Etiket arşivi: HAMİT DERMAN

Dindar Gençlerde Ergenlik Sorunları

      Gençlik dönemi ergenlik dönemi ile başlar.Bu dönem 14-25 yaş aralığıdır.Ergenlik dönemine geçen çocuklarda hem fiziki hem de ruhi değişimler yaşanır.Çocukta meydana gelen bu fiziki değişim -özellikle bu kızlarda daha fazladır-Bazen ruhi sorunlara da neden olur.Bu dönemde gençler duygularıyla hareket eder.Akıl ikinci plandadır.

Ergenlikte  gençler de özellikle karşı cins tarafından beğenilme kaygısı ağır basar.Anne ve Babalar bu dönemde çok dikkatli hareket etmeli çocuklara bu dönemde değer vermelidir.Çünkü bu dönemde çocuk Anne ve Babadan  sevgi ve ilgi bekler.

Bizim gibi feodal kültürün ağır bastığı doğu toplumlarında maalesef  bu ilgi ve sevgi çok az görülmektedir.Geleneklerden dolayı çocuğa olan sevgi ve şefkati özellikle baba esirgemektedir.Çocuk baba sevgisinden ve şefkatinden yoksun büyümektedir.Bu durum kız çocuklarında daha büyük sorunlara neden olmaktadır.Genç kızlar babadan göremediği sevgiyi kendisine değer veren ilk erkekte bulmaya çalışmaktadır.Bazı kötü niyetli kişiler genç kızların bu zayıf yönünü kötüye kulanıp gençlerin ruhunda onarılmayacak sonuçların çıkmasına neden olur.Kısacası bu kızlar sevgi eksikliğinden dolayı bazen babası yaşındaki kişilere gönlünü kaptırmakta ve saf duyguları  bu kişiler tarafından suistimal edilmektedir.Bu durum bazen gençlerin intihar sebebi bile olabilmektedir.

Yöremizde muhafazakar ailelerin çocuklarında  durum daha da vahimdir.Aileler gençlerin çevresinde olup biten olaylara gözünü kapamasını ve tamamen dış dünyayla bağlantısını kesmesini isterler.Bu durum gençlerde çok büyük psıkolojik baskıya sebep olur.Gençler bu baskını altında ezilirler.Çocuk bazen namaz kılmazsa bile sırf ailesinin baskısı ile namaz kılar gibi gözükür.Yani kısacası ailesini aldatır.Ailesinin beklentisinin tam tersine ahlaki yönden daha da yanlış işler yapar.Bazen ailenin yasakladığı şeyler çocukta daha ilgi çekici olur.Ailesinin isteği dışında bu yasakları çiğner, duygularının esiri olur.

Yukarıdaki aktardıklarımı destekler yaşanmış bir olayı  Yazar Cemil  TOKPINAR’ın bir kitabından  aktaralım.

“Çok değerli Cemil Ağabey! Son zamanlarda evlilik, cinsellik ve gençlik üzerine kaliteli çalışmalar yapıyorsunuz. Ben de bir genç olarak yarama parmak bastığınız için bu yazıyı yazmak ihtiyacı duydum.

“Ben erkeklerle hiçbir zaman muhatap olmadım. Lisede hocalarımla bile konuşurken başımı öne eğer, edep ve saygıyla onlarla konuşurdum. Hayatımda erkek olarak sadece babam ve ağabeyim vardı. Üniversiteye geldiğimde dindar, müsbet ve İslâmî bir bölümde okuyan bir beyle tanıştım. Ciddi olarak görüşüyorduk. Bu görüşmeler sırasında ben, kendi hayamla oturmaya, kalkmaya ve konuşmaya dikkat ederdim. Bildiğim dinî ve imanî hakikatları açıklamaya çalışırdım. Sonuçta muhatabım, sadece iman hakikatlarından haberdardı, ama içli dışlı değildi. Evliliğimizi, ileride nasıl bir hayat kuracağımızı, dünya ve ahiret saadetini, kısacası her şeyi meşru daire içinde konuşmuştuk. Bu görüşmeler sıklaşınca işin içine ister istemez nefis ve şeytan karışmıştı. Ben ise ona, bazı tutum ve davranışlarının yanlış olduğunu, yapmaması gerektiğini, meşru olmayan lezzetlerin haram olduğunu, branşı gereği bunları asıl kendisinin anlatması gerektiğini ifade etmeye çalıştımsa da, nafile… Sonunda bir nefis taşıdığım için ben de bu havaya kapılmıştım. İş ciddiye dönüşünce ailesinden sorun çıktı. Böylece bütün söylemler suya düştü. Yaptığım hatalar, günahlar, haram lezzetler bana kaldı.

