edeceksiniz…

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Erkek Ve Kadında Zihinsel Gelişim Süreci

Burada bahsetmeye çalışacağım süreç beynin fizyo-patolojik veya anatomik gelişim sürecinden çok işlevsel süreci olacaktır. Beynin gelişme evresinde erkek ve kadınlarda geç bir evrede mantıksal ya da bilişsel merkezler gelişmeye başlar.

Gelişmenin bu aşamasında milyarlarca nöron bilişsel ya da düşünme merkezlerine ulaşırlar. Buraya kadar erkek ve kadının beyinlerinin anatomik fonksiyonları benzer özellikler sergiler. Bu özellikler, kadınsı veya erkeksi özellikler diye bariz olarak ayrılmaz. Fakat iş düşünme ve algılama sürecine geldiğinde erkek ve kadın beyini arasında inanılmaz farklılıklar göze çarpar. Bu farklılıklar yüzünden erkekler ve kadınlar birbirini anlamada çok zorlanırlar.

Bu süreci izah etmeden önce okuduğum bir araştırmanın sonuçlarını sizlerle paylaşmak istiyorum. Kız çocukları ile erkek çocukları arasındaki farklılıklarla ilgili bir araştırma sonucu bu. Kız ve erkek çocuklarını oyun oynarken kayda almışlar ve sonra incelemişler.

Kızlar için oyunlarda önemli olan iyi ilişkiler kurmakmış, kazanmak kaybetmek gibi bir düşünceyle oynamıyorlarmış. Kızlar evcilik gibi ilişkilere yönelik oyunları tercih ederken, erkek çocukları güç gösterisinde bulunmaya olanak veren oyunları tercih ediyorlarmış.

Kızlar kimseyi kırmamak adına oyuna katılmak isteyen herkese oynama hakkı tanırken, erkek çocukları oyunu iyi bilen ya da güçlü olanı oynatıp, güçsüzleri oyundan çıkartarak kenarda oyunu seyretmelerini tercih ediyorlarmış. Bu durumda bile oyundan çıkartılan çocuklar çekip gitmiyorlar, kenardan izliyorlarmış.

Kız çocukları oyun oynarken, erkek çocuklarına oranla daha az kavga ediyorlarmış ama oyunları hep daha kısa sürüyormuş. Oyun oynarken bir anlaşmazlık ortaya çıktığında kız çocukları oyuncaklarını toplayıp dağılıyorlarmış. Anlayacağınız küstüm oynamıyorum durumları…

Erkek çocukları oyunlarında kız çocuklarına göre daha fazla kavga ettikleri halde, kavgayı bir şekilde sonlandırıp, oyunlarına devam etmeyi başarıyor, daha uzun süre oynuyorlarmış.

Erkek çocukları arkadaşlarına kızsalar da oyunu terk yerine mücadeleyi tercih ediyorlarmış.

Bu araştırma sonucu sizlere de tanıdık geldi mi? Çocuklar büyüdükleri zaman aynı oyunların bir benzerlerini hayatlarında devam ettiriyorlar.

Kadınlar evlilik hayatında sorunlar olduğunda, üzüldüğü ya da kızdığı zamanda küçük bir kız çocuğu gibi hemen küstüm oynamıyorum durumlarına giriyorlar. Kadınlar için ilişkiler çok önemli, bu her zaman her yerde fark ediliyor.

Kadınlar, kadın erkek ilişkileri üzerine yazılan kitapları alıyor, seminerlere katılıyor, psikolog ya da ilişki danışmanlarına gidiyorlar, fakat öğrendiklerinden pek faydalanamıyorlar, çünkü istikrarlı olamıyorlar. Bir hevesle bir şeyler yapmaya başlıyorlar heveslerini kıracak bir şey olduğunda duygusal ve kırılgan oldukları için hemen vazgeçiyorlar. Küstüm oynamıyorum!

Evet, şimdi kadın ve erkeğin gelişim sürecine kaldığımız yerden devam edelim.

