Etiket arşivi: Muhammed Numan Özel

Tenkid Edenlerin Eli Yetişmediği için..

risale“Bir dünya güzeli, bir zaman kendine meftun olmuş âdi bir adamı huzurundan tardeder. O adam kendine teselli vermek için: “Tuh, ne kadar çirkindir” der. O güzelin güzelliğini nefyeder.

Hem bir vakit bir ayı, gayet tatlı bir üzüm asması altına girer. Üzümleri yemek ister. Koparmağa eli yetişmez. Asmaya da çıkamaz. Kendi kendine teselli vermek için kendi lisanıyla “Ekşidir” der. Gümler gider..” [1]

Malumdur ki insan on sekiz bin alemin kapısıdır. Bu sebeple insan tek düze giden monoton (tek ses) bir hayatı ve hayat anlayışı felsefesi olması münkün değildir. Monoton bir hayat yaşıyorum sözü ise gerçek bir söz değildir. Bu sözü söyleyen kimselerin aslında iç aleminde pırtınalar kopuyor demektir. Bunu kendisine itiraf etmese de edemese de veya farkında olmasa da bu böyledir. Çünkü insan aleminde tek düzen üzerine teşbihte hata olması otoban gibi bir şey yoktur.

İnsan iniş çıkışlarla çalkanan bir haleti vardır. Halık-ı K
ainat olan Rabbimiz Allahımızın esmalarının insanda tecelli etmesine göre insan haleti teşekkül eder. Bu hallerin toplamıyla haley ne neticede Siret teşekkül eder. “emn ü ye’sin vartasına düşmemek hikmetiyle havf u reca müvazenesinde, sabır ve şükürde bulunmak için kabz-
bast haletleri, celal ve cemal tecellisinden intibah ehline gelmesi; ehl-i hakikatça medar-ı terakki bir düstur-u meşhurdur.” [2]
rabbimizin bizde celali ve cemali olmak üzere tecellilerine göre de bizim haletimiz değişmektedir. Üzüntü, keder, daralmak, ümitsizlik.. gibi haletler bu celali isimlerin tecellileridir. Neşe, sevinç, mutluluk.. gibi hisler ise cemali esmanın tecellisidir.

İnsanın böyle çetrefilli bir hayat var. Bu hayat içerisinde öneml bir yerini ise maneviyat tutar. Maneviyatta farklı usuller, tarzlar, m
etodlar tatbik edilir. Bu tatbikatta herkes bir derece muvaffak olur. Netice de farklı islami tebliğ metodları tezahür eder. Kimi aklen, kimi kalben..

Risale-i Nurun metodu ise aklın ve kalbin imtizacı iledir. Bu sebepledir ki tasavvuf ehli ve felsefeciler Risale-i Nurun hizmet tarzını tam olarak bir statü veremezler. Çünkü akıl + kalb = Risale-i Nur Hizmet metodunu teşkil eder. Sermayesi sadece kalb veya akıl olanlar bu denklemi çözmekte zorlanırlar. “azîm mana ve büyük hakikat, kasır-ül fehm olanlarca..”[3] Risale-i Nur Külliyatı gibi bir hizmet metodunun sistematiğini çözmekte sorunlar yaşamaktalar. Lakin Risale-i Nur Külliyatı okuyucuları ve talebeleri“nazarları o dereceye çıkmayanlara ve kasır-ün nazar olanlara, derecelerine göre birer basamakta o müezzin-i a’zamı gösteriyorlar..” [4] bu vesilelik ile aklı veya kalbi bu hakikatleri derk edebiliyor. Yoksa “Akıl ona yol bulamaz.” [5] çünkü bilmediği veya bildiğini zannettiği meselelerde farklı izahlar ve ikna ilzam tarzını gösteriyor.

Risale-i Nur Külliyatını bilmeyen veya üstün körü bakanlar ise “maatteessüf kasır-un nazar muhakemesiz bir kısım avam tereddüde düşüp vesvese ediyorlar, akidelerine halel geliyor.” [6]neticesinde ise imanını tahkim edip kuvvetlendirecek eserlerden uzak kalarak kendisi zarar eder. Bir de anlaşılmaz muğlak gibi gösterip kendi eserleri satılsın isterler. Hatta “Kalbi risaleleri sevdiği ve aklı istihsan ettiği ve yüksek bulduğu halde; nefsi ise, enaniyet-i ilmiyeden gelen kıskançlık cihetinde zımnî bir adavet besler gibi, Sözler’in kıymetlerinin tenzilini arzu eder tâ ki kendi mahsulât-ı fikriyesi onlara yetişsin, onlar gibi satılsın.” [7] bu vakıa az değildir.

“Şeytanın en büyük bir desisesi: Hakaik-i imaniyenin azameti cihetinde dar kalbli ve kısa akıllı ve kasır fikirli insanları aldatır.. [8] bu sebeple Ehl-i Sünnet itikad ve amelini muhafaza ve müdafaa eden kim olursa olsun onu çürütmek yerine onu kuvvetlendirip müntesiplerini de ona teşvik lazımdır. Çünkü orasının itikaden ve amelen salabetli sağlam olması demek toplumsa olarak ehl-i sünnetin diri ve iri olmasına sebeptir. Aman onu birak bize gel bizimki cici o ise eheh gibisinden davranışlar ehl-i hamiyete yakışmayan bağnaz ve taassup taşıyan ve müstebidane davranışlar sergileyen kimselerin işidir.

Risale-i Nur Külliyatı da Türkiye’nin en zor zamanlarında Manevi Cihat sahasına atılmış ve 1750 defa amhkeme görmüş ve beraatler almış olup dünya hukuk tarihinde eşi benzeri olmayan bir hadise tahakkuk etmiştir.

Risale-i Nur Külliyatı okuyanlarına ve okudukça insanın dar olan havsalasını genişleterek “Dar nazarlı, kasır fikirli ve muhakemesiz akıllı, esbabperest insanın nazarını vahdaniyet-i İlahiyenin delillerine çevirip, güzel bir temsil üzerinde “Lâ ilahe illallahu vahdehu lâ şerike leh” der, tevhidi isbat eder.”[9] bu suretle Risale-i Nur Külliyatı metodolojisi teşekkül eder.

“Furkan-ı Mübin’in feyziyle Sözler’inin her birini herkese görmek müyesser olmayan gayet dakik ve amîk beyanat-ı hârikalarını röntgen makinesi ile temsil ediyorum. Nasıl o röntgen şuaı şu uzuvların içindeki en hafî ve ince hali görüyor, gösteriyor. Öyle de nurların hazinedarları olan Sözler dahi, hakaik-i eşyada en ufacık zerreleri bile görmek ve göstermek hâssasını haizdir.”

