Etiket arşivi: Muhammed Numan Özel

Talikata Dair..

Risale-i Nur’da Talikata Dair..

Ta’likat Hakkında Bilgi verir misiniz?

Ta’likat namındaki te’lifatı, Mantık’ta bir şaheserdir.” (S: 762)

“Bilâhare Hazret-i Üstad (R.A.) -İşarat-ül İ’caz, Kızıl Îcaz, Hutbe-i Şamiye, Reçetet-ül Ulema ve Reçetet-ül Avam ve elyazı Ta’likatkitabları hariç- bütün Arabî risalelerini Mesnevî-i Nuriye şeklinde tasnif ettikleri zaman, çok kavî bir ihtimal ile bu eser Üstadımızın eline o sıra geçmemiş olsa gerektir.” (Basdıllı Ms: 339)

“Ve ilm-i mantıkta, İbn-i Sina’nın te’lifatından geçecek “Ta’likat” namında hârika bir risalesi var.” (B: 149)

Ta’likat” namında hârika bir risalesi var. İşkal-i mantıkıyeyi kıyas-ı istikraî cihetiyle on bine kadar iblağ edip, hiçbir âlimin yetişemediği bir derece-i ihata göstermiş. (T: 212 )

Ta’likat’tan

“Hem Eski Said’in ilm-i mantık noktasında bir şaheser hükmünde bulunan gayr-ı matbu’ Ta’likat’tan süzülen i’cazlı bir îcaz-ı hârikada, müdakkik ülemaları hayret ve tahsinle dikkate sevkeden, matbu’ “Kızıl Îcaz” namındaki risale-i mantıkıye Risale-i Nur’la bağlanmasına ve şakirdlerinin âlimler kısmının nazarına göstermek lâyık gördüm.” (K: 140)

Ta’likat: Mantıkta bînazir bir eserdir, nazariyat-i mantıkiyeyi tatbikata takrib eder. (A.Bediyye: 691)

Son Şahitlerde ise;

Molla Habib ve Tâlikat
Evet, Molla Habib Milis Albayı Bediüzzaman’ın ilk nur kâtibiydi.

İşârâtü’l-İ’caz tefsirinde ve Emirdağ mektuplarında sadece ismini okuyabildiğimiz böyle bir kahraman şehid, şefkat kahramanı bir annenin sevgili bir kuzusuydu muhakkak.

1970’li senelerde Nur araştırmasının sevdasıyla dolaşırken Balıkesir’in Biga ilçesinin Güvemalan köyüne uğrayarak Molla Süleyman ismindeki bir nur talebesiyle görüşmüştüm. Genç ve dinç gönüllü nur kâtibi Habib’in nereli olduğunu sorduğunda eliyle çok uzakları göstererek “tâ aksa-yı şark!” diyerek Nurların ilk kâtibi Molla Habib’in de Doğubayezitli olduğunu ifade etmişti.

Seneler çok çabuk geçiyordu. l99l yazında Bayram Yüksel Ağabeyin aydınlık gayret ve himmetleri bir hayırlı ışığın daha meydanları aydınlatmasını sağlıyordu.

Bir asra yaklaşan zamandan beri sadece Tâlikat şeklinde ismini okuyup, duyduğumuz bu müstesna Nur Külliyesi parçalarından bir parça nihayet gün ışığına çıktı. Daha önceleri “Talikat yok Irak’ın bir şehrinde, yok Suriye’de, yok İran’ın bir köyünde bir nüshası var” derken, bir eksik nüshası Ankara’da Said Özdemir’in arşivinden çıkarken, bundan bir yıl sonra da Bayram Yüksel ve Mustafa Sungur Ağabeylerin himmetleriyle meydana çıktı. Bunlardan da Risale-i Nur Mütercimi İhsan Kasım Ağabeye intikal eden Tâlikat oradan da İsmail Yazıcı’nın sanatkâr ellerine geliyordu.

Şehit Habib’in kâtibliğini yaptığı Tâlikat ismindeki mantık kitabını lügatler şöyle anlatmaktadır: “Bir eseri açıklamak üzere kenarına yazılan veya ayrıca eser olarak hazırlanan notlar. Bediüzzaman Hazretlerinin ilm-i mantık üzerine telif ettiği eserinin ismi.”

Nur Üstad Bediüzzaman’ın lahika mektuplarından mantık ilminin bir şaheseri olan Tâlikat’ın bahsi geçmektedir. Barla Lahikası’nda: “Risale-i Nurun tesvidinde çok hizmeti sebkat eden, temiz kalbli, ihlâslı güzel bir hâfız, müdakkik bir hoca olan Hâfız Halid’in” bir fıkrasında Tâlikat’tan bahis geçmektedir: “İlm-i mantıkta, İbn-i Sina’nın telifatından geçecek Tâlikat namında harika bir risalesi var. İşkâl-i mantıkıyeyi kıyâs-ı istikraî cihetiyle on bine kadar iblâğ edip, hiç bir âlimin yetişemediği bir derece-i ihata göstermiş…”

Kastamonu Lahikası’nda ise Tâlikat’ın bahsi şu şekilde geçmektedir:

“Eski Said’in ilm-i mantık noktasında bir şaheser hükmünde bulunan gayr-ı matbu Talikat’tan süzülen i’cazlı bir îcaz-ı harikada mudakkik ulemaları hayret ve tahsinle dikkate sevkeden matbu Kızıl İ’caz nâmındaki risale-i mantıkıye, Risale-i Nurla bağlanmasına ve şakirdlerinin, âlimler kısmınınn nazarına göstermek lâyık gördüm; fakat çok derindir. Bu günlerde Feyzi’ye bir parça ders verdim. Belki bir zaman Feyzi kendisi, başkasının da anlaması için dersini Türkçe kaleme alacak…”

