Etiket arşivi: Mehmet Abidin Kartal

İstanbul beyaz gelinliğini giydi

Mehmet Abidin Kartal

Kar beyazı, bembeyazı temsil eder. Kar saflıktır, kalp temizliğidir. Beyaz, saflığın ve temizliğin simgesidir. Soğukkanlılığı, asaleti, masumiyeti, istikrarı ve devamlılığı temsil eder. Huzur ve güven verir.

Renklerin içinde beyazın zihinlerimizde canlandırdığı ilk duygu şüphesiz; temizlik, safiyet, masumiyet duygularıdır. Beyaz, temizliğinin ve ruhi saflığın son sınırıdır. Saf ve temiz oluşun sosyal hayatta en net gözlendiği anlardan olan evlilikte gelinliklerdeki beyazlık masumiyetin, iffetin, namusun ve tertemiz bir ruhun temsili olarak kabul edilmekte ve şuur altlarına bu mesaj verilmektedir.

Bu yüzden olsa gerek pek çok kültürde gelinlikler beyaz renklidir. Evlenecek gelin adayları düğünlerinde beyaz gelinliklerini giyerler. Kainatın Efendisinin (sav) övdüğü İstanbul, 14 Şubat ve devam eden günlere bembeyaz gelinliğini giymiş, bembeyaz bir sayfa açarak giriyor. İstanbul gelinliğini güneşle görüşünceye kadar giymeye devam edecek. Ankara’dan İstanbul’a gelen kızım karı da beraberinde getirdi.

Pencereden İstanbul’u seyrediyoruz, gözümüzün gördüğü her yer bembeyaz karlarla kaplı… Beyaz gelinliğini giymiş İstanbul daha güzel, daha temiz. Bu güzellik ve temizlik düşüncemi aşağıdaki ifadelerle şekillendirdi.

Kar beyaz görüntüsüyle içimizi ferahlatıyor. Kar insana, her şeyi temizliyor gibi, hayatımızın olumsuzluklarını da temizlediğini hissettiriyor. Kar havadaki ve yerdeki maddi mikropları temizliyor. Uçsuz bucaksız beyazlık insana manevi temizlik olan, masumiyet, saflık, temizlik duygusunu hatırlatıyor. Kar bütün kainatı beyaza boyar, çirkinliklerin üzerini örterek bir güzellik meydana getirir. Bir beyaz örtüdür, beyaz sayfadır, kar; bütün çirkefleri, pislikleri örter. Kar, kainatın beyaz sayfası. Kar rahmetin habercisi…Kar rahmetin beyaz sayfası. Kar senesi var senesidir, berekettir.

Kar suyu topraktaki potasyum, kalsiyum, demir gibi mineralleri çözerek bitkilerin beslenmesini sağladığından; kar rahmettir, nimettir. 

Hepsinden önemlisi kar, beyaz sayfanın  ve sayfanın üzerine yazılanların  sahibini  hatırlatıyor. Bir defter sayfasına bir A harfinin yazıldığını görsek bunun bir yazanın olduğunu düşünürüz. Kendiliğinden yazıldığını hiç kimse söyleyemez. Böyle bir iddiada  bulunan gülünç duruma düşer.

Tevhid kelimeleridir kar taneleri. Semadan birlik için inerler bir bir. Kol kola girip, Bir O’lana şahitlik ederler.

Kışın beyaz sayfası olan kar, baharda mahlukatın dirilmesine, doğmasına vesile olan bembeyaz bir Rahmet’tir. Celal içinde Cemal’in tecellisinin sayfasıdır.

Karın soğuk ve üşütücü yüzünün arkasında, milyonlarca bitki ve hayvanların hayat kaynağı olan suya, dirilişe gebe olması vardır. Kar yağmasa bitkiler yeşeremez, bitkiler yeşermese canlılar yaşayamaz, daha bunun gibi sebep ve hikmetini bilmediğimiz sayısız rahmet ve hikmet incelikleri kara takılmıştır.

Manevi kirlerinden temizlenmek isteyen hacılar hac esnasında beyaz ihramlar giyerler.

İnsan beyaz kefenini giyerek ebedi aleme göç ederken, kar da, yeryüzünün kefenidir.

Kışın bembeyaz örtüsüyle bir kefen gibi kaplar tabiatı.

Kışın kefenini giyen tabiat baharda tekrar dirilir. Her kışın bir baharı vardır.