“Olayın üzerinden uzun bir zaman geçmesine rağmen ben sürekli vicdan azabı duyuyorum, her zaman, her namazda tevbe ediyorum. Ağlamadığım gün ve gece yoktur. Ben kendimi affedemediğim halde Rabbim beni nasıl affedecek, onu düşünüyorum; düşündükçe kahroluyorum. Üzüldüğüm şey, dinî ve imanî hakikatlardan haberdar olan birisi olmama rağmen nasıl oluyor da, bu tür şeyleri yapmışım? Benim gibi olan yüzlerce kız var. Size anlatamayacağım hüzün ve pişmanlıklar içerisindeyim. Bunu Cenab-ı Haktan başka kimse bilemez herhalde.

“Benim suçum, ciddi olarak evliliği düşünmemdi. Benim suçum dindar, dinî hakikatlardan haberdar bir insana güvenmekti. Suçum, Doğu kökenli olup, ailesinin beni kabul etmemesiydi. Suçum, dünya ve ahiret saadetini sağlamayı düşünmem, lüks ve şatafatlı bir hayatı istemememdi. Suç üstüne suç sayabilirsiniz…

“Bu olaydan sonra dindar bile olsa erkeklerden nefret etmeye başladım. İçimde onlara karşı kin ve düşmanlık vardı. Evliliğe kapalı kalmıştım.

“Ben artık şefkat tokatlarını yemiştim, aklım başıma gelmişti. Bu mektubu gençlere örnek olsun diye yazıyorum. Hiç kimse, ‘Benim konuştuğum, görüştüğüm kişi temizdir, dürüsttür, dindardır, güvenilirdir, muhafazakârdır’ deyip, kendini kaptırmasın. Çünkü olaylar başka mecralara kayıyor. İnsan geçmişine dönüp baktığında ahlar, hüzünler, senelerce unutulmayacak izler, gözyaşları ve günahların kara lekesi belleğinde kalacaktır.

“Bu musibet bana ne kadar aciz, zayıf ve çaresiz olduğumu, dünyanın gayri meşru lezzetlerinin bir yedirip bin tokat vurdurduğunu, bir an bile nefis ve şeytanla baş başa kalmanın ne büyük yaralar açtığını öğretti. Belâ ve musibetlere karşı sürekli istiğfar etmek gerektiğini, tevbe kapısının açık olduğunu, her şeyde bir hayır ve hikmet bulunduğunu, esma-i hüsnadan birinin de Tevvab olduğunu, hata işleyip nefis muhasebesi yapmakla Hz Yunus’un (a.s.), sabrederek Hz. Eyyub’un (a.s.) meyvelerine ulaştığımı gösterdi.

“Bunları hiç kimseye anlatmış değilim. Siz gençlik sorunlarıyla ilgilendiğiniz için, gençlerin ibret alması niyetiyle yazıyorum.”

Bu mektup gösteriyor ki dindar aileler, çocuklarını yetiştirirken çok dikkatli davranmalı.Özellikle örnek dini yaşantıyı gençlerden beklerken bu gençlerin duygusal yönlerini de göz önünde bulundurmalıdır.Onların hem ruhi hem de nefsani yönlerini dikkate almalıdır.

Hamit Derman

www.NurNet.org

Allahın Said Kulu Olmak

      Toplumların tarihinde çeşitli dönemler vardır. Bu dönemler içinde, inanç yönünden karanlık diyebileceğimiz dönemler olur. Bu karanlık dönemlerde, yol gösterici bir deniz fenerine ihtiyaç duyulur. Allah bu insanlara hiç ummadıkları bir zamanda ve hiç ummadıkları bir şekilde rehberlik edecek deniz feneri konumunda büyük insanlar istihdam eder. Bu insanlar peygamberlerin varisleri olan  alimlerdir. İşte Allahın Said Kulu böyle bir zamanda istihdam edilmiştir.