Muhtelif yıllarda Mehmed Feyzi Ağabeye Tâlikâtın Türkçe dersini kaleme alıp almadığını sorduğumda, “Hayır yazamadım, kaleme alamadım” diye cevap vermişti.

el yazma Emirdağ Lahikasından ( hususi arşivimden )

Abdülmecid Nursî’nin Tâlikat için yazdıkları

Bu eserin baş taraflarında Merhum Abdülmecid Nursî (Ünlükul)un el yazılarıyla hüzünlü satırları bulunmaktadır. Bu satırların içinde Nur Üstad Bediüzzaman’ın da kendi mübarek elleriyle yazdığı bir kaç satırı okumaktayız. Abdülmecid Ünlükul, Tâlikat’a yazdığı ön notlarında şunları ifade etmektedir:

(Ta’likat. Arabî müsveddelerden, bilâhere elle yazılmış bir nüsha fotokopisi. Aslı Bayram Yüksel Ağabey’de.)

Hazret-i Seyda!

Merhum ve şehid Molla Habib’in dest-i hattıyla Bürhan-ı Gelenbevî’yi okur iken yazdığı “Ta’likat” namıyla takriratınızı takdim etmekle ellerinizden öper, duanızı isterim.

Abdülmecid

         Ey bu ibret-âmiz evraka bakan zât!

Birinci Harb-i Umumî’den evvel Van vilayetinde Bediüzzaman talebelerine, hususan kardeşi ve Molla Habib’e ders verirken, İlm-i Mantık’a dair te’lif ettiği ve henüz ikmal edemediği iki aded eserlerinin müsveddeleridir. Zamanın selleri içinde her iki kardeş birbirinden ayrıldılar. En-nihayet Abdülmecid namındaki göçüp (küçüğü) Ürgüp Müftüsü olup, 1940 Ürgüp’e geldi. Bu müsveddeleri o zamanın yâdigarı olarak muhafaza etmekte idi. Fakat heyhat sümme heyhat, o da gitti, o da gitti, zaman da geçti gitti. Acaba bu müsveddeleri açıp okuyacak bir kimse olacak mı? Ve öyle bir zaman gelecek mi? Heyhat, heyhat!..

Tâ be-mahşer mihnet ü derd ü gamla gezerim

Bu bize bir çiledir, ey gül (gönül) kaderle çekerim.

Abdülmecid

Bu Ta’likat namındaki risale, Bediüzzaman Said-i Kürdî’nin Bürhan-ı Gelenbevî üzerine yazdığı haşiyelerdir. Bu risale yazan halka-i dersinde bulunan en sevdiği Habib namında bir talebesi Habib Bürhan-ı Gelenbevî okur iken Bediüzzaman’ın takrirlerini haşiye şeklinde yazar idi. Bu da 1329’da idi. Birinci Harb-i Umumî koptu. Bediüzzaman ile Habib vaiz sıfatıyla Van Fırkasıyla beraber Erzurum cephesine gittiler.

Bir sene sonra dönüp Van’a geldiler. Ermeniler tarafından Van alındı. Bizler de Gevaş Kazasına çekildik. Habib orada şehid oldu. Habib’in dest-i hattıyla ve Bediüzzaman’ın ifadesiyle yazılan şu risale, muhaceret esnasında memleketten memlekete, şehirden şehire çıkıp gezmek neticesinde 1940’ta Malatya’dan Ürgüp’e müftülük memuriyetiyle geldim. Bu risale perakende bir halde evrak ve kitablar içinde dağılmıştı. Topladım, cildlettirdim. Olur ki bir zaman gelip, ilmî ve dinî bir haşr ü neşr olur. Bu gibi risaleleri okuyacak insanlar meydana çıkar ki, o zaman bu risale ne gibi bir zekâ ve ne kadar yüksek bir fikirden çıktığı anlaşılır. Fakat heyhat, ne o zaman geldi ve ne o adamlar bulundu vesselâm.

1951

Abdülmecid

***

Şu anda bir ağabey Talikat ve K. i’caz üzerine çalışmalar yapmakta bittiği zaman inşaallah kitabi olarak temin etmeniz mümkün olacak.

selam ve dua ile 

www.NurNet.Org

Dellâl-ı Kur’an Said’in vekili..

pageMuhterem Üstadıma mâruzatta bulunmak için kalemi elime aldığım zaman, ruhumda büyük bir inkişaf hissediyor ve ihtiyarsızkalemim o andaki muvakkat duygularıma tercüman olduğunu görüyorum. [1]burayı nasıl anlayabiliriz?

Elcevap: Sözler hakkında hüsn-ü şehadetiniz, bana büyük bir teselli verdi. Vazifemin bitmediğine dair bürhanlarınız gayet kuvvetlidirler, lâkin ben gayet kuvvetsizim. Fakat Cenab-ı Hakk’a tevekkül edip, o bürhanlara serfüru’ ediyorum.

Cemaata Sözler’i okumak zamanında, sendeki hissiyat-ı âliye ve fazla inkişaf ve fedakârane hamiyet-i diniye galeyanının sırrı şudur ki:

Velayet-i kübra olan veraset-i nübüvvetteki makam-ı tebliğin envârı altına girdiğin içindir. O vakit sen, dellâl-ı Kur’an Said’in vekili belki manen aynı hükmüne geçtiğin içindir. [2]


Yani bir insan ders okurken veya birisine bir şeyler izah ederken veya tefekkürle okuduğu zaman Dellal-ı Kur’an olan üstadımız Bediüzzamanın ders verme makamına çıkmaktadır. Gelen mana ve ilhamlar ise tamamen bu makamındandır, insanın kendisinden değildir. Bu sebepledir ki ders okuyan kimseler o esnada manalar sanki arı gibi hücum ediyor.