Mektub-u Rabbani olan kar, biz şuur sahiplerine mesaj verir. “Bakın” der; “her kıştan sonra bahar nasıl geliyor ise, şu fani dünyadan sonra da Ahiret gelecektir, haşir olacaktır”…

“Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Ölümünün ardından yeryüzünü nasıl diriltiyor. İşte bu, ölüleri dirilten Allah’tır. Onun gücü her şeye yeter. ”(Rum suresi 50. ayet)

Patronum

Mehmet Abidin Kartal

İnsan yolcudur. İnsan dünyada yolcu olduğunu bilip ona göre hareket etmelidir. Yolcu olmak insanın yurdundan, evinden, işinden ayrı kalmasıdır. Yolcu olan yolda gördüğü güzelliklere bağlanmaz, biraz sonra bulunduğu yerden ayrılacağını bilir. Yolcu yolda oyalanmaz, en kısa zamanda yolculuğunu tamamlamaya çalışır. Yolcu olanın hedefi gideceği yere ulaşmaktır. Yolcu yolda uğradığı yerler için, buralar güzelmiş buralarda kalayım diyemez.

Adem (as) babamızla  başlayan ve binlerce yıldır dünyaya gelen her insan yolcu, yaşadıkları ise yol hikayesidir. Hayat yolda yaşananlardır. Aslında, yazılan bütün hikayeler ve romanlar bu yol hikayelerinden kesitlerdir…

Hayatta yolcularının yaşadığı yol hikayeleri tek düze değil… Kışı var, baharı var, yazı var, güzü var. Gecesi var, gündüzü var. Dünyada yaşayan insanlarda bir değil. İyisi var, kötüsü var, zengini var, fakiri var, işçisi var, patronu var… Dünyada karşılaşılan her durum, her olay imtihan sorusu… Hayat yolu hikayemiz, sorulara cevap vermekle geçiyor.. Hayat yolu düz değil, inişli ve çıkışlıdır.

İnsan bu dünyaya yolculuğu devam eden misafir olarak gelmiştir. Gözünü açtığı anda bir ziyafet sofrası içinde bulur kendisini. Yolcu olarak farklı istasyonlarda ziyafet sofralarından istifade eder. Misafirlik bittiğinde ebed memleketine yolculuğu devam eder.

“İnsan bir yolcudur. Sabâvetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder. Her iki hayatın levazımatı, Mâlikü’l-Mülk tarafından verilmiştir. “

Dünyadaki yolculuğum Hatay’ın Yayladağı ilçesinde başladı. Lise sonrası üniversiteyi kazanamadığım için can dostum halaoğlu  Ali ile İzmir’de Üniversite hazırlık kursuna gitmek için 1980 ihtilali sonrası Kasım ayında yolumuz İzmir’e uğradı.  Kayıt yaptıracağımız dershane  öğrencilerine kalacak yer de temin ediyordu. Adresini aldığımız dershaneye kayıt yaptırmak için gittiğimizde,  Ali ile beni ikamet için faklı adreslere göndereceklerini söylediler. Biz bunu kabul etmedik ve kayıt yaptırmadık. Kırk yıl sonra bu dershaneye kayıt yaptırmayışımızın hikmetini anlıyorduk. Cenab-ı Hak bizi muhafaza etmişti. Memleketken İzmir yolculuğuna çıkarken, İzmir’de Hukuk Fakültesinde okuyan ve kendisini tanımadığımız hemşerimiz Yakup Alkan’ın adresini almıştık. İlk defa geldiğimiz İzmir’de valizlerimizle ortada kalmıştık. Bir taksi tutarak Yakup Alkan’ın Bornova’daki adresine gittik. Yakup abi akşama geldi. Yayladağı’lı olduğumuzu kursa geldiğimizi, kalma yer hususunda anlaşamadığımızı anlattık. Yakup abi ben sizi tanımıyorum, gittiğiniz dershane dışında bir dershaneye giderseniz yardımcı olmaya çalışırım dedi. Meğer kayıt için gittiğimiz dershane içinde bulunduğu hizmete, anlayışa muhalifmiş. Biz hiçbir şey bilmiyoruz. Bunu çok sonraları öğreniyorduk. Sonuçta biz İzmir’de  dershane beğenemedik. Bu arada bir haftayı aşkın Yakup abi ve beş arkadaşının  yanında kalıyorduk. Yakup abi ve arkadaşları beş vakit namaz kılıyor. Beraber olduklarında cemaatle kılıyorlar. Kur’an okuyorlar, Kırmızı kitap okuyorlar. Bunlar bizim hoşumuza gidiyor, kendimizi muhabbetin zirvede yaşandığı bir ortamda buluyorduk. Yakup abi bir gün bize sizi kursa gitmek için İstanbul’a göndersem gider misiniz dedi. Gideriz dedik. Yakup abi notumuzu vermiş sınıfı geçmiştik. Meğer İstanbul’da hizmetin Üniversite hazırlık kursu varmış.

