Etiket arşivi: Mehmet Abidin Kartal

Gerçek Sevgi ve Sevgili

Modern medeniyet 14 Şubat sevgililer gününü, insanları tüketime, alışverişe, eğlenceye ve belirli kalıplar içinde hareket etmeye zorlayan gün haline getirmiştir. Sevgililer günüyle kişilerde “sahip olma” düşüncesi alabildiğince kışkırtılarak ten ve bedeni hazların tatmini hayatı anlamlandıran bir unsur olarak kitlelere sunulmaktadır. Bu  insanın yaratılışına ters bir düşüncedir. İnsanın bir de ruh ve gönül dünyası vardır. Ruhun da tatmin edilmesi gerekir.

Sevgiyi maddileştirenler, yalnız ten ve beden isteklerinin tatmini olarak görenler mutluluğu yakalayamazlar. Evlilikte menfaate dayalı sevgiler, kısa sürede biter. Taraflardan biri karşısındakinden umduğu çıkarları elde edemeyeceğini gördüğünde, öncesinde duyduğu sevgi, heyecan yerini sevgisizlik ve mutsuzluğa bırakır.

Kalp, sevmek için yaratılmıştır. Bu yüzden, insan alâkadar olduğu bütün güzel ve mükemmel şeyleri sever. Çiçekleri ve yıldızları sevdiği gibi, hayatı, dünyayı, güzel ahlâkı, eşini, çocuklarını, anne ve babasını, dostlarını da sever. Bu sevgi Allah namına ve Onun muhabbetine vesile oldukları nispette değer taşırlar. Gerçek sevgi, sevgiyi doğru anlamak budur.

İşte hepimizin örnek alması gereken sevgi ve sevgili…

En sevgilinin sevgilisinin isminin manası “yaşayan” demekti. Hayatın her anını hakkıyla yaşayan, aldığı nefeslerin, kavuştuğu nimetlerin değerini bilerek yaşayan… Huzur ve mutluluğu yakalayarak yaşayan… Yaratıcısına verdiği sözünde sabit kalarak, taviz vermeden kararlı bir insan olarak yaşayan…

O adeta bir bilgi deryası idi. Yaşadığı nurlu hayatını incelediğimizde enerjisinden, azminden, olaylara bakış açısından, hazır cevaplığından, yorum biçiminden, ilmi ve irfanından anlıyoruz ki, tarihte benzerine rastlanmayan büyük bir hazineydi.

Tarih, edebiyat bilgisi ile zirvede idi. Ayet ve hadis yorumları yaparken bilgisini ustaca kullanıyordu. Fıkıh ve İslam hukukunu çok iyi biliyordu. O İslam hukukunun kurucusuydu. Kainatın efendisinin (sav) çiçeği, Gül sultan, Hz. Aişe Hümeyra (R.Anha) validemizden söz ediyoruz.

Hz. Aişe (R.Anha),
Küçük yaşta okuma yazma öğrenmiş, çok zeki, akıllı, âlime, edîbe, saliha bir hanımefendi..
Peygamberimiz (sav.)’e ilk iman eden en sadık dostu Hz. Ebû Bekr es-Sıddîk (a.s.)’in kızı..
Allah’ın Sevgilisi’nin Sevgilisi..
Hz. Âişe-i Sıddîka (a.s.)…!

Lakabı; Hümeyra..
Resulullah (sav)’ın kendisini çok sevmesi nedeniyle Hümeyra dediği sultan.. Efendimizin (sav) Hz. Âişe’ye özel bir sözcüğü vardı. “Gözbebeğim.”Gözbebeğiydi eşi  O’nun. O’nu öyle severdi. O’nu öyle korurdu…

Kutlu Nebî (sav)’nin kördüğüm gibi sevdiği, kördüğüm gibi açılmayan, bitmeyen sırlı bir sevgi beslediği Hümeyra..

Çok sorup çok öğrenen, çok sorana da çok cevap veren, toplantılar yapıp, büyük anlatma meclisi olan, İslam hukukunun kurucusu âlime Gül Sultan..

Peygamber Efendimiz (sav).)’in bir hadis-i şerifinde “Dininizin üçte birini Hümeyra’dan öğreniniz!” diye bahsettiği muhterem zevcesi..

Müslüman anne-babadan doğan ilk çocuk olma şerefine nail olan hanımefendi..

Güllerin Efendisi (sav)’nin zevcelerinden hem annesi hem babası hicret etmiş olan tek zevce..

Resulullah (sav)’ın zevceleri içinde, yanında vahiy gelen tek zevce..

Allah-u Teâlâ’nın, hakkında berat ayetini nazil eylediği annemiz..

Hz Aişe, (Ayşe Hümeyra) kendisini tanıtırken, önce babasının ismiyle, “Ebubekir kızı Aişe” diyor ve ekliyordu; “ Ben Allah’ın Sevgilisinin Sevgilisiyim.” O Resulün Sevgilisiydi. Bunu bilmesine rağmen sormadan edemezdi.

“Ey Allah’ın Resulü, beni seviyor musun?” Allah’ın Resulü bu ne biçim soru demiyor, sevmesem burada ne işim var demiyor. Cevap veriyor; “Evet Ya Aişe, tabi seviyorum!” Bununla yetinmiyor Hz Aişe validemiz, dahasını da merak ediyor, acaba nasıl seviyordu? Hemen soruyor; “Beni nasıl seviyorsun?” Peygamberimiz sevgi tanımlamasını yapıyordu sevgili eşine. İçten, samimi ve hayran kalınan bir ifadeyle; “Kördüğüm gibi…” Sevgiye bakın, aşka bakın. Açılmayan, çözülmeyen, kördüğüm gibi sevgi. Hz Aişe aldığı bu cevap karşısında çok memnun kalmıştı. Ve her zaman da alacağı cevap kendisini daha da mutlu edeceğinden sık sık sorardı; “Ey Allah’ın Resulü kördüğüm ne alemde?” O Yüce Resul, her defasında, Hz Aişe’yi memnun eden cevabını veriyordu; “İlk günkü gibi..”İşte gerçek sevgi. İşte gerçek sevgili. Her birimiz kendimize soralım biz bu sevginin neresindeyiz? Çoğumuz eşimize seni seviyorum dahi diyemiyoruz, bırakın kördüğüm gibi sevmeyi… Seni seviyorum, iki kelimedir. Utanmadan söyleyebilmeliyiz. Kişi sevdiğini belli etmelidir.

Hz. Aişe, hakkında ayet nazil olacak kadar fazilet sahibi, müminlerin annesi, Sıddık-ı Ekber’in ölüm döşeğinde, “…senden daha sevimli servet bırakmıyorum. Seni kaybetmekten daha büyük bir fakirlik ise bilmiyorum” dediği, Habibullahın sevgilisi, Müslüman hanımlara en büyük örnek, çok kısa süren evlilik hayatına çok büyük kazanımlar sığdıran mübarek bir insandır.

