Etiket arşivi: Mehmet Abidin Kartal

Mutlu ama gömleği yok…

Mehmet Abidin Kartal

Hangi alanda olursa olsun, yapılan bütün bilimsel çalışmaların, ekonomik, sosyal, siyasi faaliyetlerin hedefi insanın mutluluğu ve huzuru içindir. Yapılan ilmi çalışmalar, siyasi, ekonomik faaliyetler, sosyal hizmetler insanın mutluluğunu ve huzurunu hedeflemektedir. İnsanın özgürlüğünü ve haklarını içeren milli ve milletlerarası siyasi, ekonomik ve hukuki alandaki düşünceler, gelişmelerde aynı hedefe yöneliktir.   

Bugün insanın mutluluğu ve huzuru için yapılan çalışmalara ve faaliyetlere rağmen insan mutlu edilemiyor. Esasında mutlu olmak çok kolay. Çok şeylere de sahip olmaya gerek yok.

Okuyalım aşağıdaki kıssayı, alalım hissemizi…

Tarihi sürecin bir döneminde bir kral yaşamış.  Bütün imkan ve zenginliklerin sahibi olmasına, yapmak istediği her şeyi yapmasına rağmen mutlu olamıyormuş. Derken ülkenin en bilge kişisini huzuruna çağırtıp mutluluğun formülünü sormuş. Bilge:
– Kral hazretleri! Mutsuzluktan kurtulmanın tek yolu, mutlu bir adamın gömleğini giymek demiş.
Kralın adamları, aramışlar taramışlar; fakat mutlu birine rastlamamışlar. Kimi eşinden, kimi işinden, kimi fakirlikten, kimi hayırsız çocuğundan, kimi de soğuktan yakınıyormuş. Çaresiz saraya dönmeye karar vermişler.

En sonunda çaresizlik içinde saraya dönüş yolunda, kırık dökük bir evin önünden geçerken içeriden birinin şöyle dua ettiğini duymuşlar:
– Allah’ım, sana şükürler olsun. Sağlığım yerinde, karnım bugün de doydu, bugüne kadar rızkımı eksik etmedin. Ben mutlu olmayayım da kim mutlu olsun?
Sonunda mutlu birini bulduk diye kralın adamları hemen evin içine dalmışlar. Adamın gömleğini alıp krala götürelim diye düşünmüşler. Fakat içeri girince bir de ne görsünler, adamın sırtında bir gömlek bile yokmuş.
Esasında gömleksiz adam krala lisanı haliyle şöyle diyordu: 
– Sahip oldukları ne kadar çok olursa olsun hep daha fazlasını isteyen, sahip olduklarıyla yetinmeyen kral da olsa kendini mutlu hissedemez. Mutluluğu ancak kendi içinde arayan, sahibi ile olan bağı koparmayan, kendinden memnun olup haline şükreden bulur. Verene şükretmek mutluluğa giden yoldur.
Hepiniz belki de kral gibi mutluluk gömleğinin nerede olduğunu soruyorsunuz, öyle değil mi?

Mutluluk gömleği, belki de çıplak bir adamın sırtındadır, kim bilir!

Ayakkabısı olmadığı için üzülen bir çocuğun mutluluğu, ayakları olmayan ama gülen bir çocuğun gülen yüzündedir, kim bilir!

Bir makineyi ustasının hazırladığı kataloğundaki kurallara göre çalıştırırsanız, daha verimli ve uzun ömürlü olur. Kullanım kılavuzunu okumadan rastgele çalıştırırsanız kısa sürede bozulur. Allah’ın yarattığı  en mükemmel bir makine olan insanın kılavuzu da Kur’an’dır, Yüce Allah, İslâm’ı insanlığın imdadına gönderip Kur’ân’ı  indirirken, ilahî prensiplerin uygulamaya geçişini hayatıyla gösterecek bir insan olarak Peygamberimiz Hz. Muhammed’i (sav) seçmiştir.

Sahabelerin, Peygamberimizin yaşayışı,  ahlakı hakkında bilgi almak istemeleri üzerine, Efendimizin hanımı Hz. Aişe şu cevabı vermişti  “Siz Kur’ân’ı okumuyor musunuz? Onun ahlakı Kur’ân’dı.” Ondaki düsturlara uygun yaşayan insan, dünyada mutlu ve huzurlu bir hayat süreceği gibi, ahirette de sonsuz mutluluğu elde edecektir. Aksi takdirde, hem dünyada ve hem de ahirette perişan olacaktır.

Allah bize hayat vermiştir. Hayatın tadını çıkartmak için akıl vermiştir. Gündüzün yorgunluğunu çıkartmak için geceyi vermiştir… Daha neler vermiştir. Sayamayacağımız kadar  nimetler vermiştir. Her şeyi bizim hizmetimiz için yaratmıştır.  Bu  ihsan dolu hayatı yaşamak gerekir. Yaşamak  sadece var olmak değildir. Hissederek,  düşünerek,  takdir ederek,  şükrederek,  zevk alarak yaşamak gerekir. İşte bu  inançla  yaşamak  mutluluğun temelidir.

Mutluluğun temeli iman,  tevhidi,  tevhid teslimi,  teslim tevekkülü,  tevekkül iki dünya mutluluğunu gerektirir.

Dünya hayatını yaşarken gerçek mutluğu yakalamanın ölçüsü, “Helal dairesi geniştir, keyfe kafi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur.” Kaidesine uymaktan geçiyor.

Gelip geçici ve anlık lezzetlere özenerek haram daireye meyletmek akıl kârı değildir. Çünkü gençliğini haramda heba edenlerin sonları hep felaketle sonuçlanıyor; hapishaneler, hastaneler ve kabirde azap çekenlerin durumu bunun en açık ispatıdır.

Asrımızın manevi doktoru mutluluk gömleğinin ölçülerini vermiş, “Hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve ferâizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.” cümlesinde bu ölçüler güzel bir şekilde verilmiştir. Mutlu olmak isteyen bu gömleği giysin. Mutlu olduğunu görecektir.  Bir hayat, iman ile kemale erer ve canlılık kazanır, onu hemen ibadet takip eder;  farzları işlemekle onu süslemek, daha da güzelleştirmek görevi başlar. Kazanılan bu nimetin, mutluluğun kaybedilmemesi, bu süslerin bozulmaması, çirkinliğe dönüşmemesi için de takvaya, günahlardan çekinmeye ihtiyaç vardır. Vesselam…

15 Temmuz 2016: Milletin dik duruşu…

Mehmet Abidin Kartal

15 Temmuz 2016 Cuma gününün akşamı saat 22.00’den 16 Temmuz Cumartesi günü sabah saatlerine kadar, ülkemiz hiç alışmadığı, yaşamadığı kabus dolu uzun bir geceyi yaşadı. TSK’nın içinde küresel ihanet güçlerinin taşeronu, gözü dönmüş vatan haini Fetö’nün satılmış askerleri bu milletin iradesine ipotek koymaya çalıştı.

Hatırlayalım, Saat 22.00 Ankara ve İstanbul başta olmak üzere, muhtelif şehirlerinde emir komuta zinciri dışında bir askeri hareketlilik başladı Hareketli saatlerin yaşandığı Ankara’da, Genelkurmay Başkanlığı’nda çatışma sesleri yükseldi. İstanbul’da köprülerin kapatılmasının ardından Ankara’da F-16 uçakları havalandı ve ses duvarını aşarak alçak uçuş yaptı. 

Saat 23.00  sıralarında, herkes ne olduğunu anlamaya çalışırken Başbakan Binali Yıldırım FTÖ’nün darbe girişiminde bulunduğunu açıkladı. Saat 23.25 sıralarında TRT de silah zoru ile okutulan bildiride, TSK tarafından yapıldığı belirtilen açıklamada ordunun yönetime el koyduğu ifade edildi ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin resmi internet sitesi tsk.tr’de korsan darbe bildirisi yayımlandı.

Saat 00.30 Başkomutanımız, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan görüntülü cep telefonu ile televizyonlara bağlanarak, darbe girişiminin başaralı olmasının mümkün olmadığını ifade ederek halkı sokağa inmeye çağırdı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın vatandaşları sokağa davet etmesi üzerine milyonlarca insan bütün Türkiye’de meydanları ve sokakları doldurdu.

