Etiket arşivi: içgüdü

İçgüdü Demek Yetmez

Onu kim güdüyor?

Canlıların tümü, yaşamlarını sürdürebilmek için akıl gerektiren davranışlar sergilerler. Bir insanın ancak öğrenme, tecrübe kazanma ile yapabileceği bu akıllıca davranışlar, canlılarda ise doğdukları andan itibaren görülebilmektedir.

Son derece akıllı planlar dâhilinde hareket eden, hassas hesaplar gerektiren işler yapan bu canlılar, kendilerini inceleyen bilim adamlarını gerçek anlamda bir şaşkınlığa düşürmektedirler.

Bir yanda akıllıca işler ve öbür yanda ise akılsız, şuursuz canlıları nasıl bağdaştıracağını bilemeyen herkes, “Canlılar bu zekayı nasıl ediniyorlar ve bunu nerelerde kullanacaklarını nasıl öğreniyorlar?” sorularını merak ediyor. Evrim savunucuları da işi kolayından izah yoluna gidip “içgüdü” diyorlar. Bu ismi takmakla da canlıların sergiledikleri bilinç gerektiren davranışları açıkladıklarını söylüyorlar.

“İçgüdü” ya da “dürtü” isimleri, üreme, yuva yapma, yavru bakımı gibi şuur ve tecrübe gerektiren davranışlar için söylenir. İçgüdü; bir canlı türünün kendine özgü ve bir amaca yönelik olan davranışını izah için söylenen, fakat gerçeği ifade etmeyen bir kelimedir.

İçgüdü mü? İlham mı?

Kur’an’ın haber verdiği gibi, sonsuz ilim, hikmet ve kudretiyle, her şeyi yoktan yaratıp, idare eden Âlemlerin Rabbi, elbette canlıları başıboş bırakmaz.

Kâinatı bir gaye için yaratan ve o gayeye sevk eden Allah (cc.), elbette canlıları da aynı gayeye hizmet edecek şekilde sevk eder. Ve tüm canlılar bunun için hayatın devamına hizmet edecek şekilde hareket eder.

Zaten canlıların hareketlerine bakan herkes, bu hareketlerin arkasında belli ‘güdü’lerin, yani yönlendirilmelerin olduğunu açıkça görür. İşte ateistlerle tam bu noktada ayrılıyoruz; onlar bu sevk edilmelere ‘içgüdü’ deyip, üzerinde düşünmeden tesadüfe verip geçiyorlar; biz Allah’a iman edenler ise, bu yönlendirilmelerin, Allah’ın iradesinin yansımaları ve kanunlarının uygulamaları olarak görüyoruz. Yani bu amaçlı ve anlamlı işleri, gayesiz ve hikmetsiz görmüyoruz.

Bunun için de ‘içgüdü’ değil, ‘sevk-i ilahi’ yani Allah’ın sevk etmesi, yönlendirmesi diyoruz.

orumcekArılar bal yapmayı, örümcekler ağ örmeyi, bülbül yuvasını çorap gibi örmeyi nasıl öğrenmiştir?

Bir arıyı düşünün; doğduktan çok kısa bir süre sonra bal üretmeye başlar. Ömürleri ancak 4-5 hafta olan bu canlıların böyle mucizevi bir gıda yapmasını öğrenmeye ne vakitleri ne de kapasiteleri müsaittir. Demek ki eğitim falan görmüyorlar; bu iş için sevk ediliyorlar.

Aslında akılsız canlılardaki anlamlı davranışları açıklamak için kullanılan bu ‘içgüdü’ terimi, davranışların sırrını açıklamıyor. Yani bu kelime; bir izah değil, sadece bir isimlendirmedir. ‘İçgüdü’ ya da ‘dürtü’ canlılara doğrudan doğruya ilham edilen bilginin kaynağını inkâr etmek için, inançsız bilim adamlarının uydurduğu bir kavramdır.

Bu konuyla ilgili olarak Bediüzzaman hazretleri şöyle demektedir: “Bir kısım insanlar, yalnız aldatmak için bazı derin ve ehemmiyetli hakikatlere bir isim takıp güya o hakikat anlaşılmış gibi adileştiriyorlar. Halbuki, kudretin o mucizesinin hikmetlerine bir tek isim takmakla, o hakikati gizleyip; o mucizeli faaliyeti kör kuvvete ve serseri tesadüfe ve mevhum tabiata dayandırarak Ebu Cehil’den daha cahil duruma düşüyorlar.”

Canlıları yaratıp programlayan, Elbette ki onları başıboş bırakmaz

Netice olarak; arı, örümcek ve yuvasını çorap gibi ören bülbül ve diğer hayvanların bu akıllıca hareketleri, kendi işleri değil, ancak Yaratıcının onlara ilhamı ve onları bir gaye için sevk etmesi ile açıklanabilir.

