Etiket arşivi: Muhammed Numan Özel

Kendini Kötü mü Hissediyorsun?

insan ile ilgili görsel sonucu

Kendini Kötü mü Hissediyorsun?

 

İnsan on sekiz bin alemin gelip geçtiği ve ziyâret ettiği ve kesiştiği bir kavşak noktası hükmündedir. Bu âlemler ise bir biri ile farklıdır. Bu fark sebebi iledir ki insanın bir ânı bir ânını, bir düşüncesi bir düşüncesini, bir hayâli bir hayâlini.. tutmamaktadır.

 

Bizim alâkadar olduğumuz ve ilgilendiğimiz her şey ise bu alemlerden birisine gitmektedir. Bir nevi biz o şeyle alakadar olarak o şeyi alemimize alıyoruz ve ona muvafık olan otobüs gelene dek durakta beklemeye davet ediyoruz. Yani bir nevi bilet kesip, davetiye gönderiyoruz.

 

Malumdur ki yolcusu olmayan durakta otobüs durmaz. O halde bizlerin hangi otobüse göre yolcu alacağımıza dikkat etmeliyiz. Bitki hücresinde var olan hücre duvarı nasıl seçici geçirgenlik hâsiyetini gösteriyorsa, bizler de şuur duvarı ile seçici geçirgenlik göstermeliyiz. Şâyet şuursuzluk gösterip her gelene “geç!” deyip terminale çevirirsek dimağımızı/kafamızı tarumar olamamak elden gelmez. Bir nevi terminâl gibi olan insan hayatında her hâdise her düşünce her hayâl ve düşünce insanı tesiri altına almaktadır.

 

Her şeyin bir sistemi bir işlevselliği vardır. Yerinde kullanılmazsa hem işlevine göre kullanılmamış hemde yapmak istediğimiz ğayemize ulaşamayız. Mesela diş macunu göze sürülmez, acı biber tatlının içine koyulmaz.

 

O hâlde On Sekiz Bin Âlem kadar trafiği olan bu kesişme noktası ve kavşağı olan insan doğru şeylerle alakadar olmalıdır. Doğru şeyle alakâdar olmak bir şeyi işlevselliğine göre kullanmaktır. Bulaşık makinasında çamaşır, çamaşır makinasında bulaşık yıkanmaz. Yıkamayı denerse hem makine hemde yıkamak istediklerimiz zarar gördüğünü göreceğiz.

 

Şâyet bizler de doğru yerde, doğru zamanda, doğru kişilerle beraber olmazsak yanlış yaparız. Yer ve zaman doğru ama kişiler yanlış olursa yaptığımız doğru değil yanlış olur. Bir şeyin doğru olabilmesi ise tüm şartların doğru olmasından geçmektedir.

 

Bu şartlar yerine gelmemişse şâyet, kendimizi kötü hissederiz. Kendimizi kötü hissediyorsak doğru şeylerle meşgul olmuyoruz demektir.

 

Bunu neticesinde ise insanda kabz ve bast hâleti insanda tezahür eder. Bu hâletleri bizler alemimize aldığımız şeye göre değişmektedir. Tabir-i aherle her şeyi kendimiz yapıyoruz sonra meyvesinden şikayet ediyoruz. “Emn ü ye’sin vartasına düşmemek hikmetiyle havf u reca müvâzenesinde, sabır ve şükürde bulunmak için kabz-bast hâletleri, celâl ve cemâl tecellisinden intibah ehline gelmesi; ehl-i hakikatça medâr-ı terakki bir düstur-u meşhurdur.” [1]

 

     o hâlde bizler “celâl ve cemâl tecellisi” [2] ni kendimiz seçiyoruz. Celâlî isimlerin insanda tecelli etmesi ile insanda daralmalar ve bunalımlar ve bir nevi adem alemlerinin keşif kolları öncü birliklerinin eserleri görünmektedir ki psikolojij bozukluklar bunlardan kaynaklanmaktadır. Kahhar, müntakim, celal.. gibi isimlerin tecelli etmesidir. Yani bu isimlerin müşterileri gelmiş otobüsünü beklemektedir. Bu hâlin meşhur neticesi Agresifliktir.