“Şimdiye kadar emsaline tesadüf etmediğim bu güzel ve yüksek Sözler’i birdenbire kavramak herkese müyesser olamayacağı için, afvımı rica ediyorum.” [10]

Anlaşılmıyor! gibi bir tabir ise mantıkça da aklende yanlış bir cümledir. Çünkü bir kaç kişinin anlayamaması başlangıçta normal bir şeydir. Anlaşılmıyor yerine ben anlamıyorum deyip kendi acizliğini itiraf etmek gerekir. Yoksa sen anlamdın diye anlaşılmaz, anlaşılmıyor demek akıl tutulmasından öte bir şey değildir. “bir vakit bir ayı, gayet tatlı bir üzüm asması altına girer. Üzümleri yemek ister. Koparmağa eli yetişmez. Asmaya da çıkamaz. Kendi kendine teselli vermek için kendi lisanıyla “Ekşidir” der. Gümler gider..” [11] meselesi gibi olur.

“Risale-i Nur, sair kitablara muhalif olarak başta perdeli gidiyor; gittikçe inkişaf eder. [12]

“Dünyada çok kitablar vardır ve o kitabları okumuşsunuzdur. Okuduğunuz kitabların hepsini de anladınız mı? Alâküllihal anlayamadığınız mes’eleler çoktur.” [13]

“.. herkes fehmeder. Her risalede herkesin hissesi var; fakat herkes her şeyini bilmek lâzım değildir.” [14]

“Ey ihvan! Risale-i Nur’un bütün cüzlerinde öyle bir kuvvet var ki, yalnız birini dinlemeye, okumaya veya yazmaya muvaffak olan kimse, Allah tevfik verirse, imanını kurtaracak hakikatları onda bulur. Çünki her cüz’ün diğerleri ile manen irtibatları vardır. Okuyana ve dinleyenlere sırran diyorlar ki: Bu okuduğun kitabda bizdeki hakikatların da uçları, kokuları, işaretleri var.

Dikkat edersen görürsün, çalışırsan anlarsın, cüz’-i ihtiyarını bu emre sevk edersen Allah da muvaffakıyet verir. Bulur ve bilebilirsin.” [15]

“En muannid münkirden tâ en hâlis bir mü’mine kadar herkes her Hakikattan hissesini alabilir. Çünki Hakikatlarda mevcudata, âsâra nazarı çeviriyor.” [16]

Burada ifade ettiğim ve edemediğim nice sebeplerle Risale-i Nur Külliyatına ilişmek yeni bir hadise değil. Mezkur sebepler ve kıskançlık, anlayamamak, taassub, bağnazlık, rekabet.. gibi sebeplerle tarih bize gösterdi ki “çok çocuk oyuncaklarına seyirci olup gülerek ağladık ve anladık ki: Risale-i Nur’a ve şakirdlerine ilişenler, maskara olurlar. [17]

O halde hangi meslek ü meşreb olursa olsun Risale-i Nur Külliyatına ilişmemek veya nazarlardan düşürtmeye yani kıymetsiz gibi göstermek çabası yerine akıllı olup nurlardan istifade etmeye çalışmaları daha akıllı ve mantıklı bir iş olacaktır.

“Eskiden beri lafz ve mana, üslûb ve muhteva bakımından, edibler ve şâirler, mütefekkirler ve âlimler ikiye ayrılmışlardır. Bunlardan bazıları, sadece üslûb ve ifadeye, vezin ve kafiyeye kıymet vererek, manayı ifadeye feda etmişlerdir. Ve bu hal de kendini en çok şiirde gösterir.” [18] şimdi birisi çıksa şairane kafa ile Risale-i Nur Külliyatını anlayamadığını söylese “şiirde, hayal hükmettiği için hakikata karışır, hakikatların suretini değiştirir.” [19] şairane bir kafanın Risale-i Nur’u anlaması biraz müşkildir. Çünkü zihinde hayal hükmeder. Yani tahayyül dimağa hakim olmuştur. “şu cemaat-ı İslâmiyeye hizmet dava edenlere ne olmuş ki; birbiri arkasında tehacüm vaziyetini alan hadsiz düşmanlar varken, cüz’î adavetleri unutmayıp, düşmanların hücumuna zemin hazır ediyorlar.”[20]

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL


[1] Sözler ( 68 )

[2] Kastamonu Lahikası ( 8 )

[3] Sözler ( 411 )

[4] Mektubat ( 337 )

[5] Sözler ( 245 )

[6] Lem’alar ( 85 )

[7] Mektubat ( 426 )

[8] Lem’alar ( 87 )

[9] Lem’alar ( 394 )

[10] Barla Lahikası ( 56 )

[11] Sözler ( 68 )

[12] Şualar ( 60 )

[13] Barla Lahikası ( 146 )

[14] Barla Lahikası ( 146 )

[15] Barla Lahikası ( 306 )

[16] Barla Lahikası ( 320 )

[17] Lem’alar ( 260 )

[18] Asa-yı Musa ( 269 )

[19] Barla Lahikası ( 334 )

[20] Mektubat ( 269 )

www.NurNet.Org

Sos-Yal(ın) medya

Sos-Yal(ın) medya

 Terk edemediğimiz alışkanlıklarımız bizlerin en zayıf noktalarıdır. Herkes hayatını gözden geçirdiğinde görecektir ki bu zayıf noktalar insanları gerçekten çok problemlerle yüz yüze getirmiştir. Bu inkar edilemez. İnsan gerçekten azmederse bu zaaflarını kuvvetlendirip o şeylerden vazgeçebilir. Bunun için o zaaf noktalarla mücadele ederek terk yerine kavi olan noktalarla meşgul olup daha da tahkim ederek o zaaf noktalarımızı da izolasyonunu yaparak kendimizi daha da muhkem edebiliriz.
Zamanımızın sözde sosyal, gerçekte asosyalleşmenin temel etkeni olan sosyal medya insanlık için SOS veriyor. Çünkü sos-yal(ın) yani insan için yalnızlaşmak ve yalınlaşmaya götürmekte. Hani eskiler derlerdi “kavun diye aldık kelek çıktı.” İşte bunun gibi zahirde insanların arasında irtibat ve iletişim sağlamakta; ama hakikate bakılırsa bu sözde iletişim hakikatte ise iletişim kuramamanın temel sebebi ise insanları aynı ortamdayken bile farklı ortamlara sokmakta. Eskide tv’den yakınırdık şimdi bu akıllı telefon, tablet vs. şeyler çıktı. Ailecek oturmaya insanlar hasret kaldı belki evinde mısır patlatıp hep beraber oturmanın tadını yeni nesil bilmiyor ve acı bir şey ki bu halde devam ederse de bilemeyecek. Toplu olarak bir aile meclisi teşekkül ettiğinde herkesin elinde bir cihaz muhtelif yerlerde geziniyor. Birisi bir şey sorup söylediğinde “hı.. afedersin..” gibi cevap veriyor. Çünkü zihin başka yerlerde geziyor. Aynı mekanı paylaşan yabancılar gibi bir tablo çıkıyor karşımıza.