Evet Cenab-ı Hak her canlıyı belli ihtiyaçlarla yaratmış ve hedefine de bazı lezzetleri koymuş; işte bu ihtiyaçlar ve lezzetlerin peşinde koşan canlılar da hayatın bütününe hizmet etmiş olurlar. Yani bir saatin dişlileri gibi, zamanı bildirmeye hizmet ederler ama ne yaptıklarının farkında değillerdir. 

Risale-i Nur, bu hakikate işaret olarak, “Bak o Yaratıcıya ki; nasıl kâinattaki kanunlarından arının vazifesine ait kısmını bir tezkerede yazmış, arının başındaki sandukçaya koymuştur. O sandukçanın anahtarı da, vazife aşığı arıya has bir lezzettir. Onunla sandukçayı açar, proğramını okur, emri anlar, hareket eder.

Dr. Şahin Bey / Zafer Dergisi

Sevk-i İlahi -Allah’ın Yönlendirmesi- Delili (Yaratılış Delilleri) (Video)

İnsanı hayalen bir şehir kadar büyütseniz, herhâlde damarları bir yol kadar geniş olurdu. Şimdi sizi bu vücuda soksalar ve kulağa ya da herhangi bir organa gitmenizi isteseler, acaba yolunuzu bulabilir miydiniz?

Girdiği büyük bir binadan çıkmak için çıkış kapısını bulamayan ve kendi semtindeki bir adresi bulmak için bile onlarca insana adres soran biz, herhâlde asla kulağa ulaşamazdık.

Hâlbuki vücudumuza ilk defa giren maddeler -akılsız, iradesiz, şuursuz, kudretsiz, hayatsız… olmalarına rağmen- yollarını hem de kimseye sormadan buluyorlar. Göze gereken elementler göze, kalbe gerekenler kalbe gidiyor. Hiçbiri yolunu şaşırmıyor, iyi ama nasıl?

Bizim bu kadar zekâmızla yapamadığımız bu seyahati bu zerreler nasıl yapıyor? Bu sorunun iki cevabı olabilir:

1-Bu elementler çok akıllı olduklarından dolayı yollarını kimseye sormadan bulabiliyorlar.

2-Onları Allah-u Teâlâ idare ve sevk ediyor. Hepsi Allah’ın bir memurudur ve O’nun sevkiyle hareket ediyorlar.

Cevabını sen seç. Ve bil ki vereceğin cevaba göre bir makama oturacaksın. Eğer Allah’ı tanırsan, O’na cennet bahçelerinde misafir olacaksın. Yok, “İnat ederim tanımam.” dersen, bu sefer de zebanilere misafir olacaksın. Hiçbir akıllı, zebanileri cennet bahçelerine tercih etmez!

Şimdi de sevk-i İlahî delilinin başka numunelerine bakalım:

Göç mevsimi geldiğinde kuşların başka memleketlere göçtüklerini görürüz. Vızvız, bıldırcın, sığırcık gibi kuşlar 7.000 km’lik bir göç yaparlar. Orta Avrupa leyleği ise 10.000 km’lik bir göç yapar ve günde 150 km yol alır. Göç şampiyonu ise Deniz kırlangıcı denilen bir kuştur ki 25.000 km’lik bir seyahat yapar. Evet, yanlış okumadınız, tam 25.000 km’lik bir seyahat!

Şimdi şunu düşünün:Arabanızla bir seyahate çıktınız. Size 25.000 km uzaklıkta, neredeyse dünyanın diğer bir ucunda bir adres verildi ve siz oraya gideceksiniz. Haritanız yok, pusulanız yok, yol levhaları yok ve kimseye yolu sormak da yok… Ve siz en kısa yolu bulup gitmelisiniz. Hadi boş verin kısa yolu, en uzun yol da kabulümüz. Acaba bu kadar aklınızla, bilginizle, sözün özü insan olmanızla beraber, bu seyahati tamamlamanız ve size verilen adresi bulmanız mümkün müdür? Nereden mümkün olacak! Girdiği büyük bir binadan çıkış kapısını bulamayan insan, 25.000 km’lik bir seyahati nasıl tamamlayabilir?

Peki, insanın yapamadığı bu seyahati, bir kuş olan Deniz kırlangıcı nasıl yapmaktadır? İki tane seçenek var:

1-Ya bu kuş insandan daha akıllı, daha zeki ve daha becerikli.

2-Ya da bu kuş, bu seyahati kendi başına yapmıyor ve ona ilham ediliyor. İlham dediğimiz bu sevk-i İlahî sayesinde yolunu buluyor.

Hangi seçenek doğru olabilir? Eğer bu göçü kuşun kendi başına yaptığını kabul edersek, o zaman bu kuşu insandan daha akıllı kabul etmemiz gerekecektir. Zira insanın yapamadığı bir işi yapan, elbette insandan daha akıllı olmalıdır.

