Etiket arşivi: İbrahim Ethem

İbrahim Ethem’den Gençlere “Günaha Girebilme Şartları!”

Halk arasında İbrahim Etem diye söylenen İbrahim’in babası Ethem, Belh sultanıydı. Sultan babasının yerine geçerek Belh hükümdarı olmuştu İbrahim.

Bir gün bir meçhul adamın teklifsizce sarayına girip kapının yanına oturduğunu görüp “Burası han değil, ne işin var burada?” diye çıkışınca meçhul adamın düşündüren cevaplarıyla karşılaştı.

– Senden evvel burada baban Etem vardı, ondan önce de öteki hükümdar oturuyordu. Ondan önce de bir başkası vardı. Bunların hepsi de burada bir müddet kalıp gittiler, şimdi de bir müddet kalma sırası sana geldi. Söyler misin burası yolcuların bir müddet dinlenip de gittiği han değil de nedir? Meçhul adam, “İşte benim istirahat müddetim de bitti, ben de gidiyorum.” diyerek çıkıp gözlerden kayboldu.

Belh hükümdarı İbrahim Etem, Hızır diye kabul ettiği bu meçhul zatın uyarısından sonra artık sarayını da, tahtını da terk ederek kendini tümüyle İslami hizmete verir. İmam-ı Azam gibi büyüklerden ders alarak kendini iyice yetiştirir, gençleri de yetiştirmeye başlar. İşte bu sırada gelen gencin biri İbrahim Etem’e sorularını şöyle sorar:

Nefsim beni günaha girmeye zorluyor, nefsime nasıl karşılık vereceğimi bilemiyorum, ne tavsiye edersiniz bana? der.

İbrahim Etem de kendine mahsus üslubuyla cevap verip açıklama yaparak der ki:

Önce günaha girmenin şartlarını hatırlat nefsine. Günaha girme şartlarını yerine getirebilirse günaha girebileceğini söyle, der. Genç heyecanlanır.

Günaha girmenin şartları da mı var? Öyle ise o şartları söyle de hemen yerine getireyim, der.

İbrahim Etem de anlatır günaha girmek için yerine getirilmesi gereken üç şartı.

Birincisi der, içinde günaha girme duygusu başlayınca kendisine karşı günah işleyeceğin Zat’ın mülkünden dışarıya çık, günahı orada işle! Sonra geri dönüp gel!..

– Bu mümkün mü, der genç. Her yer O’nun mülküdür. Mülkü olmayan yer yoktur ki, oraya gideyim de günahı orada işleyip döneyim!..

– Öyle ise der İbrahim, hem mülkünde oturacaksın hem de mülkün sahibine karşı gelmekten utanmayacaksın; senin gibi civanmert bir gence yakışır mı böyle saygısızlık?..

– Genç, sen ikinci şartı söyle, der. Onun mülkünün dışına çıkmam mümkün değildir.

İbrahim Etem de ikinci şartı anlatır:

– Öyle ise der, kendisine karşı günah işleyeceğin zatın verdiği rızkı da yememeye karar ver, ondan sonra ona isyana niyetlen!.. Genç, düşünmeye başlar:

– Bu da mümkün değil der. Ben Allah’ın verdiği rızkı yemeden yaşayamam ki?

– Öyleyse der İbrahim Etem, hem mülkünde oturacaksın, hem verdiği rızkı yiyeceksin hem de O’na karşı günah işlemekten utanmayacaksın, buna akıllı, insaflı civanmert bir gencin vicdanı razı olur mu?

– Olmaz, der genç. Sen üçüncü şartı söyle de bir de ona bakalım. İbrahim Etem de günah işlemenin üçüncü şartını söyler:

– İçinde günah arzusu kıpırdayınca hemen O’nun görmediği gizli bir yere git, günahı görmediği gizli bir yerde işle. Sonra geriye dönüp gel!..

– Genç, bu şartta der, öteki şartlar gibi imkânsız. O’nun görmediği bir yer var mı ki gidip günahı orada gizlice işleyeyim de sonra dönüp geleyim?.. İbrahim Etem de sözlerini şöyle bağlar:

– Öyle ise der, benim civanmert evladım, hem mülkünde oturacaksın, hem verdiği rızkı yiyeceksin hem de görmediği gizli bir yer bulamayacaksın, yine de ona karşı günah işlemeyi göze alacaksın, imanlı, insaflı, civanmert bir gence yakışır mı böylesine isyan ve itaatsizlik?

Genç, daha fazla dayanamaz, iki elini birden kaldırarak bağırmaya başlar:

– Teslim oldum ey İbrahim teslim! der. Bundan sonra nefsim beni günaha zorlayınca haykırarak diyeceğim ki:

Ey nankör nefis, utanmıyor musun, mülkünde oturduğun, verdiği rızkı yediğin, görmediği gizli bir yeri bulamadığın Zat’a karşı açıkça, alenen isyan bayrağı çekip de nankörce günah işlemeye?