Açık havada çay bahçesinde kitap okumayı severim. Bazen karşıma aynı masada oturan iki-üç kişi çıkıyor. Aynı masada; lakin acı bir tablo..

Bizler dershanelere gidince elimiz boş ise kitap okurduk. Şimdilerde nerede olursa olsun kitap yerine akıl(sız)lı telefonlar aldı. Bu akıllı telefonlar insanın aklını aldı. Gayesiz bir surette insanların iletişimini bozdu. Ve bilinçli olarak kullanılmazsa tıpkı bıçak gibi zarar verecek. Nasıl bıçakla ekmek de doğranıyor cinayet de işleniyor, bunun gibi bu teknolojik imkanlar ile insanın ruh hali bozulmakla beraber bu bozulmayı hırçınlık, ümitsizlik, gayesizlik, boş vermişlik, hiçbir şeyden lezzet alamamak, tatminsizlik olarak görmekteyiz.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri bu ifsatlarla alakadar “müfsid âletler ile dehşetli rahnelenen kalb-i umumî ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun bâhusus avam-ı mü’minînin istinadgâhları olan İslâmî esaslar ve cereyanlar ve şeairler..” [1] demektedir. Yani insanlığı ve insanın alemini tahrip eden, ne psikoloji ne kafa, beyin bırakmayan her şey hususan bu asırda teknolojik aletler sebebi ile insan ve insanlığın kalbi dumura uğramakla karşı karşıya. İnsanlık anjiyo olmakta ve baypaslarla hayata tutunmaktadır. Bu anjiyolar ise toplumu teşkil eden her kurumu tehdit etmektedir.

Kalp krizi geçirip stent takılan en önemli kurum aile hayatımızdır. Bu SOS veren sosyal medya denen illet ise aile hayatındaki beşeri münasebetleri yıpratmak, zayıflatmak ve yıkmak yolunda kullanılmaktadır.

Geçenlerde bununla ilgili bir espriyi arkadaştan duydum: “Elektrik kesildi de evde hanım ve çocuklarla konuştuk gerçekten iyi insanlar” dedi. Tıpkı bunun gibi bu traji-komik şeyler aile hayatımızın durumunu gözler önüne sermektedir.

Bu ise İslamiyetimizi, dinimizi kolay öğrenmek ve doğru öğrenmek için bu teknolojik aletleri yerinde ve doğru kullanmalıyız.

“İnsanın hususan müslümanın tahassüngâhı ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır. Bu da mı bozulmağa başlamış dedim. Sebebini aradım. Bildim ki: Nasıl, İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyesine ve dolayısıyla din-i İslâma zarar vermek için gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesatıyla sefahete sevketmek için bir iki komite çalışıyormuş. Aynen öyle de; bîçare nisa taifesinin gafil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için bir iki komitenin tesirli bir surette perde altında çalıştığını hissettim. Ve bildim ki: Bu millet-i İslâma bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor” [2]

Bu da gösteriyor ki insanlığı bilhassa gençliği yoldan çıkartmak ve geleceğin beyin takımı olan gençleri şimdiden imha etmek için ciddi manada çok güzel kılıflarda zehirler sunulmakta. İnsan ise bu kılıfa, kaportaya aldanıp sorgulamadan geçirmeden direk kabul etmektedir.

İnsanı ve insanlığı yoldan çıkartmak için en tesirli müessir olan kadınları kullanarak akamete uğratmak ise en çok kullanılan silahtır. Biz Müslümanlarca ayağının altında cennet, başında Allah’ımızın ayetini, kalbinde imanı, vicdanı ve şefkati ile mücehhez ve müzeyyen olan şefkat abideleri olan mübarek kadınlar taifesini, adeta mebzul meta ve cinsel obje haline getirmeye çalışılmaktadır. Adeta kullanılmış kirli bir mendil ve zahirde ne edep ne haya çırılçıplak bir hale getirip bizce kutsal bir varlık olan analarımız ve müstakbelde ana adaylarımızı ifsada çalışıyorlar. Bu sistemle İslami aile yapısını çökertmek emelini gütmekteler.

Kadın hakları kadına özgürlük gibi sloganları ve söylemleri kullananlar aslında kadına daha kolay ulaşma özgürlüğünü 25. kare olarak kullanmaktadır. Vitrin başka söylem başka; ama gaye ise kadına daha rahat ve ulaşmak özgürlüğüdür.

Bunun için de ciddi manada dinsizlik namına hareket eden ama ismi başka olan komiteler ve rejimler çalışmaktadır.

Aldatılan eşler, istismar edilen çocuklar, dağılan aileler, ortada kalan çocuklar, ar namus mefhumunu kaybetmiş insanlar, yolun ortasında müstehcen hareketler, kalp ve beden arasına sıkışmış olan insanlar, fikir başka hayat başka insanlar, içi boşaltılmış olan kavram ve tabirler..

Netice ise; elektro şoklarla hayata tutundurmaya çalışılan, bireysel olarak insan geniş tabirle insanlık, beşeriyet..

Buna çare olarak Risale-i Nur Külliyatının ortaya koyduğu Kur’an ve Sünnet-i Seniyye merkezli olan ve Ehl-i Sünnet itikad ve amelini muhafaza etmek yolunu tutup edep, ahlak ve erdemli insan yetiştirmek yolunu tutmak en tesirli bir etken olacaktır.

“Risale-i Nur, yalnız bir cüz’î tahribatı, bir küçük haneyi tamir etmiyor. Belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan, dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kal’ayı tamir ediyor. Ve yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor, belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsid âletler ile dehşetli rahnelenen kalb-i umumî ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun bâhusus avam-ı mü’minînin istinadgâhları olan İslâmî esaslar ve cereyanlar ve şeairler kırılması ile bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumîyi, Kur’an’ın i’cazıyla o geniş yaralarını Kur’anın ve imanın ilâçları ile tedavi etmeğe çalışıyor. Elbette böyle küllî ve dehşetli rahnelere ve yaralara, hakkalyakîn derecesinde ve dağlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hasiyetinde mücerreb ilâçlar, hadsiz edviyeler bulunmak gerektir ki; bu zamanda Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın i’caz-ı manevîsinden çıkan Risale-i Nur o vazifeyi görmekle beraber, imanın hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkişafata medardır.”

Bizler Risale-i Nurun verdiği prensiplerle toplumsal olan her meselede Nurun ölçüleri ile tarz-ı nazarımızı belirlemeli ve Risale-i Nurla topluma yön vermek vazifemizi ifa etmeliyiz.

Rabbim fitne fesat ve fücürden emin olan kimselerden eylesin.

Muhammed Numan ÖZEL

1)Kastamonu L. (30) / Tarihçe (693) / Şualar (179)

2)Lem’alar (201)

3)Kastamonu L. (30)

 

 

Şahsın değil Hakkın hatırı âlîdir!

Şahsın değil Hakkın hatırı âlîdir!