 

Cemâlî isimlerin tecellisi ile insanda neşe, keyif her şeyden mutluluk duyma gibi hâller insanda görülmektedir. Âdeta eline taş alsa onda bile mutlu olacak neşelenecek bir şey bulabiliyor. Cemil, vedud, şefik.. gibi isimler insanda tecelli etmektedir. Bu hâlin meşhur neticesi relakstır.

 

            “Dimağda meratib var: tahayyül, tasavvur, taakkul, tasdik, izan, iltizam, itikad”[3] olmak üzere insan zihninin mertebeleri vardır. Şayet doğru şeylerle meşgul olmuyorsa bu birimleri birbiri ile karıştırır ve bloke olur. işlevselliğini yitirir. işlevini kaybeden birimlerde ise iş yapılamaz hâl’e gelir ve o dimağ/zihin/insan çöker. Elindeki silahını kendisine çevirir.

 

  Hülasa-i Kelam: kendini kötü hissediyorsan, doğru şeylerle meşgul olmuyorsun demektir.

 

Rabbim Doğru Şeylerle Meşgul Olan kimselerden eylesin bizleri inşeallah.

 

     Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

[1] / 2 Kastamonu Lahikası ( 8 )

[3] Sözler ( 706 )

 

 

www.NurNet.Org

CERBEZE iLE ETBAINIZI KANDIRMAYIN ARTIK YETER!