Ders okurken kaydedilse ve dersten bir gün sonra insan o dersi tekrar dinlese o ders esnasında ki ne feyzi ve nede manaları tekrar hisseder.

Ders esnasında bir şahs-ı manevi atmosferinin ve derse iştirak eden ruhaniyetin vücudunun verdiği sirayet ise o derste bulunanlara sirayet eder. Derste insan ders ortasında eline baksın üzerinde bir nuraniyeti alenen görecektir. Rabbim istikametli hizmetler eden tüm kardeşlerimizi muvaffak kılsın ve istifadelerini azim eylesin.

Selam ve Dua ile


[1] Barla Lahikası ( 27 )

[2]Barla Lahikası ( 253 )

www.NurNet.Org

Ötelemek Ve Ertelemeyi Bilmeliyiz!

Ötelemek Ve Ertelemeyi Bilmeliyiz

“Vicdanın anasır-ı erbaası ve Ruhun dört havassı olanirade, zihin, his, latife-i Rabbaniye, herbirinin bir gayat-ül gayatı var!

Ø  İradenin ibadetullahtır.

Ø  Zihnin marifetullahtır.

Ø  Hissin muhabbetullahtır.   

Ø  Latifenin müşahedetullahtır.

ve  TakvaDenilen ibadet-i Kâmile, dördünü tazammun eder. Şeriat şunları hem tenmiye, hem tehzib, hem bu gayat-ül gayata sevkeder.”[1]

Kat’iyyen bil ki:Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi iman-ı billahtır. Ve insaniyetin en âlî mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billah içindeki marifetullahtır. Cinn ü insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en safi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.

Evet,bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve safi lezzet elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenab-ı Hakk’ı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara; ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. Onu hakikî tanımayan, sevmeyen; nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama manen ve maddeten mübtela olur.” [2]

Malumdur ki her insanda nefs-i emmare bulunmaktadır ama maddi ama manevi nefs-i emmare.. Nefs-i Emmarenin isminden de belli olduğu gibi emreder, cebreder ve istediği şeyi cebren ve hile ile yaptırmak için havada taklalar atar yeter ki o istediği şey olsun. Baktı yaptıramıyor mu o zaman insana sıkıntı vermeye başlar. Mesela bir şeyi yemek istiyor, içmek istiyor onu elde edene dek her şeyi yapmaya gayret eder. Elde ettikten sonra gözünü başka şeye diker. Bu defa ona çalışır.

Nefs-i emmareyi aktif eden ve eline malzeme veren ise gene biziz. Çünkü alakadar olduğumuz her şey nefs-i emarenin rotasını belirliyor. Teşbihte hata olmasın “tavşan kaç, tazı tut!” bu işlemi yapan gene biziz. Mesela serendip adasında, Hz. Adem (a.s.)’ın dünya nüzulünde oturduğu iddia edilen kaya hakkında malumatımız olmazsa, o kayayı merak etmeyiz. Bu bilmeklerin ve malumatların hepsi nefs-i emareye malzeme oluyor. Adeta içtiğimiz bir çay vücudumuza girmesiyle, vücudda çay olarak kalmadığı gibi..

Nefs-i emarenin bazı tabirleri ise “Nefs-i emmare elbette hevesat-ı rezile ile ve nefsanî müştehiyat ile onu aldatamaz, çabuk o nefsin belasından kurtulur.” [3] “Hem en ziyade sana zarar veren nefs-i emmarene ve heva-inefsine adavet et, ıslahına çalış.” [4]Nefs-i emmare tahrib ve şer cihetinde nihayetsiz cinayet işleyebilir; fakat icad ve hayırda iktidarı pek azdır ve cüz’îdir.” [5]Enaniyet ve nefs-i emmare sizi aldatmasın.”[6]

Bu mehazlerden tezahür eden mana ise;

a)      nefs-i emmare, hevesat-ı rezile ve nefsanî müştehiyat ile insanı aldatmak yolunu tutar.

b)      İnsana en fazla zarar veren şeylerden olan nefs-i emmarene ve heva-i nefsidir.

c)       Tahrip ve şer cihetinde nefs-i emmare istediğini elde edene dek durmadan önüne geleni grayder gibi toplar götürür.

Hal böyle olunca düşmanın en kuvvetlisi insanın nefsidir diye tezahür eden mana oluyor.

İnsan hayatında bazı haz ve lezzetleri ötelemeyi, tehir etmeyi, ertelemeyi bilmesi gerekmektedir. Aksitaktirde insan hem çok perişan olur hem de çok perişan eder. Mesela İnsanların hayat-ı içtimaiyesinde en kuvvetli medar olan gençler, delikanlılar, şiddet-i galeyanda olan hissiyatlarını ve ifratkâr bulunan nefis ve hevalarını tecavüzattan ve zulümlerden ve tahribattan durduran ve hayat-ı içtimaiyenin hüsn-ü cereyanını temin eden; yalnız Cehennem fikridir. Yoksa Cehennem endişesi olmazsa “El-hükmü lil-galib” kaidesiyle o sarhoş delikanlılar, hevesatları peşinde bîçare zaîflere, âcizlere, dünyayı Cehenneme çevireceklerdi ve yüksek insaniyeti gayet süflî bir hayvaniyete döndüreceklerdi.”[7]  “Nev’-i insanın üçten birisini teşkil eden gençler, hevesatları galeyanda, hissiyata mağlub, cür’etkâr, akıllarını her vakit başına almayan o gençler, âhiret imanını kaybetseler ve Cehennem azabını tahattur etmezlerse; hayat-ı içtimaiyede ehl-i namusun malı ve ırzı ve zaîf ve ihtiyarların rahatı ve haysiyeti tehlikede kalır. Bazı bir dakika lezzeti için bir mes’ud hanenin saadetini mahveder..”[8]