 

Hakiki Meşveretin Nasıl Yapılacağı Ve Meşveret’in Su’i İstimal Edilmemesi!

“Meşveretle hareket etmek lazımdır, yoksa hareketimiz ferdî olur.”[1]

Meşveret ve şûrâ-i şer’î, dinin esasat ve müsellemat gibi kat’i ve sabit hükümlerinin hâricinde ve şer’î usûlüne göre yapılır.

Meşverette iyi niyet ve ihtisas şarttır. Yani meşverete katılanlar, istişarede ele alınacak meselenin isabetli olan cihetini ve tercihi gereken maslahat-ı umumiyesini keşfetmek niyet ve gayretine sahib olmalıdır.

Yoksa kendi maksadlarını veya bağlı olduğu şahsın, cemaatin, mesleğin, meşrebin menfaatini tahakkuk ettirmek niyetini taşıyanlarla yapılacak meşveret hak ve maslahat-ı bulmaktan daha çok karışıklıklara ve inşikaklara sebeb olur. Nitekim bu hususta Fesafis-said namı ile nurun kahramanlarından Zübeyir ağabey Meşveret hususunda şöyle bir şey söylemiştir.

“Müteaddit defalar bir iş hususunda münakaşa edilir; meşveret ve müdâvele-i efkâr adı ile söze oturulur. Münakaşa ve kavga ile kalkılır.

Bu kavgamsı konuşmada herkes heyecanlanır. Hisler heyecana gelir. Biri diğerine, diğeri ötekine hakaretli sözler sarf eder. İlk defa birisi hakaret eder, diğeri de misilleme yapar. İlk hakaret edip kalp kıranı kast ederek “O bana böyle dedi, ben de ona öyle dedim” der. Bu beş altı defa tekerrür edince, artık en yakın dava arkadaşına küskün durur. Bu küskünlüğü gören ikinci, birinciden soğur, ikinci ile üçüncü birleşir.

Birincinin gıyabında konuşa konuşa, artık o da haricilerin müşfiki, can kardeşine küsücü olmuştur. Artık o birincinin hakkında tenkitler ve kusurları sayıp dökmeler başlamıştır.”[2]

Hal böyle olunca yapılan bu meşveret, meşveret-i şer’îye değildir ve ibadet mahiyetini taşımaz. Şahsi fikirlerin havada uçtuğu ve namı duyulmuş – ilmen veya maddi sebeple – sözü geçen kimselerin efkarının umuma dayatıldığı bir zemindir. “Rey’-i vahiddir.”[3]

“İstibdad tahakkümdür. Muamele-i keyfiyedir. Kuvvete istinad ile cebirdir. Rey’-i vahiddir. Sû-i istimalâta gayet müsaid bir zemindir. Zulmün temelidir. İnsaniyetin mâhisidir.

Sefalet derelerinin esfel-i sâfilinine insanı tekerlendiren ve Âlem-i İslâmiyeti zillet ve sefalete dü­şürttüren ve ağraz ve husumeti uyandıran ve İslâmiyeti zehirlendiren; hatta herşeye sirayet ile zehirini atan, o derece ihtilafatı beynel İslâm îkâ’ edip (Mu’tezile, Cebrî, Mürcie) gibi dalâlet fırkalarını tevlid eden istibdaddır.

Evet, taklîdin pederi ve istibdad-ı siyasîyenin veledi olan istibdad-ı ilmîdir ki, Cebriye, Râfiziye, Mu’tezile gibi İslâmiyeti müşevveş eden fırkaları tevlid etmiştir.”[4]

Biz insanları bir fabrikadan çıkan kürdan gibi aynı yapmaya çalışmak veya birisinin anladığı nurculuğu umuma yaymaya çalışıp nurculuk ve hizmet budur, bunun harici nurcu değildir gibi şeyleri ileri sürmek ve hezeyanlarını savurmak ise akıl tutulması veya o ileri sürdüğü şeyin namı altında kendi heva ve hevesini tatmin etmeye çalıştan öte bir şey değildir.

Allahımız bile bizi bir adem oğlu iken “millet millet yaratmışken”[5] bazılarının herkese tek tarzı dayatması Allahımızın insana verdiği hürriyeti insandan almaya çalışmaktan öte bir şey değildir. Buna mukabil ise manevi istibdadlar ve tahakkümler ortaya çıkıyor. Ve insan bu baskıya gelmiyor ve gelemezde. Bu hadiselere ise bazıları “Belki surete, hüsn-ü zanna binaen, makbul ve mutemed insanlardan işittikleri mesaili takliden kabul ederler.” [6] bu şekilde taklitçilik ise müstebitlere davetiye çıkartır. Çünkü “bir millet cehaletle hukukunu bilmezse ehli hamiyeti dahi müstebid eder.”[7] Hal böyle olunca istibdad, dayatma, baskıcı bir şey tezahür eder. “İstibdad, zulüm ve tahakkümdür..”[8]bizler ise meşveret namı altında ki rey-i vahidleri tanımayacağız ve tanımayız. Çünkü “tarafgirane ve garazkârane, firavunlaşmış nefs-i emmare hesabına hodfüruşluk, şöhretperverane bir tarzdaki tesadüm-ü efkârdan bârika-i hakikat değil, belki fitne ateşleri çıkıyor.” [9] sözde hakkı bulmak veya tavsiye etmek için yapılması gereken ve hakikatin tezahür zemini olması gereken meşveretten kin, nefret, öfke, gayz adeta irin çıkıyor. Enaniyet hesabıba kararlar alınmasını bunu tevlid ediyor.. “Bir ince tel gibi her tarafa heva ve hevesin tehyici ile çevrilmeğe müstaid olan rey’-i vâhid-i istibdadı; lâyetezelzel bir Timur direk gibi lâyetefellel bir elmas kılınç gibi olan efkâr-ı ammeye tebdil eder. Siz de Sefîne-i Nûh gibi emniyet ediniz. Herkesi birer pâdişah hükmüne getiri­yor. Siz de hürriyetperverlikle pâdişah olmağa gayret ediniz. Esas-ı insa­niyet olan cüz-ü ihtiyarî te’ min eder, âzâd eder. Siz de câmid olmaya razı olmayınız.”[10] Heva ve hevese göre hareketler rey-i vahidi – yani istibdadı – netice veriyor. İslamiyetin verdiği hürriyet ise insanı köle değil adeta padişah yapıyor ki herkesin rey’i vardır. Bizler de hak ve hukukumuzu ve kendimizi idare edip yönetmeyi bilmeliyiz ki müstebitlere yani istibdada meyilli olanları kendimize celb etmeyelim. Malumdur ki “Aç olan canavara karşı tahabbüb etsen; merhametini değil, iştihasını açar.

Sonra döner, geliyor; tırnağının, hem dişinin kirasını senden ister.” [11]

Hakiki olmayan meşveretlerin bir fayda sağlamayacağını ve dini bir değer taşımayacağını Üstad Hazretleri şu ifadelerle belirtir.