Her müslüman hanım Hz. Aişe’nin (ra)  hayatında kendisi için nice örnekler ve dersler bulur. Çünkü hayatın bütün cilveleri, bütün değişimleri onun hayatında tecelli etmiştir. Kızlık, eşlik, dulluk, sevinç ve keder, mutluluk ve musibet gibi haller Hz. Aişe’nin hayatında örnek alınacak birer hadise olarak görünür. Bu tertemiz hayat; ilmi, amel, ahlaki, derslerle paha biçilmez birer hazine kıymetinde örneklerle doludur. Bu itibarla Hz. Aişe’nin tarihi temiz ve olgun kadınların aynasıdır. Müslüman kadının gerçek hüviyetini, bütün temizliği ve berraklığı ile o aynada görür.

Hz. Aişe, Hz. Peygamber (sav) ile Mekke de nişanlanmış ve üç yıl sonra hicretin ilk yıllarında Medine’de evlenmiştir. Böylece o, Hz. Ebu Bekir gibi bir babanın evinden Allah resulünün evine intikal etti ve gelişmesini, yetişmesini, şahsiyetinin olgunlaşmasını Hz. Peygamberin evinde tamamlama imkanı buldu. Sahip olduğu kabiliyetlere Hz. Peygamberin desteği de eklenince, onun baba evinde aldığı eğitim, vahyin aydınlattığı Peygamber evinde Kur’an ve sünnet eğitimiyle daha da gelişti, olgunlaştı ve derinleşti.

Hz. Aişe’nin gençliğinden itibaren hayatı, yüksek ahlakın canlı bir numunesi olan Resul-i Ekrem’in zevcesi olarak geçmişti. En yüksek terbiyeyi en büyük öğretici olan Hz. Peygamberden (sav) alan Hz. Aişe’nin de ahlakının en yüksek derecesinde olması tabii idi.

Kanaatkar, mütevazi, aynı zamanda vakur ve cömert idi. Çocuğu olmadığı için annelik duygusunu tadamamış olan Hz. Aişe öksüz ve fakir çocukları yanına alır, onların terbiye ve yetiştirilmesine itina eder, sonra da onları evlendirirdi. Bir çok köle ve cariyesini azad etmişti. Metanet ve takva sahibi, şefkatli ve ibadete düşkün bir kadındı. Hz. Peygamberle (sav) birlikte gece ibadetlerini ihmal etmeyen Hz. Aişe kadınlarla namaz kılarken onlara imamlık etmiş ayrıca her yıl hacca gitmiştir.

Hz. Aişe bir çok savaşa katılacak kadar korkusuz; devesine atlayıp siyasi bir harekete kalkışacak  kadar atak ve özgür, askeri bir seferi idare edebilecek kadar komuta gücüne sahipti.

Hz. Aişe zekası, anlayışı, kuvvetli hafızası, güzel konuşması, Kur’an’ı Kerim’i ve Hz. Peygamberi en iyi bir şekilde anlamaya çalışması gibi vasıfları sayesinde Hz. Peygamberin yanında müstesna bir mevki kazandı. Gül sultan “ İçinde Kur’an okunan ev, gök ehline, yerden yıldız gözüktüğü gibi görünür. “diyor.

Hz. Peygamberin gece yolculuklarında kendisiyle sohbet yapabilmek için Hz. Aişe’yi tercih etmesi, bazı davetlere onun da gelmesi şartıyla kabul etmesi, bardağa onun ağzının değdiği yerden içmesi, abdest ve namaz arasında hatta oruçlu iken bile onu öpmesi ona karşı gösterdiği sevgi ve samimiyeti gösterirken; (Tahyîr, Allah Rasûlü’nün hanımlarının, Efendimizle birlikte yaşayıp-yaşamama mevzuunda muhayyer bırakılmaları hadisesidir. Mebdei ne olursa olsun, bu hâdise, Allah Resulü’ne bizzat Cenab-ı Hakk’ın emridir. Konu ile ilgili ayet aynen şöyle demektedir: “Ey peygamber! Hanımlarına söyle: “Eğer dünya hayatı ve onun ziynetini istiyorsanız, gelin size bağışta bulunayım ve güzellikle salıvereyim. Eğer Allah’ı, peygamberini ve ahiret yurdunu istiyorsanız bilin ki, Allah içinizden iyi davrananlara büyük ecir hazırlamıştır”(Ahzab/28-29).) tahyir hadisesinde kendisine düşünme ve seçme imkanı verildiği halde Hz. Aişe’nin hiç tereddüt etmeden derhal Hz. Peygamberi  tercih etmesi onun da kocasına olan sevgisini ve bağlılığını göstermektedir.  Hz. Peygamber (sav) Hz. Aişe’nin  seviyesine inerek onunla yakından ilgilenmiş  onunla koşu yapmış; hatta ona mescide kılıç kalkan oynayanları seyrettirmiştir.

Efendimizin (sav) eşi Hz. Aişe ile zaman zaman koşu yarışı yaptığı, bu şekildeki yarışları teşvik ettiği ve sahabenin de bu tür koşu yarışmaları yaptığı bilinmektedir.. Peygamberimizin bizzat kendileri Hz. Aişe annemizle birlikte iki sefer koşu yapmış, ilkinde Hz. Aişe kazanmış, ikincide ise kilo alması sebebiyle Hz. Aişe kaybetmiş, ve koşuyu kazanan Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Bu, önceki koşuya bedeldir; ödeştik.” (Ebu Davud,Cihad 68)

Hz. Aişe validemiz, Hz. Peygambere (sav) karşı beslediği derin sevgi yanında  ona itaat ve emirlerine dikkat etmekle de temayüz etmişti. O her bakımdan Resul-i Ekrem’in yar ve yardımcısıydı. Her hususta onun emri ve talimatı doğrultusunda hareket ediyordu. Dindarlığı ve takva sahibi oluşuyla Resul-i Ekrem’in en sadık en fedakar ve en samimi arkadaşı idi. Karı koca olan bu iki büyük insan arasındaki sevgi ve kaynaşma aralarındaki samimiyet ve sıcak ilişki, ama daima muhafaza ettikleri vakar ve nezahet, bütün Müslüman çiftler için en güzel örneği teşkil etmiştir. Hz. Aişe validemiz kalbine karşı bir kalbi bulmuştu. En sevgilinin sevgilisi olmuştu.

İnsanın en fazla ihtiyacını temin eden, kalbine mukabil bir kalbin bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübâdele etsinler ve lezâizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde yekdiğerine muâvin ve yardımcı olsunlar.

Kalblerin en latifi, en şefiki kısm-ı sânî ile tâbir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhî imtizacı (geçimi) ikmal eden, kalbî ünsiyet ve ülfeti itmâm eden, sûrî ve zahirî arkadaşlığı samimîleştiren, kadının iffetiyle ahlâk-ı seyyieden temiz ve pâk bulunması ve çirkin ârızalardan hâlî olmasıdır. (İşârâtü’l-İ’câz)

“Peygamberlerinden sonra  bu ümmette  meydana çıkan  ilk bela tokluktur. Çünkü, insanlar doyunca  bedenleri şişmanladı, kalpleri zayıfladı. Dünya hırsları kabardı.” (Hz. Aişe R.Anha)

Mehmet Abidin Kartal

Gerçek sevgi ve sevgili

Mehmet Abidin Kartal 

Modern medeniyet 14 Şubat sevgililer gününü, insanları tüketime, alışverişe, eğlenceye ve belirli kalıplar içinde hareket etmeye zorlayan gün haline getirmiştir. Sevgililer günüyle kişilerde “sahip olma” düşüncesi alabildiğince kışkırtılarak ten ve bedeni hazların tatmini hayatı anlamlandıran bir unsur olarak kitlelere sunulmaktadır. Bu  insanın yaratılışına ters bir düşüncedir. İnsanın bir de ruh ve gönül dünyası vardır. Ruhun da tatmin edilmesi gerekir.