Ali ile valizlerimizi alarak İstanbul yoluna düştük. İstanbul’da adres Fatih (Kıztaşı) NURTAŞI. Nurtaşı’nda adresi buluyoruz. Kapıyı Mehmet Emin Birinci abi açıyor. Daha sonra öğreniyoruz ki Yakup abinin vesilesiyle biz Kur’an ve İman hizmetinin merkezine yolculuk yapmışız. Biz gelmeden merkeze gerekli bilgiler verilmiş. Burada kalan abiler kardeşler sanki bizi uzun yıllar tanıyorlarmış gibi yakınlık gösterdiler. Dershaneye giderek kaydımızı yaptırdılar. Fındıkzade’deki Isparta Talebe Yurduna yerleştirdiler. Artık biz muradımıza ermiştik. Kursa gidip geliyor, sabahlara kadar çalışıyorduk. Üniversiteyi mutlaka kazanmalıydık. Babam, ‘Kazanamazsanız kendinizi İstanbul’da denize atın’ diyordu. Yurdun alt katında mescid de haftanın belli günlerinde Risale-i Nur dersleri yapılıyor biz bu derslere katılıyorduk. Girdiğimiz üniversite sınavında Can dostum Ali İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Tarih bölümünü kazandı. Ben Ege Üniversitesi, İktisat Fakültesi, Kalkınma ve Planlama bölümünü kazandım.

Benim için 1981’de İzmir yolculuğu başlıyordu. İzmir Bornova’da Barla apartmanında Yakup abinin yanında buluyordum kendimi. Okulum Alsancak’ta bugünkü Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlük binasıydı. Yakup abiyle hemşerilik bağımızın yanına bir de kardeşlik bağı ekleniyordu. Ben Yakup abiye Patronum diyordum. Yakup abi kendisine  Patron diye hitap etmemden hoşlanırdı. O bana kardeşim ben ona Patronum  diye hitap ederdim. Aramızdaki iletişimin şifresi böyleydi. Patronum bana bilhassa okula giderken, ‘vatana sahip ol kardeşim’ derdi. En büyük vatan insanın kendisiydi… Barla nur dershanesine geldiğimde birinci katta  patronumla, Tıp Fakültesine giden Akhisarlı Ali İhsan ve Hasan  abilerle, İktisat fakültesine giden Çorumlu  Emre abi ve Eğitim fakültesine giden Elazığlı  Fethi abi ile kalmıştım. Bir ara Hukuk Fakültesinde okuyan Mersin Mut’lu İbrahim Ünal  kardeşim de yanımızda kaldı. Dershanenin en küçüğü bendim. Daha sonraki yıllar mezun olan abilerin yerine yeni kardeşler geliyordu. Şimdi bakıyorum da hayatımın en güzel, huzurlu, verimli geçen yılları üniversite yıllarıydı…