“Asya’nın en geri kalmasının bir sebebi, o Şûrâ-yı Hakikiyeyi yapmamasıdır. » [12]

Bu hakikattaki meşveretler yapılmazsa ihtilafların bitmeyeceği ve şahsi garazların devam edeceği aşikârdır. Demek ki şer’i meşveret hakiki olmalıdır.

Meşveret adı altında yapılan müessese toplantıları veya rakiplerini tasfiye etmek toplantılarına meşveret demek dini bir tabir olan meşveret manasına hakarettir. Meşveret gibi kutsi bir mefhumu makamından tenzil edip indirmek ve meşverete olan itimadı kırmaktır.

Meşveretin bir hususiyeti ise: “Uykusuzluk asabiyet verir; akıl, fikir yerine his konuşur.” Saat 24.00’den sonra; istişare yapmayın, müdavele-i efkara girişmeyin, Risale-i Nur’dan bir bahis dahi sormayın[13]

Ümmetin itimad edeceği bir meşveretin meclis-i ilmiye olmasını lüzumlu gören üstadımız Bediüzzaman Hazretleri şu ehemmiyetli hususları nazara verir: «Müfessir-i azîm olan zamanın taht-ı riyasetinde, herbiri bir fende mütehassıs, muhakkikîn-i ulemadan müntehap bir meclis-i meb’usan-ı ilmiye teşkiliyle, meşveretle bir tefsiri telif etmekle sair tefasirdeki münkasım olan mehasin ve kemâlâtı mühezzebe ve müzehhebe olarak cem etmelidirler.

Evet, meşrutiyettir Her Şeyde Meşveret Hükümfermâdır. Efkâr-ı umumiye dahi didebandır. İcma-ı ümmetin hücciyeti buna hüccettir. » [14] hakiki meşveretler insanlara huzur ve eminlik verirken sözde meşveretler insanlara kin aşılıyor.

Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri gelecekteki cemahir-i müttefika-i İslâmiyyenin siyaset ehline, şûrâ’nın ehemmiyet ve lüzûmunu beyan eden yazısının bir kısmında şu hususa dikkat çeker: “Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim bir şahs-ı vâhid idi. O hâkimin müftüsü de, onun gibi münferid bir şahıs olabilirdi, onun fikrini tashih ve tâdil ederdi. Şimdi ise, zaman cemaat zamanıdır. Hâkim, ruh-u cemaatten çıkmış, az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı mânevîdir ki, şûrâlar o ruhu temsil eder.”[15]

Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri şurâ’ya verdiği aynı ehemmiyeti, Risale-i Nur dairesindeki hizmet faaliyetinde de meşverete ihtiyaç duyduğunu söyler. Mesela der ki:

“Bu mektupta bir ince meseleyi Meşveret Suretiyle reyinizi almak için gönderdik. Münasib midir?”[16]

“Hâfız Ali’nin mektubunda, medrese-i Nuriyenin üstadı olan Hacı Hâfız ile gayet Samimâne veUhuvvetkârâne Görüşmeleri ve Meşveretleri bizleri çok mesrur eyledi.” [17]

“Risale-i Nur dairesindeki şakirdler, İstişare Suretinde, tab etmek gibi çok ehemmiyetli işleri görmeye başlamalarıdır.” [18] Risale-i Nurun dairesinde Hakiki Meşveret çok ehemmiyetlidir. Yoksa hareketler ferdi kalır istenen maksada ulaşılması müşkilleşir.

HAS TALEBELERLE MEŞVERET ETMEK GEREKLİLİĞİ

Üstad Hazretleri Nur Talebelerinde istişare etmeyi “has şakirdler, haslar” gibi tabirlerle yapılmasını ifade eder.

“Asıl fikir sahibi, sizler ve Risale-i Nur’un has şakirdleri ve müdakkik nâşirleri, meşveretle, hususan Ispartadakilerle, maslahat ne ise yaparsınız.” [19]

“Bundan sonra her meselemizde emir, Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsini temsil eden has şakirdlerin ve sizlerindir. Benim de şimdi bir reyim var.” [20]

“Medâr-ı nizâ bir mesele varsa meşveret ediniz. Çok sıkı tutmayınız herkes bir meşrepte olmaz. Müsamahayla birbirine bakmak şimdi elzemdir.” [21]

“Hizmet-i Kur’âniyeye kemal-i tesanüdle çalışmak lâzımdır.

Sakın! Dikkat ediniz! ihtilâf-ı meşrebinizden ve zayıf damarlarınızdan ve derd-i maişet zaruretinizden ehl-i dalâlet istifade edip, birbirinizi tenkit ettirmeye meydan vermeyiniz. Meşveret-i şer’iyeyle reylerinizi teşettütten muhafaza ediniz. İhlâs Risalesinin düsturlarını her vakit göz önünüzde bulundurunuz. Yoksa, az bir ihtilâf bu vakitte Risale-i Nur’a büyük bir zarar verebilir.”[22]

Dini hizmetler yapanlar arasında zaman zaman aykırı düşünceler olabilir. Bu durumda bu farklılıkları görüşerek birliği beraberliği korumak gerekmektedir. Yoksa madem benim gibi düşünmüyor o halde aramızda yeri yoktur deyip bir rakip gibi görüp onu elemeye çalışmak ise Risale-i Nurun hiçbir yerine uymaz, kitabın bir yerinde yazmaz. Yazdığı yer ise insanın heva-i nefsidir.

Bir de on beş günde okunması hususunda tavsiye/emir bulunan İhlas Risalesinin mana anlaşılsın anlaşılmasın vird gibi de olsa okunmasına dikkat gayret lazımdır ki sırr-ı ihlas ve sırr-ı uhuvvet insanın ruhunda rasihleşsin. Yoksa ezbere ihlas ve Uhuvvet Risalelerini okuyupta birbirini ezen kimselere rastlanması nadir olmaz.

“Kardeşlerin, ziyade hüsn-ü zanlarına binaen, senden maddî ve mânevî ders ve yardım ve himmet bekliyorlar. Sen nasıl dünya işlerinde hasları tevkil ettin, Erkânların Meşveretlerine bıraktın ve isabet ettin. Aynen öyle de, uhrevî ve Kur’ânî ve imanî ve ilmî işlerinde dahi Risale-i Nur’u ve şakirdlerinin şahs-ı mânevîlerini tevkil ile o hâlis, muhlis hasların şahs-ı mânevîleri senden çok mükemmel o vazifeni kendi vazifeleriyle beraber yaparlar.”[23]

“Şakirdlerin Tensibiyle ve Meşveretiyle İntihap Edilecek bir yeni kahraman bulununcaya kadar o vazifeleri taksimü’l-a’mâl suretinde herbir şakird bir vazifesini yapmaya başlasın.”[24]

Buraya kadar belirtilen kısımlar çerçevesinde meşveret hizmet ehlinin olmazsa olmaz özelliğidir. Fakat bu meşveretler, görüşerek ve müzakere ile hizmeti ifâ ve icrâ etmenin mukaddemesi mânâsında olan meşveret, istişâre ve şûrâ, mezkûr beyanat ve tavsiyelerin neticesi olarak bir esas olduğu zâhir oluyor.