   Allahın Said Kulu  Üstad Bediüzzaman Said Nursi böyle bir ortamda kimsenin hakikatı söylemeye cesaret edemeyeceği bir dönemde hakikatı haykırmıştır. Bu hakikatı haykırırken de gelecek nesillere yansımasını görür gibi nesli atiye içten bir bir ruh hali ile  şöyle seslenmiştir:

Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sakitane Nurun sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî(gizli bakış) ile bizi temaşa eden Said’ler, Hamza’lar, Ömer’ler, Osman’lar, Tahir’ler, Yûsuf’lar, Ahmed’ler, vesaireler!..

Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, “Sadakte” deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muasırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizin ile konuşuyorum.  Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet asa bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır.

Diyerek o yaşadığı dönemini zorluklarını aktarmış. Ayrıca sanki gelecek nesilleri görmüş gibi onlara şöyle seslenmiştir:

’’Şu zamanın memesinden bizimle süt emmeyen ve gözleri arkada maziye bakan ve tasavvuratları kendileri gibi hakîkatsiz ve ayrılmış olan bu çocuklar, varsınlar Şu kitabın hakaikını hayal tevehhüm etsinler. Zîra, ben biliyorum ki; Şu kitabın mesaili, hakîkat olarak sizde tahakkuk edecektir. Ey muhataplarım! Ben çok bağırıyorum. Zîra, asr-ı salis-i aşrın, yani on üçüncü asrın minaresinin başında durmuşum, sûreten medenî ve dinde lakayd ve fikren mazinin en derin derelerinde olanları camiye davet ediyorum.’’

diyerek o dönemin insanlarının kendisini anlamadığından şikayet etmekte ve ancak gelecek nesillerin onu anlayacağını söylemektedir.

      Evet üstad, Serdengeçtinin deyimiyle ’’Said Nur, üç devir yaşamış bir ihtiyar Gün görmüş bir ihtiyar Üç devir; Meşrutiyet, Ittihad ve Terakki, Cumhuriyet: Bu üç devir büyük devrilişler, yıkılışlar, çökülüşlerle doludur Yıkılmayan kalmamış! Yalnız bir adam var O, ayakta Şark yaylalarından, güneşin doğduğu yerden Istanbul a kadar gelen bir adam Îmânı, sıradağlar gibi muhkem Bu adam, üç devrin şerirlerine karşı îmanlı bağrını siper etmiş  Allah demiş, Peygamber demiş, başka birşey dememiş; başı Ağrı Dağı kadar dik ve mağrur Hiçbir zâlim onu eğememiş, hiçbir âlim onu yenememiş Kayalar gibi çetin, müthiş bir irâde, şimşekler gibi bir zekâ; işte Said Nur! Dîvân-ı harbler, mahkemeler, ihtilâller, inkılâplar, onun için kurulan îdam sehpâları, sürgünler bu müthiş adamı, bu mâneviyât adamını yolundan çevirememiş!’’

       Evet sırça saraylarda rahat bir hayat sürmek varken kendisi sırf iman davası için sürgünleri, zindanları tercih etmiştir. Kendisinin rahat etmesi isteyip başka memleketlere davet edenlere şu ibretli cevabı vermiştir:

Evvelâ: Biz, imanı kurtarmak ve Kurana hizmet için, Mekke de olsak da buraya gelmek lâzımdı. Çünki en ziyade burada ihtiyaç varBinler ruhum olsa, binler hastalıklara mübtela olsam ve zahmetler çeksem, yine bu milletin imanına ve saadetine hizmet için burada kalmağa, Kurandan aldığım dersle karar verdim ve vermişiz.» diyerek  milletimizin imanının  kurtuluşuna ne kadar önem verdiğini belirtmiştir.

      O kadar şefkatlidir ki kendisine zulm edenlere bile beddua etmemiş onların ıslahı için dua etmiştir. O kadar şefkatlidir ki bitki ve hayvanlara bile zarar vermemiş. Zarar verenleri uyarmış ve bu yaratılan mahlukatın da canlı birer varlık olduklarını, kendilerine has dilleri ile Allahı(CC)  zikrettiklerini  eserlerinde  çok güzel bir şekilde anlatmıştır. Kısacası karıncaya bile basmaktan sakınmıştır.

       O kadar büyük bir Pedagog ki Medrese-i Yusufiye olarak adlandırdığı hapishanelerde zindanları nur, gönülleri nur eylemiştir Nice azılı katiller, nice nizam ve ırz düşmanları onun derslerinden sonra tamamen değişmişler. Hepsi halîm-selîm müminler haline, yararlı  vatandaşlar haline gelmişler Hatta birkaç kişiyi öldüren bir katil tahta kurusunu öldüremeyecek bir ruh haline kavuşmuştur.