Gençleri elde eden kim olursa olsun emeline daha sühuletli muvaffak olur. Bu ister hayr ister şer manada olsun.“Gençlik damarı, akıldan ziyade hissiyatı dinler… His ve heves ise kördür, akibeti görmez. Bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzete tercih eder.” [9] Bu sebeple insanlığın bel kemiği, damarındaki kan gibidir gençlik. Aklî değilde his, heves ve arzularına göre hareket ise delikanlı olan gençlerde en bariz görünen hatadır. İhtiyarlara sorduğumuzda “aman şunu yapın, bunu yapmayın, önünüze bakın..” gibisinden bir çok şey işitiyoruz. Neden diye düşünüp eşinip tahlil ettiğimizdeGençlik damarı onlardan geçmiş, akıldan ziyade hissiyatı dinleyecek zaman geçmiş… His ve hevesin körlüğü geçmiş ve artık akibeti net görür hale gelmiştir.

Evlilik ve bazı şeyleri yaşamak her insan fıtratında yani sisteminde var. Ama bunu öteleyenler daima kazançlı çıkacaktır. Ötelemeyip helal haram demeden rast gelenle şehvetini tatmin etmek yolunu tutanlar ise hem dünyada “evhamlı hastalıkla”[10] hem kabirde “tecrid-i münferidle” [11] “beş-on senelik gençliğin gayr-ı meşru zevki için, dünyada çok seneler gam ve keder ve berzahta azab ve zarar ve âhirette cehennem ve sakar belasını çeken adam, en acınacak bir halde olduğu haldeاَلرَّاضِى بِالضَّرَرِ لاَ يُنْظَرُ لَهُsırrıyla hiçacınmaya müstehak olamaz. Çünki zarara rızasıyla girene merhamet edilmez ve lâyık değildir.[12]

Gençliği şehvetle vurmak isteyen islam düşmanlı yani zındıka cereyanı her bir yolu deneyerek ne kadar keklik avlarsak kardır düşüncesiyle hareket ediyorlar. “İslâmiyet ve Kur’an aleyhinde dehşetli tahavvüller ve tahribler yapılıyor ve cihanın en namdar ordusunun bin senelik cihad-ı diniye ile geçen parlak mazisi ve o mazide medfun muhterem ecdadı, yeni nesillere ve mektebli talebelere unutturulmaya çalışılıyor ve mazi ile irtibatları kesilerek bir takım maskeli ve sureta parlak kelâmlarla iğfalatta bulunularak, komünizm rejimine zemin hazırlanıyordu! İslâmiyet’in hakikatında mevcud maddî-manevî en yüksek terakki ve medeniyet umdeleri yerine; dinsiz felsefenin bataklığındaki nursuz prensipler, edebsiz edib ve feylesofların fikir ve ideolojileri; gizli komünistler, farmasonlar, dinsizler tarafından telkin ediliyor ve çok geniş bir çapta tedris ve talime çalışılıyordu. Bilhâssa İngiliz, Fransız gibi İslâm düşmanlarının İslâm âlemini maddeten ve manen yıpratmak, sömürmek emellerinin başında kahraman Türk Milletinin dinî bağlardan uzaklaştırılması; örf âdet, an’ane ve ahlâk bakımından tamamen İslâmiyete zıd bir duruma getirilmek plânları vardı ve bu plânlar maalesef tatbik sahasına konmuştu![13]  zahirde çeşitli gayr-i ahlaki dizi film klip şarkı namı verilen hakikatte vıcık vıcık müstehcenlik kokan hırıltılardan ibaret olan şeylerle gençlik başta olarak toplum şuursuzlaştırılarak embesil yapılı bir toplum tipi oluşturulmaya çalışıyor.

“Şuur ile okunduğunda” [14] insanın adeta kainatı ihata etmiş çepeçevre sarmış olan latife, his, istidat ve kabileiyetlerini söndürmek emelinde olan zındıka cereyanı ve bu cereyanın kuklası olan taşeron kurum ve kişiler insanın hayatını sadece “batın ve fercin hizmetine münhasır” [15] zannettirmek için var güçleriyle çabalıyorlar. Gayeye ulaşmak için her yolu mübah gören bu zındıka cereyanına karşı müminler olarak, hitabat-ı ahirzaman müezzini Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin ikazına kulak verelim!

“Ey insan!Fâtır-ı Hakîm’in senin mahiyetine koyduğu en garib bir halet şudur ki: Bazan dünyaya yerleşemiyorsun. Zindanda boğazı sıkılmış adam gibi “of, of” deyip dünyadan daha geniş bir yer istediğin halde, bir zerrecik bir iş, bir hatıra, bir dakika içine girip yerleşiyorsun. Koca dünyaya yerleşemeyen kalb ve fikrin, o zerrecikte yerleşir. En şiddetli hissiyatınla o dakikacık, o hatıracıkta dolaşıyorsun.

Hem senin mahiyetine öyle manevî cihazat ve latifeler vermiş ki; bazıları dünyayı yutsa tok olmaz. Bazıları bir zerreyi kendinde yerleştiremiyor. Baş, bir batman taşı kaldırdığı halde; göz, bir saçı kaldıramadığı gibi; o latife, bir saç kadar bir sıkleti, yani gaflet ve dalaletten gelen küçük bir halete dayanamıyor.

Hattâ bazan söner ve ölür. Madem öyledir; hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma! Dünyayı yutan büyük letaiflerini onda batırma. Çünki çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir cihette yutar. Nasıl küçük bir cam parçasında; gök, yıldızlarıyla beraber içine girip garkoluyor.