İnsan hayat yolculuğunda karşılaştığı bazı olaylar ve kişiler hayatının yönünü iyi veya kötü yönde değiştirebilir. Patronum hayat yolculuğumda bana doğru ve nurlu yolu gösteren pusulam olmuştur. Barla apartmanında birinci katta  Yakup abimle yaklaşık beş yıl beraber kaldık. Bunun üç yılında aynı odada kaldık.  Üniversiteyi dört yılda bitirdim. Bir yılda başında Hasan Şen abinin bulunduğu Yeni Nesil İzmir temsilciliğinde çalıştım. Patronumla şu fani hayatta çok güzellikler yaşadık. Hafta sonları Barla apartmanı çevresinde çocuklarla top oynar, onlara Can Kardeş dergisi verir, derslerinde yardımcı olurduk. O yıllarda Barla apartmanı çevresinde hiç apartman yoktu. Koca arazinin ortasında yalnız Barla apartmanı vardı.  Yakup abimin muhabbetinden bilhassa nur sohbetlerinden keyf, lezzet  almayan kişi yoktur. İzmir’den ayrıldıktan sonra yüz yüze veya telefon görüşmelerimizde Patronum muhakkak Risale-i Nurdan bir konuyu anlatırdı. Ben sorular sorarım o cevaplandırırdı. Bir defasında Bediüzzaman’ın siyasete bakışını sormuştum. Biz bir partinin tarafı olamayız demişti. “Nur şakirdleri, hiç siyasete karışmadılar, hiçbir partiye girmediler. Çünkü iman, mâl-i umumîdir. Her taifede muhtaçları ve sahipleri var. Tarafgirlik giremez. Yalnız küfre, zındıkaya, dalâlete karşı cephe alır. Nur mesleğinde, mü’minlerin uhuvveti esastır.” (Emirdağ Lâhikası-I) ölçüsünü hatırlatmıştı. Patronumla Barla apartmanında kalırken tatillerde hızlandırılmış üniversite hazırlık kurslarına gelen gençler  nur dershanemize gelerek kursa giderlerdi. Memleketimiz Yayladağı’ndan MHP il başkanının oğlu ile CHP il başkanının oğlu bir tarihte yanımıza gelerek kursa gittiler ve sınavlarda başarılı oldular. (Bu gençlerin ikisinin de ismi Mehmet idi) Eğer bu satırları bu gençler okursa bu olayı hatırlayacaklar. Patronum bu gençlere sen şusun, busun demedi, kucağını açtı. Onları Kur’an’la, nur risaleleriyle, iman hakikatleriyle   tanıştırdı.

Çünkü, İman hakikatleri, dünyada her cereyanın fevkinde bulunması ve umumun malı olması cihetiyle, bir tarafa tabi ve dahil olmaz. Bu düsturlara istinaden iktidar veya muhalefette yer alan herhangi bir siyasi parti ya da siyasetçi ile anılmak  iman hakikatlerine perde olmaktır. Bu dehşetli bir tehlike ve azim bir cinayettir.

Her insan ebede giden yolcudur. Dünyaya gelen her insan Allah’ın (c.c) verdiği ömür kadar yaşadıktan sonra bu dünyadan ahiret alemine göçüp gitmektedir. Ayet-i kerimede belirtildiği üzere: “Her nefis mutlaka ölümü tadacaktır” hükmü mutlaka gerçekleşmektedir. Hepimizin dünyadan ayrılış biletleri hazırdır. Bilet bize verildiğinde, ebedi aleme göç edeceğiz. Patronum avukat olduğu için zaman zaman İstanbul’da davaları olurdu. İstanbul’a geldiğinde mutlaka görüşür uzun uzun muhabbet ederdik. En son görüşmemiz Şirinevler meydanında olmuştu. Çay içip, simit yemiştik. İkindi namazını kıldıktan sonra Patronumu İzmir’e yolcu etmiştim. Patronuma 5 Aralık 2020’de ebedi alem yolculuğu biletinin verildiğini  eşi muhterem  yenge hanımdan ‘Yakup beyi kaybettik’ ifadesiyle öğrendim. Patronum ebedi alem yolculuğuna 8 Aralık 2020 de İzmir’de Hacılarkırın da çıkıyor. Patronuma ebedi alemde yerinin cennet mekan olmasını Allah’ımdan niyaz ediyorum. Patronum  bu fani alemde Üstadının verdiği  müjdenin, nereye gideceğinin  inancı ve imanıyla yaşadı.

“Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki, bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır. ”

“Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun? Dünyanın bin sene mes’udâne hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rüyet-i cemâline mukabil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâlin daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun.”

Patronum, Yakup abim bana gönderdiği bir mesajında söyle diyordu, ‘Bazı müminler cennete hasret yaşar. Bazı müminler de vardır ki cennet onları hasretle bekler. Cennetin hasretle beklediği müminlerden olmak duasıyla.’  Amin Patronum. Patronum ben seni çok sevdim…

Yazımı tam noktalamışken dinlediğim radyoda şu ilahi çalıyordu.

Ben bir Yakup idim kendi halimde
Mevla’mın Kelamı vardır dilimde
Yusuf’u kaybettim Kenan elinde
Ağlar Yakup ağlar Yusuf’um deyu
Gitti de gelmedi vah yavrum deyu…

Elli altı yıl…

Mehmet Abidin Kartal

Zaman; bir işin, bir olayın içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit olarak tanımlanır. Saniye, dakika, saat, gün, gece, hafta, ay, mevsim,  yıl, yüzyıl… Zamanı ifade etmek için kullandığımız  kelimeler.  İnsana  bağlı olmayan zaman, her canlıda olduğu gibi insanın da başlangıçtan itibaren ihtiyaç duyduğu ve hayatını anlamlandıran  nimetin, fiilin en önemlisidir. İnsanın dünyaya gelebilmesi için belli bir zamana ihtiyacı vardır. Anne karında  dokuz ay bekleyecektir. Yürüme,  konuşma,  okula başlama,  işe başlama, evlenme ve dünyadan ebedi aleme göç etme, insanın hayat serüveni devam ederken belli zaman dilimlerinde olmaktadır.