Sevgiyi maddileştirenler, yalnız ten ve beden isteklerinin tatmini olarak görenler mutluluğu yakalayamazlar. Evlilikte menfaate dayalı sevgiler, kısa sürede biter. Taraflardan biri karşısındakinden umduğu çıkarları elde edemeyeceğini gördüğünde, öncesinde duyduğu sevgi, heyecan yerini sevgisizlik ve mutsuzluğa bırakır.

Kalp, sevmek için yaratılmıştır. Bu yüzden, insan alâkadar olduğu bütün güzel ve mükemmel şeyleri sever. Çiçekleri ve yıldızları sevdiği gibi, hayatı, dünyayı, güzel ahlâkı, eşini, çocuklarını, anne ve babasını, dostlarını da sever. Bu sevgi Allah namına ve Onun muhabbetine vesile oldukları nispette değer taşırlar. Gerçek sevgi, sevgiyi doğru anlamak budur.

 İşte hepimizin örnek alması gereken sevgi ve sevgili…

En sevgilinin sevgilisinin isminin manası “yaşayan” demekti. Hayatın her anını hakkıyla yaşayan, aldığı nefeslerin, kavuştuğu nimetlerin değerini bilerek yaşayan… Huzur ve mutluluğu yakalayarak yaşayan… Yaratıcısına verdiği sözünde sabit kalarak, taviz vermeden kararlı bir insan olarak yaşayan…

O adeta bir bilgi deryası idi. Yaşadığı nurlu hayatını incelediğimizde enerjisinden, azminden, olaylara bakış açısından, hazır cevaplığından, yorum biçiminden, ilmi ve irfanından anlıyoruz ki, tarihte benzerine rastlanmayan büyük bir hazineydi.

Tarih, edebiyat bilgisi ile zirvede idi. Ayet ve hadis yorumları yaparken bilgisini ustaca kullanıyordu. Fıkıh ve İslam hukukunu çok iyi biliyordu. O İslam hukukunun kurucusuydu. Kainatın efendisinin (sav) çiçeği, Gül sultan, Hz. Aişe Hümeyra (R.Anha) validemizden söz ediyoruz.

Hz. Aişe (R.Anha),
Küçük yaşta okuma yazma öğrenmiş, çok zeki, akıllı, âlime, edîbe, saliha bir hanımefendi..
Peygamberimiz (sav.)’e ilk iman eden en sadık dostu Hz. Ebû Bekr es-Sıddîk (a.s.)’in kızı..
Allah’ın Sevgilisi’nin Sevgilisi..
Hz. Âişe-i Sıddîka (a.s.)…!

Lakabı; Hümeyra..
Resulullah (sav)’ın kendisini çok sevmesi nedeniyle Hümeyra dediği sultan.. Efendimizin (sav) Hz. Âişe’ye özel bir sözcüğü vardı. “Gözbebeğim.”Gözbebeğiydi eşi  O’nun. O’nu öyle severdi. O’nu öyle korurdu…

Kutlu Nebî (sav)’nin kördüğüm gibi sevdiği, kördüğüm gibi açılmayan, bitmeyen sırlı bir sevgi beslediği Hümeyra..

Çok sorup çok öğrenen, çok sorana da çok cevap veren, toplantılar yapıp, büyük anlatma meclisi olan, İslam hukukunun kurucusu âlime Gül Sultan..

Peygamber Efendimiz (sav).)’in bir hadis-i şerifinde “Dininizin üçte birini Hümeyra’dan öğreniniz!” diye bahsettiği muhterem zevcesi..

Müslüman anne-babadan doğan ilk çocuk olma şerefine nail olan hanımefendi..

Güllerin Efendisi (sav)’nin zevcelerinden hem annesi hem babası hicret etmiş olan tek zevce..

Resulullah (sav)’ın zevceleri içinde, yanında vahiy gelen tek zevce..

Allah-u Teâlâ’nın, hakkında berat ayetini nazil eylediği annemiz..

Hz Aişe, (Ayşe Hümeyra) kendisini tanıtırken, önce babasının ismiyle, “Ebubekir kızı Aişe” diyor ve ekliyordu; “ Ben Allah’ın Sevgilisinin Sevgilisiyim.” O Resulün Sevgilisiydi. Bunu bilmesine rağmen sormadan edemezdi.

 “Ey Allah’ın Resulü, beni seviyor musun?” Allah’ın Resulü bu ne biçim soru demiyor, sevmesem burada ne işim var demiyor. Cevap veriyor; “Evet Ya Aişe, tabi seviyorum!” Bununla yetinmiyor Hz Aişe validemiz, dahasını da merak ediyor, acaba nasıl seviyordu? Hemen soruyor; “Beni nasıl seviyorsun?” Peygamberimiz sevgi tanımlamasını yapıyordu sevgili eşine. İçten, samimi ve hayran kalınan bir ifadeyle; “Kördüğüm gibi…” Sevgiye bakın, aşka bakın. Açılmayan, çözülmeyen, kördüğüm gibi sevgi. Hz Aişe aldığı bu cevap karşısında çok memnun kalmıştı. Ve her zaman da alacağı cevap kendisini daha da mutlu edeceğinden sık sık sorardı; “Ey Allah’ın Resulü kördüğüm ne alemde?” O Yüce Resul, her defasında, Hz Aişe’yi memnun eden cevabını veriyordu; “İlk günkü gibi..”İşte gerçek sevgi. İşte gerçek sevgili. Her birimiz kendimize soralım biz bu sevginin neresindeyiz? Çoğumuz eşimize seni seviyorum dahi diyemiyoruz, bırakın kördüğüm gibi sevmeyi… Seni seviyorum, iki kelimedir. Utanmadan söyleyebilmeliyiz. Kişi sevdiğini belli etmelidir.

Hz. Aişe, hakkında ayet nazil olacak kadar fazilet sahibi, müminlerin annesi, Sıddık-ı Ekber’in ölüm döşeğinde, “…senden daha sevimli servet bırakmıyorum. Seni kaybetmekten daha büyük bir fakirlik ise bilmiyorum” dediği, Habibullahın sevgilisi, Müslüman hanımlara en büyük örnek, çok kısa süren evlilik hayatına çok büyük kazanımlar sığdıran mübarek bir insandır.

Her müslüman hanım Hz. Aişe’nin (ra)  hayatında kendisi için nice örnekler ve dersler bulur. Çünkü hayatın bütün cilveleri, bütün değişimleri onun hayatında tecelli etmiştir. Kızlık, eşlik, dulluk, sevinç ve keder, mutluluk ve musibet gibi haller Hz. Aişe’nin hayatında örnek alınacak birer hadise olarak görünür. Bu tertemiz hayat; ilmi, amel, ahlaki, derslerle paha biçilmez birer hazine kıymetinde örneklerle doludur. Bu itibarla Hz. Aişe’nin tarihi temiz ve olgun kadınların aynasıdır. Müslüman kadının gerçek hüviyetini, bütün temizliği ve berraklığı ile o aynada görür.