       Evet birileri onu unutturmak için planlar yaptılar. Onlara göre Barla’ya sürgüne göndererek onu halkın yanında unutturacaklardı. Fakat Allahın(CC)  planı başkaydı. Onlar bilmeden Allahu tealinin planını yerine getirdiler. Onlar üzerine geldikçe bu nuru söndürmeye çalıştıkça nur daha da parladı Anadolunun her tarafına yayıldı. Hatta şimdi dünyanın her tarafına yayıldı. Risale-i Nurlar şimdi  dünyada 45 dile çevrildi ve bu dillerde okunmaktadır.

       Arkasında her fani insana nasip olmayacak eserler ve talebeler bırakmıştır. Bu eserler ve talebeler sayesinde Anadolu bir ilim ve irfan yuvası haline gelmiştir. Nice insanların imanları kurtulmuş. Nice insanların hidayetine vesile olmuştur. Kısacası kışta ekilen nur tohumları şimdi meyve vermiş ve vermektedir.

Hamit Derman

www.NurNet.org 

Vicdanlardaki Deprem

Van da meydana gelen deprem ve deprem sonrası yaşanan görüntüler insanım diyen herkesin içini yakmıştır. Fakat kendisini insan müsveddesi gören insan bozmalarında bu olay daha farklı anlamlar yüklemiştir. Her iki tarafın Unsuriyetçileri bu deprem üzerinden nemalanmaya çalışmışlardır. Birisi depremzedeleri nankörlükle suçluyor diğeri de yardım yapanların yaptıklarını hiçe sayıp depremzedelerin duyguları üzerinden siyaset yapmaya çalışıyor.

Özellikle sosyal paylaşım sitelerinde her iki taraftan da Müslümanlık ve insanlık adına, insanı utandıracak birçok paylaşım ve yazıları okuduk. Yahudiye, Ermeniye, Yunanlıya gösterdiği hoşgörüyü Müslüman kardeşine göstermiyor. Rabbimize şükür ettik ki bu gibi insanlar marjinal kalmış azınlıkta kalmış. Yoksa ülkemizi bir de bu gibi insanların yönettiğini düşünün. Allah korusun!

Evet ülkemizde bir hafta öncesinde meydana gelen ve 24 askerin şehadetleri ile sonuçlanan olaylar içimizi yakmıştır. Çok acı durumlardır. Fakat bu bizim insani ve en önemlisi İslami yönümüzü köreltmemelidir. Bu olaylarla amaçlanan zaten aramızdaki kardeşlik  bağlarının zayıflamasını sağlamaktır. Birileri bu olayları yaparak sağduyulu insanlarımızı da kışkırtarak Marjinaleştirmeye çalışmaktadır. Bizler bu tür oyunlara gelmeyelim.

Bu topraklar üzerindeki bin yıllık kardeşliğimizi birkaç kendini bilemez Unsuriyetçi kafaya feda etmeyelim. Unutmayalım bütün cephelerde birlikte savaştık, birlikte kurtuluş savaşını kazandık. Birlikte ağladık birlikte güldük. Birileri bizi sun i gündemlerle parçalamaya çalışsa da bu ülke halkının geninde birlik var. Bu coğrafyanın insanları sevinci de kederi de bir ekmek gibi bölüşür. Van da meydana gelen depremde  bize bunu bir kez daha gösteriyor. Depremde ilk önce sağ çıkarılan ve sonra yolda vefat eden Yunusun o yürek yakan, dünyaya kaygıyla bakan, fakirliğin, yokluğun insanın içini yakan fotoğrafına bakıp etkilenmeyen hiçbir vicdan sahibi yoktur. Çünkü çocuklar masumdur. Çocuklar saftır. O saf ve iç yakan çocuk bakışı bile insanın ruh dünyasında büyük depremlere sebep olur. Sırf bu masum  bakış için bile bir çok şey unutulur.

Evet azda olsa yapılan yanlış yaklaşımlara rağmen depremi yüreğinde hisseden bu coğrafyanın insanı bu olaya sessiz kalmadı. Zor durumda kalan kardeşlerine kardeşliğin gereği olarak yardım etti ve etmektedir. Kardeşlerinin yaralarını sarmaya, yüreklerindeki sevgiyi paylaşmaya ve kaderlerine ortak olmaya koştular. Bu da Anadolu insanının büyüklüğünü ve vefakarlığını göstermektedir. Allah ülkemizi bu gibi felaketlerden muhafaza eylesin.Vesselam.