Fiil failsiz düşünülemez. Belli bir zaman diliminde meydana gelen bir olay, bir fiil haber haline getirilirken  ilk olarak cevaplandırılan soru, “Kim?” sorusudur. Tarihe geçmiş her olayı,  eseri ve her başarıyı biz failleriyle hatırlarız: İstanbul’un fethini Fatih Sultan Mehmet ile, Mesnevî’yi Mevlana ile, elektrik ampulünü Edison ile, yerçekimini Newton ile hatırladığımız gibi…

Kainatta olup bitenlere sıra geldiğinde bu temel ilkeyi yok saymak ise, insanı yaratılış hakikatinden uzaklaştıran, yaratıcısından bağını koparan tedavi edilmesi gereken hastalıklı bir bakıştır. Bu hastalıklı bakış, bize kainattaki varlıkları ve olayları failsiz ve gayesiz gösterir. Bu kainatı ve Yaratıcısını tekzip etmek, tahkir etmek, tezyif etmektir.  En büyük zülumdur. Meselâ gökyüzünde bir Güneşin bulunduğunu, Dünyamızın da Güneş etrafında dönen bir gezegen olduğunu, gece ve gündüz ile mevsimlerin bu dönüş sırasında meydana geldiğini söyler.  Dünya’nın Güneş etrafındaki dönüş süresi olan 365 gün 6 saatlik zamanı “1 yıl” olarak kabul eder. Fakat Dünyayı kim döndürür, Güneşi kim semamıza yerleştirir, kim gece ile gündüzü ve mevsimleri, yılları ard arda getirir? Zamanı yaratan kim? Bütün bunları yapan, niçin yapar? Böyle sorular sorulmaz, sorulsa da cevabı verilmez. Kim sorusuna cevap vermeyen ilim eksiktir, kördür, topaldır. Kim sorusuna cevap vererek ilim adamları ilmin gerçek temsilcileridirler. Okullarda okutulan bütün dersler, ilimler kim sorusuna cevap verecek şekilde gerçek ilim adamları tarafından yeniden yazılması insanlığa yapılacak en büyük hizmet ve hayırdır. Başta bizim yetkililerimize duyurulur.

Zamanı ve bütün alemleri yoktan yaratan sonsuz ilim sahibi  Esmaül Hüsna olan Allah’tır. Bu nedenle O’nun katında geçmiş, gelecek ve şu an hepsi birdir. Allah’ımız,  zamandan ve mekandan münezzehtir. Bizim için yaşadığımız ve yaşayacağımız olayların bütünü, Allah’ın bilgisinde ve O’nun hakimiyetindedir.

İnsan yaratılmış canlılar içinde en üstün mevkide yaratılmıştır. Halife-i arzdır. Bu üstünlük onun yapısındaki özelliklerinden ileri gelmektedir. İnsan her şeyden önce aklı olan düşünen şuurlu bir varlıktır. Bu onu diğer varlıklar üstünde üstün kılan en önemli özelliğidir. İnsan aklını kullanarak düşünme faaliyetinde bulunur. Düşünerek, tefekkür ederek, okuyarak bilgiye, hakikate  ulaşır. Bilmediklerini öğrenir.

İnsanın toplum hayatı yaşamaya muhtaç yaratılışa sahip olması, onu bazı sosyal olayları yaşamaya yönlendirmektedir. İnsanların taife taife, millet millet, kabile kabile olarak sosyal gruplar halinde yaratılmasının sebebi, Kur’an’da insanların birbirlerini tanımaları, sosyal ilişkilerini bilmeleri ve aralarındaki yardımlaşmayı temin etmeleri şeklinde bir mana ile açıklanmıştır.

Sosyal gruplar arasında gruplaşmaya ve ihtisaslaşmaya doğru gidişin ilk belirtisi, adımı, aile şeklinde kendini göstermektedir. Aile, bütün dünya toplumları tarafından kabul edilen evlilik bağıyla bağlı anne-baba ve sonra çocuklardan meydana gelen en küçük toplum birimidir. Bu bakımdan aile toplumun temel taşı sayılmıştır. Anne-baba ve çocukların yanında nine, dede, amca, hala, dayı ve teyzeler de aileden sayılır.