Hz. Aişe, Hz. Peygamber (sav) ile Mekke de nişanlanmış ve üç yıl sonra hicretin ilk yıllarında Medine’de evlenmiştir. Böylece o, Hz. Ebu Bekir gibi bir babanın evinden Allah resulünün evine intikal etti ve gelişmesini, yetişmesini, şahsiyetinin olgunlaşmasını Hz. Peygamberin evinde tamamlama imkanı buldu. Sahip olduğu kabiliyetlere Hz. Peygamberin desteği de eklenince, onun baba evinde aldığı eğitim, vahyin aydınlattığı Peygamber evinde Kur’an ve sünnet eğitimiyle daha da gelişti, olgunlaştı ve derinleşti.

Hz. Aişe’nin gençliğinden itibaren hayatı, yüksek ahlakın canlı bir numunesi olan Resul-i Ekrem’in zevcesi olarak geçmişti. En yüksek terbiyeyi en büyük öğretici olan Hz. Peygamberden (sav) alan Hz. Aişe’nin de ahlakının en yüksek derecesinde olması tabii idi.

Kanaatkar, mütevazi, aynı zamanda vakur ve cömert idi. Çocuğu olmadığı için annelik duygusunu tadamamış olan Hz. Aişe öksüz ve fakir çocukları yanına alır, onların terbiye ve yetiştirilmesine itina eder, sonra da onları evlendirirdi. Bir çok köle ve cariyesini azad etmişti. Metanet ve takva sahibi, şefkatli ve ibadete düşkün bir kadındı. Hz. Peygamberle (sav) birlikte gece ibadetlerini ihmal etmeyen Hz. Aişe kadınlarla namaz kılarken onlara imamlık etmiş ayrıca her yıl hacca gitmiştir.

Hz. Aişe bir çok savaşa katılacak kadar korkusuz; devesine atlayıp siyasi bir harekete kalkışacak  kadar atak ve özgür, askeri bir seferi idare edebilecek kadar komuta gücüne sahipti.

Hz. Aişe zekası, anlayışı, kuvvetli hafızası, güzel konuşması, Kur’an’ı Kerim’i ve Hz. Peygamberi en iyi bir şekilde anlamaya çalışması gibi vasıfları sayesinde Hz. Peygamberin yanında müstesna bir mevki kazandı. Gül sultan ” İçinde Kur’an okunan ev, gök ehline, yerden yıldız gözüktüğü gibi görünür. “diyor.

Hz. Peygamberin gece yolculuklarında kendisiyle sohbet yapabilmek için Hz. Aişe’yi tercih etmesi, bazı davetlere onun da gelmesi şartıyla kabul etmesi, bardağa onun ağzının değdiği yerden içmesi, abdest ve namaz arasında hatta oruçlu iken bile onu öpmesi ona karşı gösterdiği sevgi ve samimiyeti gösterirken; (Tahyîr, Allah Rasûlü’nün hanımlarının, Efendimizle birlikte yaşayıp-yaşamama mevzuunda muhayyer bırakılmaları hadisesidir. Mebdei ne olursa olsun, bu hâdise, Allah Resulü’ne bizzat Cenab-ı Hakk’ın emridir. Konu ile ilgili ayet aynen şöyle demektedir: “Ey peygamber! Hanımlarına söyle: “Eğer dünya hayatı ve onun ziynetini istiyorsanız, gelin size bağışta bulunayım ve güzellikle salıvereyim. Eğer Allah’ı, peygamberini ve ahiret yurdunu istiyorsanız bilin ki, Allah içinizden iyi davrananlara büyük ecir hazırlamıştır”(Ahzab/28-29).) tahyir hadisesinde kendisine düşünme ve seçme imkanı verildiği halde Hz. Aişe’nin hiç tereddüt etmeden derhal Hz. Peygamberi  tercih etmesi onun da kocasına olan sevgisini ve bağlılığını göstermektedir.  Hz. Peygamber (sav) Hz. Aişe’nin  seviyesine inerek onunla yakından ilgilenmiş  onunla koşu yapmış; hatta ona mescide kılıç kalkan oynayanları seyrettirmiştir.

Efendimizin (sav) eşi Hz. Aişe ile zaman zaman koşu yarışı yaptığı, bu şekildeki yarışları teşvik ettiği ve sahabenin de bu tür koşu yarışmaları yaptığı bilinmektedir.. Peygamberimizin bizzat kendileri Hz. Aişe annemizle birlikte iki sefer koşu yapmış, ilkinde Hz. Aişe kazanmış, ikincide ise kilo alması sebebiyle Hz. Aişe kaybetmiş, ve koşuyu kazanan Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Bu, önceki koşuya bedeldir; ödeştik.” (Ebu Davud,Cihad 68)

Hz. Aişe validemiz, Hz. Peygambere (sav) karşı beslediği derin sevgi yanında  ona itaat ve emirlerine dikkat etmekle de temayüz etmişti. O her bakımdan Resul-i Ekrem’in yar ve yardımcısıydı. Her hususta onun emri ve talimatı doğrultusunda hareket ediyordu. Dindarlığı ve takva sahibi oluşuyla Resul-i Ekrem’in en sadık en fedakar ve en samimi arkadaşı idi. Karı koca olan bu iki büyük insan arasındaki sevgi ve kaynaşma aralarındaki samimiyet ve sıcak ilişki, ama daima muhafaza ettikleri vakar ve nezahet, bütün Müslüman çiftler için en güzel örneği teşkil etmiştir. Hz. Aişe validemiz kalbine karşı bir kalbi bulmuştu. En sevgilinin sevgilisi olmuştu.

İnsanın en fazla ihtiyacını temin eden, kalbine mukabil bir kalbin bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübâdele etsinler ve lezâizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde yekdiğerine muâvin ve yardımcı olsunlar.

Kalblerin en latifi, en şefiki kısm-ı sânî ile tâbir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhî imtizacı (geçimi) ikmal eden, kalbî ünsiyet ve ülfeti itmâm eden, sûrî ve zahirî arkadaşlığı samimîleştiren, kadının iffetiyle ahlâk-ı seyyieden temiz ve pâk bulunması ve çirkin ârızalardan hâlî olmasıdır. ” (İşârâtü’l-İ’câz)

 “Peygamberlerinden sonra  bu ümmette  meydana çıkan  ilk bela tokluktur. Çünkü, insanlar doyunca  bedenleri şişmanladı, kalpleri zayıfladı. Dünya hırsları kabardı.” (Hz. Aişe R.Anha)

Rahmetin Beyaz Sayfası

Mehmet Abidin Kartal

Beyaz, saflığın ve temizliğin simgesidir. Soğuk kanlılığı, asaleti, masumiyeti, istikrarı ve devamlılığı temsil eder. Huzur ve güven verir. Renklerin içinde beyazın zihinlerimizde canlandırdığı ilk duygu şüphesiz; temizlik, safiyet, masumiyet duygularıdır. Saf ve temiz oluşun sosyal hayatta en net gözlendiği anlardan olan evlilikte gelinliklerdeki beyazlık masumiyetin, iffetin, namusun ve tertemiz bir ruhun temsili olarak kabul edilmekte ve şuur altlarına bu mesaj verilmektedir. Bu yüzden olsa gerek pek çok kültürde gelinlikler beyaz renklidir. Kültürümüzde beyaz gelinlik giyen gelin sevdiğini bakın nasıl tarif ediyor:

Beyaz gül kırmızı gül
Güller arasından gelir
Yarım giymiş beyaz mintan
Sabah namazından gelir…(Abdülvahap Said)

Delikanlı ise sevdiğine beyazın en saf hali kar ile, şöyle cevap veriyor…

Şu dağlarda kar olsaydım
Bir asi rüzgar olsaydım
Arar bulur muydun beni
Sahipsiz mezar olsaydım…(Yusuf Hayaloğlu)

Güllerin efendisi (sav) beyaz elbise giyiniz diyor.Değerli bir dostum gençliğinde beyaz gömlek giyerek sevdiği kızın evinin önünden geçerek Cuma namazına giderdi…Duası kabul oldu. Yukarıdaki mısralar dostumun bu hatırasını hatırlattı bana…

Kainatın Efendisinin (sav) övdüğü İstanbul, 2017’nin ilk Cuma gününün akşamına  bembeyaz gelinliğini giymiş, bembeyaz bir sayfa açarak giriyor. İstanbul yeni bir yıla bembeyaz sayfasını açarak giriyor. Pencereden İstanbul’u seyrediyoruz, gözümüzün gördüğü her yer bembeyaz karlarla kaplı…İstanbul beyaz gelinliğini, elbisesini giymiş, her yer tertemiz. Kar beyaz görüntüsüyle içimizi ferahlatıyor. Kar insana, her şeyi temizliyor gibi, hayatımızın olumsuzluklarını da temizlediğini hissettiriyor. Kar yağınca havadaki ve yerdeki maddi mikropların temizlendiğini biliyoruz. Kar, kainatın beyaz sayfası. Kar rahmetin habercisi…Kar rahmetin beyaz sayfası. Kar senesi var senesidir, berekettir. Uçsuz bucaksız beyazlık insana manevi temizlik olan, masumiyet, saflık, temizlik duygusunu hatırlatıyor. Hepsinden önemlisi kar, beyaz sayfayı yazanı hatırlatıyor. Bir defter sayfasına bir A harfinin yazıldığını görsek bunun bir yazanın olduğunu düşünürüz. Kendiliğinden yazıldığını hiç kimse söyleyemez. Böyle bir iddiada  bulunan gülünç duruma düşer.

Kainat kitabının sayfalarını yazan Allah, kâinatın işleyişini düzenleyen kanunlar koymuştur. Kainat sayfasındaki sayısız varlığın birbirleriyle olan uyumu ile oluşmuş muhteşem bir düzen vardır. Bu düzen, akılları hayrete düşüren detaylarla kusursuzca yaratılmış ve ince ayarlarla dengelenmiştir. Rabbimiz, yarattığı sistemleri ve düzeni kontrolünde tutar, bütün kainattaki uyumu korur. Kainat bütünüyle Allah’ın kusursuz yaratmasını, olağanüstü düzeni ve ölçüyü işaret eder.

Bediüzzaman, her şeyin ölçü ile bağlandığını, kaderin her şeye bir miktar verdiğini şöyle ifade eder:

“Nakkaş-ı Ezeli gözümüzün önünde kışın beyaz sayfasını çevirip, bahar ve yaz yeşil yaprağını açıp, yeryüzü sayfasında üçyüzbinden fazla çeşit mahlûkatı kudret ve kader kalemiyle en güzel şekilde yazar. Birbiri içinde birbirine karışmaz; beraber yazar birbirine mani olmaz. Teşkilce, suretçe birbirinden ayrı, hiç şaşırtmaz, yanlış yazmaz.”

Rabbimizi bize tarif eden küllî muarriflerden kainat kitabının kış sahifesindeki kar tanecikleri, Tevhid-i İlâhîyi akıl ve şuur sahiplerine ilan ediyor. Tevhid kelimeleridir kar taneleri. Semadan birlik için inerler bir bir. Kol kola girip, Bir Olan’a şahitlik ederler. Her bir kar tanesi İlâhî mühürdür. Kar tanecikleri, bir dost gibi, bir arkadaş gibi gaflete dalmış bizlere “Dost acı söyler” hesabı, soğukluğuyla gafletimizi dağıtıp, hiçbir kişinin parmak izlerinin bile birbirine benzememesi gibi, her biri birbirinden farklı sanat eserleri olan kar taneleri “Beni dikkatle oku! Tevhid mühürlerini her taneciğimde gör, iman ve itaat et” mesajını vermektedir.

“Kar”ı pek bâridâne (soğukça) ve tatsız telâkkî ederler. Halbuki, o bârid, (soğuk) tatsız perdesi altında o kadar hararetli gayeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, tarif edilmez. ” ( Sözler, 18. Söz, 2. Nokta, ) Kar beyaz esaret değil beyaz rahmettir.

Gaflette olanlar bu hikmetleri görmediğinden kışın soğuğundan, yazın sıcağından, her şeyden şikayet ederler. Halbuki düşünülse ve bilinebilse, ne kadar ulvî gayeleri ve neticeleri vardır.

Karın soğuk ve üşütücü yüzünün arkasında, milyonlarca bitki ve hayvanların hayat kaynağı olan suya, dirilişe gebe olması vardır. Kar yağmasa bitkiler yeşeremez, bitkiler yeşermese canlılar yaşayamaz, daha bunun gibi sebep ve hikmetini bilmediğimiz sayısız rahmet ve hikmet incelikleri kara takılmıştır.

Kar, yeryüzünün kefenidir. Kışın bembeyaz örtüsüyle bir kefen gibi kaplar tabiatı. Kışın kefenini giyen tabiat baharda tekrar dirilir. Her kışın bir baharı vardır. Kar, biz şuur sahiplerine mesaj verir. “Bakın” der; “her kıştan sonra bahar nasıl geliyor ise, şu fani dünyadan sonra da Ahiret gelecektir, haşir olacaktır”… “ Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Ölümünün ardından yeryüzünü nasıl diriltiyor. İşte bu, ölüleri dirilten Allah’tır. Onun gücü her şeye yeter. ”(Rum suresi 50. ayet)

Kar bütün kainatı beyaza boyar, çirkinliklerin üzerini örterek bir güzellik meydana getirir. Bir beyaz örtüdür, beyaz sayfadır, kar; bütün çirkefleri, pislikleri örter. Sevgi kar gibidir, kar nasıl bütün pislikleri örter, çöpleri göstermez, mis gibidir. Sevgi ile insanlara yaklaşan, olaylara sevgi gözlüğüyle bakan pislikleri, çöpleri görmez, güzeli görür, güzeli gösterir. “Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.”