Bir kadın düşünmeye beyninin duygu bölümü ile başlar, sonra iletişim bölümüne geçer ve buradan da düşünme bölgesine ulaşır. Bu kadınların düşünme sisteminin en doğal yoludur. Çünkü becerileri de bu programa göre gelişmiştir. Zamanla kadın hissetme, konuşma ve düşünmeyi aynı anda yapmayı öğrenir. Bu sanıldığının aksine çok karmaşık bir yapıdır ve kadınların erkeklerden daha güçlü sezilerinin olması bu yolun kullanılması ile izah edilebilir. Kadınlar bu özellikleri sayesinde erkeklerden daha kuvvetli hissiyata sahiptirler. Bir bakışta eşlerindeki değişikliği, üzüntülü olup olmadıklarını anlayabilirler. Bu sayede bir kadın diğer bir kadın’ın saç modelini değiştirdiğini, yeni bir elbise giydiğini hemen fark eder. Erkeklerde bu mekanizma farklı geliştiği ve çalıştığı için bir erkek eşinin saç modelini değiştirdiğini, yeni bir elbise giydiğini, bir kadına nazaran daha geç anlar veya eşi söylemezse anlamayabilir. Tabi bu anlamama eşi tarafından yanlış anlaşılır ve erkeğin kadını önemsememesi gibi algılamasına neden olabilir.

Kadınlarda ki bu özelliklerden dolayı ki; bir kadın’ın canı sıkıldığı zaman ilk eğilimi konu hakkında konuşmak olur; sonra konuşmayı sürdürürken, bilişsel yetenekleri devreye girer söyledikleri ve duyguları üzerinden düşünmeye başlar ve sorununa çözüm bulur.

Bir erkek için ise durum farklıdır çünkü onun becerileri farklı bir şekilde gelişmiştir. Erkeğin önce hissetme merkezi gelişir. Sonra sıra hareket merkezine gelir ve en son olarak da düşünme merkezi gelişir.

Erkeğin canı sıkıldığı zaman ilk eğilimi buna bir çare bulmak olur. Hareket erkeğin daha iyi düşünmesini sağlar. Zamanla o da aynı anda hissetmeyi, harekete geçmeyi ve düşünmeyi başarır.

Erkek ve kadınların beyinlerin gelişmelerinde ki bu farklılık yüzünden erkeklerle kadınların davranışları ve iletişim kurma yöntemleri farklı olur. Erkekler iletişimi öncelikli olarak bir amaca ulaşmak ya da bir sorun çözmek için kullanacakları bir araç olarak tanımlarlar. Kadınlar da iletişimden bu şekilde yararlanırlar ama aynı zamanda iletişimi duygularıyla bağlantı kurmak ve düşüncelerini belirginleştirmek için de kullanırlar. Onun içindir ki, iletişim bir kadın için daha fazla anlam taşır.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Siz Bu Aileyi Tanıyor Musunuz?

Evlilik kadın için şiir, erkek için şuurdur.

Barış bey ve Ayla Hanım çalıştığım polikliniğe şiddetli geçimsizlik nedeniyle gelmişlerdi. Barış bey öğretmen, Ayla hanım ise ev hanımıydı. Ayla hanımın eşi ile ilgili en büyük şikâyeti eşinin kendisi ile yeterince ilgilenmemesi ve yaptığı işi küçümsemesiydi. En çok da eşinin ona:

Sen bütün gün evde ne yapıyorsun ki?” demesiydi.

Bu cümle Ayla hanımın çileden çıkması için yeterliydi. Barış bey ise; bütün gün ailesi için çalıştığını ve eve geldiğinde içeri girer girmez eşinin ne kadar yorulduğunu, evi nasıl silip süpürdüğünü, çocukların onu ne kadar yorduğunu anlatmasından bıktığını söylüyordu. Barış beye göre asıl yorulan ve şikâyet etmesi gereken kişi kendisiydi. Eşi evde iki çocukla uğraşıyor, kendisi ise okulda yüzlerce çocukla uğraşıyordu. Bir de bu yetmezmiş gibi, eve geldiğinde rahat edeceği yerde, eşinin dırdırına (!) maruz kalıyordu.

Ayla hanımla ve Barış beyle önce yalnız görüştüm ve daha sonra onları birlikte dinledim.

Ayla hanım, bana bir de Barış beyin yanında, Barış beyin sizi en çok rahatsız eden özelliklerinden bahseder misiniz?

“Doktor bey hepsini anlatsam saatlerce konuşmam gerekir.”

“Siz kısaca özetlerseniz sevinirim.”