Hardal gibi küçük kuvve-i hâfızanda, senin sahife-i a’malin ekseri ve sahaif-i ömrün ağlebi içine girdiği gibi; çok cüz’î küçük şeyler var, öyle büyük eşyayı bir cihette yutar, istiab eder.” [16]

Bizlere elzem olan şey ise insanın hayatında bir hazırlık yeri olan “dünya, Ahirete vesiledir.” [17] ahirette kelek yok. Yani Cennet ektim Cehennem çıktı gibi bir şey yok. “eken, biçer”[18] ne ektiysek mahsulat da o cinsten olacağını her akıl sahibi bilir.

   Bu sebeple şehevi duygularımızı helal yollarla tatmin etmek ve harama gitmemek ve dünyayı ihata eden latifelerimizi basit bir iki şeyde berbat etmemek için gayret edelim. eğer helal nasip olmamışsa bu arzuları öteleyip, erteleyelim ve mümkün olan en kısa zamanda helalin nasip olması için gayret edelim, vesile olalım. Evlilikte  Küfüv yani denklik cihetini göz ardı etmeyelim. Sadece surete, güzelliğe aldanan kimselerin bir süre sonra boşandıkları yadsınamaz. İslami aile yapısını ifsad edip bozmak isteyen sanat namı altındaki müstehcenlikten ibaret olan şeylere karşı ailemizden başlayıp çevremizi de tenvir edelim, ikaz edelim.

Eğer düşmüş çıkamıyorsak ne mi yapalım? düşmeyen kimselerle beraber Risale-i Nur dersleri ve ibadetlerimizi yapalım. Unutmayalım ki doğrularımızın %’lik oranını arttırdığımızda, yanlışlarımızın oranı azalacaktır.“boş vaktimizi sıkıntılı hülyalar yerinde Kur’andan bildiğimiz sureleri okumak ve manalarını bildiren arkadaşlardan öğrenmek ve kazaya kalmış farz namazlarımızı kaza etmek ve birbirinin güzel huylarından istifade..”[19] ederek bu dünya hayatını ahirette meyve verecek bir surete çevirmeye gayret edelim.

“Cenab-ı Hak bizi ve sizi, bu zamanın cazibedar fitnesinden kurtarsın ve muhafaza eylesin, âmîn…”[20]

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

 


[1]Hutbe-i Şamiye ( 136 )

[2]Mektubat ( 222 – 223 )

[3]Lem’alar ( 219 )

[4]Mektubat ( 265 )

[5]Sözler ( 320 )

[6]Lem’alar ( 160 )

[7]Asa-yı Musa ( 216 )

[8]Asa-yı Musa ( 43 )

[9]Sözler ( 148 )

[10]Sözler ( 147 )/ Kastamonu L. ( 158 ) / Gençlik R. ( 33 )

[11]Sözler ( 142 )

[12]Sözler ( 147 )

[13]Tarihçe-i Hayat ( 154 )

[14]Sözler ( 322 )

[15]Sözler ( 126 )

[16]Lem’alar ( 136 )

[17]Mesnevi-i Nuriye ( 91 )

[18]Tarihçe-i Hayat ( 498 ) / Emirdağ L. ( 135 )

[19]Asa-yı Musa ( 19 )

[20]Sözler ( 147 )

www.NurNet.Org

Bu Hizmet, Kafa Feneri ile Yürümez!

Bu Hizmet, Kafa Feneri ile Yürümez!

“Bir insanı yakalamak ve kendine çekmek; onun o hissini okşamakla kendine bağlar, hem onun ile onu mağlub eder. Kardeşlerim hakkında en ziyade korktuğum, bunların bu zaîf damarından ehl-i ilhadın istifade etmek ihtimalidir. Bu hal beni çok düşündürüyor. Hakikî olmayan bazı bîçare dostlarımı o suretle çektiler, manen onları tehlikeye attılar.”[1] Hakiki her nur talebesi Risale-i nur ölçülerine göre hareket eder. Bazen bazı aldatan ve aldananlar tarafından nur talebeleri aldatılmak istenir ve kısmen de aldanırlar. Bu aldatmak taktiği tarihin her sürecinde karşımıza çıkmıştır ve çıkmaktadır ve çıkacaktır. Bu imtihanın sürecinin faslındandır. Burada bize düşen şuurlu olmak vasıtasıyle bu çeldiricilere aldanmamaktır.

Bir komite düşünün ki her yere sokulmuş ve bünyeye girdikten sonra desise ve cezbezelerle hizmetin omurgasına yerleşmeye çalışmış ve yer yer bunda muvaffak olmuştur bu zındıka komitesi..

Her yere sokulan ve çok şekillere giren bu komiteyi tarihçe-i hayat’ı okuyan herkes varlığından haberdar olmuştur. “Efendiler! 30-40 seneden beri ecnebi hesabına ve küfür ve ilhad namına bu milleti ifsad ve bu vatanı parçalamak fikriyle, Kur’an hakikatına ve iman hakikatlarına her vesile ile hücum eden ve çok şekillere giren bir gizli ifsad komitesine karşı, bu mes’elemizde kendilerine perde yaptıkları insafsız ve dikkatsiz memurlara ve bu mahkemeyi şaşırtan onların Müslüman kisvesindeki propagandacılarına hitaben, fakat sizin huzurunuzda zahiren sizin ile birkaç söz konuşacağıma müsaade ediniz.”[2]Bu metni okuyupta dehşete düşmemek elde bile değil. Öyle bir komite ki, hem Kur’an hem iman hakikatine hücum ediyor.

Hem bu milleti ifsad ve vatanı parçalamak peşinde.

Hem Müslüman görünümlü ( demek ki Müslüman değil!).

