Etiket arşivi: kendini sevmek

Kendimi Seviyorum

Sevmeye kendimizden başlamak gerektiğini düşünüyorum. Kendimi sevmeliyim; çünkü kendisiyle barışık olmayan ve kendini sevmeyen başkalarını da sevemez.

Sevmek, insanda olumlu çağrışımlar bırakan ancak tam olarak anlatılmayan ya da tarif edilemeyen bir kelimedir. Hep bir şeylerle tarif edilmeye çalışılan ya da bir şeylere benzetilerek anlatılmaya çalışılan bir kelime. Çok ya da az olup olmaması önemli olan bir kelime.

“Ne kadar seviyorsun?” “Dünyalar kadar.” “Nasıl seviyorsun?” “Canım gibi”. Sevginin derecesini bu dünyada büyük bildiğimiz şeylerin miktarıyla ya da varlığımızın temeli olan can ile anlatmaya çalışmaktayız. Demek ki sevginin tarifi ya da anlatımı da o kadar zor.

Herkesi seveceksin, der büyüklerimiz. Anneni, babanı, kardeşlerini, arkadaşlarını, eşini dostunu, dünyayı, ağaçları, kuşları, canlıları velhasıl her şeyi seveceksin derler.

Seveyim; ama niye önce onları sevmekle başlıyorum ki? Kendimi sevmeden onları nasıl seveceğim. Kendimi sevmemi niye öğretmediler ki? Önce kendini seveceksin, sonra başkalarını seveceksin demiyorlar.

Siz hiç duydunuz mu önce kendini sev sonra da beni sev diyeni.

“Seversen yavrunu o da sever yavrusunu der.” atalarımız. Doğru fakat ben kendimi sevmedikçe, kendimle barışık olmadıkça nasıl sevebilirim insanları? Bahçesinde gül olmayan bir kimse bahçesinden size gül verebilir mi? Haydi sevelim diyelim, sizce bu yapmacık bir hareket olmaz mı?

Siz hiç suratı asık ve kızgın bir kimsenin, “Seni seviyorum.” kelimesinden hoşnut olur musunuz? Cevabınızın hayır olacağını tahmin ediyorum.

Gelin isterseniz sevmeye kendimizden başlayalım. İnanın çok şeyin içinizde değiştiğini hissedeceksiniz. Nasıl ki başkasının bahçesine gül dikmekle kendi bahçemize gül dikmek arasındaki farkı bildiğimiz gibi.

Ben bugünden itibaren kendimi sevmeye ve bunu kendi kendime söylemeye karar verdim yolda. İşte söylüyorum: “Kendimi seviyorum.” Sadece başkalarından değil, kendimden de duymak istiyorum “Kendimi seviyorum.” cümlesini.

Kendimi seviyorum dedim kendi kendime. İçime sanki oksijen doluyormuş gibi hissettim. Bir daha söyledim sihirli cümlem olan “Kendimi seviyorum’u.” İçimdeki oksijenlerin mutluluğa dönüştüğünü hissettim. Mutlu olduğumu ve mutluluğumun içime sığmadığını hissettim.

Mutluluğumun içime sığmadığını ve bunu paylaşmam gerektiğini hissettim. Okul bahçesinde oyun oynayan 2.sınıf öğrencilerine de “Kendimi seviyorum.” dedim; onlar da garip garip baktılar. Niye öyle baktınız, kendimi sevemem mi dedim. Onlar da: “Yok öğretmenim, sevebilirsin.” dediler.

Çocukların garip garip bakmalarına da bir şey diyemiyorum. Onlara da hep başkalarını sevmeleri öğretildi; ama kendilerini sevmeleri öğretilmedi. Başkasına verilecek sevgi ve değerin kendimize verilmesi öğretilmedi.

Okul bahçesinde oyun oynayan diğer çocuklara: “Kendimi de sizi de seviyorum, dedim. Hatta sizin öğretmeniniz olmaktan, sizin bana öğretmenim demenizden, sizinle konuşmaktan da mutluluk ve gurur duyuyorum” dedim.

Çocuklar o kadar güzel olumlu geri bildirimler verdiler ki, buna ben de şaşırdım kendileri de çok şaşırdılar. Bu olumlu duyguların etkilerine çocuklarla birlikte şahit oldum. Zamanla okul bahçesinde “Ben de kendimi seviyorum.” diyerek mutluluğunu paylaşan çocuklara şahit olmaya başladım.

