Etiket arşivi: Muhammed Numan Özel

Risale-i Nurda Ramazan Mevzu’u – 8

  1. Ramazan-ı Şerif’ten
  2. Ramazan-ı Şerif’ten birgün evvel, gizli zındık düşmanlarım tarafından verildiğine kuvvetli ihtimal verdiğimiz -doktorun tasdikiyle- bir zehirin hastalığıyla hararetim kırk dereceden geçmeye başlamış iken, Kastamonu’da adliye müddeiumumîleri ve taharri komiserleri, menzilimi taharri etmeye geldiler.” (T: 421)
  3. Ramazan-ı Şerife
  4. Ramazan-ı Şerife dairdir” (M: 398)
  5. “[Birinci kısmın âhirinde şeair-i İslâmiyeden bir nebze bahsedildiğinden şeairin içinde en parlak ve muhteşem olan Ramazan-ı Şerife dair olan bu ikinci kısımda, bir kısım hikmetleri zikredilecektir.” (M: 398)
  6. “Yalnız şu şehr-i rahmet ve mağfiretin ibadatından olan sıyama ait bir mevzu açılmadığını görerek, üstadıma bir arîza takdim etsem ve otuz günden ibaret olan Ramazan-ı Şerife ait Otuzuncu Mektub olmak üzere, bir niyazda bulunmak emelinde iken, bir sebebe binaen şu arzumdan feragat ettim.” (B: 69)
  7. ramazan-ı şerifi
  8. “Şimdi tahliye olsaydık, bu Medrese-i Yusufiye’deki hayırlardan mahrum kaldığımız gibi, sırf uhrevî olan ramazan-ı şerifi; dünya meşgaleleriyle huzur-u manevîmizi haleldar edecekti.” (Ş: 508)
  9. Ramazan-ı Şerifin
  10. “Yine manevî cevab: Şöyle denildi ki: Ramazan-ı Şerifin teravih vaktinde kemal-i neş’e ve sürur ile sarhoşçasına gayet heveskârane şarkıları ve bazan kızların sesleriyle radyo ağzıyla bu mübarek merkez-i İslâmiyetin her köşesinde cazibedarane işittirilmesi, bu korku azabını netice verdi.” (S: 171)
  11. Ramazan-ı Şerifin başında yumurtaya başladı, tâ kırk gün devam etti.” (M: 68)
  12. “Bu İkinci Kısım, Ramazan-ı Şerifin pek çok hikmetlerinden dokuz hikmeti beyan eden “Dokuz Nükte”dir.]” (M: 398)
  13. “Beşinci Nükte: Ramazan-ı Şerifin orucu, nefsin tehzib-i ahlâkına ve serkeşane muamelelerinden vazgeçmesi cihetine baktığı noktasındaki çok hikmetlerinden birisi şudur ki: Nefs-i insaniye gafletle kendini unutuyor.” (M: 400)
  14. “Altıncı Nükte: Ramazan-ı Şerifin sıyamı, Kur’an-ı Hakîm’in nüzulüne baktığı cihetle ve Ramazan-ı Şerif, Kur’an-ı Hakîm’in en mühim zaman-ı nüzulü olduğu cihetindeki çok hikmetlerinden birisi şudur ki: Kur’an-ı Hakîm, madem Şehr-i Ramazan’da nüzul etmiş; o Kur’anın zaman-ı nüzulünü istihzar ile o semavî hitabı hüsn-ü istikbal etmek için Ramazan-ı Şerifte nefsin hacat-ı süfliyesinden ve malayaniyat hâlattan tecerrüd ve ekl ü şürbün terkiyle melekiyet vaziyetine benzemek ve bir surette o Kur’anı yeni nâzil oluyor gibi okumak ve dinlemek ve ondaki hitabat-ı İlahiyeyi güya geldiği ân-ı nüzulünde dinlemek ve o hitabı Resul-i Ekrem (A.S.M.)dan işitiyor gibi dinlemek, belki Hazret-i Cebrail’den, belki Mütekellim-i Ezelî’den dinliyor gibi bir kudsî halete mazhar olur.” (M: 401)
  15. “harfi binler ve Ramazan-ı Şerifin Cum’alarında daha ziyadedir.” (M: 402)
  16. “Dokuzuncu Nükte: Ramazan-ı Şerifin orucu, doğrudan doğruya nefsin mevhum rububiyetini kırmak ve aczini göstermekle ubudiyetini bildirmek cihetindeki hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:” (M: 404)
  17. “(1): Denizli hapsinin meyvesine Onuncu Mes’ele olarak Emirdağı’nın ve bu Ramazan-ı Şerifin nurlu bir küçük çiçeğidir.” (Ş: 243)
  18. “Cenab-ı Hak bu ramazan-ı şerifin Leyle-i Kadrini umumunuza bin aydan hayırlı eylesin, âmîn.” (Ş: 508)
  19. “İkinci Remz: Kur’anın El-Âyet-ül Kübra’sı olan $ nin hakikat-ı kübrasını ve tefsir-i ekberini gösteren ve ramazan-ı şerifin ilhamî bir hediyesi bulunan Yedinci Şua risalesine Hazret-i İmam-ı Ali (R.A.) Mektubat’a işaretten sonra Lem’alar’a işaret içinde Şualar’a bakarak $ (Haşiye) deyip ilm-i belâgatça “müstetbeat-üt terakib” ve “maariz-ül kelâm” denilen mana-yı zâhirînin tebaiyetiyle ve perdesinin arkasıyla müteaddid karinelerin kuvvetine göre işaret eder.” (Ş: 731)