Oğlum Bilal hadi baba çıkıyoruz diyordu. Eşim, ana yüreği, olmaz oğlum, tehlikeli daha bir sürü şefkat ifadelerine rağmen, oğlumla beraber, İstanbul’da sokaklardaydık, meydanlardaydık, Saraçhanede Haşim İşcan geçidinden geçerken İstanbul Belediyesi  önündeki silah seslerini duyuyorduk, belediye önüne çıkmamıza izin verilmedi. Eyüp’teki İstanbul Ak Parti binasının önü son uğradığımız mekan oldu. Millet dim dik ayakta,  binlerce kişi dua zinciri oluşturmuş, Kur’an, Cevşen, Celcelutiye, Sekine’lerle dualar okunuyor. Milletin iradesine el koymaya çalışan darbecilere karşı manevi kalkan oluşturulmuştu. Bu kalkan bu vatan hainlerinin göğsüne saplandığını ilerleyen saatlerde görüyorduk.

Bu gece, dualar, camilerde selalar, halkın iradesine sahip çıkması, tanklara, silaha siper olması canını vermesi, hainlere dur demesi darbeyi püskürttü, asker elbisesi giymiş hainlerin karşısında dik duran bu millet, bir gece savaştı, şehit oldu, gazi oldu geleceğini ve vatanını kurtardı. İslamiyet’in bayraktarlığını yapmış bu asil milletin torunları, bu gece bir tarih yazdı, torunlarına en güzel hediyeyi verdi.

Bu aziz millet Başkomutanına haksızlıklar karşısında ne diyordu. ‘Dik dur eğilme, bu millet seninle’ bu uzun gecede 80’lik dedem şöyle diyordu.’Şimdi sıra bizde evlat, Erdoğan dik durdu eğilmedi. Bizde dik duracağız, bu satılmış, vatan hainlerinin karşısında eğilmeyeceğiz’ Bu millet dik durdu, eğilmedi, vücudunu tanklara siper etti, tankın paletlerinin altına yattı,  tankları sopalarıyla ele geçirdi. Gazete sayfalarını süsleyen tanklar üzerindeki o muhteşem fotoğraflar, dik durmanın, eğilmemenin göstergesiydi. Darbeyi darbe yapanların başına geçirmenin resmiydi.

Milletin aldığı silahla milleti öldüren bu asker elbisesi giymiş hainlerin darbe girişiminin kısa sürede akamete uğramasının birinci sebebi Başkomutanının çağrısına harfiyen uyup meydanlara koşan milletin darbe girişimine cesurca ve her şeyi göze alarak karşı durmasıdır. Millet Menderes’te, Özal’da yaptığı hatayı bu kez yapmadı. Başkomutanının etrafından tek yürek, tek bilek oldu. darbeye karşı sonuç, dik duran milletin başarısıdır ve çok değerlidir. Milletimiz demokrasiye, millî iradeye ölümüne sahip çıkmıştır. Bu başarı hikâyesinin kahramanı milletimizin her bir ferdidir.

Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan, 17-25 Aralık 2013’te yargı içindeki bir çetenin Emniyet’teki bir grupla birlikte, hükümete ve şahsına yönelik darbe hazırlığı içinde olduğunu iddia ederek, bu çeteyi ‘Tabanı ibadet, ortası ticaret, tavanı ihanet’ olarak tanımlıyordu.

15 Temmuz 2016 tavanın ihanetini bu milletin hepsi gördü. Bütün millet, bütün medya, bütün partiler, bütün sivil örgütler, Erdoğan’ın söylediği gerçekleri gözleri ile görmüşlerdir ve tepkilerini göstermişlerdir.Bu ülkemizde birlik ve kardeşliğin tesisi açısından, demokrasinin değerinin anlaşılması açısından çok önemlidir.

Türkiye, dalgalarla boğuşan ve sadece dalgalarla boğuşmakla kalmayıp düşman gemiler tarafından da taciz edilen bir gemi… Ve geminin içinde, “Benim dediğim olmazsa batsın bu gemi!” diye isyan eden ve sağdan soldan delikler açan hain gruplar tayfası… Duyguları akıllarının önüne geçmiş, robotlaşmışlar, gemiyi batırmaya çalışıyorlar, farkında değiller; o gemi batarsa kendileri de batacak…Bu hain gruplardan birisi, Küresel taşeron, maşa  FETÖ çetesi 15 Temmuz 2016’da gemiyi batırmak için düğmeye bastı.

Bunlar  kırk yılı aşkın bir zamandır bu ülkenin maddi ve özellikle manevi değerlerini istismar ettiler, yakalananlar itiraf etmeye başladılar, bu milletin değerlerini kendilerine maske yaparak neler yaptıklarını, devlet kadrolarını nasıl ele geçirdiklerini,  soruları nasıl çaldıklarını, milletin saf temiz dini duygularını, Kur’anı, Sünneti, Risale-i Nurları ustaca,  sinsice kullanan,  bu yolla büyük bir güç ve varlığa kavuşan ihanet çetesi FETÖ,  bu ülkenin varlıklarına bütünüyle sahip olmak için 15 Temmuz 2016’da çok alçak bir darbe teşebbüsünde bulunmuştur. Şişen irin patlamıştır. Pisliği her tarafa yayılmıştır. Dahilde silah kullanılmıştır. Bizim inancımız dahilde silah kullanılmaz diyordu…

Günümüzde mazlumların, mağdurların, ezilenlerin son sığınağı, son kalesi Türkiye’dir. Bu hainler son kaleyi yıkmak istediler. Kırk yıl takiye yapan, bu bukalemun yapılı, robotlaşmış insanların tavanının 15 Temmuz 2016 gecesi, haşhaşı çizgide, bir ölüm makinesine, zombiye dönüştüklerini gördük. Her gün ortaya çıkan haberlerle bunlara şahit oluyoruz. Bunların Amerika’da okula girerek çocukları tarayan, öldüren katillerden farkı yok. Bunlar için hedeflerine varmak  için her yol mubah… Ne vicdanı var, ne ahlakı var, ne herhangi bir kutsalı var.

Tarih, 15 Temmuz gecesinde bu aziz milletin ortaya koyduğu mücadeleyi ve verilen şehitleri Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı ruhu ile birlikte yan yana yazacaktır. Eğer bu darbe durdurulmasaydı Türkiye emperyalizme teslim edilecek, bir Irak, bir Suriye olacaktık. 15 Temmuz 2016 gecesinde millî irade ayağa kalktı. Küresel taşeron FETÖ çetesinin darbe girişimini millet dik durarak, eğilmeyerek önledi.

Özetle, 15 Temmuz 2016’da Türkiye tarihin en zorlu dönemecinden geçmiştir. Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın ‘Milletim sokağa, meydanlara inmeli. Milli iradenin dışında hiçbir gücü kabul etmiyoruz.’ Sözlerinin ardından bu millet yeniden bir kahramanlık destanı yazmıştır.

Küresel şer örgütleri ve Türkiye’deki hizmetkarları Fetö’cülerin 15 Temmuz 2016’da işgal girişiminde, Vatanın, Bayrağın, Ezanın ve devletin bekası uğruna sokaklara çıkan milletin imanı, iradesi darbecilerin tanklarını, uçaklarını durdurmaya yetti.

Bu bir darbe değil dünya tarihinde az rastlanır bir ihanet örneğiydi, 15 Temmuz. Milletin dişinden tırnağından artırdığı rızkıyla alınmış uçaklarının, helikopterlerinin, tanklarının namluları milletin bağrına doğrultulmuş ve nefret kusmuştu. Kadın, erkek, çocuk, genç ve yaşlı ayrımı yapmadan ölüm kusmuştu hainler, Anadolu’nun imanlı öz evlatlarına.