“Öğretmenim kendinizi sevmeye devam ediyor musunuz?” diyen bir çocuğa: “Evet” cevabım onda da geri bildirim olarak “Ben de” öğretmenim oluyor. Çocuk kendisini sevmesi gerektiği modelini de bulmuştu nasıl olsa. Kolay kolay bırakmaz sevme konusunda; kendini ve başkalarını.

Evet, sevelim ama sevmeye önce kendimizden başlayalım. Ben kendimle barışık olup kendimi seversem başkalarına mutluluk dağıtabilirim. Sevelim, kendimize haksızlık etmeden ve kibirlenmeden sevelim. Sevmek ve sevilmeye fazlasıyla layığız biz.

Kendimizi sevdiğimiz gibi kendimizi tebrik etmesini de bilmeliyiz. Başkalarının yaptığı olumlu davranışları tebrik ettiğimiz gibi kendimizin yaptığı olumlu davranışları da tebrik etmeliyiz. Kendimizi herkesten önce biz kendi kendimize kutlamalıyız. “Kendimi tebrik ediyorum ve kendimle gurur duyuyorum.” demeliyiz. Tebrik edilecek ilk insanın inanın önce kendimiz olduğunu ve bunu hak ettiğimizi düşünüyorum.

Evet; sevelim, tebrik edelim, kendimizle gurur duyalım; fakat bunu kibir boyutuna getirmeyelim; çünkü Allah kibirlenenleri sevmez.

“… doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara,190 – Mâide,87)

“… Bilin ki Allah kendini beğenen ve övünüp duran kimseleri sevmez.” (Nisâ,36)

“İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi şüphesiz ki sevmez.” (Lokman,18-Hadid, 23)

Allah Resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Kalbinde hardal tanesi kadar kibir, büyüklenme olan kişi Cennete giremeyecektir. Yine kalbinde bir hububat ağırlığında iman olan kimse de Cehenneme girmeyecektir” (Müslim, İman,31)

Sonuç olarak sevgimizde de saygımızda da gurur duymamızda da insan olduğumuzu unutmamak ve haddi aşmamak gerekir. Bunları başkalarını küçük görmek yerine kendimizi daha iyi hissetme ve hizmet yapabilme adına bir vesile yapmak gerekir. Biz kendimizi sevebilirsek ve kendimizle barışık olabilirsek başkalarına olumlu elektrik verebiliriz. Bizim kendimize gösterdiğimiz sevgi, saygı ve verdiğimiz değer ölçüsünde insanlar da bize ancak o kadar geri bildirim verebilecekleridir.

Mehmet Emin Karabacak – cocukaile.net

İnsan Kendini Sevmeli midir?

İnsan kendini sevmeli midir? Kendini seven insan bencillikten kendini nasıl koruyacaktır? İnsanın kendisini sevmemesi kendinden bir vazgeçiş, başkasına bir yöneliş midir?

Bu sorular önemli. İnsanın başkalarıyla kuracağı ilişkiyi kendiyle kuracağı ilişki belirler çünkü.

İnsan değerli addettiği şeyi sever. İnsanın kendini sevip sevmemesi ve sevgisinin onu sürükleyeceği yol kendine biçtiği değerle ilintilidir. İnsanın kendine biçeceği değer, iki farklı ve birbirine zıt referansa dayalı olabilir. Birinci referans, kendi aklının belirlediği, “kendince”, “arzularına göre şekillenen” ölçütlerdir. Hakikate dayalı bir sabitesi yoktur bu ölçütlerin. Kişinin, “hedeflerime ulaşabiliyorsam, başarılı, zengin, güzel vb. olursam-değerliyim” diye kabulleri mevcuttur.

Kutsalla bağını koparan kişi artık varoluşunu hep kendiyle ilintilendirir. Kendi kendinin sahibi olduğuna inanan, kendi adına yaşayan ve var olan; varlığının amacını, kişiliğini ve hayatını mükemmele ulaştırmak olarak güdümlemiş büyüklenmeci bir insan, zahiren kendini sever görünürken; kendini sevmeyle kendinden nefret etme salınımında savrulur. Çünkü kendine biçtiği değer gelgitlerden kurtulamaz, anlık iniş ve çıkışlara gebedir. Bir gün başarılıdır, kendini sever, takdir eder hayran kalır. Bir gün ise değildir, kendine kızar, hatta nefret eder. Bir gün güçlüdür, kendinden geçer; bir başka gün zayıftır, kendini yerin dibine batırır. Bugün kazanır, yarın kaybeder. Bugün genç ve güzeldir, yarın bir trafik kazasında yüzü yaralanır, aynayı eline bile almaya cesaret edemez. Ya da yolunun üzerinde yaşlılığın alametleri belirir günbegün. Her gün biri siyah biri beyaz iki fare hayatını kemirmektedir.