Hamit Derman

www.NurNet.org

İbadetlerimize Uygun Yaşamak

Sözlük anlamıyla ibadet, yüce Allah’a karşı gösterilecek saygı, tazim ve hürmet demektir. Buna kısaca kulluk da diyebiliriz. İbadet, Allah’ın emirlerini yerine getirmek, yasakladığı bütün haramlardan uzaklaşmak manasındadır.

Kulluk görevini Allahın istediği gibi yerine getiriyor muyuz? İnsan Allahın verdiği nimetlerin karşılığını verebiliyor mu? Küçük dünyevi bir menfaat için bir çok yanlışı yapan insan, ona en büyük zenginlikleri veren zata hakkıyla kul ola bilmiş midir?

Düşünün bir insana siz  trilyonları verip bir gözünü satın almaya çalışsanız bir gözünü satın alamazsınız. Bir kolunu hatta bir parmağını bile vermez. Çünkü bunlar bir insan için maddiyatla ölçülmeyen zenginlikleridir. Bunları insan hiçbir ücret ödemeden sahiplenmiştir. Allah bunların karşılığında insandan kendisine lisanı kal ve lisanı hal  ile kulluk istemektedir. Yani kendisine İbadet etmelerini ve bu ibadetlerin gerektirdiği davranışları istemektedir. İbadeti yapmak kolay oluyor. Fakat yaptığı ibadetlere uygun yaşamakta önemlidir. İbadetleri maddi manada davranışa dönüştürmekte önemlidir.

Evet bazen ibadetle birlikte yapılacak basit bir olumlu davranış ibadetlerin sevabını kat kat artırır. Küçük bir çekirdeğin koca bir çam ağacına dönüşmesi gibi büyük bir mükafat kazandırır. Mesela vereceğimiz küçük bir sadaka, Anne ve  babaya karşı     -aslında görevimiz olan – göstereceğimiz saygı ve sevgi ve hürmet bize büyük mükafatlar kazandırır.

İbadetlerin davranışla birlikte yaşanmasının önemini küçük fakat çok büyük dersler içeren bir hikayecikle anlatmaya çalışalım.

İki kardeş vardı. Bir de yaşlı anneleri bulunuyordu. Her gece sırayla kardeşlerden biri, ibadetle birlikte  annesinin hizmetiyle uğraşır, diğeri Allah’a ibadet ederdi. Bir akşam Allah’a ibadet eden kardeş, yaptığı ibadetten öyle bir tat aldı ki, kardeşine:
– Bu gece de anneme sen hizmet et, ben ibadete devam edeyim, dedi
Kardeşi bu teklifi kabul etti.
Ne var ki, ibadet eden kardeş ibadet sırasında secdede uyuyakaldı.
Ve o anda bir rüya gördü. Rüyasında bir ses ona:
– Kardeşini bağışladık, seni de onun hatırı için affettik, diyordu.
İbadetle meşgul olan genç:
– Ben Allah Teala’ya ibadet ediyorum, kardeşim ise anneme hizmet ediyor. Fakat beni onun yaptığı iş sebebi ile bağışlıyorsunuz. Bu nasıl olur? diye sordu.
Ses ona şu cevabı verdi:
– Evet öyledir
Çünkü senin yaptığın ibadetlere Allah’ın bir ihtiyacı yok. Ama kardeşinin yaptığı hizmetlere, annenin çok ihtiyacı var…

Hikayede de görüldüğü gibi ibadet etmek önemli; fakat ibadetle birlikte  lisanı hal ile ibadet etmek daha önemlidir. Yani örnek yaşantımızla yaptığımız ibadetleri anlatmamız daha önemlidir.

Hamit Derman

www.NurNet.org

Bir Öğrenci Neden İntihar Eder?

Teknoloji geliştikçe insanların ihtiyaçları da artıyor. İhtiyaç olmayanlar belli zaman sonra ihtiyaç olarak karşımıza çıkıyor. Bundan 10,15 yıl önce cep telefonu lüks olarak görülürken şimdi zaruri ihtiyaç olarak hayatımıza yerleşti. Birkaç sene önce İnternet çok az kişi tarafından kulanılırken günümüzde önemli bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkıyor. Artık özel ve resmi bütün işlemler internet aracılığı ile yapılabiliyor.