Darbeci hainler tuzaklarını kurmuş, kendilerince her şeyi planlamıştılar. Ellerini ovuşturarak saldıracakları anı beklemekteydiler. Öfkeleri ve nefretleri öylesine büyüktü ki, tarihte benzeri görülmemiş şekilde savaş uçaklarıyla kendi öz milletini, meclisi, Cumhurbaşkanlığı külliyesini bombalamaktan bile geri durmadılar. Fakat unuttukları iki şey vardı. Birincisi, tuzak kuranların ve tuzakları bozanların en hayırlısı Allah’tır ve galip olan yalnızca O’dur. İkincisi ise yüreği Anadolu’nun mübarek mayasıyla mayalanmış imanlı kahramanların vatan sevgisiydi. ‘Vatan sevgisi imandandır’ Hadisi Şerifini bu millet 15 Temmuzda müşahhas olarak yaşıyordu. Bu öylesine büyük ve eşsiz bir vatan sevgisiydi ki bedenlerini tankların, kurşunların önüne çelik bir duvar gibi siper ettiler ve bu hayasızca akını canları pahasına durdurdular. En büyük makam olan şehitlik makamına yükseldiler.

Camilerde okunan salalar milletin iman dolu göğsünü daha da kabartmış ve bir avuç iradesini kiraya vermiş haine, dinini, milletini, hükümetini, cumhurbaşkanını, geleceğini teslim etmemiştir.

Malazgirt Savaşında Sultan Alparslan, Beyaz kefen elbisesini giyerek askerlerine şöyle hitap ediyordu:

“Askerlerim! Şehit olursam bu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman ruhum göklere çıkacaktır. Benden sonra oğlum Melikşah’ı tahta çıkarın ve ona bağlı kalın. Zaferi kazanırsak istikbal bizimdir.“

15 Temmuz 2016 akşamı kefenini giymiş bir başkomutan ve kefenini giymiş bir millet, bunun karşısında kim durabilir. Duramadılar. 251 şehit verdik. Şehitlerimiz değişik şehirlerde kılınan namazlarla ebedi aleme yolcu edildiler. Bu şehitlerimizden, Muhammed Ambar, darbe girişiminde Boğaz Köprüsünde kurşunların hedefi oldu. Evli ve iki çocuk babası olan Muhammed Ambar’ın 17 Temmuz 2016 Pazar günü ikindi namazını müteakip, Şirinevler Ulu caminde cenaze namazını kılma şerefine nail olanlardan biride bendim. Çok kalabalık bir cemaatle kılınan namaz sonrasında kardeşimizi ebedi aleme yolcu ettik. Kardeşimizin evini Suriyeli kardeşlerimize bedava kiraya verdiğini, Ramazan bayramında evinde oturan Suriyeli kardeşlerimize çocuklarına bayramlık elbiseler aldığını cenaze namazı öncesi öğreniyordum. Şehadet şerbetini içmek her insana nasip olmaz, layık olmak gerekir.

16 Temmuz 2016’da, eline sopayı alıp sokağa inen nur yüzlü teyzem, kendini tankın altına atan yüreği büyük güzel adam, bir yandan fetih suresi okuyup bir yandan tankın üzerine çıkan güzel insanlar, bu uğurda göğsünü siper ederek şehid olan bu memleketin imanlı evlatları, kamyonla erkekleri taşıyarak darbeye dur diyen bacım, meydanları dolduran kardeşlerimiz, Allah hepinizden razı olsun …

16 Temmuz’dan itibaren Türkiye yeni bir güne uyanmıştır. Allah’ın lütfuyla,  bir darbe girişimi bastırılmış milletin imanı ve iradesi kazanmıştır. Bu millet bir gecede yaptıklarıyla, devletini kurtarmıştır. Bunun dünyada ikinci bir örneği yok. Dünya Türkiye’yi hayranlıkla izliyor. Kendimizle, milletimizle ne kadar gurur duysak az… İnşallah bundan sonra her şey daha güzel olacak. Şunu da söylemeden geçemiyorum. Tavanın yaptığı ihaneti hepimiz gördük, yaşadık. Daha bundan büyük ihanet olamaz. Küresel ihanet güçlerinin taşeronu oldular. Vatan hainliği rütbesini aldılar. Artık hiç kimse gerekçe gösteremez. Ama şöyleydi, böyleydi diyemez. Her şey deşifre olmuştur, her şey gözler önündedir. Tabanda ve ortada hizmet ediyorum diyenleri de, itiraza, imanlarını tazelemeye, tövbeye, özüre, pişman olmaya davet ediyorum… Samimi olarak devletin ve milletin yanında olmaya davet ediyorum. Bu davetin gereğini yapmayanlar vatan hainliği etiketini kabul etmiş olurlar. Kuzu postuna bürünerek, darbe karşıtı açıklamalar yaparak kendinizi kurtaramazsınız. “Kardeş kardeşe kırdırılmasın” diye mesajlar vererek bu işi düzeltemezsiniz. Tavanın Küresel ihanet güçlerin taşeronu olduğunu kabul edeceksiniz.  Tövbe kapısı açıktır… Cenab-ı Allah Vahşi’yi  tövbe ettiği için affetmiştir. Vahşi, Hz. Vahşi (ra) olmuştur.  

‘Her şeyi affedin, ama vatanınıza ihanet edenleri asla affetmeyin.’ Hz. Ali (ra)

12 Temmuz 2019 Cuma hutbesinde 15 Temmuz hain Fetö darbe girişimi ile ilgili özetle şöyle deniliyordu.

Bundan üç yıl önce ülkemiz büyük bir badire atlattı. Suret-i haktan görünerek yıllarca insanımızın imkân ve değerlerini istismar eden FETÖ, en sonunda vatanımıza, istiklal ve istikbalimize kastetti. Tarih boyunca nice ihaneti feraset, cesaret ve fedakârlığı ile aşan milletimiz, Allah’ın yardımıyla bu işgal girişimine de geçit vermedi. Bugün, bir kere daha

15 Temmuz gecesi milletin meclisini yıkmaya, gençlerimizi ve geleceğimizi esarete sürüklemeye çalışanlar, bunu din kisvesine bürünerek yaptılar. İslam’ı anlatıyor, dine davet ediyor, ümmete hizmet ediyor gibi görünürken aslında fesada çalıştılar. Böylesi bozguncuların hali Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılmaktadır: “Onlara, ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde, ‘Biz ancak ıslah edicileriz!’ derler. Şunu bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, lâkin anlamazlar.” (Bakara, 2/11, 12)

Islah adı altında yapılan bozgunculuktan, fitne ve fesattan daha büyük tehlike olabilir mi?

Peygamber Efendimiz “Bizi aldatan bizden değildir.” buyurmuştur. Öyleyse din adına aldatmaktan, işgal ve istismardan daha büyük suç olabilir mi?

Unutmayalım ki, kendini gizleme, olduğundan farklı görünme, ikiyüzlülük, yalan, tehdit ve şantaj gibi yöntemlerle ayakta kalan FETÖ, asla İslami bir yapı değildir.

Rüyalarla, gizemlerle, sinsi planlarla sözde ılımlı bir İslam kurgulamaya çalışan FETÖ, bir terör şebekesidir.

Kur’an ve Sünnete aykırı düşen hiçbir bilginin dini değeri yoktur. Sahabe neslinden günümüze kadar Müslümanların çoğunluğu tarafından takip edilen mutedil ve müstakim yolun dışında kalan anlayışlar sapmadır.

İslam’a göre, Peygamberimizden başka “masum ve tartışılmaz” bir otorite yoktur. Dolayısıyla mümin, aklını, iradesini ve kişiliğini körü körüne bir başkasına teslim edemez.

Müminler ancak kardeştir. Kibirle, riyayla, fesatla, iftirayla ümmetin birliğini zedelemek, tefrikaya kapı aralamak asla kabul edilemez.