Kutsal bir referansa dayanmayan bu sözde kendini sevme biçiminde gene sözde bir değer biçer insan kendine. Narsisistik doyumlarla oyalanır durur. Heva ve hevesin peşinde harcar hayatını. Kusursuzluğa, muhteşem olmaya, tanınmaya, ilgi gören olmanın peşindedir. Kendini yüceltmek, büyüklenmeci bir tutumun içine girmek zorundadır. Çünkü işin aslında kendini sevmek de yetmez ona. Başkalarının sevgisine bağımlıdır. Ne kadar yüce olursa o kadar sevileceğini sanır. Hem yüceliğine inanır hem kendinden aşağı gördüğü varlıklara ve insanlardan sevgi ve ilgi dilenciliği yapar, zillete düşer. Sürekli kendini başkalarıyla kıyaslayarak varlığının değerini ölçüp biçer. Hep başkalarının üstüne çıkmayı arzular. Bu ancak “olmayla” değil “görünmeyle” mümkündür. Hep iyi ve mükemmel görünme tutkusu insanın kimyasını bozar, onu kendine yabancılaştırır. Çünkü olduğuyla göründüğü arasında dağlar vardır. Kutsalla bağını koparan insan ne kadar kibirlenirse kibirlensin, kendini ne kadar üstün ve değerli görürse görsün, kendini ne kadar sevdiğinden dem vurursa vursun, sarkaç eninde sonunda bir nihilizm noktasında durur. Hayatın yükünü ve tekâlifini kaldıramayan insanın eninde sonunda kendiyle arası bozulur. Artık kendi ve her şey bir hiçe dönüşür. Kendine ve her şeye bir kızgınlık duyar.

İkinci değer arayışı Mutlak Varlık kaynaklıdır. İnsan Mutlak Varlığı referans aldığında artık kendisi aradan çıkar. Kendini “her şeyi sanatla yaratan bir Yaratıcının” yarattığı ve onun rahmet ve keremine mazhar olan sonsuz değerli bir varlık olarak addeder. Bu bakış açısıyla kendindeki Mutlak Varlığın sanatlı nakışlarını da idrak eder. Kendiyle Mutlak Varlık arasında bir intisap, bir bağ kurmuş olur. Kendinin kıymeti O’nun sanatı ve O’nun isimlerinin tecellisini gösteren bir ayna olması cihetiyledir.

Artık, sevdiği kendisi olmaktan da çıkar. İnsan kendinde tecelli eden isim ve sıfatları seviyordur. Çünkü Mutlak Varlık’tan bağımsız değil, O’na aittir. Kendiyle kurduğu ilişki Yaratıcı’yla kurduğu intisap ve bağlılık itibarıyladır. İnsanın hakikati de bu değil midir? O olmaksızın insan denilen varlığın ne önemi kalır ki? Yiyen içen sonra da ölüp hiçliğin içinde yok olup gidecek bir varlığın ehemmiyeti nedir ki?

Kutsal bir referansa dayalı kendimizle kurduğumuz ilişki bizi hem zillete düşmekten hem de kibirden kurtarır. Sadece biz değil, her varlık Mutlak Varlık tarafından yaratılmıştır. Yaratılmışlık açısından onlarla bizim aramızda tam bir eşitlik söz konusudur. Her varlık kendi kabiliyeti nispetinde O’nun sonsuz isimlerini gösteren bir ayna, O’na hizmet edenlerdir. İnsan bu açıdan daha kabiliyetlidir ve diğer varlıklarla yaratılmışlık noktasında eşit, ancak O’na hizmet açısından üstün bir konumdadır.

Artık kendi değerini belirlemek için başkalarıyla kıyaslamasına da gerek yoktur. Çünkü referans noktası başkaları değil, Mutlak Varlık’tır. Yine bu bakış açısında insanın kendini sevmesi büyük iniş çıkışlara gebe değildir. Mutlak Varlık’la kurduğu ilişki dışındaki hiçbir şey onun değerini elinden alamaz. Yaşlanmak bile O’nun sanatının üzerinde tezahür edişidir. Ölüm bile O’nun yarattığı sonsuzluğa açılan bir kapıdır.

MUSTAFA ULUSOY/PSİKİYATRİST