İnsanın bu dünya da en önemli mutluluk kaynaklarını,  bir eve sahip olmak, gıda ihtiyaçlarını gidermek ve  nikah yoluyla evlenmek olarak sıralayabiliriz. İnsanın bir ev ve yemekten sonra, en ziyade muhtaç olduğu eşidir. İnsan nikah yoluyla bir eşe, hayat arkadaşına kavuşur.

“Saadetin esaslarından nikah ise: Evet, insanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcut bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezaizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar.

Evet, bir işte mütehayyir kalan veya bir şeye dalarak tefekkür eden adam, velev zihnen olsun, ister ki, birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o tefekkürü paylaşsın. Kalblerin en latifi, en şefiki, “kısm-ı sani” ile tabir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhi imtizacı (geçimi) ikmal eden, kalbi ünsiyet ve ülfeti itmam eden, suri ve zahiri olan arkadaşlığı samimileştiren, kadının iffetiyle, ahlak-ı seyyieden (kötü ahlaktan)  temiz ve pak bulunması ve çirkin arızalardan hali olmasıdır.

Evet insan, bir refikaya veya bir refike muhtaçtır ki, tarafeyn, aralarında, hayatlarına lazım olan şeyleri muavenet suretiyle yapabilsinler. Ve rahmetten neş’et eden muhabbet iktizasıyla, yekdiğerinin zahmetlerini tahfif etsinler.( hafifletsinler)  Ve gamlı, kederli zamanlarını, ferah ve sürura tebdil edebilsinler. Zaten dünyada insanların tam ünsiyeti, (birlikte olması)  ancak refikasıyla olur. ”  ( İşârâtü’l-İ’câz)

İnsan hayatının  belli yılında, yaşında aile kurmak için nikah yoluyla evlenir. Nikah kıyılırken eşler, ” iyi günde, kötü günde; hastalıkta ve sağlıkta” sorusuna evet diyorlar. Bu sözlere sadık kalınmadığında,  bazı evlilikler kısa sürerken, bazıları ise uzun yıllar devam etmekte, ebedi aleme göçle sona ermektedir. Birbirini gerçekten seven, bu sevgiyi geçici güzellik ve yakışıklılığa bina etmeyen, birbirine güvenen, saygı duyan, sorumluluk sahibi, vazifelerini yapan eşlerin evliliğinin mezara kadar devam ettiğini görürsünüz. Bu sevginin devamında en önemli unsur iman özelliklede ahiret inancıdır.

Hadis-i şerifte “Eşler birlikte cennete girmişlerse, orada da bu evlilikleri devam edecektir. Dünya kadınları, eşler hurilerden daha güzel olacaktır. (Mecmau’z-Zevaid, h. no: 11396).” buyrulmaktadır.

Evlilikte sevgiyi zenginliğe,  kısa zamanda yok olacak dış güzelliğe değil de yaşlandıkça daha da artacak olan iman, ahlak, ihlas, sevgi, saygı  ve sadakat gibi güzel vasıflar üzerine inşa etme halinde, ailenin geleceği garanti altına alınır. Sevginin ömür boyu sürdüğünü gören taraflar, aile bağını bir ömür boyu zayıflatmadan sürdürürler. Çünkü dindarlıktan kaynaklanan güzel ahlak, hanımla beyi cennette de birlikte kılar, dünyadan sonra ebedi hayatta da birlikte olmalarını sağlar, sevgilerini sanki ebedileştirmiş olurlar. Bu yüzden de ebedi hayat arkadaşını kırmamaya, incitmemeye burada daha çok dikkat ederler.

Kayınpeder ve kayın validemin elli altıncı evlilik yıldönümlerini  kutlamanın meyvesi bu makale oldu. Benim ikametgahımda  yirmi dokuz yaşındaki en büyük torunun ve  on yedi günlük en küçük torunun,  çocuklarının, damatlarının bulunduğu mesafeye dikkat edilen ortamda elli altı yıllık mutlu evliliğin sırlarını  dinliyorduk… İşin sırrı;  sevgi, güven, hayatın zorluklarını yaşarken birbirlerine destek, iman, ibadet, kul hakkı hassasiyeti, merhametli olmak, adaletli olmak,  ailede kararların istişare yapılarak alınması… Tabi her evlilikte olduğu gibi bu evlilikte de olayın tuzu biberi olduğunu ve bu tuz ve biberleri de dinliyorduk.  Kayınpederimin, “varlığı da, yokluğu da beraber yaşadık. Çocuklarımızın hepsi hayırlı evlat oldu. Hepsini evlendirdik. Torunlarımız oldu. Haccımızı yaptık. Allah’ımıza çok şükür… ” sözleri elli altı yılın özeti oluyordu.