Kazım güleçyüz’ün “Bediüzzaman sonrası nurcuların siyasi tercihleri” videosuna cevap mahiyetindedir.
Bu videoyu izledim ve çelişkili ifade ve beyanlarını dinledim. Kendi içerisinde de çelişen bu beyanlarına karşı bir şeyler yazmak istedim.
Güleçyüz’ün beyanında 
* Demokrat misyonunun Adalet ile devam ettiğini söylediniz. ki bizde buna katılıyoruz. Lakin şu var. Demokrat bir misyon iken ve bunu misyonu adaletle devam ettiğini söylerken bu misyonun temsilcisi olarak şimdiki Demokrat partiyi görüyorsunuz.
4. dk de ise tüm nur meşreblerinin ve diğer mesleklerin de desteğini aldığını söylediniz ki elhak doğrudur.
videonun 6.40 da ise “% veya %% kaç bunlar bizim ölçü değil”. denildi.
o halde soruyorum ki üstad halkçılara karşı, millet partisi ve cevdet rifat atilhanın kurduğu ittihad-ı islam partisini neden desteklemedi demokrata verdiği desteği devam ettirdi? çünkü bu millet ve ittihad-ı islam partileri, halk partisinden oy alamaz demokrat partiden oy kaydırabilir. Demokrattan oy kayması ise halkçıların işine yarar. Dolaylı yollardan bu mllet ve ittihad-ı islam partilerine kayan demokrat oyları Halçılara verilmiş olacaktır.
Bir basit denklem. 1 Oyun var. Bunu götürüp ya Halkçı zihniyete veya bunun karşısında ki en gür sese vereceksin. Engür sese vermeyip cılız seslere verirsen senin poatnsiyel 1 oyun engürsesten 1 kayıp olduğu için Halkçıların sesinin daha gür çıkmasına sebep olacaktır.
Bu sebeple üstad Bediüzzaman (k.s.) bu siyasi dehasını kullarak millet ve ittihad-ı islam partilerine oy kaymaması ve demokratın devamı için “BU VATANDA 4 PARTİ VAR” Başlıklı mektubu kaleme almış olup 1. ve 3. saidin siyasi dehalarını konuşturmutur. Şimdi Halkçılara karşı en gür seda olan AK Parti yerine kıyıda % veya %% 1’lik bir rey sahibi olan yerleri desteklemek oromatik olarak HALKÇILARA DESTEK MANASINA GELMEKTEDİR. Zaten Halkçılar bunu bildikleri için AK Partiye değil de falan filan yere verin demekteler. 7 haziran seçimlerinde Halkçıların Sa***** partisinin stantlarını kurdukları da medyaya yansımıştı.
8. dk de üstadın varislerinin meşvereti ve bu kararı açıklamalarına kafa tutar tarzda umumu bağlamaz gibi bir tabir kullanarak bir şeyler söylediniz.
Buna deriz ki: sizin aldığınız kendi kafa feneri ve meşveret namı altında ki muhalif sesleri susturmak için kullanılan silahınız da umumu bağlamaz. Ve bunun yeni asya tabanına ya da dikte edemez veya dayatamazsınız. Meşveret kararımız deyip muhalifleriniz bu kılıf ve suretle susturamazsınız. 
Tabana zıt bir üst kadro yapılanması görüyoruz. Biliyoruz bu yapılanma  ekalli kalil bir kesim ve azama tahakküm etmeye çalışıyor.
Bu tahakküm için ise biz meşret ettik, bizde meşveret esas gibi BATIL KASTEDİLEN HAK BİR SÖZ KULLANILMAKTA. (TARiHTE HZ. ALi (r.a.) karşı mızraklarına Kur’an sayfaları takanları hatırlatıyor bize.)
Biz tüm nur meşreblerinin [Tenvir, Zehra, Yeni Asya Harici] ve diğer mesleklerin [Tarikatların] ittifak ettiği şimdiki AK Partidir. Yukarda izah ettiğim kısımla sizin videoda söyledikleriniz nedense çelişmektedir, Videonun başında söylediğiniz mana ile terstir.
Hem herkes ittifak etmiş Adalat partisinde diyorsunuz ve mürur-u zamanla ya esaret ya zafer manasında olan bir zamanda; ama biz orada ihtilaf ederiz manası çıkıyor ki, burada başka manalarda okuyabiliriz. Başka defterler sahibi olduğunuzu çok rahat görüyoruz bu durumda.
Bugün ve Millet yayın ekibine kayyum atanması gibi bir şeyi Yeni Asya olarak istediğinizi de belli ediyorsunuz. Çünkü işleriz iyi gitmiyor. Batmadan böyle bir şey olursa el koydular deyip kabahatinizi gizleyeceksiniz. Ve milletten hizmet diye para toplayacaksınız. Kusura bakmayın YEMEZLER..
Yeni Asya Meşreb Nur Talebelerine Sesleniyorum Ki:
Bu seçimlerde, 7 Haziran seçimleri için Güneydoğu Yeni Asya müntesiplerinin yaptığı gibi sizlerde bu dikteyi kabul etmeyin. Başka manalara çalışanlarla beraber olmayın. Sözde meşveret aslı dikte olan şeyi tanımayın.
Ha cephede düşmana kurşun sıkmayıp yeni bir cephe açmışsınız,
ha harpten kaçmışsınız veya düşmana iltihak etmişsiniz. 
Netice aynıdır.
üST AKLA SESLENiYORUM!
EY üSTADA SADAKAT KILIFINDA TAASSUP TAŞIYAN KİMSELERE!
Durumun vehametini görmek istemeyip, CERBEZE iLE ETBAINIZI KANDIRMAYIN ARTIK YETER!
Muhammed Numan ÖZEL
www.NurNet.Org

 

Vazifemiz Hizmettir!

Vazifemiz Hizmettir!

 

            Risale-İ Nur Şakirdleri, Hizmet-i Nuriyeyi Velayet Makamına Tercih Eder; keşf ü keramatı aramaz; ve âhiret meyvelerini dünyada koparmaya çalışmaz; vazife-i İlahiye olan muvaffakıyet ve halka kabul ettirmek ve revaç vermek ve galebe ettirmek ve müstehak oldukları şân ü şeref ve ezvak ve inayetlere mazhar etmek gibi kendi vazifelerinin haricinde bulunan şeylere karışmazlar ve harekâtını onlara bina etmezler. Hâlisen, muhlisen çalışırlar, “Vazifemiz hizmettir. O yeter.” derler. [1]

 

Risale-i Nur Hizmeti malumdurki gönüller üzerine tesis edilmiş ve gönüllülük esas olan bir hizmettir. Bu hizmette istihdam olan hizmet edenlerki Risale-i Nur Talebeleri ünvanını alırlar. Bu hizmette maddi bir beklenti ve emel olamaz. Zaten Risale-i Nur’un Talebeleri maddi emel bekleyen kimseleri soğuk görür ve kalbi ısınmaz.