Meşveretlerden önce bir araya gelip nelerin konuşulacağı konuşulmayağı nasıl kim kime destek vereceği gibi şeyleri bir nevi tiyatroları tertip edip bir gün sonra bu tiyatroyu sergileyip buna da meşveret ettik demekle bir nevi danışık dövüşme gibi şeye meşveret denmez!

Zaten böyle bir tiyatrodan veya nam salmış kimselerin fikirlerinin meşveret kararı diye sunmak ve bunu milleti dayatmak hizmet erine yakışmaz. Tabi başka maksatlarla hulul edip ağalık sistemini kurmak istemiyorsa.. (Fatebiru)

S- Bir büyük adama ve bir veliye ve bir şeyhe ve bir büyük âlime karşı nasıl hür olacağız? Onlar meziyetleri için bize tahakküm etmek haklarıdır. Biz onların faziletlerinin esiriyiz.

C- Velayetin, şeyhliğin, büyüklüğün şe’ni tevazu ve mahviyettir. Tekebbür ve tahakküm değildir. Demek tekebbür eden, sabiyy-i müteşeyyihtir. Siz de büyük tanımayınız.”[25]

Bizler de ağalık kurmak isteyenleri ve kendisi adeta cennet ırmaklarında yıkanıp kusursuz adeta bir nevi peygamber gibi ismet sıfatına sahipmiş gibi ve her sözü ayet gibi anlaşılıp hemen tatbik edilmesini isteyen ve nefsi nemrudlaşmış, firavunane tavırlar sergileyenleri çocuk hükmünde görüp ne sözünü ne de kendisini büyük biliriz.

“vahşetâbâd sahralarında hayme-nişin taassub ve taklid; veyahut cehlistan ülkesinde menzil-nişin müzahrefat ve istibdad olanlara, Şeriat-ı Garra’nın galebe-i mutlak ve istilâ-i tammına sed ve mani olan sekiz emir, üç hakikat ile zîr ü zeber olmuşlardır ve oluyorlar. O maniler ise: Ecnebilerdetaklid ve cehalet ve taassub ve kıssîslerin riyaseti. Ve bizdeki mani ise; istibdad-ı mütenevvi ve ahlâksızlık ve müşevveşiyet-i ahval ve ataleti intac eden ye’stir ki, şems-i İslâmiyetin küsufa yüz tutmasına sebeb olmuşlardır.”[26]

Bu manalara bakalım.

Gayr-i Müslümlerde: cahillik, kendisinin elindeki şeylere tek doğru budur deyip başkalarını kabul etmeyip dediğim dedik havasında olmasına neden olan papazların başı çekip her şeyde söz sahibi olması avrupanın terakkiyatına mani oldu

Biz islam coğrafyasında ise: muhtelif baskılar istibdadlar, istibdad içinde istibdadlar ve bu istibdad envaının neticesinde hasıl olan ortaya çıkan tembellik ve bütün maddi ve manevi mağlubiyete sebep olan yeis yani ümitsizlik islamiyetin hakikatının inkişafına mani olan sebeplerdir. Bunlar islam güneşinin tam bir surette görülüp yayılmasının önünde müteselsil sıradağlar gibi engellerdir.

Maddi istibdadlar yıkılır yıkılmaya yüz tutar. Lakin manevi istibdatlar ise o kadar kolay olmaz. Çünkü ön yargı hakimdir. “Önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan zordur!”[27] Benimle konuşurken uhuvvet, muhabbet kelimeleri kullanıp, arkamdan iş çevirenler ve hased edip bu hasedine de hizmete sadakat namı veren aldanmış veya aldatanlardan da habersiz değilim.

“Yaşasın sıdk! Ölsün yeis! Muhabbet devam etsin!. Şûra kuvvet bulsun!. Bütün levm ve itab ve nefret, heva ve hevese tâbi olanlara olsun. Selâm ve selâmet Hüda’ya tâbi olanlar üstüne olsun. Âmîn…”[28]

Yazımızda kurum ve şahıs isimleri olmadığı için attığım taş kimin kafasına denk gelirse..

Selam ve dua ile


[1] Zübeyir Gündüzalp / Bir Dava Adamından Notlar ( 118 )

[2] Zübeyir Gündüzalp / Bir Dava Adamından Notlar ( 24 )

[3] Asar-ı Bediyye ( 305, 306, 309 )

[4] Münazarat /Asar-ı Bediyye ( 305 )

[5] Hucurat Sûresi, 49:13

[6] Mektubat ( 370 )

[7] Asar-ı Bediyye ( 308 )

[8] Asar-ı Bediyye ( 419 )

[9] Mektubat ( 268 )

[10] Asar-ı Bediyye ( 306 )

[11] Sözler ( 707 )

[12] Hutbe-i Şamiye ( 60 )

[13] Zübeyir Gündüzalp / Bir Dava Adamından Notlar ( 117 )

[14] Muhakemat ( 22 )

[15] Sünuhat Tuluat İşarat ( 37 )

[16] Emirdağ Lahikası-ll  ( 104 )

[17] Kastamonu Lâhikası ( 199 )

[18] Kastamonu Lâhikası ( 129 )

[19] Emirdağ Lâhikası-l ( 109 )

[20]  Emirdağ Lâhikası-l ( 223 )

[21]  Kastamonu Lâhikası ( 234 )

[22] Kastamonu Lâhikası ( 236 )

[23] Şualar ( 492 )

[24] Emirdağ Lâhikası-l ( 189 )

[25] Tarihçe-i Hayat ( 82 )

[26] Muhakemat ( 10 )

[27] Einstein

[28]Hutbe-i Şamiye ( 62 )

 

www.NurNet.Org

“Risale okumanın zamanı geçti.”, şeklindeki eleştirilere nasıl cevap vermeliyiz?

“Risale okumanın zamanı geçti.”, şeklindeki eleştirilere nasıl cevap vermeliyiz?

Bir şahıs için İslamî ilimleri, süreklilik ve devamlılık bakımından iki kısma ayırabiliriz:

Birisi, her anda ve her şartta lüzumlu olan ilimlerdir ki; bunlar imana ve marifete dair ilimlerdir. Bir insan bu ilimlere ömrünün son anına kadar muhtaçtır. Bu iman ve marifet ilimlerinde bir sınır, bir son mertebe yoktur, insan ne kadar tekemmül ve terakki etse kârdır. Bu ilimler, gıda noktasından sürekli ihtiyaç duyulan ekmek ve su değerinde olan ilimlerdir.