Hain darbe  teşebbüsünün üzerinden üç yıl geçti. 15 Temmuz 2016 gecesi hain Fetö’cülerin, haşhaşı çizgide, bir ölüm makinesine, zombiye dönüştüklerini gördük. Hainler hukuk önünde hesap veriyorlar. Başta ordumuzda olmak üzere devletin değişik birimlerinde kendini gizleyen kripto Fetö’cüler tespit edilerek yakalanmaya devam ediliyor…

Hain FETÖ, 15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra da boş durmadı, bürokraside her tür kılığa giren kriptolarını kullanarak, FETÖ’yle uzaktan yakından ilişkisi olmayan hatta FETÖ’yle kıyasıya mücadele eden insanları iftiralarla işlerinden uzaklaşmalarına, cezaevlerine  girmelerine sebep olarak hainliğine devam etti. At izi, it izine karıştırıldı. Mağduriyetler yaşanmaya başlandı. Hainler ülkemizde emellerine ulaşmak için kaos ortamının devam etmesini istiyorlar. Devletle millet arasında sosyal barışı baltalamak için mağduriyetlerin devam etmesini istiyorlar. Mağduriyetlerin devam etmesi hainlerin  ekmelerine yağ sürüyor. Bu olayın çözümünü, Sosyal Barış Paketi makalemizde  gündeme getirmiştik. Yetkililerin makalemizdeki tespitleri dikkate almalarını hatırlatırız.  http://www.nurnet.org/sosyal-baris-paketi/

Mana Sultanlarından dünya sultanlarına…

Sultan her şeyden önce hür insan demektir. Sultan, padişah, hükümdar, başkan, idareci anlamlarında da kullanılmaktadır.  Halkı tarafından sevilen Sultan, nefsin kötü arzularından, benlik bağından, şeytanın tuzağından, menfaatlerin ağından, rüşvetten, zenginliğin, iktidarın kötüye kullanılmasından kendini kurtaran ve muhafaza eden ve adaletle hükmeden kişidir.

Şanlı tarihimizde dünya sultanlarının adaletli ve merhametli  bir yönetim oluşturmalarını sağlamak amacıyla mana sultanları tarafından siyasî, ahlaki ve dinî içerikli mektuplar ve eserler kaleme alınmıştır. Yazılan bu eserlere siyasetname deniliyor. Siyasetnameler, dönemin sultan ve devlet adamlarına,  devlet idaresinde nasıl hareket etmeleri gerektiğini bildiren tavsiyelerde bulunuyorlar.

İşte bu eserlerden biri de, İslam aleminin tanınmış meşhur uleması Huccetü’l-İslam İmam Gazali’nin [rahmetullahi aleyh] siyasetnamesidir. Asıl adı et-Tibru’l-Mesbûk fî Nasîhati’l-Mülûk olan ve eserleri arasında tema olarak farklı bir yere sahip bu eserini Gazali, zamanın Selçuklu hükümdarı, Sultan Melikşah’a yazar.
Kısa alıntılar yaptığımız eserinde Gazali, Melikşah’a şu tavsiyelerde bulunuyor.

“Ey sultan! Liderliğin kıymetini biliniz. Onun tehlikelerini öğreniniz. Çünkü liderlik büyük bir nimettir. Eğer onu hakkıyla yerine getirirseniz, kendisinden sonra başka mutluluk düşünülemeyen bir saadete ulaşırsınız. Şayet onun hakkını yerine getirmeyip zulümden geri durmazsanız, kendisinden sonra ancak kafirliğin olabileceği bir bedbahtlığa düşersiniz.

Ey sultan! Dünya sultanlığı nihayet Doğu ile Batı arasında malik olmaktan ibaret olup, insanoğlunun ömür müddeti de en çok yüz senedir. Cennet sultanlığı ise o kadar geniştir, ona kıyasla bütün dünya bir toz zerreciğidir.

Ey sultan! Bu ebedi sultanlığı malik olmak, bütün cihan halkı için güç ise de Doğunun Sultanı için güç değil, kolaydır. Peygamber efendimiz (sav) şöyle buyurmuşlardır: “Bir günlük adalet icrası, altmış yıl ibadetten üstündür” mademki Allah diğerlerinin altmış yılda kazanabileceğini senin bir günde kazanman için eline vasıta ve sebep vermiş, bundan daha büyük bir devlet ve başarı olur mu?
Ey sultan! Şunu bil: Adil olmanız aklınızın kemalini gösterir. Aklın kemali; her şeyi asıl haliyle olduğu gibi görmeniz, işin içindeki gizli hakikati bilmeniz, onun dışıyla aldanmamanızdır. Eğer idaredeki amacınız başınıza süslü taçlar takmak ise, bu durumda siz, kadın tabiatlı birisiniz demektir. Çünkü süslenmek ve güzel elbiseler içinde keyfetmek kadınların işidir.

Ey sultan’ Unutma ki sen, her şeyinle Yüce Yaratıcının yarattığı ve bütünüyle O’na ait bir kulsun. Hizmetçin senin mecazen kölendir; sen ise Rabb’inin gerçek manada kölesisin. Öyleyse hizmetçin tarafından sana nasıl davranılmasını istiyorsan, sen de asıl sahibine öyle davran. Perşembeden başlayarak Cuma ile birlikte oruç tutarsan güzel olur. Cuma günü sabah erken kalk, gusül abdesti al, ibadet elbiseni giy, giydiğin elbise şu üç vasfı taşısın, helal maldan olsun, saf ipek olmasın, kendisiyle namazın caiz olacağı şekilde temiz olsun.

Sabah namazını cemaatle kıl. Güneş doğana kadar konuşma, yüzünü kıbleden çevirme, tesbihini eline al bin defa kelime-i tevhid zikri çek. Tahtında iken veya yalnız kaldığında çokça salavat getir. O günde mümkün olduğu kadar sadaka ver.

Haftanın Cuma gününü bu şekilde Yüce Allah’a ayır ki bu, diğer günlerdeki günahlarını temizlesin.
Ey sultan! İçine düştüğün her işte ve başına gelen her durumda kendinin halktan biri, senden başkasının da lider olduğunu düşün! Kendin için razı olmadığın şeylere, her hangi bir Müslüman için de razı olma! Kendin için razı olmadığın şeyleri, onlar için hoş görürsen, halkına ihanet etmiş ve emrin altındakileri aldatmış olursun.
Ey Sultan! Şunu bil ve kesin olarak anla ki, Allah insanoğlundan iki grubu seçkin yaratmıştır: Peygamberler ve devlet adamları. Allah (c.c) peygamberleri delil yani Kur’an ve sünnet ile beraber göndererek, kendisine ibadet edilmesi emrinin tebliği ve ona ulaşan yolları göstermesi için göndermiştir. Devlet başkanlarını ise; insanların birbirlerine olan düşmanlıklarını önlemek ve kendinden bir hikmet ile onların maslahatlarını ve ihtiyaçlarını karşılamak hususunda bir yardımcı olarak göndermiş, toplumun gemini onların eline vermiştir…”[1]

İmam Gazali eserinde bir sultanda mutlaka bulunması gereken hak, adalet, dürüstlük ve liyakat gibi ahlaki faziletler üzerinde çok fazla durmuş. Bu ve benzeri ölçülere uymayanların, dünya ve ahirette karşılaşacakları kötü akıbet, hüsran ve cehennem azabı gibi manevi müeyyidelerle karşılaşacağını bildirmiştir.

Bugün devlet başkanlarına nasihat eden mana sultanlarına ihtiyaç vardır. Bugün dünya sultanlarının yardımcıları, danışmanları var. Hiç olmazsa dünya sultanları programlarına yardımcılarıyla, danışmanlarıyla birlikte mana sultanlarının yazdığı eserleri, siyasetnameleri okumayı almalıdırlar. Böylece yanlışlarını görme, eksiklilerini tamamlama,  adaletle hükmetme kararlılıklarını gösterirler.

************
Ahir zaman insanının dertlerine deva olarak aradığı Kur’an yorumunu, en mükemmel şekliyle Risale-i Nur’larda bulmak mümkündür. Çağımızın manevî hastalıklarını isabetle teşhis eden Bediüzzaman, “Zaman iman kurtarmak zamanıdır” formülü çerçevesinde kaleme aldığı Risale-i Nur’larda, bu zamanın manevî ihtiyaçlarına tatminkar cevaplar veren bir iman hazinesini ortaya koymuştur

Risale-i Nur’ların en önemli özelliği iman hakikatlarını anlatması yanında, diğer özelliği de, çağımızın sosyal ve siyasî problemlerine; din ve demokrasi, din ve siyaset, cihad, terör gibi tartışma konularına küresel boyutta ve kalıcı geçerlilik taşıyan ufuk açıcı yorumlarıyla sağlam ve tutarlı çözümler getirmesi; demokrasiyi, hak ve hürriyetleri, sivil toplumu önceleyen ve müspet hareket esasına dayanan orijinal ve örnek bir hizmet metoduna kaynaklık etmesidir.[2] Risale-i Nur’lar bu özeliğiyle de dünya sultanlarına karşı, mana sultanlığı görevini yapmaktadır.