Ne dersiniz? Gencin bu şartları bizim için de geçerli mi? Biz de Allah’ın mülkünde oturuyor, verdiği rızkı yiyor, günah için görmediği gizli bir yer bulamıyor muyuz? Öyle ise biz de bu genç gibi içimizden gelen bir feryatla bizi günaha zorlayan nefsimize, “utanmıyor musun” diye itiraz ederek üzerimizdeki baskısını yok etmeye çalışmalı mıyız?

 Ahmed Şahin / Zaman

Kimleri seviyor, kimleri örnek alıyoruz?

İyi örneklerin çoğaldığı mübarek günlerde çevrenize bir bakın isterseniz, kimleri beğeniyor kimlerin etkisine girip taklit ediyorsunuz? Bunu bir düşünün isterseniz. Neden mi?.

Çünkü insan ahirette de dünyadaki sevdikleriyle beraber olacaktır da ondan.

Sevdiği insan iman ve amel sahibi bir yaşantı içinde ise, kendisini seveni de iman ve amel sahibi bir insan haline getirmek ister..

Kötü alışkanlık ve anlayışların sahibi ise, o da sevenini kendi gibi kötü alışkanlık ve ahlak sahibi olmaya teşvik edecek.. Böylece insan sevdiklerinin yaşantısını taklide yönelecektir. Belki de haberi bile olmadan…

Bundan dolayı Peygamberimiz ümmetini ikazında;

Kişi sevdiğiyle beraberdir!” hatırlatmasında bulunmuştur.

Efendimiz’in bu ‘Kişi sevdiğiyle beraberdir!’ hadisini duyan sahabeler sevinçlerinden uçacak gibi olmuşlardır. Çünkü hepsi de önce Allah Resulü’nü (sas) seviyorlardı. Sonra Efendimiz’i sevenleri seviyorlardı.. İslam ahlakıyla yaşayanları, günahtan kaçanları, haramdan uzak duranları, yoksullara yardım edenleri, İslam’a hizmet edenleri seviyorlardı..

Değerli bir tasavvuf eseri olan Kuşeyri Risalesi’nde insanın sevdikleriyle birlikte olacağına dair şöyle bir rüya misali nakledilir:

Hak dostu İbrahim Ethem, bir gece rüyasında Cebrail aleyhisselamı elinde bir defterle görünce sorar:

– Nedir elindeki defter ey meleklerin sultanı? der. O da:

-Hak dostlarının isimlerinin yazılı olduğu defterdir, der.

– Bakar mısın der İbrahim Ethem, benim adım da Hak dostlarının yanında yazılı mı?

– Hayır der Cebrail, senin adın Hak dostlarının yanında değil, Hak dostlarını sevenlerin yanında yazılı.. Bunun üzerine İbrahim teklifini hemen şöyle yapar:

– Öyle ise der, benim adımı da Hak dostlarının yanına yazın. Çünkü ben Hak dostlarını seviyorum, sevdiklerimle beraber olmak isterim. Efendimiz “Kişi sevdiğiyle beraber olacaktır.” buyurdu. Bu benim hakkımdır.

İbrahim Ethem’in ismi böylece Hak dostlarını sevenlerin defterinden alınır, sevdikleri Hak dostlarının yanına yazılır. O günden bu yana da hep sevdiği Hak dostlarıyla birlikte anılır!.

İyilerle dostluk kurmanın kesin faydasına gül yaprağıyla komşuluk eden çalı yaprağının gül gibi kokması olayı da misal olarak verilirken şöyle denir:

Ormanda yürüyen bir maneviyat büyüğü çalı yapraklarının gül gibi koktuğunu anlayınca sorar:

-Bu çalı yapraklarındaki gül kokusu nereden geliyor acaba?.. Derler ki:

– Rüzgârın gül ağacından uçurup getirdiği gül yaprakları bu çalı yapraklarının üzerine düştü. Çalı yaprakları da onları dost edindi, birlikte oldular. Gülle dostluk kuran elbette gül gibi kokacaktır. Soğanla birlikte olan da soğan, sarımsak gibi kokacaktır. Meşe yapraklarındaki gül kokusu, bir müddet komşuluk yaptıkları bu gül yapraklarından gelmektedir.

-Ne dersiniz, siz de gül yaprağı etkisi yapan iman ve amel sahibi Hak dostlarını seviyor, onlarla birlikte mi oluyorsunuz şu mübarek günlerde?

-Unutmayın, insandaki sevgi, saygı, ilgi öyle bir iksirdir ki, kimlere yönelirse onlardaki özellikler geçer kendisine. Kimin komşuluğunda ise onun ahlakı sirayet eder ona.

-Öyle ise herkes kalbinde beslediği sevgisine dikkat etsin. Kimleri seviyor, kimleri taklit ediyor bir düşünsün!.. Unutmasın ki, insan burada kimleri seviyorsa onlarla beraber olacaktır ahirette de.. Şimdi sakince bir düşünme devresindeyiz. İyi örneklerin çoğaldığı şu mübarek günlerde kimlerden hangi haller aksediyor bizlere. Biz de nasıl bir örnek veriyoruz kendi çevremize?. Gül kokusu mu, soğan sarımsak etkisi mi?.

Ahmed Şahin / Zaman Gazetesi