Araştırmalar karın her bir tanesinin kendine mahsus bir kristal yapısının olduğunu ve bu yapının çok ilginç geometrik desenlere sahip olduğunu gözler önüne sermektedir. Mikroskopta incelendiğinde kar tanelerinin kristal yapılarının birbirinin tıpatıp aynısı olmadığı görülür. Temizliği ve saflığı temsil eden melekler misali, kar taneleri gökten yere inerken onca fırtına ve tipiye rağmen bir birine çarpmıyor, yapışmıyor. Kar altında yürürken başımızı okşarcasına indiklerini görürüz. Yapışarak büyük kütleler halinde inseydi herhalde yeryüzüne rahmet değil gazap yağardı. Tedbirsizlikleri yüzünden kar’dan zarar görenlerin kabus, felaket, beyaz esaret gibi ifadeler kullanmaları, karın rahmet, nice hikmet ve faydalarını göremediklerinin ifadesidir. Onun için “kar’ı rahmet olarak gönderen Yüce Yaratana kar taneleri sayısınca şükürler olsun” diyelim.

Kışın beyaz sayfası olan kar, baharda mahlukatın dirilmesine, doğmasına vesile olan bembeyaz bir Rahmet’tir. Celal içinde Cemal’in tecellisinin sayfasıdır. Bizde hayatımıza bir beyaz sayfa açalım. Bu sayfaya güzel şeyler yazalım. Nedir güzel şeyler. Sevgidir, güzel ahlaktır, merhamettir, şefkattir, yardımlaşmadır, paylaşmadır, birliktir, beraberliktir, vatan sevgisidir, vatanımızı ve milletimizi  bölmek isteyen hainlere karşı elif gibi dim dik olmaktır. Kısacası salih amellerdir. Haydi o zaman beyaz sayfaya güzel şeyler yazmaya…

Dünyamıza cemaliyle yumuşacık bembeyaz karlar indirip, celaliyle dağları, ovaları yolları kara bürüyen Rabbimiz… Kalplerimize kar tanesinin temizliğini indir, mutluluklarımızı, sevinçlerimizi, ümitlerimizi kar taneleri adedince çoğalt. Üzüntülerimizi, korkularımızı rahmetinin dokunuşuyla kar taneleri gibi erit. Milletimize ve devletimize diz çöktürmek isteyen hainleri kahret. Ülkemizin ve İslam aleminin önüne bembeyaz sayfalar aç… Dostluklarımızı, birlik ve beraberliğimizi her bir kar tanesi gibi beyaz ve güzel eyle. Bizi Kur’an ve Sünnet yolunda uçuşan kar taneleri eyle… Amin.

 

“Kar taneleri ne güzel anlatıyor birbirine zarar vermeden de yol almanın mümkün olduğunu.” Mevlana

 

 

Haramın Binası Olmaz

Mehmet Abidin Kartal

Toto, loto, at yarışı, kumarın her çeşidi… Adını sanını bilmediğimiz daha neler… Ve millî Piyango! Haram, huzursuz eden ve kaybettiren kazançlar.

Gelir dağılımındaki adaletsizlik, gelecek umutlarındaki karamsarlık ve manevi tahribat, şans oyunları ve kumarda patlama yaşanmasına sebep oluyor. Halka umut satıyorlar…

Yeni yıla kavuşmak insanlar için bir ‘muhasebe’ vesilesi olması gerekirken, tam aksine, çılgınlıklara, içki tüketimine, fuhşa,  hayat boyu üzüntü verecek haram anlık zevklere, yuva yıkan, maddî kayıplara neden olan kumara, çılgınca israfa ve piyangonun teşvik edilmesine vesile kılınıyor. Günler, hatta aylar kala yılbaşındaki büyük piyango kumarının tanıtım ve reklamları yapılıyor.

Her yılbaşı yaklaştığında, özellikle İstanbul’un belli piyango bayilerinin önünde uzayan kuyruklar çarpar gözüme. Sanki hayatlarının çok önemli olaylarından biriymiş gibi bilet almak için büfe önüne gelen insanlar soğuğa rağmen kuyruğa girerek, “Ne olur ne olmaz, belki piyango bana çıkar!” umuduyla paralarını yatırırlar, sonu hayal kırıklıklarıyla biteceği belli olan lüzumsuz bir hayale. Devletin vatandaşını kendi eliyle kumara alıştırması, umut satması, hatta çok komik bir şekilde piyangoyu, yani kumarı “milli”leştirmesi başlı başına irdelenmesi gereken konular arasındadır.

İnsanın yapısında galiba şans oyunlarına karşı bir zaaf var. Veya şans oyunlarından ziyade, özellikle günümüzde bedava yaşamaya, bir şeyleri çaba sarf etmeden hazır elde etmeye dönük müthiş bir istek var. Zaman zaman “şu şirket bedava cep telefonu dağıtıyormuş, diğeri dizüstü bilgisayar verecekmiş, bu “mail”i 20-30 kişiye gönderirsen sen de kazanırsın” gibi “spam e-mail”ler gelir mail adresime. Hiç ummadığınız insanlar bile bu aldatmacaya kanarak, bedava bir şeyler elde etme uğruna 20-30 kişiye gönderirler bu mailleri. Tamam, “Bedava sirke baldan tatlıdır” denir, ama insanın kendi emeğiyle kazanıp elde ettiği şeyler çok daha zevk vermez mi insana? İnsan çaba sarf etmeden, hak etmeden bir şeyler elde etmeye neden bu kadar heveslidir acaba?

Şeytan, insanın nefsi dünyayı bir piyango arenasına döndürerek insanın işini ve aşını zehirlemiş, insanların  feleğini şaşırtmıştır. Haram zenginliğin getirdiği şeytanî refahla sarhoş olmuş bir azınlık, şeytan pisliklerinin perişan ettiği büyük kitlelerin sefalet ve gözyaşları üstüne saltanat kurmuş bulunuyorlar. Bu büyük kitleler piyangoya ümit bağlayanlardır.

Bu büyük kitlenin içindeki, bazı insanlarda da, “şeytanın sağdan yaklaşması” misali, değişik fikirler sadır oluyor. “Bana piyangodan para çıkarsa o parayla cami yaptıracağım, hayır için kullanacağım” gibi yersiz ve boş fikirlerle şeytan insanlara sağdan da yaklaşabiliyor. Haram parayla, hayırlı bir işe nasıl hizmet edilebilir? Günah işleyerek nasıl Allah’a yaklaşabilinir? Hem unutmamak gerekir ki, def-i şer celb-i hayra racihtir. Yani günahtan kaçmak, sevap kazanmaktan önce gelir. Dolayısıyla şeytanın bu tür kandırmacalarına da aldanmamak gerekir.

Bir şeyleri çaba sarf etmeden, bedava elde etmekten tutun, piyangodan milyonlar kazanmayı istemeye kadar geniş bir yelpazede cereyan eden bu hadiselerin arka planında kanaat hazinesine sahip olamamak var. Kazancından daha az harcayabilen bir insan zaten zengindir. Elindekiyle yetinemeyen, tatmin olamayan, kanaat hazinesine sahip olamayan kişiler hayallerini bedavadan gelecek şeylere bağlıyorlar. Sanki hayat bir film platosu, kendileri de sihirli değneğin kendilerine değmesini bekleyen başrol oyuncuları. Oysa ne hayat bir film platosudur, ne de masallardaki gibi sihirli değnekler vardır. Gerçek, Kur’ân’da bildirildiği gibidir:

“İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” (Necm Suresi: 35.)