Hem çok şekillere giriyor ( sanki bukalemun gibi)..

işte böyle bir komİte… çok entrikalar çeviriyorlar. Yaptıkları bu enterasan ve acip işler ve çevirdikleri dolaplar sebebi ile “bütün münevverlerin kalbleri sızlamış ve hattâ ağlamış, dişleri gıcırdamıştır.”[3] Ama şuurunu kaybettirdikleri ise bu komitenin icraatlarını ya görmüyor, ya susturuluyorlar. Belkide “Nev’-i insanın yüzde sekseni ehl-i tahkik değildir ki, hakikata nüfuz etsin ve hakikatı hakikat tanıyıp kabul etsin. Belki surete, hüsn-ü zanna binaen, makbul ve mutemed insanlardan işittikleri mesaili takliden kabul ederler. Hattâ kuvvetli bir hakikatı, zaîf bir adamın elinde zaîf görür ve kıymetsiz bir mes’eleyi, kıymettar bir adamın elinde görse, kıymetdar telakki eder.”[4] Bu meseleye takılıp kalıyorlar. Makam-ı kazip sahiblerini çok büyüttüğü için aleminde sesini çıkartamıyorlar. Her neyse..

“Bu gizli din düşmanları ve münafıklar çoktandır anladılar ki, Nur talebelerinin kefenleri boyunlarındadır. Onları Risale-i Nur’dan ve üstadlarından ayırmak kabil değildir. Bunun için şeytanî plânlarını, desiselerini değiştirdiler. Bir zayıf damarlarından veya safiyetlerinden istifade ederiz fikriyle aldatmak yolunu tuttular. O münafıklar veya o münafıkların adamları veya adamlarına aldanmış olanlar dost suretine girerek, bazan da talebe şekline girerek derler ve dedirtirler ki: “Bu da İslâmiyete hizmettir, bu da onlarla mücadeledir..”[5]Çeşitli şeyleri safi nurcuların önüne koyarak o nur talebesinin nurlarla olan meşguliyetini azaltarak alemini dağıtmak peşindedirler. Bu komitenin adamları “bir takım kandırışlarla sırf o Nur talebesinin Nurlarla olan meşguliyet ve hizmetini yavaş yavaş azaltmakla ve başka şeylere nazarını çevirip, nihayet Risale-i Nur’a çalışmaya vakit bırakmamak gibi tuzaklara düşürmeye çalışıyorlar. Veyahut da maaş, servet, mevki, şöhret gibi şeylerle aldatmaya veya korkutmakla hizmetten vazgeçirmeye gayret ediyorlar.” [6] bu sebeple her meslek ve meşrebin içine az çok sızmış olan bu adamlara karşı müteyakkız davranmak elzemdir. Yoksa Konya yerine hanyaya götürürler sen bunu anlayana dek iş işten geçer; ama dönemezsiz

Mesela birisi üstadın talebeleri aleyhinde konuşuyorsa, ve Bediüzzamanın varislerini nazarlardan düşürtmek yolunu tutmuşsa ve buna gayret ediyorsa adımız gibi bilmeliyiz ki Bu ya içimize sızmış, ya bu münafıklara aldanmış, veya aldananlara aldanmıştır. Üstadımızın varislerine itibarı kırıp onların yerine kendisini koymaya çalışmaktadır. Postnişinlik gütmektedir.

Hizmette istikametin şartlarından birisi de üstadımız Bediüzzaman’ın varisleri ile beraber olmak ve bu ağabeylere ve kurdukları neşriyatlara da sahip çıkmaktır.

Şayet sembolik olarak ağabey denilip, üstadın sadece yemeğini yapmış, temizliğine bakmış, ellerinden öperiz saygımız sonsuzdur; ama beraber değiliz veya biz daha iyi biliyoruz gibi şeyler ileri sürenlerden uzak durmak elzemdir.

Madem üstadımız“kahraman kardeşlerime vasiyet ediyorum. Onlara bırakıyorum ki; emr-i hak olan ecelim geldiği zaman, benim arkamda o metrukâtım, benim bedelime o sadık ve mübarek ellerde hizmet-i Nuriye ve imaniyede çalışsın ve istimal edilsin.”   [7]  ve “bütün talebelerin fevkinde diyerek değil, benim en yakınımda hizmetimde olup bir derece tam tarz-ı hareketimi bilenler ve yakından görenler içinde, dört-beş adamı mutlakvekilyapıyorum. Ben ölsem veya hayatta şuursuz kalsam, Nurlara karşı hizmetimin tarzını bilerek tam yapabilsinler. Şimdilik Tahirî, Sungur, Ceylan, Hüsnü ve bir-iki adam daha mutlakvekilim olarak vasiyet ediyorum.” [8] dedi o halde bizler varsa bir meziyetimiz bu meziyeti bu ağabeylerimizle beraber hareket edip onların yanında ve sayesinde hizmete destek vermeliyiz. Aksi halde “Ateş böceğinden daha sönük kafa fenerinle nasıl şu güneşlere karşı gelebilirsin?” [9] kendi malumat ve efkarınla hareket edersen, bencelerine güvenip yürürsen hüsrana uğrar ve keşmeşten kurtulamazsın.

Bediüzzaman Said Nursi bu hizmet, hizmet edinde kafanıza göre, işkembenize göre dememiş ve varislerini hizmetin başına koymuş bir nevi muhafız ve müdebbir gibi. Lakin hizmetin inkişafı hususunda “herbirinizi derecesine göre birer Said ve birer vârisim ve benim yerimde Nurların birer bekçi muhafızı..” [10] olarak tayin etmiştir.

Bahtiyar o kimse ki kafa fenerine göre hareket etmez.

Bedbaht o kimse ki kafa fenerinin ışığına itimad eder ona göre hareket eder.