İnsan maddeten nasıl ekmeksiz ve susuz yaşayamaz ise; aynı şekilde iman ve marifet ilimleri olmaksızın, insan manen yaşayamaz. Hatta bu ilimlerin bazı kısımları vardır ki; hava gibidir her an solumaya insan muhtaçtır; bu tevhid ve Allah’ın isim ve sıfatlarının kainat üstündeki tecellileridir. İnsan başını nereye çevirse, bu nevi ilim ve tefekkürle karşılaşır.

İnsaf ve sağlıklı bir kafayla Risale-i Nurlara bakanlar, Risale-i Nurların kahir ekseriyetinin, bu sürekli ve devamlı olan ilimler sınıfından olduğunu itiraf edeceklerdir. Yani Risale-i Nurlardaki ilimler; ekmek, su ve hava mesabesinde olan ilimlerdendir. Bu sebeple Risale-i Nurlardaki ilimler, değil bir insanın, bütün insanlığın her döneminde en önemli ve gerekli bir ilim sınıfıdır.

Diğer İslami ilimler ise, insanın ömründe bir veya iki defa ihtiyaç duyacağı ilimlerdir. Bunlar genelde kıraat ve ilmihal bilgileridir. İnsan ömründe namaz nasıl kılınırın cevabını bir kez öğrenir, belki bir de yanılır ve unutur ise; bir daha bakma ihtiyacı hisseder, bunun dışında başka ihtiyaç hissetmez. Bu sebeple bu gibi ilimler, insan hayatında sürekliliği ve devamlılığı olan ilimler değildir.Tabi sürekli ve devamlı olmaması, önemsiz olduğu anlamına gelmez. İman ve marifet ilimleri ekmek ve hava gibi iken, bu çeşit ilimler meyve gibidirler. Ekmek ve hava ihtiyacı sürekli tekrarlandığından usandırmazken, meyve sürekli olsa usandırır. Risale-i Nurlar bu çeşit ilimleri İslam kaynaklarına havale etmiştir. Bir Nur talebesinin, Risale-i Nurları okuyup onunla meşgul olması, kıraat ve ilmihal bilgilerini öğrenmesine engel değil ki ikisi arasında bir tercih yapsın. Bu zamanda iman ve marifet ilimlerinden habersiz yaşamak, bir insana tehlike olarak yeter de artar bile.

Çağımızı iyi okuyup anlayamayanların, Risale-i Nurların ehemmiyet ve değerini takdir edememesi, Risale-i Nurların değil, onların bir kusurudur. Bu zamanda hükmeden; ilim ve fendir, insanların da manevi hastalığı maddecilik hastalığıdır. Bu şartları ve hastalıkları iyi tahlil edemeyenler, elbette doğru tedaviyi de bilemezler.

Bu çağın insanı iman ve marifet ilimlerine yani; Risale-i Nurlara muhtaçtır. Bu ihtiyaç da kıyamete kadar böyle gidecektir. Bunun en güzel delili; insanlığın umumi ahvalidir. Mesela on beş milyon nüfuslu İstanbul’da, farzlarını nizami olarak  ifa eden bir milyonu bulmaz. Böyle manevi bir hastalığın bulunduğu ortamda, Risale-i Nurlara ihtiyaç kalmamıştır demek, mesuliyet ister. Hem Risale-i Nurlar sadece bir ispat ve delil mecmuasından ibaret değildir, ayrıca marifet ve tefekkür tefsiridir. İmanın hadsiz mertebe ve derecelerini ders veren evrensel, eskimez, vehbi ve manevi bir tefsirdir. İnsanlığı hem imani yönden, hem de ahlaki yönden ıslah ediyor. Böyle bir tefsire dil uzatmak, manevi kemalle bağdaşmaz.
Bu tür tenkitleri samimi bulmuyoruz. Zira böyle bir tenkidin ne kendilerine ne de tenkit ettiklleri hakkında hiç bir faydası olmamakla birlikte, sayılmayacak kadar zararları vardır. Allah yanlış yolda olanları doğru yola hidayet etsin.

Kaynak: SorularlaRisale

 

www.NurNet.Org

Talikata Dair..

Risale-i Nur’da Talikata Dair..

Ta’likat Hakkında Bilgi verir misiniz?

Ta’likat namındaki te’lifatı, Mantık’ta bir şaheserdir.” (S: 762)

“Bilâhare Hazret-i Üstad (R.A.) -İşarat-ül İ’caz, Kızıl Îcaz, Hutbe-i Şamiye, Reçetet-ül Ulema ve Reçetet-ül Avam ve elyazı Ta’likatkitabları hariç- bütün Arabî risalelerini Mesnevî-i Nuriye şeklinde tasnif ettikleri zaman, çok kavî bir ihtimal ile bu eser Üstadımızın eline o sıra geçmemiş olsa gerektir.” (Basdıllı Ms: 339)

“Ve ilm-i mantıkta, İbn-i Sina’nın te’lifatından geçecek “Ta’likat” namında hârika bir risalesi var.” (B: 149)

Ta’likat” namında hârika bir risalesi var. İşkal-i mantıkıyeyi kıyas-ı istikraî cihetiyle on bine kadar iblağ edip, hiçbir âlimin yetişemediği bir derece-i ihata göstermiş. (T: 212 )

Ta’likat’tan

“Hem Eski Said’in ilm-i mantık noktasında bir şaheser hükmünde bulunan gayr-ı matbu’ Ta’likat’tan süzülen i’cazlı bir îcaz-ı hârikada, müdakkik ülemaları hayret ve tahsinle dikkate sevkeden, matbu’ “Kızıl Îcaz” namındaki risale-i mantıkıye Risale-i Nur’la bağlanmasına ve şakirdlerinin âlimler kısmının nazarına göstermek lâyık gördüm.” (K: 140)

Ta’likat: Mantıkta bînazir bir eserdir, nazariyat-i mantıkiyeyi tatbikata takrib eder. (A.Bediyye: 691)

Son Şahitlerde ise;

Molla Habib ve Tâlikat
Evet, Molla Habib Milis Albayı Bediüzzaman’ın ilk nur kâtibiydi.

İşârâtü’l-İ’caz tefsirinde ve Emirdağ mektuplarında sadece ismini okuyabildiğimiz böyle bir kahraman şehid, şefkat kahramanı bir annenin sevgili bir kuzusuydu muhakkak.

1970’li senelerde Nur araştırmasının sevdasıyla dolaşırken Balıkesir’in Biga ilçesinin Güvemalan köyüne uğrayarak Molla Süleyman ismindeki bir nur talebesiyle görüşmüştüm. Genç ve dinç gönüllü nur kâtibi Habib’in nereli olduğunu sorduğunda eliyle çok uzakları göstererek “tâ aksa-yı şark!” diyerek Nurların ilk kâtibi Molla Habib’in de Doğubayezitli olduğunu ifade etmişti.

Seneler çok çabuk geçiyordu. l99l yazında Bayram Yüksel Ağabeyin aydınlık gayret ve himmetleri bir hayırlı ışığın daha meydanları aydınlatmasını sağlıyordu.