Bediüzzaman, mana sultanı Risale-i Nur eserleriyle Kur’an’ın seslendiği herkese hitap etmiştir. Bediüzzaman’ın günlük politikada partilerden uzak durduğunu, ancak partilere dine, vatana, millete hizmet ettirmek için ikazlarda bulunduğunu görmekteyiz. 1950 öncesi Mustafa Kemal’e, İsmet İnönü’ye, CHP Genel Sekreteri Hilmi Uran’a mektuplar göndererek ikazlarda bulunmuştur. Fakat bu ikazlar kulak ardı edilmiştir. 1950 sonrası aynı ikazları Başvekil Adnan Menderes ve hükümetine yapmıştır. Bediüzzaman’ın ikazları günümüz idarecileri içinde geçerlidir.

Bediüzzaman Hazretleri bir yandan Demokratları desteklemiş, diğer yandan da ikazlarıyla onlara Kur’an hakikatlerini hatırlatmaya devam etmiştir. Menderes’e bir mektup yazarak, İslam’ın çok önemli olan ancak günümüz siyasi cereyanları tarafından dikkate alınmayan ve ihmali büyük cinayetlerin işlenmesine sebep olan üç hususa özellikle dikkatini çekmiştir. Bu üç husus gerekçeleriyle uzun bir mektupla Menderes’e gönderilmiştir. Özetini aşağıda veriyoruz.

1- Birisinin cinayetiyle başkaları, akraba ve dostları mes’ul olamaz” (En’am Suresi, 164. ayet) esası, tarafgirlik ve particilikle ihlal edilmemeli, bu tehlikeye karşı İslam kardeşliği esas alınıp Kur’an’ın söz konusu hükmü dayanak yapılmalı.
2- Kavmin efendisi, onlara hizmet edendir” şeklindeki Peygamber (sav) emri hayata geçirilmeli, memuriyetin bir hizmetkarlık olduğu şuuru yerleştirilmelidir. Memurluk, hakimiyet ve tahakküm aracı olmamalıdır. Memuriyeti hizmetkarlıktan çıkarıp tahakküme dönüştürmek, kıblesiz namaz kılmaya benzer.
3- Mümin mümine karşı bir binanın kenetlenmiş taşları gibidir” hadisini esas yapıp hariçteki düşmanlara karşı dahildeki adavet unutulmalı, dayanışma sağlanmalıdır. Bu esas göz önüne alınırsa sosyal hayatı sağlam temele oturtmak mümkün olacaktır. [3]

Bediüzzaman’ın devlet idaresinde Menderes’e hatırlattığı hususlar, her zaman geçerlidir.

Asrımızın mana sultanı, “Bu Lem’a (Yirmibirinci Lem’a- İhlas risalesi) lâakal (asgari, en azından) her on beş günde bir defa okunmalı.” diyor. Maddi beklentilerin ön planda tutulduğu, samimi dostlukların bittiği, dünyanın sevgisine, cazibesine kapılıp ebedi alemin unutulduğu, ibadetlerden tat alınmadığı, dalkavukların çoğaldığı, tüm güzelliklerin, iyiliklerin yok olmaya yüz tuttuğu bir vasatta, İhlas Risalesinin neden en az on beş günde bir okunması gerektiği daha iyi anlaşılmaktadır. İhlas risalesi tüm olumsuzluklar karşısında psiko – terapi  yöntemi görevi yapmaktadır. İnsanın karakterini, mizacını eğiterek hayata pozitif bakmayı, manevi yönden dinamik kalmayı, imtihan şuuru içinde yaşamayı, ümit var olmayı sağlamaktadır.

Asrımızın mana sultanı, her on beş günde bir defa okunmalı dediği İhlas risalesinde herkese, dünya sultanlarına şu sözleriyle ders vermeye başlıyor: “Amelinizde rıza-yı İlahi olmalı. Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun için, bu hizmette, doğrudan doğruya, yalnız Cenâb-ı Hakkın rızasını esas maksat yapmak gerektir… ” Allah için yapılan işin dünyada ve ahirette bir değeri vardır. Bu niyetle yapılmayan iş faydasızdır, değeri yoktur.  Allah kuluna makam, iktidar  verir, imtihan eder. Allah insana mal mülk verir, kulunu zenginlikle imtihan eder; Fakirlik verir imtihan eder; İlim verir, imtihan eder… Allah verdikleriyle de vermedikleriyle de imtihan ediyor; kulum benim rızamı gözetiyor mu? Diye.

[1] – Gazali, et-Tibru’l-Mesbûk fî Nasîhati’l-Mülûk: Yöneticilere Altın Öğütler, (trc. Hüseyin Okur), 11. Baskı İstanbul, Semerkand, 2011, s. 27-30

[2] Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar. İstanbul 2008, s.10

[3] -Risale-i Nur Küliyatı, Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası II, Nesil Basım, İstanbul 1996, s. 1882-1883

Mehmet Abidin Kartal

Sosyal Barış Paketi

Hükümetler zaman zaman ekonomik ve sosyal meseleler karşısında çaresiz kalınca, çare olur anlayışıyla “istikrar paketleri” ni uygulamaya koyarlar. Türkiye’de geçmişten günümüze doğru baktığımızda ekonomik alanda ağırlıklı olarak istikrar paketlerinin uygulandığını görüyoruz. Bu paketlerden bazıları,  4 Ağustos 1958 Kararları, Mart 1978 istikrar paketi, Mart 1979 Tedbirleri, 24 Ocak 1980 İstikrar Paketi, 1988 Kararları, 5 Nisan 1994 Kararları, 6 Mart 1996 Kararları, 1999 Kararları, 2002 den bu yana AK parti iktidarı da birçok paketleri uygulamaya koyarak ekonomide istikrarı sağlamayı başarmıştır. Son olarak ta, Yeni Ekonomik Program Yapısal Dönüşüm Adımları 2019’ paketinin uygulamaya konduğunu görüyoruz.

Adalet sosyal ve ekonomik hayatın temelidir

Adalet bir toplumun sosyal ve ekonomik istikrarının, huzurunun ve mutluluğunun temelini meydana getirir. Yaşadığımız dünyada en çok şikayet edilen konuların başında hayatın her safhasındaki adaletsizlikler gelmektedir. Adaletsizlikler ekonomik ve sosyal hayatta huzursuzlukların, çatışmaların en başta gelen sebebidir. Adalet mülkün temelidir. Adalet, hükümranlığın, egemenliğin, iktidarın, devletin temelidir. Devlet adaleti sağladığı ölçüde güçlü olur. Onun için zulüm ile abad olunmaz, Zulüm ile abad olanın, akıbeti berbat olur, adaletle abad olunur. Zulüm ile devlet korunmaz, adalet ile korunur. Zulüm ile medeniyet inşa edilmez, adaletle edilir. Sosyal ve ekonomik hayattaki istikrar da adaletle sağlanır.

Türkiye’de son on beş yılı aşkın sosyal ve ekonomik hayattaki istikrarlı gelişmeler Avrupa zalimlerini ve Asya münafıklarını rahatsız etmektedir. Türkiye’nin önünü kesmek için, diz çöktürmek için yapılmayan hainlikler kalmadı. İslam aleminin son umudunu, son merhamet ve şefkat kalesini düşürmek, ele geçirmek için, yıkmak için her şey yapılıyor.  İşte bunlardan  hepimizin bildiği bazıları. Gezi olayları, 17 – 25 Aralık yargıda darbe girişimi, MİT Tırlarının durdurulması, 15 Temmuz FETÖ terör örgütü darbe girişimi. Türkiye, ‘Her şeyi affedin, ama vatanınıza ihanet edenleri asla affetmeyin.’ Hz. Ali (ra) anlayışı ile, 15 Temmuz FETÖ terör örgütü darbe girişiminden bu yana, artan şekilde etkin olarak, dış güçler tarafından desteklenen PKK, PYD, DEAŞ,  FETÖ terör örgütleriyle mücadele etmektedir.