 

Risale-i Nurun canlı, ruhlu ve icraat yapan Şahs-ı Manevisi ise farklı emeller besleyen kimseleri tokatlayıp daire dışına atar. Zaten bir muhlis nur talebesini gördüğünüzde hemencecik ona hiç tanımadığı halde insan ısınır. Adeta senelerdir bir ahbabı gibi hisseder.

 

Şayet bir nur talebesini namı altında olan birisini gördüğünüzde içiniz ona ısınmıyorsa bilin ki o şahıs ya farklı emeller beslemekte veya şahs-ı maneviden düşmüş bir haldedir. Kendisini Nur talebesi kisvesine sokmuş, başka hesabı olan veya olanlara aldanan veya aldananların aldattıklarından birisidir. Mesela bir yere derse gidiyorsun. Orada kimisi sana can kardeşi gibi geliyor. Bazıları ise sanki düşmanın gibi itiyor. Gözleri ile veya sireti ile seni rahatsız edip taciz ediyor. Orada iki üç saat kalmayı planlıyorsan böyle insanı manen rahatsız eden bir ortamdan bir an evvel kaçıp gidesi geliyor insanın.

 

Siretlerin – yani iç alemin yani enfüsi alemin – insanın suretine yani dış görünüşüne yansıdığı biraz Risale-i Nur okumuş kimselerce okunabiliyor.

 

“Şu medenîlerden çoğunun, eğer içini dışına çevirirsen, görürsün: Başta maymunla tilki, yılanla ayı, hınzır. Sîreti olur suret.” [2] burası üzerinde durmak lazım “Hazret-i Eyüb Aleyhisselâm’ın zahirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış e bir çevrilsek, Hazret-i Eyüb’den daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünki işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şübhe, kalb ve ruhumuza yaralar açar.” [3]

Dünyada yaşamak itibari ile hepimiz birer medeniyiz. İşlediğimiz günahlar sebebi ile manevi alemde üzerimize birer leke koyula koyula artık manevi kalbimizi kaplamakta ve o pak olan kalbimizi karanlığa getirip günah küsufuna sebep olmaktadır.

 

Günah küsufuna tutulan kalbler ise manevi görüntüsü olan sireti değişime uğramaktadır adım adım.. başta taklide başlar ve meynun özelliğini gösterir. Sonra biraz daha kurnazlaşır ve tilki vasfına girer. Sonra sinsileşip zarar vermeye başlar yılan kisvesine girer. Sonra kaba kuvvete güvenir ve laf anlamaz hale gelir ayılaşır. Sonra artık aleminde kutsi hiçbir mana ve mefhum kalmaz ve hınzırlaşır. Hınzırlaşması ile ne namus ne ar kalır. Tamamen çırıl çıplak olur edep ve hayadan.

 

Bir üst kimliğe bürünen alt kimlikleri de içerir. Tıpkı üniversite diplomasının içinde ilk okul, orta okul, lise diplomalarının olduğu gibi.

 

Siretini muhafaza etmenin ve insan kalmanın yolu ahlakını muhafaza etmek ve günahlardan mümkün olduğu kadar kaçmak ve uzak durmak ve günahları terketmekle mümkündür. Yoksa siretimizin karalığı yüzümüze vurur ve tiksinç bir surete sahip oluruz.

 

“Eğer istersen hayalinle Nurşin karyesindeki Seyda’nın meclisine git bak: Orada fukara kıyafetinde melikler, padişahlar ve insan elbisesinde melaikeleri bir sohbet-i kudsiyede göreceksin. Sonra Paris’e git ve en büyük localarına gir, göreceksin ki, akrepler insan libası giymişler ve ifritler adam suretini almışlar..” [4]  nur ve nurani manalarla meşgul olarak cismani Dünyada bile olsak ruhumuz cennet gibi bir hayat yaşar ve haz alır. Buna hadsiz ehl-i hakikat şahittir.