“Doktor Bey; eşimin bana ve yaptığım işe hiç saygısı yok. Sanki ev hanımları bütün gün yatıyor gibi. Ona yorulduğumu ve biraz yardıma ihtiyacım olduğunu söylesem, hemen bana bütün gün ne yaptın ki diyor. Daha ben anlatmadan başlıyor dalga geçmeye. Benim bütün gün yaptığım işler ona göre çocuk oyuncağı. Ayrıca bana eskisi gibi kıymet vermiyor. Eşimi tanımasam sanki hayatında başka biri var diyeceğim. Eve geldiğinde, ne bir hal hatır sorma var, ne de bir Allahın kelamı. İlk sorduğu şey:

Bu gün ne yemek yaptın? Veya sofra hazır mı? Oysa ben, benimle ilgilenmesini, halimi hatırımı sormasını, bir çift güzel kelam etmesini kısaca gönlümü almasını bekliyorum. Ama nerde bizimkinde o incelik.”

Ayla hanım isterseniz Barış beye soralım, bakalım bu söyleyeceklerinize ne cevap verecek? Barış bey siz ne söylemek istersiniz?

“Doktor Bey, yok öyle bir şey. Onun dediği gibi değil kazın ayağı. Ben bütün gün onlar için çalışıyorum. Elin kahrını çekiyorum. Eve nasıl geldiğimi kendisi görüyor. Çoğu zaman yorgunluktan yemek hazırlanana kadar kanepede sızıyorum. Doktor bey, ben eve geldiğimde Allah sizi inandırsın daha kapıyı açar açmaz ben içeri bile girmeden başlıyor şikâyet etmeye; bütün gün öldüm, canım çıktı çocuklarla uğraşmaktan, evi temizlerken çok yoruldum, şöyle yaptım, böyle yaptım diye bir başlıyor anlatmaya aşk olsun sustura bilene. Bazen eve geldiğimde evde olmuyor, geldiğinde eğer hasbelkader günün nasıl geçti? diye soracak olsam, başlıyor bütün gün komşularıyla ne konuştuklarını anlatmaya vıdı vıdı mübarek hiç bitmiyor. Bana adam gibi üç beş cümleyle özetlese ya nerdeee, sanki makineli tüfek. Bende artık sormuyorum. Sormayınca da ilgisiz biri olup çıkıyorum. Birde şimdi söylemedi ama beni hep komşunun kocasıyla kıyaslıyor. Bizim apartmanda karı koca memur bir çift var. Onlarla iyi görüşüyoruz. Neymiş adam karısına yemek yaparken, evi temizlerken, bulaşık yıkarken yardım ediyormuş. Ben niye öyle değilmişim? Kendisine kırk kere izah etmeye çalıştım. Onların ikisi de çalışıyor, tabi adam karısına yardım edecek. Kadında dışarıda çalışıyor ve ikisi de eve geç geliyorlar. Yemeği birlikte hazırlıyorlar, sofrayı birlikte kuruyorlar. Ama sen dışarıda çalışmıyorsun senin işin ev hanımlığı tabi ki yemeği sen yapacaksın, bulaşığı sen yıkayacaksın dediğim vakit; ben bencil, nezaketten uzak, yaptığı işi küçük gören biri olup çıkıyorum. Allah aşkına doktor bey haksız mıyım? Ben hem okulda bütün gün çalışıp yorulayım hem de eve gelip yemek hazırlayayım bu mu yani nezaket? Bu mu adalet? Sonra neymiş arada başka kadın mı varmış? Yahu benim okul dışında başka bir şeye ayıracak zamanım mı var ki? Tövbe, tövbe…”

Sanırım konuşmaların buraya kadar olan kısmından görüşmenin nasıl geliştiğini tahmin etmişsinizdir. Evet, Barış Bey ve Ayla Hanım prototipi aileler bu toplumda çok sık karşılaştığımız örneklerdir. Bu aile üzerinden birçok analiz yapacağız. Ayrıca kitabın geri kalan kısmında erkek ve kadınların neden farklı düşündüklerini ve aslında aynı şeyleri istemelerine rağmen nasıl farklı sonuçlara ulaştıklarının sebeplerini irdeleyeceğiz. Bu kitap işte tam da bu sebepten dolayı kaleme alındı

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Not: Yazarımızın yazıları eklenmeye devam edecektir…