Türkiye’nin terör örgütleriyle mücadelesi devam ederken. 15 Temmuz FETÖ terör örgütü darbe girişiminden sonra, içeride FETÖ ile mücadele ediyorum diyen kripto FETÖ’cülerin, masum insanlara çamur atması, iftira ile etiketlemesi gerçeği de yaşanmaya başlandı. FETÖ ile mücadelede haksızlığa uğrayan insanların feryadını duymaya başladık. Türkiye’de  mağduriyetler yaşanıyor. Mağduriyet demek adaletsizliklerin, haksızlıkların yaşanmaya başlaması demek. İşsiz kalan insanların ekonomik ve sosyal sıkıntıları yaşaması demek.   Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bu mağduriyetler sorulduğunda şöyle diyordu: “Şu var ki, at izi it izine karışmış vaziyette. ‘Ben bir şey atayım da nasılsa tutar’ diyenler var. Özellikle yazılı ve görsel medya dünyasında bu çok var. Bazen fırsat bulduğumda TV’leri izliyorum. Öyle yorumlar yapıyorlar ki, suçladıkları o insanın bu işle hiç alakası yok. Bunlar doğru şeyler değil. Bu tür yanlışlıklardan uzak durmak lazım.” ‘At izi, it izine karıştı’ ata sözü durumun dramatik bir halde olduğuna işaret eder. Çünkü bu, haklıyla haksızın, namuslu ile namussuzun, dürüst ile sahtekarın, suçlu ile suçsuzun birbirine karıştığını ifade etmektir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “at izi it izine karışmış ” sözünün gereğinin yapılması için devletin ciddi bir çalışma yapmadığını görüyoruz. Adaletin tecelli etmesi için at izi ile, it izinin birbirinden ayrıştırılması konusunda devletin ciddi, kalıcı sosyal politikalar üretmesi gerekir. Bu durum adaletin tecelli etmesi için devletin çözmesi gereken acil bir meseledir.

“Darbe dönemleri ve sonrasında Türkiye’de bürokrasinin, siyasetin ve özellikle yargının dengesi hep bozulmuştur. 15 Temmuz sonrasında da yargının şirazesi epeyce kaçtı. FETÖ ithamı o kadar ucuzladı ve yaygınlaştı ki mesele neredeyse işportacının zabıtaya karşı direnirken kullandığı güçlü bir silaha dönüştü. Sadece rakiplerini değil farklı düşündüğü, ayrı hareket ettiği kişileri de itibarsızlaştırmak, tasfiye etmek ya da bizzat mahkûm etmek için ispiyonaj-jurnal ağları hızla FETÖ ithamına sarılmakta tereddüt etmedi. Peki, ortaya çıkan siyasal ve toplumsal manzara doğru, iyi, güzel ve de hayırlı bir sonuç mu verdi? 15 Temmuz sonrası yaşanan sancıları işitmemiş, görmemiş gibi yaparak yol aldık belki ama sonrasında Türkiye bu sancıları daha ne kadar taşıyabilecek acaba?

Kanun Hükmünde Kararname ile açığa alınan, meslekten ihraç edilen insanların sayısına bakmakta fayda var. Üstelik KHK ile ihraç olan insanların önemli bir kısmı için hiçbir yargı kararı yok. Yargılananların önemli bir kısmı beraat etti. Fakat beraat edenler için mesleklerine dönüş neredeyse imkânsız gibi. Meselenin ekonomik boyutu, geçim derdi kadar aile içi ve çevresinde yaşanan derin sarsıntıları da var. 15 Temmuz darbesinin sıcaklığıyla hissedilmeyen sancılar artık toplumun daha farklı kesimlerinde de acılar oluşturuyor, stresi ve depresyonu tetikliyor. ” [1] 

“FETÖ, hiç bir Müslüman cemaatte görülmeyecek karaktersizlikleri sergilemekten çekinmiyor: Yalan, iftira, kumpas gibi iğrenç yollara başvurarak masum insanları mazlum konumuna düşürecek her tür şeytanî yola başvurmaya devam ediyor hâlâ! Bunlardan biri de KHK üzerinden tezgâhlandı: Amaç, masum insanlara zulmetmek ve böylelikle Erdoğa’ın altını oymaktı! ” [2]

FETÖ 15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra, bürokraside her tür kılığa giren kriptolarını kullanarak, FETÖ’yle uzaktan yakından ilişkisi olmayan hatta FETÖ’yle kıyasıya mücadele eden insanları iftiralarla işlerinden uzaklaştırdı, cezaevlerine  girmelerine sebep oldu. At izi, it izine karıştırıldı. Hain  FETÖ’cüler, kripto FETÖ’cüler elbette ihraç edilecek ve kanun önünde hak ettikleri şekilde cezalandırılacaklardır. Bunda tereddüt edilmemeli, taviz verilmemelidir. Devletin bu konudaki ciddi çalışmalarını bilhassa kripto fetö’cüleri ortaya çıkarmasını alkışlıyoruz.

Sosyal barış paketi

Türkiye’de at izinin, it izine karışmaması, karışanların ayıklanması, sosyal barışın sağlanması, bir ve beraber olabilmek için yukarıdaki tespitler dikkate alınarak, bizi bölmek, birbirimize düşürmek isteyen iç ve dış hainlere karşı mecliste sosyal barış paketi hazırlanarak bu olayın kökten çözümlenmesi sağlanmalıdır. İslam aleminin son umudu, son merhamet ve şefkat kalesi Türkiye bunu başarmalıdır. Mağduriyetler sonucu feryatların yükseldiği adaletin tecelli etmediği bir ortamda istikrarlı bir kalkınma, huzur sağlanamaz. Türkiye’de tam bir sosyal barış sağlanarak hainlerin planları akim bırakılmalıdır. Kalkınmamızda, huzurlu bir ülke olmamızda, İttihad-ı İslam’a giden yolda sosyal barışın sağlanması elzemdir. Cumhurbaşkanımız, “Birileri ne yaparsa yapsın biz 82 milyonun her bir ferdini Türkiye ortak paydasında buluşturmanın mücadelesini vereceğiz. ” derken sosyal barışın ilk şifresin veriyor.

Türkiye’de 82 milyonun her bir ferdinin Türkiye ortak paydasında buluşturmak için,  yapılması gerekenlerden birisi de, at izinin, it izine karışmasının ayıklanmasının meclisin gündemine alınarak, sosyal barış paketinin uygulanmasıdır. Çünkü, adalet ve barış yoksa, toplumda huzur ve istikrarın sağlanması zorlaşır. 

01.09.2016 tarihli 672 Sayılı “Kamu personeline ilişkin tedbirler”i konu alan KHK ile çok sayıda kamu personeli terör örgütü ile bağlantılı olduğu iddiasıyla ihraç edildi. Burada, dikkat edilmesi gereken nokta şu; Türkiye’de OHAL, FETÖ’nün darbe girişimi neticesinde gerekli tedbirleri almak ve hızlı şekilde uygulamak amacı ile ilan edildi. Fakat yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, FETÖ ile hiçbir bağlantısı  olmadığı halde işten çıkarılanların feryatlarını duyuyor, mağduriyetlerine şahit oluyoruz. Devletin zirvesinden, sade vatandaşa kadar herkes bunu dile getiriyor, “at izi it izine karışmış ”  diyor. Hepimiz ülkemizin, bu kanlı darbe girişimine karışan, kırk yılı aşkın süre ülkeye hadsiz hesapsız zarar vermiş hain  FETÖ terör örgütü mensuplarından arınması ve bu kişilerin cezalandırılmasından yanayız. Fakat bu olağanüstü durum sırasında “at izi it izine karışmış ” ise bu meselenin nasıl çözümleneceği konusu da sosyal barışın, adaletin tecelli etmesi açısından çok önemlidir. KHK ile ihraç olan insanların önemli bir kısmı için hiçbir yargı kararı olmadığı da bir gerçek olarak karşımızda duruyor.