 

İman ve Kur’an hakikatleriyle hizmet edenler vazifesi tebliğdir, anlatmaktır. Kalblere tesir ettirmek ise o hizmetkarın işi değildir. Hizmetkar işini yapar efendisi neyi nasıl neye layık görürse ona göre muamele eder. Yoksa bir kişinin yapacağı işi, nasılsa birisi yapar deyip bir kişi çıkmazsa, o bir kişinin yapacağı iş yapılmaz ve yapılmamış olur.

 

“Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesidir.” [5]

 

Hak ve hakikatin bekçileri “muvaffakıyet ve halka kabul ettirmek ve revaç vermek ve galebe ettirmek ve müstehak oldukları şân ü şeref ve ezvak ve inayetlere mazhar etmek gibi kendi vazifelerinin haricinde bulunan şeylere karışmazlar ve harekâtını onlara bina etmezler.” [6] hizmet edenler aktifken başkalarını aktifler. Başkalarını hareketlendirip kinektik hale getiren kimseler bu faaliyeti yaparken kendisi ücretini almaktadır. Hizmette aktif olmak bir hizmetkar için en büyük mükafattır. Çünkü hizmetin kendisi bir ücrettir. Kitap okumayan veya haybeye okuyan, kimseye anlatmayan kimse dinamo özelliğini kaybetmiş ve hizmette enerjisini söndürmüştür. Dimanonun kinetik hale gelip ektiflemesi için hizmette faal olması elzemdir.

 

Bazı arabalar var. Akü bittiği için kontak çevirsenizde motor çalışmayacaktır. Ya başka bir aküden akım alıp statikten kinetik hale gelecek yani aküyü şarj edecek. Veya arabayı birileri yitip kontağı çalıştıracak, halk tabiri ile vurduracak.

 

Bunun gibi bu şablonu şuna uyarlayalım.

Şevki olmayanlar hi hi hi hi hii

Şevki zayıf olanlar hihiiii hizmeet

Şevkli olanlar hizmet

Gibi motorun kuvvetine göre faaliyet gösterecektir.

 

 

Bir nur talebesinin okumak ve anlatmak vazifesini terketmesi ise onun manevi kıyameti kopmuş, içi pörsümüş, içeriyi kurt yemiş bir hale gelmiş demektir.

 

Sadece okuyan kimseler ise büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar. Bu hallerden kurtulmanın çaresi ise şevk u gayretle hizmetle kurtulmaktır.

 

Bizler hizmeti kurtarmaya değil, hizmetle kendimizi kurtarmalıyız. “kim olursa olsun, mes’uliyet dairesi olanlar, muhitini tenvir ile mükelleftir. Bir vilayet, hattâ bir memleketin saadet ve selâmeti, tenvir ve irşadı ile mükellef olanlar, elbette çok daha ziyade müteyakkız davranmak mecburiyetindedirler. [7]

 

Rabbim hizmetle kaim olmak şuuruna sahip kimselerdeneyleyip bizleri müteyakkızlardan eylesin. Hüsn-ü zanla şirket-i maneviye ve şahs-ı maneviden düşmekten muhafaza eylesin. Bineğimiz olan şevkimizi kaçırttırmasın.

 

“Biz âcizleri

böyle eserleri okumak şerefiyle müşerref kılan

Cenab-ı Hakk’a

binler, yüzbinler defa

hamd ü sena ediyoruz.

 

Bütün dünyanın asırlardan beri beklediği

ve nurundan istifade etmek için can attığı;

 fakat muvaffak olamadığı

böyle bir hazine-i ilmiyeyi bizlere

 okumayı nasib eden

o Hâlık-ı Zîşan’a

teşekküren âhir ömrümüze kadar

secdeden başımızı kaldırmasak

yeridir…” [8]

 

Selam  ve Duayla

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Tarihçe-i Hayat ( 315 )

[2] Sözler ( 712 )

[3] Lem’alar ( 8 )

[4] Mesnevi-i Nuriye ( 263 )

[5] Münazarat ( 95 )

[6] Tarihçe-i Hayat ( 315 )

[7] Tarihçe-i Hayat ( 29 )

[8] Hanımlar Rehberi ( 140 – 141 )

 

www.nurnet.org

Daire İçi Mi Yoksa Daire Harici Mi Ehemmiyetlidir?