Din İşleri Yüksek Kurulu, “Piyangonun, toto, loto, iddia vb. şans oyunları oynamanın hükmü nedir?” başlıklı fetva yayınladı.

Diyanet’in Milli Piyango fetvasında “Şans faktörüne dayalı olan piyango, toto, loto, iddia, müşterek bahis, ganyan gibi tertip ve oyunlar da kumardır ve haramdır” denildi.

Fetvada, bu yollarla kazanılan paralarla yapılan hayır işlerinin de geçersiz sayılacağı belirtildi.

İşte o fetva:

“Taraflardan birisinin kazanıp diğerinin kaybetmesi esasına dayalı bütün şans oyunları kumar kapsamında değerlendirilip haram kılınmıştır. Zira bir taraf kaybederken, diğer taraf da hak etmeden kazanmaktadır. Buna göre şans faktörüne dayalı olan piyango, toto, loto, iddia, müşterek bahis, ganyan gibi tertip ve oyunlar da kumardır ve haramdır. Bu tür kumarların, geniş kitlelerin iştirak etmesi sebebi ile zararı daha da yaygın olmaktadır.

Bu tür oyunların hasılatından bazı kuruluş ve hayır kurumlarının yararlanması, onları meşru hale getirmez ve haramlık hükmünü değiştirmez. Bu yollardan birisiyle elde edilen kazançlar, sevap beklenmeyerek yoksullara veya hayır kurumlarına verilmelidir. Zira Hz. Peygamber bu tür haram kazançların harcanmasının ve güya sadaka olarak verilmesinin mümkün olmayacağını haber vermiştir.”( http://www.internethaber.com/milli-piyango-haram-mi-diyanet-fetvayi-verdi-1497129h.htm  23/12/2015 14:16)

İslam’da, meşru ve tabii kazanç yolu emektir, üretimdir,  alın teridir. Sevgili Peygamberimiz(sav) emeğin kutsallığına işaret eden veciz bir sözünde şöyle buyurmaktadır: “Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir şey yemiş değildir.” (Buhari, Bûyû, 15)

Bediüzzaman’ın Sözler adlı eserinde söylediği gibi, milyonlar piyango biletlerini bize kazandıracak hakikatlere göre hayatımızı tanzim etsek ve hayatı bedavaya yaşamak gibi bir anlayıştan uzaklaşıp, çalışıp hak ederek, kazandığımızla yetinsek, çok daha mantıklı hareket etmiş oluruz.

Bir insanın ölme ihtimali, kendisine piyango ikramiyesinin çıkma ihtimalinden kat be kat daha yüksektir. Dolayısıyla esas olarak kabirden sonraki manevi piyango için çalışmak gereklidir. Bir ikramiye kazanmak isteniyorsa, bunu da kabirden ötesi için verilen manevi piyangodan beklemelidir. Zaten bu dünyevi piyangoları kazananların hangisi mesut olabilmiştir, kim o haram paralardan hayır görmüştür ki? Piyango kazananların gazetelerin birinci sayfalarında çıkan parlak haberleri, bir müddet sonra kötü akıbetleri bildiren haberlerin yer aldığı 3. sayfalardaki haberlerle yer değiştirmiyor mu?

Asıl güzel akıbet için takva esaslarına sarılmak gerekir. Zira Kur’ân’da geçtiği gibi, “Güzel akıbet takva sahiplerinindir. (Taha Suresi: 132.)”

Amerikalıların her yıl lotaryalara ödedikleri paranın 50 milyar dolara yaklaştığını gazetelerden öğreniyoruz. Bu rakam pek çok Afrika ülkesinin millî gelir toplamından fazladır.

Oysa daha ilginç olanı, lotaryalardan yüklü miktarda ikramiye kazananların hikâyesi. Yaşananlar  pek iç açıcı değil. Son beş yıl içinde lotarya milyonerlerinden ikisi kurşunlanarak öldürüldü. Biri uyuşturucudan, bir diğeri aşırı alkolden hayata göz yumdular. Üç milyoner ölüme teşebbüsten tutuklandı, 20 kadar piyango zengini eşlerini boşadı, biri çeşitli kez soyguncuların kurbanı oldu. Birini polis öldürdü…

Milli Piyango İdaresi 2017 yılbaşı özel çekilişinde büyük  ikramiyeyi 60 milyon lira (trilyon) olarak belirledi. 1 Ocak 2017 ya bazı kişiler milyoner olarak uyanacak. Bu milyonerlerin akıbeti, daha önce milyoner olanların akıbetiyle aynı olacak.  Çünkü bu güne kadar piyango çekilişi neticesinde haram parayı kazanan kişilerin sonu hep felaket oldu. Piyango, haram ve kaybettiren kazançtır. İnsanlar başta aileleri olmak üzere, her şeylerini kaybetmektedirler.  İsterseniz internette bir araştırma yapın, piyango kazananların akıbetlerini, acınacak hallerini görün. Bu insanların başına gelenleri yazmaya başlarsak ciltler dolusu kitaplar olur.

Gazeteci Fahri Sarrafoğlu ve Miraç Aköz, Bilim Sanat Felsefe Akademisi’nde 2006 yılında “Şans Oyunlarının Kaybettirdikleri” isimli bir sergi açıyordu. Serginin özelliği, Türkiye ve dünyada şans oyunlarından büyük ikramiye kazandıktan sonra ellerindeki her şeyi kaybeden insanların hikâyelerine yer vermesi. Bu hikayelerde ise şans oyunlarıyla köşeyi dönenlerin yaptığı ilk iş olarak eşlerini boşayarak aile bütünlüğünü bozmaları öne çıkıyor. Ve  daha ne dramlar… Yıkılan yuvalar, perişan olan çocuklar… Haydan gelen huya gider. Haramın binası olmaz…dedirten hikayeler…

Bugüne kadar hangi piyango talihlisi kazandığından hayır gördü? Kolay kazançlar, bereketsiz paralar, yıkılmış ümitler gözler önüne serilir. Kaç kişinin süründüğü, kaç ailenin mahvolduğu, kaç şanslı zannedilen vatandaşın akıl hastanesine düştüğü veya intihar ettiği ciddi bir araştırma konusudur.

Toto, loto, Millî Piyango, kumarın her çeşidi… Üretmeden kazanma yolları…

Alın teri dökmeden kazanmayı şans haline getiren bir toplumun yolsuzluktan, hırsızlıktan, rüşvetten ve kapkaçtan şikayet etme hakkı yoktur. 

Çözüm: İnsanları üretime teşvik ediniz. Alın teri dökerek kazanınız. Şans kapılarını kapatınız. Üretim kapılarını açınız.

Üreten ülkeler kalkınır, şans hayalleri peşinde koşanlar, alın teri dökmeden kazananlar değil.

Kainatın Efendisi Peygamberimiz (sav): “İki günü birbirine eşit olan hüsrandadır.” Diyerek İslam’ın kişinin ve toplumların kalkınmasının, refahının, huzurunun; çalışmaya, emeğe, üretime bağlı olduğunu ortaya koymuştur.