Bakanlar kurulu tarafından, KHK ile suçu olmadığı halde açığa alınan, suçsuzluğu ispatlanan, hiçbir yargı kararı olmadığı halde işlerinden ihraç olan, iftiraya uğrayan ve buna benzer sebeplerden dolayı mağduriyet yaşayanları içine alan sosyal barış paketi kanun teklifi Türkiye Büyük Millet Meclisine,  sunularak uygulamaya konması sağlanmalıdır. Böylece devletin KHK’larla mağdur edilen kesimlerle barışması sağlanmış olur. Bu yapılmadığı taktirde KHK’larla mağdur edilenlerin, mağdur yakınlarının yaşadığı ekonomik, sosyal, psikolojik sıkıntılar, sosyal dışlanmalar devam eder. KHK süreçleri mağdurların, aile-içi ve yakın akrabalık ilişkilerine önemli zararlar vermesinin yanında; komşuluk ve arkadaşlık ilişkilerine de çok büyük zararlar verdiği ve vermeye devam ettiği, boşanmaları artırdığı, devlete olan güveni sarstığı unutulmasın.

Hainler ülkemizde emellerine ulaşmak için kaos ortamının devam etmesini istiyorlar. Devletle millet arasında sosyal barışı baltalamak için mağduriyetlerin devam etmesini istiyorlar. Mağduriyetlerin devam etmesi hainlerin  ekmelerine yağ sürüyor. FETÖ soruşturmalarının sulandırılmasının önüne geçmenin en kestirme yolu, mağduriyetlerin mecliste sosyal barış paketi hazırlanarak, suçsuzluğu ispatlananların, hiçbir yargı kararı olmadığı halde işlerinden ihraç olanların,  iftiraya uğrayanların, bylock mağdurlarının, banka hesabı mağdurlarının haklarının iade edilmesidir. Ülkemizde hain FETÖ kumpasını çökertmenin yolu, sosyal barış paketinin uygulanmasıyla olayın kökten çözümlenerek, adalet ve sosyal barışın sağlanmasından geçmektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi bunu başararak toplumda gerçek adalet ve barışı sağlamalıdır. Artık Fetö hainlerinin ekmeğine yağ sürülmemelidir.  

[1] – Yeni Akit, Kenan Alpay, 17 Mayıs 2019 (Haluk Savaş, Cavit Bircan ve Diğer Mağduriyetler-Başlıklı makalede üniversitelerde FETÖ suçlamasıyla çok sayıda akademisyenin mağdur edilişi anlatılıyor. Makale şu ifadelerle sona eriyor. ‘Hükümet ve YÖK’ün hiç unutmaması gereken kaide şudur: Şizofren rektörler, tacizci dekanlar, intihalci akademisyenler dönemi tümden son bulmadan Türkiye’de ne bilim gelişir ne de hukuk yerli yerine oturur.’)

[2]-  Yeni Şafak, Yusuf Kaplan, 17 Mart 2017

Mehmet Abidin Kartal

En Büyük Başarı Mutluluktur

            Mutluluk inancın  gücünde gizlidir.  İnsan olarak,  şöyle bir etrafımıza bakarak, gördüklerimiz hakkında azıcık tefekkür etsek eminim ki çok şeyler görecek,  çok şeyler anlayacağız. Büyük bir lütuf olan şu gözlerimizle görüyor,  aklımızla anlıyoruz. Karşımızda uzanıp giden şu ağaca  bakalım. Onun nasıl olup ta,  şu ufacık tohumdan oluştuğunu düşünelim.  Her sene zamanını şaşırmadan çiçek açıp, daha sonra meyve vermesi… Buğday tanesi kadar küçük bir çam tohumu metrelerce boyunda,  tonlarca ağırlığında bir çam ağacını netice veriyor.  Bunu elbet o küçük, akılsız,  şuursuz çam tohumuna veremeyiz. Yine küçük bir elma  çekirdeği  binlerce elma verecek kadar koca bir ağacı netice veriyor.

            Bir yerde sanat varsa sanatkarı da vardır. Bir yerde cömertçe ve karşılıksız olarak ikram ve ihsanlar yapılıyorsa,  bu ikram ve ihsanları yapan da vardır. Harika bir tabloyu görüp  de ressamını  kabul etmemek mümkün olmadığı gibi yeryüzünü dolduran her biri  birer sanat harikası olan,  taklidi imkansız bunca yaratığı yaratan Yaratıcıyı görmezden gelmek de akılla bağdaşmaz.  Plan ve proje mühendissiz,  mimarsız çizilemediği gibi en küçük canlıdan en büyük kürelere kadar ince bir plan gerektiren kainat binasını inşa eden de birisi vardır.  Bin kulübecik  dahi ustasız yapılmadığı gibi koca kainat binası da elbette kendiliğinden olamaz…

            Bir de hava zerrelerini  düşünelim.  Her bir hava zerresi ısı, ışık, elektrik,  ses,  görüntü gibi birçok şeyi birden naklediyor. O sayede havaküre bir konferans meydanı,  zemin yüzü bir dershane,  bir  okul haline geliyor. Hava zerreleri, milyarlar ve milyarlarca teypli bir çoğaltma stüdyosu olarak hizmet verdiği sırada,  ciğerlerimizde ve damarlarımızda da çalışır.  Bitkilerin yapraklarında ve çiçeklerinde renk renk nakışlar dokur.  Bulutlarla yağmur getirir.  Çiçekten çiçeğe toz taşır. Kuşları uçurur,  apartman gibi uçakları taşır.  Işığı yayar,  harareti dağıtır. Kompresörlerle betonu deler,  kasırgalarla şehirleri yerle bir eder,  seher yeliyle şifalar  saçar.  Kulağımıza bülbülün sesini,  burnumuza  gülün kokusunu getirir. Bir hava zerresi,  bu kadar işi bir arada nasıl yapar. Cevap,  her bir zerre,  bütün bu enerji cinslerini tanıyacak ve nakledecek şekilde yapılmıştır.  Kim yapmıştır?  Şuursuz bir hava zerresinin tek başına böylesine  muazzam,  büyük işleri yapabilmesi mümkün değildir. Bu  ancak,  kudreti, ilmi,  iradesi  sonsuz bir Yaratıcının emriyle gerçekleşen bir ihsan,  bir hediyedir. Bunun gibi kainattaki her şeye  tefekkür gözlüğü ile bakarak,  mutluluğun birinci şartı olan imanı,  Allah’a  imanı  elde etmek, bütün insanların birinci görevi olmalıdır.

            Allah’ın  nimetlerini Allah’ın kullarına sunmaktan ötede hiçbir ikrama gücü yetmeyen insan, bu küçük ikramıyla hemcinslerini sevindirmekten duyduğu sevinçte yine Rabbini  tanıtan bir işaret bulunur.  Çünkü kendisini,  sevdiklerini ve kendisiyle bu dünyayı paylaşan herkesi birden  mutluluk içinde yüzdüren şey, O’nun  ikramlarından  başkası değildir.

            Allah bize hayat vermiştir. Hayatın tadını çıkartmak için akıl vermiştir. Gündüzün yorgunluğunu çıkartmak için geceyi vermiştir… Daha neler vermiştir. Sayamayacağımız kadar  nimetler vermiştir. Her şeyi bizim hizmetimiz için yaratmıştır.  Bu  ihsan dolu hayatı yaşamak gerekir. Yaşamak  sadece var olmak değildir. Hissederek,  düşünerek,  takdir ederek,  şükrederek,  zevk alarak yaşamak gerekir. İşte bu  inançla  yaşamak  mutluluğun temelidir.

            Mutluluğun temeli iman,  tevhidi,  tevhid teslimi,  teslim tevekkülü,  tevekkül iki dünya mutluluğunu gerektirir. İşte size gerçek mutluluğun formülü.