Daire İçi Mi Yoksa Daire Harici Mi Ehemmiyetlidir?

Sayısal kemiyeti çokluk nazar-ı itibara alınamaz. Aslolan keyfiyettir. Daire Dışında Bir insanın Nur Talebesi olmasına uğraşana dek, Nur dairesine girmiş olan bir kardeşimizin hizmet elemanı olması için ulaşmak yani; o ferdin hizmette faal olabilmesi için say u ğayret u cehd etmek daha elzemdir. Sokaktaki sair efradın Nur Talebesi olması ihtimali var; ama olmamak ihtimali de var.

Dairemiz içine girmiş olan bir kardeşimizin Letaifinin inkişaf etmesi için Müzakere, Müteala, Okumalarla o ferdin letaifinin teyakkuz halinde olması için o kardeşimizle ciddi alakadar olmamız gerekir.

* Ve biz neden bu daire içine girdik Ğayemiz nedir?

* Ğayemize bizi vasıl edecek olan yollar ve anlayışlar nelerdir?

Bunları öğrenmesi için bu ğaye uğurunda zamanını teksif eden kardeşler o teyakkuz eden kardeşle alakadar olması gerekir.

Daire içine girmiş ;ama pasif kalmış olan bir kardeşimizle alakadar olup onun terakki ve inkişaf etmesi için çaba sarfetmek yeni birisinin daire içine girmesi için sayetmekten daha elzemdir. Bilhassa ciddi manada beraber okumak, hizmete sahiplendirecek olan faaliyetlere dahil etmek o kardeşimizi hizmete sahiplenmeye sebebdir. Daire içine girmiş olan ferdin imanı inkişaf ederse etrafına da Nurun hakaikini tebliğ edecektir. Lakin bu efkarıma dair derseniz: “bir kişinin imana ermesi üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır.” Amenna der şunu hatırlatırım Daire içine girmiş bir kardeşimiz eğer Kitab okumuyorsa, sadece haftada on beş günde, ayda bir derse geliyorsa, dava içinde bürhan olan hizmetin kıymetini bilmiyorsa, asrın imamının kim olduğunu bilmiyorsa, imanını taklidden tahkike vasıl olması için say u ğayret etmiyorsa zaten kardeş ve talebe dairesine girmemiştir Dostlar dairesinde kalmıştır.

“Risale-i Nur bir daire değil, mütedâhil daireler gibi tabakatı var. Erkânlar ve sahibler ve haslar ve naşirler ve talebeler ve tarafdarlar gibi tabakatı var.

Erkân dairesine liyakatı olmayan, Risale-i Nur’a muhalif cereyana tarafdar olmamak şartıyla daire haricine atılmaz. Hasların hasiyeti bulunmayan, zıd bir mesleğe girmemek şartıyla talebe olabilir. Bid’a ile amel eden, kalben tarafdar olmamak şartıyla dost olabilir. Onun için, az bir kusur ile düşman sınıfına iltihak etmemek için dışarıya atmayınız. Fakat Risale-i Nur’un erkânlarında ve sahiblerindeki esrar ve nazik tedbirlere, onları teşrik etmemek gerektir. Kastamonu Lahikası ( 248 )

 

Bu mektubta üstadımız nur talebelerini ğaye sahibine olmasına göre mütedahil sınıflara ayırmaktadır. “Bu kapıdan girenleri, alerre’si vel’ayn kabul ediyorum. Onlar da üç tarzda olur: Ya dost olur, ya kardeş olur, ya talebe olur.

 

Dostun hâssası ve şartı budur ki: Kat’iyyen, Sözler’e ve envâr-ı Kur’aniyeye dair olan hizmetimize ciddî tarafdar olsun; ve haksızlığa ve bid’alara ve dalalete kalben tarafdar olmasın, kendine de istifadeye çalışsın.

 

Kardeşin hâssası ve şartı şudur ki: Hakikî olarak Sözler’in neşrine ciddî çalışmakla beraber, beş farz namazını eda etmek, yedi kebairi işlememektir.