Bahtiyarlardan olmak duası ile

Muhammed Numan ÖZEL

 


[1] Mektubat ( 412 )

[2] Tarihçe-i Hayat ( 418 )

[3] Şualar ( 547 )

[4] Mektubat ( 370 )

[5] Tarihçe-i Hayat ( 691 )

[6] Tarihçe-i Hayat ( 691 )

[7]Emirdağ Lahikası-1 ( 136 )

[8]Emirdağ Lahikası-2 ( 233 )

[9]Sözler ( 309 )

[10]Emirdağ Lahikası-2 ( 6 )

 

www.NurNet.Org

Said özdemir Ağabeyimin Cenaze Merasimi

Said özdemir Ağabeyimin Cenaze Merasimi

 

Said ÖZDEMİR Ağabeyimizi vefatından bir hafta evvel 60 yıllık hayat arkadaşı olan Rahime teyzemizin cenaze taziyesinde gördüm. Ağabeyimizi görmek ve hasbihal etmek için yola çıktım. Kendisini öz Elif sitesinin altında taziye kabul yerinde gördüm.

 

Eyüp EKMEKÇİ Ağabeyimi de gördüm. Gündüz ise Nurcuların ağabeyi Abdullah YEĞİN Ağabey ve Hüsnü BAYRAMOĞLU Ağabey ve daha nice nur talebesi Said Ağabeyimize moral olmak ve taziye sunmak için gelmişti.

 

Said ağabeyimle ve daha nicelerle görüştük orada. Said ağabeyimin dizinin dibine oturdum hal hatır.. mesrur olmuştum Ağabeyimi görmekle. Gecenin geç saatlerinde 00:30 gibi evinde tekrar gördün akaribi ile hem haldi. Küçük ve hususi odasında idi..

 

Ben rahatsızlık vermek istemedim selam verip ayrıldım. Meğerki son görmem olacakmış bu ağabeyimi. Ertesi gün yapacağım bir hizmet var mı diye sordum ama benlik bir şey yoktu. Yola koyuldum geldim. Otobüste mi yoksa başka zaman mı hatırlamadığım bir rüyamda bizler Ankara yönüne giderken Said ağabeyim (r.h.) bizim geldiğimiz istikamete teleferikle gidiyordu. Net bir surette ağabeyimi gördüm. Uyandım bir mana veremedim bu rüyaya ve halende tam mana veremiyorum.

 

Birkaç gün sonra said ağabeyimin rahatsızlandığını duydum ve hatta yalan haber yapan bir sitede ağabeyimin vefat ettiğini duyuran bir kazip haber yayınlandı. Ben de tahkik ederek yalan haber olduğunu yazdım ve sanal ağda Said Ağabeyim hayatta olduğunu ve herkese bunu yaymasını rica ettim.

 

Said Ağabeyimin sağlık durumu hakkında gün aşırı haberler aldım. Cuma sabahı 05:45 gibi telefonum çaldı. Isparta üstadımın evinden Hurşit ağabey aradı ve “Said Ağabeyimin vefat ettiğini duyduk doğru mu?” dedi.

 

Ben de tahkik ettim ve haber doğru.. kalktım abdest aldım ve o gün iki göz iki çeşme olarak ortalıkta idim. Gönlüm hemen yola revan olmak istedi ama muhtelif esbap sebebi ile o gün gidemedim. Watsap gruplarından hatim zinciri bşalattım ve ertesi gün sabahtan 4 araba dolusu Said Ağabeyimi teçci etmeye gittik.

 

İndiğimizde yoğun güvenlik önlemlerini ve her yerden bizim gibi gelenleri gördüm mesrur oldum. Abdest almak istediğimde Hüsnü BAYRAMOĞLU Ağabeyim de geldi onu da gördük. Hacı Bayram Camii bahçesinde ağabeyim oturdu ve cemaat taziye sunmaya başladı. Kendisine taziye yeri hakkında malumat verdim ve Said Ağabeyimin yanına geldim. Kur’anlar, cevşenler okunuyordu. Bende ağabeyimin yanında yerimi alıp okumaya başladım. Çok tanıdık simaları gördüm. Namaza 15 dk kalmıştı. Bu kalabalığı cami almaz diye düşünüp dış minberin orada yerimi aldım. Diyanet işler Başkanı geldi ve namazları kıldırdı. Kendisi Hüsnü BAYRAM Ağabey’e de taziye sundu. Devlet ricalinden eşhasta vardı. Namazı tıklım tıklım bir şekilde kıldıktan sonra Said Ağabeyimi teşyiciler aldılar. Yaklaşmam mümkün olmayacağını anlayınca izdihama girmedim. Bu esnada latif bir yağmur rahmeti başladı ve tebessüm edip dedim ki “sema dahi ağlıyor.” “Hem çok eski, hem çok sadık, hem çok muktedir, sebatkâr Medrese-i Nuriye kahramanlarından Marangoz Ahmed’in o medresenin üstadı olan merhum Hacı Hâfız’ın kerametli vefatına dair güzel, hazîn mektubunda, o Medrese-i Nuriye’nin şakirdlerinin, o merhum üstadlarına karşı gösterdikleri dindarane vaziyet ve yağmurun zahmet vermemek ve onları ıslatmamak ve üşütmemek için durması, iş bittikten sonra başlaması, o merhum zâtın ruhuna büyük rahmetlerin nüzulüne emare… Cenab-ı Hak o rahmet katreleri adedince ona ve onlara rahmet etsin, âmîn.” [1] bu mektupta geçen hadise cami bahçesinde tahakkuk etti. Bu arda kabristana gitmek istedim ama kafileden kopmuştum.

 

Sabahaddin AKSAL Ağabey’i bu esnada gördüm karşısına geçip selam verip kendimi taktim ettim ve beni tanıyarak musafaha ettik. Koluna girip bir abimizle beraber kabristana gittik. Yolda bir mikdar Sabahaddin Ağabeyimle hasbihal ettik. Kendisi Yozgatta ciddi ve kayda değer hizmetleri olmuştur. Allahım razı olsun kendisinden.