Bu yoğun ve hızlı geçen zaman diliminde gençler de çok hızlı ve renkli bir hayat yaşamak istemektedir. Ailelerin beklentisi ise farklıdır. Aileler çocuklarından bazen kaldıramayacakları yükleri istemektedir. Çocuğu daha ilkokulun ilk yılarından itibaren yarış atı gibi görüp sınav maratonuna hazırlamaya başlarlar. Çocuk için artık ne var ne yok derstir sınavdır. Aileye göre dersi iyi olan çocuk iyi çocuktur.

Bu yanlış düşünceden dolayı çocuk, akranları gibi oynamak istediğinde bile aileler tarafından, dersine engel oluyor diye izin verilmez. Bu durumda çocuğun Eğitim Bilimcilere göre Bilişsel zekası(bilgi zekası) gelişirken Duyuşsal zekası (Duygu zekası) gelişememektedir. Zamanla duyuşsal zekanın gelişememesi gençlerde sorunlara neden olur. Hatta bazen intiharlara bile neden olur.

Aşağıda internet te geçenlerde gözüme bir gencin intihar mektubu ilişti. Mektubu okurken bahsettiğimiz nedenlerin ne kadar etkili olduğunu bir kez daha anladım.

Hayatının baharında  bir insan, neden intiharı düşünür? Başından geçen hangi olaylar, hangi duygular, hangi düşünceler onu hayattan bezdirir? Gencin bıraktığı İntihar mektubunda neden intihar ettiğinin sebepleri  satır aralarında var.

SEVGİLİ ANNECİĞİM VE BABACIĞIM;
Daha doğrusu anneciğim, hayatta seni hep incittim. Hiçbir zaman seni mutlu edemedim. Yine edemeyeceğim. Türkçe’den düşük not aldım. Ben sana söylemedim üzülürsün diye.

Ben seni hiç üzmek istemedim. Ben dünyanın en kötü çocuğuyum. Çünkü sen hiçbir zaman hiçbir şekilde mutlu olmadın. Bunun için çok üzgünüm. Anneciğim sen benim gibi bir çocuğu hak etmiyorsun. Hem ben artık hayatta kalmak da istemiyorum. Ben dünyanın en aptal çocuğuyum. Babamın paraları da boşa gidiyor. Çünkü ben hiçbir şey yapamıyorum.

Ayrıca benden hiçbir şey olmaz. Ne tiyatrocu ne de İngilizce öğretmeni. Okuldaki öğretmenlerim bile beni sevmiyor. Dershane öğretmenlerimin de benden şikâyetçi olduklarını biliyorum. Beni zaten bu hayat istemiyor, ben de istemiyorum.

Yani, anlayacağın, “Beni her iki taraf da istemiyor.” Ben de o abi gibi yapacağım. Günah olduğunu bile bile yapıcam. Ölüp bu hayattan ayrılmak istiyorum. Keşke doğmasaydım, size hiçbir faydam yok.”

Dikkatinizi çekmiştir, mektupta bahsedilen “ders başarısızlığı” normal şartlarda hiç de intiharı düşündürtecek önemde ve değerde bir konu değil esasında. Ancak ailenin çocuk üzerindeki derslerden yüksek not alma beklentisi çocuğu bunaltmıştır. Düşük not almayı büyük bir eksiklik olarak görmüştür. Derslerdeki başarıyı bir değer ölçüsü olarak görmüştür. Düşük not aldığında Öğretmenlerin bile onu sevmediğini zannediyor. Türkçe’den veya herhangi bir dersten zayıf not almak ile intihar fikri arasında o kadar uzun bir yol var ki. Ama yine mektupta görüleceği üzere, bu yol öğrencinin gönlünde döşenmiş ve seçenekler arasına intihar da alınıvermiş.

Biz Eğitimciler ve anne babalar olarak çocuklarımızın derslerden bağımsız olarak değerli olduklarını ve onları çok sevdiğimizi her zaman hissettirmeliyiz. Baba çocuğun eğitimi için harcadığı parayı çocuğa bir baskı aracı olarak kulanmamalı. Bir öğretmen öğrencilerin moralini bozacak, onları rencide edecek olumsuz kelimeler kulanmamalı. Kısacası bir ebeveyn olarak çocuklarımızı ve bir öğretmen olarak öğrencilerimizi sevdiğimizi onlara hissetirmeliyiz.

Hamit Derman

www.NurNet.org