 

Talebeliğin hâssası ve şartı şudur ki: Sözler’i kendi malı ve te’lifi gibi hissedip sahib çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini, onun neşir ve hizmeti bilsin.

 

İşte şu üç tabaka benim üç şahsiyetimle alâkadardır.

  • Dost, benim şahsî ve zâtî şahsiyetimle münasebetdar olur.
  • Kardeş, abdiyetim ve ubudiyet noktasındaki şahsiyetimle alâkadar olur.
  • Talebe ise, Kur’an-ı Hakîm’in dellâlı cihetinde ve hocalık vazifesindeki şahsiyetimle münasebetdardır. Mektubat ( 344 )

 

Kardeş ve bilhassa Talebe dairesi bizim için ehemmiyetli olan mesele olup bizlerin girmek istediğimiz dairedir. “Risale-i Nur’un dairesine yakın bulunanlar, içine girmezse, tehlike ihtimali kavîdir. Tarihçe-i Hayat ( 296 ) “ Bu mesele çok derindir ve ehemmiyetlidir.

Binaenaleyh daire içine giren bir ferdin inkişaf etmesi esas olan meseledir. Daire içindeki kimseler bir tohumdur neşvünemâsı ise muhabbetullah ve mârifetullahtan geçmektedir. Daire dışında olan kimseler ise meşkuktur neşvünemâsı da meşkuktur.

Ama daire içinde birisinin inkişafı “Bir tek adam seninle hidayete gelse, sahra dolusu kırmızı koyun, keçilerden daha hayırlıdır. Şualar ( 336 ) “ Daire dahiline hariçten kimseleri idhal etmek de hoştur; ama nâehillerin girmesi de su-i istimâle sebebiyettir. Kemmiyetin tezayüdü artması ise Keyfiyeti azaltan esbabdandır. Keyfiyetin arması ise zaten kemiyeti de getirecektir; ama önce kemiyetin artmasını isterseniz ve o saik ile çalışırsanız Keyfiyetten mahrum kalırsız.

 

Sayısal kemiyeti çokluk nazar-ı itibara alınamaz. Aslolan keyfiyettir.

 

 

Selam ve Duayla

                                                                                              Muhammed Numan ÖZEL

 

 

Barla Lahikasıyla Sohbet Ederken Dedim

Barla Lahikasıyla Sohbet ederken dedim: Barla Lahikası Ablam, Dün Mektubat Ağabey Bana demişti Sadeleştirme Hakkında Sen Ne dersin?

  • ..kendini de mü’min biliyor. Mâdem hak ve hakîkat olan şerîat-ı Ahmediyenin kavaninini iltizam etmiyor ve hakîki tarafgirlik etmiyor, gayr-ı müslim bir mü’min oluyor. Îmansız İslâmiyet sebeb-i necat olmadığı gibi, bilerek İslâmiyetsiz îman dahi dayanamıyor, belki necat veremiyor, denilebilir. [1]

“..kendini de Asrın İmamının Mesleğine sadık zannediyor kalbimiz Üstadımızla beraberdir biliyor. Mâdem hak ve hakîkat olan şerîat-ı Ahmediyenin kavaninini ders veren Ahirzamanın insanlarını Beşeriyetten çıkarıp insan yapan Risale-i Nuru iltizam etmiyor ve hakîki tarafgirlik etmiyor, gayr-ı Nur biTalebesi bir Nur’a Dost oluyor.

Ama cahil dost düşmandan fena tesiri olur. Çünkü düşman harici olurca şecaat, dahili olursa evham korsu havf verir. Îmansız İslâmiyet sebeb-i necat olmadığı gibi, Nura talebe olmaya niyet say u gayret etmeden cehd sarfetmeden tahkiki imana ve asrın anlayış tarzına uygun hizmet edemez ve say u gayreti istenen neticeyi vermez.

İslâmiyetsiz îman dahi dayanamıyor, belki necat veremiyor, o halde nasıl olurda Risale-i Nur’a hücum manasında sadeleşrtirmeye iyi niyetle  nazar edilir diye sorarım. denilebilir.” Dedi.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan özel

[1] Barla Lahikası (355)

 

www.nurnet.org