Bir asra yaklaşan zamandan beri sadece Tâlikat şeklinde ismini okuyup, duyduğumuz bu müstesna Nur Külliyesi parçalarından bir parça nihayet gün ışığına çıktı. Daha önceleri “Talikat yok Irak’ın bir şehrinde, yok Suriye’de, yok İran’ın bir köyünde bir nüshası var” derken, bir eksik nüshası Ankara’da Said Özdemir’in arşivinden çıkarken, bundan bir yıl sonra da Bayram Yüksel ve Mustafa Sungur Ağabeylerin himmetleriyle meydana çıktı. Bunlardan da Risale-i Nur Mütercimi İhsan Kasım Ağabeye intikal eden Tâlikat oradan da İsmail Yazıcı’nın sanatkâr ellerine geliyordu.

Şehit Habib’in kâtibliğini yaptığı Tâlikat ismindeki mantık kitabını lügatler şöyle anlatmaktadır: “Bir eseri açıklamak üzere kenarına yazılan veya ayrıca eser olarak hazırlanan notlar. Bediüzzaman Hazretlerinin ilm-i mantık üzerine telif ettiği eserinin ismi.”

Nur Üstad Bediüzzaman’ın lahika mektuplarından mantık ilminin bir şaheseri olan Tâlikat’ın bahsi geçmektedir. Barla Lahikası’nda: “Risale-i Nurun tesvidinde çok hizmeti sebkat eden, temiz kalbli, ihlâslı güzel bir hâfız, müdakkik bir hoca olan Hâfız Halid’in” bir fıkrasında Tâlikat’tan bahis geçmektedir: “İlm-i mantıkta, İbn-i Sina’nın telifatından geçecek Tâlikat namında harika bir risalesi var. İşkâl-i mantıkıyeyi kıyâs-ı istikraî cihetiyle on bine kadar iblâğ edip, hiç bir âlimin yetişemediği bir derece-i ihata göstermiş…”

Kastamonu Lahikası’nda ise Tâlikat’ın bahsi şu şekilde geçmektedir:

“Eski Said’in ilm-i mantık noktasında bir şaheser hükmünde bulunan gayr-ı matbu Talikat’tan süzülen i’cazlı bir îcaz-ı harikada mudakkik ulemaları hayret ve tahsinle dikkate sevkeden matbu Kızıl İ’caz nâmındaki risale-i mantıkıye, Risale-i Nurla bağlanmasına ve şakirdlerinin, âlimler kısmınınn nazarına göstermek lâyık gördüm; fakat çok derindir. Bu günlerde Feyzi’ye bir parça ders verdim. Belki bir zaman Feyzi kendisi, başkasının da anlaması için dersini Türkçe kaleme alacak…”

Muhtelif yıllarda Mehmed Feyzi Ağabeye Tâlikâtın Türkçe dersini kaleme alıp almadığını sorduğumda, “Hayır yazamadım, kaleme alamadım” diye cevap vermişti.

el yazma Emirdağ Lahikasından ( hususi arşivimden )

Abdülmecid Nursî’nin Tâlikat için yazdıkları

Bu eserin baş taraflarında Merhum Abdülmecid Nursî (Ünlükul)un el yazılarıyla hüzünlü satırları bulunmaktadır. Bu satırların içinde Nur Üstad Bediüzzaman’ın da kendi mübarek elleriyle yazdığı bir kaç satırı okumaktayız. Abdülmecid Ünlükul, Tâlikat’a yazdığı ön notlarında şunları ifade etmektedir:

(Ta’likat. Arabî müsveddelerden, bilâhere elle yazılmış bir nüsha fotokopisi. Aslı Bayram Yüksel Ağabey’de.)

Hazret-i Seyda!

Merhum ve şehid Molla Habib’in dest-i hattıyla Bürhan-ı Gelenbevî’yi okur iken yazdığı “Ta’likat” namıyla takriratınızı takdim etmekle ellerinizden öper, duanızı isterim.

Abdülmecid

         Ey bu ibret-âmiz evraka bakan zât!

Birinci Harb-i Umumî’den evvel Van vilayetinde Bediüzzaman talebelerine, hususan kardeşi ve Molla Habib’e ders verirken, İlm-i Mantık’a dair te’lif ettiği ve henüz ikmal edemediği iki aded eserlerinin müsveddeleridir. Zamanın selleri içinde her iki kardeş birbirinden ayrıldılar. En-nihayet Abdülmecid namındaki göçüp (küçüğü) Ürgüp Müftüsü olup, 1940 Ürgüp’e geldi. Bu müsveddeleri o zamanın yâdigarı olarak muhafaza etmekte idi. Fakat heyhat sümme heyhat, o da gitti, o da gitti, zaman da geçti gitti. Acaba bu müsveddeleri açıp okuyacak bir kimse olacak mı? Ve öyle bir zaman gelecek mi? Heyhat, heyhat!..

Tâ be-mahşer mihnet ü derd ü gamla gezerim

Bu bize bir çiledir, ey gül (gönül) kaderle çekerim.

Abdülmecid

Bu Ta’likat namındaki risale, Bediüzzaman Said-i Kürdî’nin Bürhan-ı Gelenbevî üzerine yazdığı haşiyelerdir. Bu risale yazan halka-i dersinde bulunan en sevdiği Habib namında bir talebesi Habib Bürhan-ı Gelenbevî okur iken Bediüzzaman’ın takrirlerini haşiye şeklinde yazar idi. Bu da 1329’da idi. Birinci Harb-i Umumî koptu. Bediüzzaman ile Habib vaiz sıfatıyla Van Fırkasıyla beraber Erzurum cephesine gittiler.

Bir sene sonra dönüp Van’a geldiler. Ermeniler tarafından Van alındı. Bizler de Gevaş Kazasına çekildik. Habib orada şehid oldu. Habib’in dest-i hattıyla ve Bediüzzaman’ın ifadesiyle yazılan şu risale, muhaceret esnasında memleketten memlekete, şehirden şehire çıkıp gezmek neticesinde 1940’ta Malatya’dan Ürgüp’e müftülük memuriyetiyle geldim. Bu risale perakende bir halde evrak ve kitablar içinde dağılmıştı. Topladım, cildlettirdim. Olur ki bir zaman gelip, ilmî ve dinî bir haşr ü neşr olur. Bu gibi risaleleri okuyacak insanlar meydana çıkar ki, o zaman bu risale ne gibi bir zekâ ve ne kadar yüksek bir fikirden çıktığı anlaşılır. Fakat heyhat, ne o zaman geldi ve ne o adamlar bulundu vesselâm.

1951

Abdülmecid

***

Şu anda bir ağabey Talikat ve K. i’caz üzerine çalışmalar yapmakta bittiği zaman inşaallah kitabi olarak temin etmeniz mümkün olacak.

selam ve dua ile 

www.NurNet.Org