Ağılda oğlak doğunca, derede otu biter. Kaşgarlı Mahmud

“Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. Her birinin (dünyada) duracakları yeri de, (öldükten sonra) emaneten konulacakları yeri de O bilir. Bunların hepsi açık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da yazılı)dır. ” (Hud suresi 6. ayet)

Mehmet Abidin Kartal

Halep Harap Oldu

Mehmet Abidin Kartal

Halep, Suriye’nin en büyük ikinci şehri ve ticaret merkezidir. Halep iç savaştan önce 4 milyonu aşan nüfusu ile İslam dünyasının en güzel şehirlerinden biriydi. Havası latif, toprağı mümbit, insanı güler yüzlüdür.  İç savaştan  önce şehirde sanayi ve ticaret zirve yapmıştı. Ancak 2011’de başlayan barışçıl eylemlerin silahlı çatışmalara dönüşmesiyle her şey değişti.

Muhaliflerin 2012’de kentte bazı mahalleleri ele geçirmesinden sonra rejim o bölgeleri havadan bombalamaya başladı. Rejimin büyük tahribata yol açan varil bombalarına ağırlık vermesi yıkımın boyutunu artırdı.

Beş yıldır iç savaş halinde olan Suriye’nin kadim şehri Halep, bombaların ve kurşunların etkisiyle harabeye döndü. Halep gözlerimizin önünde harap oldu. O güzelim şehir tanınmaz hale geldi. Kentin simgelerinden Emevi Camii, kale ve sur tahribata maruz kalan çok sayıda tarihi yerlerinden sadece bazılarıdır.  Kadim İslam beldelerinden biri olan Halep’in son hali yürek burkuyor. Görsel ve yazılı basında izliyoruz, Halep’te tek bir binanın ayakta kalmadığı anlaşılıyor. 

  1. yüzyıldaki Moğol istilasından bu yana bölgede bu kadar vahşeti, gaddarlığı, felaketi bir arada görmemiştik. Emperyalist güçler, diktatörler, emperyalistlerin taşeronları, mezhepçi fanatikler, petrol ve doğalgaz gibi kaynaklara konmak isteyen güçler elbirliğiyle bu güzide şehrimiz, Halep’i yaşanmaz hale getirdiler.

Suriye’de büyük yıkıma maruz kalan sadece Halep değil. Suriye’de yaşanan iç savaş, tarihi, kültürel ve manevi pek çok mirası yok etti. Bir zamanlar insanların gezip alışveriş yaptığı tarihi çarşılar, tedavi oldukları hastaneler ve hatta ibadethaneler ağır silahlarla yerle bir oldu.

Halep, Nebilerin velilerin yurdudur. Zekeriyya Aleyhisselam gibi bir peygamberin kabri ile şereflenir. Selahaddin Eyyubi’lerin, Nureddin Zengilerin memleketidir. . Halep Gaziantep’in kardeş kentidir. Suni sınırlar çizilmeden önce Gaziantep, Halep vilayetine bağlı bir nahiye idi. Yüz yıl önce Gazianteplilerin kütükleri Halep’teydi. Gidip görenler bilir Halep, çarşısı-pazarı, şehir mimarisi, yeme içme kültürü ve hatta kalesi ile moda mod Gaziantep’in bir kopyasıdır. Ben 2011 de iç savaş çıkmadan önce gittim gördüm.

Halep, Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli kentleri arasında yer almıştır, Türkçe deyimlere ve Türk edebiyatına yerleşmiştir. “Halep oradaysa arşın burada” deyimi, Aşık Ömer’in “İşte geldim gidiyorum şen olasın Halep şehri” beyiti, Aşık Emrah’ın sevdiğini Halep’te araması, Kerem’in Aslı’nın ateşine Halep’te yanıp kül olması bu meyanda sayılabilir.

Halep üzerine söylenmiş onca türkülerimiz var… Yakılmış ağıtlar var… Verilmiş ve alınmış gelinler var Halep’ten… Ezo gelini biz Halep’e gelin göndermedik mi?

Halep halkının ekseri sünnidir. Sırf bu yüzden Esed güçlerince hedef seçilir. Camiler medreseler vurulur. Şehir adeta haritadan silinir.  Halep harap olur. Beşar Esed kurmayı planladığı Nusayri devleti için Halep, Hama ve Humus’u insansızlaştırmak için elinden geleni yapmıştır. yaşananlar bunun ispatıdır.

Mahvolan, harap olan Halep’in doğu kesiminde 50 bin kadar masum sivil ve çocuk kışta kıyamette, aç ve perişan dünyadan imdat bekliyor, dünya duyarsız. İnsanlar katlediliyor.  Bu katliamlar dünya için utanç vesilesidir. Halep’te insanlık ölmüştür. İnsanlığın ölmediğini göstermek için Türkiye tek başına  mücadele veriyor.

Türkiye dünyayı harekete geçirmeye, Halep’te sıkışanlar için bir nefes aralığı oluşturmaya, sivillerin tahliyesi için koridor açmaya çalıştı. Hemen bütün ülkelerle görüştü, harekete geçirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya lideri Putin’le görüşmeleri sonucu tahliye için ateşkese varıldı. Mazlumların, mağdurların, kimsesizlerin son kalesi Türkiye asli görevini yine yapmıştır.

Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak, Hatay’ın Reyhanlı ilçesindeki Cilvegözü Sınır Kapısı’nda Halep’ten sivillerin tahliyesi devam ederken, yetkililerden brifing aldıktan sonra gazetecilerin sorularını cevapladı;

‘Bakın hepimiz, biliriz filmlerini izleriz. İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilerin yaptığı tatbikatlar bile belki bundan hafif kalır. Böyle bir vahşeti dünya yazmamıştır. Hastanedeki hastaların tepelerine, okullara, masum insanların üzerine bomba atıldığını dünya tarihi yazmamıştır. Orada bir soykırım gerçekleştirilmektedir, orada Halep gibi medeniyet timsali kültür, tarih şehri bir şehir yok edilmiştir. Biz olayın bu tarafına bakıyoruz. Orada çok çeşitli aktörler, çok çeşitli sebeplerle dünyanın çok uzak coğrafyalarından gelmişler, çok çeşitli politikalarını icra ettirmek için maalesef o insanların kurban olmasına vesile oluyorlar, sebep oluyorlar. Bu bir insanlık dramıdır, bizim açımızdan bu bir vicdan meselesidir. Biz, vicdanımızın gerektirdiği şekilde hareket ediyoruz. Bütün sivil toplum kuruluşlarımızla, kamu kurumlarımızla bu şekilde bakıyoruz hadiseye.’ Diyordu.

Mehmet Akif’in dinleyelim;
Unutma..!!

Her karanlık gecenin bir sabahı vardır.

Her kışın baharı vardır.

Karanlıktan aydınlığa çeviren, hüzünleri ferahlığa tahvil eden, bir yüce el, bir yüce kudret vardır.

Yusuf’u kuyudan alıp, Mısır’a Sultan eden bir güç vardır.

Musa’yı Firavun’un sarayında yetiştirerek, oraya hâkim kılan bir güç vardır.

Firavunları, zalimleri, hainleri zillete mahkûm eden, mazlumun ahına cevap veren, sabredeni mutlaka zafere ulaştıran bir irade vardır.

 

“Ümit var olunuz. Şu istikbal inkılabatı içinde en yüksek gür seda, İslam’ın sedası olacaktır…”

 

Elbette bu gecenin bir sabahı olacak…