 

Cebeci asri mezarlık 4. Kapı girişi kısmında Medfun olacak ağabeyimin yanına geldik ve defn işlemi bitince sağanak halde rahmet başladı. Sanki defin bitmesini bekledi. “(Ehl-i dalaletin ölmesiyle, semavat ve zemin, onların üstünde ağlamıyorlar.) Ve mefhum-u muhalif ile delalet ediyor ki: “Ehl-i imanın dünyadan gitmesiyle, semavat ve zemin, onların üstünde ağlıyor.” Yani: Ehl-i dalalet, madem semavat ve arzın vazifelerini inkâr ediyor. Manalarını bilmiyor. Onların kıymetlerini iskat ediyor. Sâni’lerini tanımıyor. Onlara karşı bir hakaret, bir adavet ettiğinden elbette semavat ve zemin, onlara ağlamak değil, belki onlara nefrin eder, onların gebermesiyle memnun olurlar. Ve mefhum-u muhalif ile der: “Semavat ve arz, ehl-i imanın ölmesiyle ağlarlar.” Zira ehl-i iman ise (çünki) semavat ve arzın vazifelerini bilir. Hakikî hakikatlarını tasdik ediyor. Ve onların ifade ettikleri manaları iman ile anlıyor. “Ne kadar güzel yapılmışlar, ne kadar güzel hizmet ediyorlar.” diyor. Ve onlara lâyık kıymeti veriyor ve ihtiram ediyor. Cenab-ı Hak hesabına onlara ve onlar âyine oldukları esmaya muhabbet ediyor. İşte bu sır içindir ki, semavat ve zemin, ağlar gibi ehl-i imanın zevaline mahzun oluyorlar.” [2] Sabahaddin ağabeyle mezarlıkta ayrıldık ve o sağanak rahmeti başlayınca semaya baktım. Sadece bizim üzerimizde rahmet var. Dört taramızda hava açıktı. O sağanakta kimse kaçmıyordu. Ağabeyimi uğurlamak için bekliyordu. Bir poşet elime geçti o anda açtım 4 kişi altında bekledik olduğumuz yerde. O kadar ıslanmıştık ki gece yozgata döndüğümde halen üstüm ıslaktı.

 

Said Ağabeyimin Ankaraya getirdiği Ubeyd Ağabeyimi gördüm sesi çıkmıyordu, musafaha yaptık. Laakal 20 sene Said Ağabeyimle Ankarada hizmet ettikten sonra istanbulda hizmet etmek için gitti ve Ahmet AYTİMUR Ağabeyimle beraber 10-15 sene kadar hizmete devam etti canla başla tam bir ihlas ve fedakarlıkla..

 

Bir ay içinde iki ana kolonu çökmüş aleminde iki değer vefat etmişti. Kendimi yerine koydum ve düşündüm benimde sesim kesildi. Ubeyd ağabeye van hayatın mı aklına gelid dedim. Tebessüm etti ama gene de sesi çıkmadı. Ubeyd ağabeyimle taziye evine gittim. Çok tanıdık simalar vardı. 10 senedir görmediğim kardeşleri, 15 senedir görmediğim ağabeyleri gördüm.

Hüsnü ağabeyimiz de geldi ders okudu ve başka eşhas da vardı. Abi ve kardeşlerimiz gelenlere yemek ikram etmek için yarışıyorlardı. Yozgattan gittiğimiz kardeşler bu ikram vs hizmetlerde ortalıkta şahbaz gibi pervane oluyorlar dönüyorlardı.

 

Said ağabeyim için hediye cevşenler dağıtıldı. Kardeşler bu işte de gene pervane gibi idi. Buradan medresemize gittim. Kalabalık bir cemaati gördüm kısa bir an sonra yola revan olduk. Gece yozgata gelmiştik. Ama yorgunluktan uyumuştum.

 

Birkaç gün sonra 692 hatimin duasını yaptık. Ağabeyimiz vesilesi ile dağıttığımız hatimlerin..

 

Elime telefonu aldım Said Ağabeyimi aramak istedim.. ama artık Said Ağabeyim ahirete irtihal etmişti.

 

Nice projesi vardı ağabeyimin.

 

Mesela: Risale-i Nurun Neşir Tarihi sürecini müdafaalar olarak neşretmek..

Risale-i Nurun Okullarda ders kitabı olması..

Neşir nüshalarının Osmanlıca aslını, yeni yazı ile beraber mukayeseli neşretmek..

 

Hülasa: Balık susu, Said Ağabeyim hizmetsiz yaşayamaz.

 

Abdülkadir BADILLI ve Rüştü TAFRAL Ağabeylerim mefta olduğunda demiştim omuzumdaki yük arttı. Şimdi iki varis ve naşir ağabeyim olan Ahmet AYTİMUR ve Said ÖZDEMİR Ağabeylerimin vefatı ile o ağırlığı daha da hissediyorum. Biliyorum ki bir sinek gibiyim, o kartalların makamlarından bahsederim. Makamları değil yaptıkları hizmete talibim. “Talebeliğin hâssası ve şartı şudur ki: Sözler’i kendi malı ve te’lifi gibi hissedip sahib çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini, onun neşir ve hizmeti bilsin… Talebe ise, Kur’an-ı Hakîm’in dellâlı cihetinde ve hocalık vazifesindeki şahsiyetimle münasebettardır.”[3]

 

Rabbim nice nice Bu ağabeylerimiz gibi cevval nur talebeleri halk eylesin. Ruhları için El Fatiha..

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Emirdağ Lahikası-1 ( 213 )

[2] Sözler ( 638 )

[3] Mektubat ( 344 )

 

www.NurNet.Org