Miray Ece

Mehmet Abidin Kartal

Ay Yılı (Hicri) Takvimin 3. Ayı olan Rebiülevvel’in 12. gecesini (bu sene 28 Ekim Çarşambayı Perşembeye bağlayan geceyi ) Mevlid  kandili olarak idrak ettik. Hicri Rebiülevvel ayının on ikinci günü Peygamber Efendimiz ‘in (sav)  dünyaya geldiği tarihtir. Ülkemizde  sevgili Peygamberimiz (sav)’in dünyaya teşriflerinin içinde olduğu zaman dilimi günlerinin yıldönümünü Mevlid-i Nebi Haftası olarak idrak ediyoruz.

Mevlid-i Nebi Haftası vesilesiyle çeşitli etkinlikler tertip edilerek, sevgili Peygamberimizin evrensel mesajının dünya insanlığına ulaştırılması hedeflenmektedir. Bu yıl ki Mevlid-i Nebi Haftasının konusu, Diyanet işleri Başkanlığı tarafından “Hz. Peygamber ve Çocuk” olarak belirlenmiştir.

Çocuklar dünya hayatının süsü ve insanlara Allah’ın bahşettiği  en değerli hediyedir. Peygamber efendimiz (sav) insanlığa her hususta olduğu gibi, çocuklara karşı sevgi ve şefkatte de en mükemmel örnekleri insanlığa sunmuştur. Sevgili Peygamberimiz (sav) başta kendi çocukları olmak üzere muhatap olduğu tüm çocuklara mübarek yaşantısıyla iyi örnek olmuş, onların iyi bir insan ve Müslüman olmaları için dua etmiş, onları çok sevmiş, onlara çok değerli hediyeler vermiş, onlarla arkadaş olmuş, kuşu ölen çocuğa taziyeye gitmiştir. Hz. Peygamber bir hadisinde, “Eğer süt emen çocuklar, beli bükük yaşlılar, otlayan hayvanlar olmasaydı, üzerinize azap sel gibi inerdi.” buyurarak ilahi azabı  engelleyen  unsurlardan ilkinin, “sabiler” (süt emme çağındaki bebekler) olduğuna dikkat çekmiştir. O’nun, çocuklarla olan bütün ilişkilerinde, çocukları önemsediğini ve onlara değer verdiğini görüyoruz. Peygamberimizin çocuklara verdiği değerlerden ve tüm insanlığa sunmuş olduğu buyruklar ile O’nun bu konudaki bazı örnek hayatları şöyledir:

* Peygamberimiz (sav) kızı Zeynep’ten olan torunu Ümameyi namaz kılarken kıyam halinde omuzuna almış, rükû ve secde esnasında yere bırakmış, tekrar kıyama doğrulunca yeniden omuzuna almıştır.
* Sevgili Peygamberimiz bir defasında namaz kıldırırken çocuk ağlaması işitince namazı kısa surelerle biraz seri kıldırarak çocuğun daha fazla ağlamamasını arzu etmiştir.
* Peygamberimiz(sav.) namazda secdede iken torunları Hz. Hasan ve Hüseyin sırtına binmiş, onlar sırtından ininceye kadar secdeden kalkmamıştır.
* Peygamberimiz (sav) ashabının yanında bulunduğu bir sırada torunu Hz. Hasanı öpmüştü. Orada bulunan biri “Benim on tane çocuğum var, onlardan hiçbirini öpmedim.” deyince  Rasulullah (sav) adama hayretle bakıp “Merhamet etmeyen kimseye merhamet olunmaz. Allah senin kalbinden merhameti çekip aldıysa ben ne yapabilirim?” buyurmuşlardır.
* Babası Uhud savaşında şehit olan bir çocuğu sevgili Peygamberimiz(sav ) teselli ederken: “Ben senin baban olayım, Aişe de annen olsun istemez misin?” buyurarak onu evine götürmüş, onun gönlünü almış ve üzüntüsünü gidermiştir.
* Sahabeden Enes b. Malik on yıl peygamberimizin yanında kalmış, onun hizmetinde bulunmuş ve Peygamberimiz(sav) ile ilgili şunu söylemiştir: “Aile bireylerine karşı Hz. Peygamberden daha şefkatli olan hiç kimseyi görmedim.”
* Peygamberimiz (sav) kızı Fatıma için: “Fatıma benim yüreğimden bir parçadır; onu hoşnut eden beni memnun eder, onu üzen de beni üzmüş olur.” buyurarak kız çocuğuna verilmesi gereken en güzel değeri vermiştir.
*Hurma ağaçlarını taşlayan çocuğu yakalayıp  Hz. Peygamber’in (sav) huzuruna getiriyorlar. Küçük çocuk bir kusur işlediğini anlıyor, iki yanında iki adam, bir korku kaplıyor içini. Râfi b. Amr’ı yakalayanlar, Resulüllah’ın çocuk hakkında hüküm vermesini istiyorlar. Çünkü çocuk da olsa yaptığı şey suç. Bir başkasının malına zarar vermiş, ağaçları taşlamış. Hz. Peygamber ise onlar gibi acele etmiyor. Sakince dinliyor adamları. Sonra çocuğa dönüyor, yüzü mütebessim. Bakışları güven, sesi şefkat dolu. “Çocuğum, hurmaları neden taşlıyorsun?” diye soruyor. Onun müşfik tavrı Râfi’yi cesaretlendiriyor, az önceki korkusu büsbütün geçiyor. Râfi b. Amr, sadece yemek için cevabını verince Allah Resulü de karşısında boynu bükük mahcup bir hâlde bekleyen çocuğun başını okşuyor mübarek elleriyle ve “Hurmaları taşlama da altına düşenlerden ye.” buyuruyor. Ardından da “Allah’ım, onun karnını doyur.” diyerek niyazda bulunuyor.

Peygamberimiz (sav) çok sevdiği çocuklarla ilgili buyurduğu hadisi şeriflerden bazıları şöyledir:
“ Allah’tan korkun ve çocuklarınız üzerinde adaletli olun.”
“ Bir baba çocuğuna iyi terbiyeden daha değerli bir hediye vermemiştir.”
“ Küçüklerimizi sevmeyen büyüklerimizi saymayan bizden değildir.”

Peygamber Efendimiz ‘in dünyaya geldiği tarih olan Hicri Rebiülevvel ayının on ikinci günü bu yıl  Miladi olarak 28 Ekim 2020 Çarşamba Mevlid Kandilinde dünyada, ülkemizde birçok çocuk dünyaya teşrif ettiler. Teşrif eden bu bebeklerden biride bacım olmadığı için bacım olarak gördüğüm baldızımın dünya ya getirdiği Miray Ece adını  verdikleri  kız çocuklarıdır. İnşallah her yıl Mevlid kandilini kutlarken Miray Ece’nin  de doğum gününü kutlamış olacağız.

Bu vesileyle güneş ve  ay gibi ışık saçan parlayan manasına gelen Miray ve kraliçe, güzel kadın  manasına gelen Ece bebeğe bu ismin hayırlı olmasını, ismi ile her zaman mutlu olmasını, ana, babasına itaatli, sağlam imanlı, vatanına, milletine, insanlığa faydalı olarak yetişmesini  Allah’tan niyaz ediyoruz.

Allah’ım, Miray Ece bebeği İslam fidanlığında biten güzel bir fidan olarak büyüt, İman ve  İslam güneşi ile  yolunu nurlandır. Amin.

Dostlar meclisinin iftarını  Fırıncı Ağabeyimiz  şereflendirdi

Mehmet Abidin Kartal

Fani dünya ya veda ederek, ebedi aleme göç eden  ve asıl sevdiklerine  kavuşan, Mehmet Fırıncı ağabeyimiz  4 Temmuz 2015’te Dostlar meclisi adı verdiğimiz arkadaş grubumuzun iftarına katılıyor, bizlere hizmet hakkında ilk defa duyacağınız  ölçülerden bahsediyordu.

Dostlar meclisinin 4 Temmuz 2015 tarihindeki iftarı  ve iftarı şereflendiren Mehmet Fırıncı ağabeyimizin sohbeti  6 Temmuz 2015 tarihli  makalede yayınlanmıştı. İyi ki bu iftarı ve Fırıncı abinin sohbetini  kayıtlara geçirmişiz. Bu vesileyle Cenab-ı Hak bize Fırıncı abiyi örnek alarak yaşamayı nasip etsin inşallah.

yazıyı okumak için tıklayın