        Ünlü bilim dergisi New Scientist’in  yayınladığı araştırmalara göre,  Allah’a inanan insanlar daha mutlu ve huzurlu oluyor. Allah inancı hayata anlam kazandırıyor. Yapılan yüzlerce araştırma sonunda,  bir dine mensup olanların kendilerini daha rahat mutlu ve huzurlu hissettiklerinin belirlendiğini belirten, New Scientist,  uzmanların şu yorumunu aktardı: “Allah’a inanmak insanlarda hayatlarının bir amacı olduğunu hissini uyandırıyor. Ayrıca bir dine mensup olmak,  insana dünyada yalnız olmadığını hissetiriyor.”

            Vanderbilt Üniversitesinin araştırmasına göre,  herhangi bir işi karşılık  beklemeden yapan ya da sahip olduğu şeyi  başkasıyla paylaşan insanlar ruhi bir tatmin yaşıyorlar. British Columbia Üniversitesi  ise,  çok büyük beklentileri olanların kolay kolay mutlu olmadığını,  ama  beklentilerini kısıtlı tutanların mutluluğu daha çabuk  yakaladığını belirtti.

            Michigan Üniversitesinin 42 ülkeyi kapsayan araştırmasında evlilik hayatının mutlulukta çok önemli bir etken olduğu belirlenirken,  İllinois Üniversitesinin araştırmasına göre de,  ekonomik şartları yetersiz olanlar bile geniş,  samimi ve sıcak bir aile ve arkadaş çevresine sahipse,  ortalamanın çok üzerinde bir mutluluk düzeyini yakalayabiliyorlar.

            Mutlu olmak her insanın arzusudur.  Fakat tam manasıyla mutlu olanlar azdır. Mutlu olmanın bazı temel kuralları vardır. Örneğin,  ahlaksız,  faziletsiz,  bir kimse çok zengin olabilir,  fakat  mutlu olamaz. O halde,  mutluluğun esas temeli  ahlaktır, fazilettir, vicdanlı yaşamaktır.

            Mutluluk yenecek bir tatlı,  giyecek bir elbise,  içinde gezilecek bir araba   değildir. Mutluluk her şeyden önce iç huzurdur. Mutluluğun yatağı ve  kaynağı kendi kalbimiz,  temeli fazilet ve ahlaktır. Mutlu insanlar bencil değildir.  Bencil bir insan mutlu olamaz.  Mutlu insan başkalarına karşı kin beslemez.  Çünkü günlük yaşantısında,  kalbinde kin ve hasetle hareket eden insan mutluluğun ta kendisi olan iç huzura kavuşamaz. Başkalarının hakkını yememek,  haksızlık yapmamak,  merhametli olmak,  başkalarının hareketlerini yargılarken insaflı  davranmak da mutlu olmanın esaslarındandır. Çünkü hak yiyen,  haksızlık yapan,  merhametsiz olan bir kimse,  içinde esen bu fırtınalarla kendi iç huzurunu dağıtmış olur.

            Mutluluğu yalnız parada, zenginlikte,  şöhrette arayan insanlar, ısınmak için bir sobanın etrafında toplananlara benzerler. Ateş sönünce veya  sobadan ayrılıp dışarıya çıkınca yine üşüyecekler,  titremeye başlayacaklardır. İnsan,  mutluluğu bu gelip geçici şeylerde değil,  kendi kalbinde devamlı parlayacak olan iç huzurunu temin eden  manevi değerlerde aramalıdır. İnsan tabi ki para da kazanacaktır.  Mutluluk için para bir araçtır,  amaç olmamalıdır.  Eğer zenginlik, şöhret tek hedef ise, insan  villalarda,  saraylarda da  yaşasa mutlu olamayacaktır.

            Çoğu insanların en büyük hatası,  mutluluğu büyük işlerde,  önemli şeylerde aramalarıdır. Onu lüks otomobillerde,  görkemli villalarda,  pahalı başarılarda aramak yerine,  küçük ayrıntılarda aranmalıdır. Bu ayrıntılardan bazıları;

            Mutluluk,  gülümseyerek eve giren eşe “hoş geldin sevgilim” demek,  ya da getirdiği gonca gülü öpüp sunmasını gözlemektir…

            Mutluluk,  hayatı pozitif açılardan da görmeyi başarmaktır… Mutluluk,  alınan her nefesin bir “ikram-ı İlahi” olduğunu bilmektir.

            Mutluluk,  gerçek güzelliklerin içinde doğanların değil, çirkinliklerin bile güzel yanlarını  keşfedebilecek kadar güzellik kaşifi olanlarındır.

            Mutluluk,  kazandıklarımız veya kaybettiklerimizde değil,  içimizdedir.

            Mutluluk,  bebeğimizin kokusu,  ya da çocuklarımızın tebessümüdür…

            Mutluluk, her gülde “Muhammed’le   (S.A.V)” buluşma becerisidir..

            Mutluluk, eldekini,  avuçtakini başkalarıyla paylaşmaktır.

            Mutluluk,  menfaatsiz  ve hesapsız sevmektir…

            Mutluluk, aileyi önemsemektir.

            Mutluluk, “Bana Allah  yeter” diyerek, Allah’a teslim olabilmek,  her şartta  şükredebilmektir.

            Mutluluk için,  Allah’ın bize verdiklerini sık sık düşünmek ve kendimizden daha zorda olanlara bakmak yeterlidir.

            Tevekkül etmesini bilen umutsuzluğa düşmez. Umutsuzluğa düşmeyen  kolay kolay mutsuz olmaz.

            Mutluluk için  elimizde var olan değer ve güzellikleri keşfedelim,  sonra da olmayana ulaşmak için çabalayalım. Fakat bizi bütünüyle aşan “imkansız”a doğru koşup kendimizi telef etmeyelim. Bu bizi mutsuz eder. Mutsuzlukların çoğunun kaynağı,  ihtiraslarımızla, hasetlerimizdir.

            Mutluluk olaylara ve insanlara olumlu bakabilmedir. Olumlu ve olumsuz yönleriyle  insanı görmek,  sevmek lazımdır. İnsanları güle benzetirsek,  gülün dikenlerini inkar etmemek gerekir. Dikensiz gül yoktur.

            En büyük başarı mutluluktur. Yapılan herhangi bir  iş,  faaliyet sonucunda insan mutlu olabiliyorsa,  başarıyı yakalamış demektir. Zengin bir iş adamı,  insanları seviyorsa,  işçisinin alın teri kurumadan ücretini ödüyorsa,  muhtaçlara  yardımda bulunuyorsa  mutludur. Bunun aksi durumunda bir insan  zengin bile olsa,  başarılı olsa mutlu olabilir mi? Vicdanen rahat olabilir mi?

            İnsanlar  hayat merdivenlerinde başarı ile yükselirken,  kazanırken her şeyi mübah saymamalıdırlar.  Haram,  helal anlayışı içinde,  güçsüzlerin emeğine ve yüreğine basmadan kazanmak başarının en önemli şartlarından olmalıdır. Böyle bir başarı insanı mutlu eder.

            İnsan kazandığı başarıların getirdiği  servetle şımarmamalı,  şükretmelidir.  Şükrü yapılmayan bir başarı geçici olur.  Geçici başarılar insanı gerçek manada mutlu etmez. Mutsuz ama  başarılı birçok insan vardır. Bunlar  başarılı olurken  bazı yerlerde yanlış yapanlardır.

            Gerçek başarı,   dünya ve ahiret dengesini göz önünde bulundurarak,  her duyguyu yerli yerinde kullanarak, her şeye hakkını vererek,  aşırılıklardan uzak ve ebedi hayata yönelik tarzda bir çalışma sonucu elde edilecek bir başarıdır. Bu lezzeti geçici olmayan başarıdır. Bu yalnız bu dünyaya ait başarı değildir. Öldükten sonra da insanı sonsuz mutluluğa götürecek başarılar gerçek başarıdır. Bu da  “kulluk şuuru” na  ulaşmakla olur. Yoksa,  ölümden sonra işe yaramayacak başarı ve mutluluktan geriye,  olsa olsa  “görkemli bir mezar kalır..”

Mehmet Abidin Kartal