Bir mağaradan bir yarasa alınmış ve ışık geçirmez bir kafese konularak 300 km uzaktan bırakılmış. Daha sonra bu yarasanın mağarasına döndüğü tespit edilmiş.Burada da sorumuz aynı:

Eğer bu, sevk-i İlahî değilse nedir? Yarasa kendi başına 300 km uzaklıktaki mağarasını nasıl bulabilir? Sizlerin gözünü bağlasalar ve evinize 300 km uzakta sizleri bıraksalar, kimseye yol sormadan ve yol levhalarına da bakmadan evinizin yolunu bulabilir miydiniz?

Yine hiç göç yapmamış bir leylek, kafes içerisinde İtalya’ya götürülmüş ve göç mevsimi serbest bırakılmış. Görülmüş ki bu leylek, en kısa yolu takip ederek 125 gün sonra neslinin göç ettiği memlekete varmış.

Şimdi, kuşları bir kenara bırakalım da kendimize bakalım: Elimize bir adres verilse bile çoğu zaman gideceğimiz yeri bulamayız, kayboluruz. Hatta bir hastaneye girsek, çıkış kapısını bulmakta zorlanırız. Bir de yollardaki işaret levhalarını kaldırsalar ve bizden İstanbul’dan Kars’a gitmemizi isteseler, herhâlde ömrümüzün sonuna kadar oraya ulaşamazdık.

Acaba kuşlar bizden daha mı akıllı? Yoksa onlara ilham eden birimi var? Demek Allah’ı inkâr etmek, kuştan daha ahmak olduğunu kabul etmek ile mümkündür.

Sevk-i İlahî delilinin misalleri saymakla bitmez. Bizler son olarak, çok ilginç olduğuna inandığımız ve sizi de hayrete düşürecek bir hadiseyi nakledip bu delili tamamlayacağız.

Yılan balıklarının nasıl ürediğini araştıran bilim adamları son derece ilginç bir şey keşfetmişlerdir.

Yumurtlama zamanı geldiğinde anne yılan balıkları Kuzey Atlantik Okyanusu’nda Bermuda’nın güneyinde bulunan Sargasso Denizine doğru bir göç yapıyorlar ve oraya ulaştıklarında yumurtlayarak orada ölüyorlar.

Yılan balıklarının göçü en açıklanamaz ve en hayret verici göçlerden biridir. Yılan balıkları, Atlas Okyanusu’ndaki Sargasso Denizi’nde doğsalar da, yetişkin hiçbir yılan balığı orada yakalanmamıştır. Çünkü balıklar doğduktan bir süre sonra hızla burayı terk edip Avrupa ve Amerika’da ebeveynlerinin yaşadıkları nehirlere doğru yüzerler.

Yaklaşık 6000 kilometrelik yolculuklarında onlara yol gösterecek kimse yoktur; yeni doğmuş olmalarına rağmen yine de yollarını şaşırmazlar. Sonunda yaşamlarını sürdürecekleri nehirlere ulaşırlar. Burada yaşayıp, erişkinliğe ulaştıklarında hepsi aynı anda sözleşmişcesine nehirlerden okyanusa doğru yüzmeye, doğdukları ve yumurtlayacakları yer olan Sargasso’ya doğru yolculuğa çıkarlar. Bu döngü bu şekilde devam eder.

Burada ilginç olan şu: Anne yılan balığı hangi denizden gelmiş ise yavrusu o denize dönüyor ve asla başka bir denize gitmiyor.

Eğer bu seyahatin Allah’ın ilhamı ile gerçekleştiğini kabul etmezsek şu sorulara makul cevaplar bulmamız gerekecektir:

1-Anne yılan balıkları bu kadar yorucu, uzun ve kendilerinin ölümü ile sonuçlanacak bir seyahate niçin katlanıyorlar?

2-Doğmuş oldukları Sargasso Denizine niçin gidiyorlar ve yollarını nasıl buluyorlar yoksa ellerinde pusulaları mı var?

3-Yavru yılan balığı, annesinin geldiği denizi ve yolunu nereden biliyor?

4-Hadi “Annesinin geldiği denizi biliyor ve yolunu da buluyor.” diyelim. Ama niçin daha yakın bir denize gidip gününü gün etmiyor da o meşakkatli yola katlanıyor. Annesinin geldiği denize dönmek onun için, niçin bu kadar önemli? Bu derece baskın bir sılaya hasret duygusunu nereden almış?

Bizler şimdiye kadar, cami avlusuna bırakılan bir çocuğun, büyüdüğünde ana evine döndüğünü hiç duymadık. Mahlûkatın en zekisi ve akıllısı olan insanın yapamadığını, yavru yılan balıkları nasıl yapıyor olabilir?

Ey kâfirler, artık hadi gelin ve “Allah” deyin! Yok, hâlâ “Allah” demiyor ve bu sevkin, bir sevk-i İlahî olduğunu kabul etmiyorsanız, o zaman yukarıdaki mezkûr sorularımızı cevaplayın da dinleyelim!

Seyrangah.Tv