  20. Ramazan-ı Şerifin onuncu Cumartesi günü, saat onbir buçukta, herbir nüktesi nâmütenahî hikmet ve hakikat müjdelerini havi ve mübeşşir, dokuz nükteli Ramazaniyeyi aldım.” (B: 69)
  21. “Atabey’e gelen Ramazan meyvesi olan ve Ramazan-ı Şerifin hikmetlerini bildiren Söz, bizi ikaz ve bilmediğimiz hikmetleri tasrih ediyor.” (B: 74)
  22. “Duanız sayesinde ve bana karşı göstermiş olduğunuz hüsn-ü niyet ve nasihatlerin semeresi olarak, ancak yedi senede, Üstadımın dua yumruğuyla laîn şeytanın zırh sandukası kırılarak, imanımı tekrar teslim ettin ve teslim aldığımı şununla isbat ederim ki; duaya kabul buyurduğunuz tarihte, yani Ramazan-ı Şerifin üçüncü günü bera-yı ziyaret nezdinizde idim.” (B: 91)
  23. “Hazineler dolusu mücevherattan daha fazla, hattâ bu fâni dünya hayatının zînetleriyle ölçülemeyecek derecede kıymetdar mektubunuzu, mübarek Ramazan-ı Şerifin yirmiüçüncü günü akşamı, iftardan on dakika evvel postadan aldım.” (B: 367)
  24. “Hazineler dolusu mücevherattan daha fazla, hattâ bu fâni dünya hayatının zînetleriyle ölçülemeyecek derecede kıymetdar mektubunuzu, mübarek Ramazan-ı Şerifin yirmiüçüncü günü akşamı, iftardan on dakika evvel postadan aldım.” (K: 47)
  25. “Hem gördük ki: Bu Lemaat, Risale-i Nur’un mühim bir kısmının çekirdekleri, tohumları hükmünde gayet güzel vecizelere ve hiçbir edibin ve mütefekkirin muvaffak olamadığı bir tarzla sehl-i mümteni’ gibi taklid edilmez, büyük bir hakikat-ı içtimaiyeyi küçük bir vecizede ve manzum bir kitabı mensur gibi, aynı nesirli bir kitab gibi, hiç nazmı hatıra getirmeden kolayca okunacak bir tarzda bulunması, otuzyedi sene evvel Ramazan-ı Şerifin yirmi gününde her gün bir-iki saat iştigaliyle” (Em: 46)
  26. “Âlem-i İslâm’da Leyle-i Kadir telakki edilen bu Ramazan-ı Şerifin yirmiyedinci gecesinde bir nevi tesemmüm ile şiddetli bir mide hastalığı içinde sinirlerimi ve vicdan ve kalbimi istilâ eder gibi bir diğer dehşetli hastalık hissettim.” (Em: 189)
  27. “Yirmisekiz seneden beri beş vilayet ve beş mahkeme ve beş vilayetin zabıtaları onun başına ilişmedikleri halde, hususan bu defa İstanbul mahkeme-i âdilesinde yüzden ziyade polislerin gözleri önünde, hem iki ay da yaya olarak her yeri gezdiği halde, hiçbir polis ilişmediği ve hem Mahkeme-i Temyiz bere yasak değil diye karar verdiği, hem bütün kadınlar ve başı açık gezenler ve bütün askerî neferler ve vazifedar memurlar giymeye mecbur olmadıklarından ve giymesinde hiçbir maslahat bulunmadığından ve benim resmî bir vazifem olmadığından -ki resmî bir libastır- bereyi giyenler de mesul olmazlar denildiği halde; hususan münzevi ve insanlar arasına girmeyen ve Ramazan-ı Şerifin içinde böyle hilaf-ı kanun en çirkin bir şey ile ruhunu meşgul etmemek ve dünyayı hatırına getirmemek için has dostlarıyla dahi görüşmeyen, hattâ şiddetli hasta olduğu halde, ruhu ve kalbi vücuduyla meşgul olmamak için ilâçları almayan ve hekimleri çağırmayan bir adama şapka giydirmek, ecnebi papazlara benzetmek için ona teklif etmek ve adliye ile tehdid etmek, elbette zerre kadar vicdanı olan bundan nefret eder.” (T: 666)
  28. Ramazan-ı şerifin yirmi altıncı gününde Kur’an-ı Kerim’i hatmettim.” (T: 734)
  29. “Bu mübarek ramazan-ı şerifin mübarek bir hediyesi olan bu mübarek risalenin hâtimesine, mübarek üstadımızın Leyle-i Kadirdeki elemli ve ızdırablı hastalıklarına ait bu mektubun ilhakı münasib görülerek ilâve edilmiştir.” (Ni: 202)
  30. “Meselâ: Ramazan-ı Şerifin başında hilâli görmek hususunda iki âmi şahid isbat etseler ve binler eşraf ve âlimler görmedik deyip nefyetseler, nefiyleri kıymetsiz ve kuvvetsizdir.” (Ko: 64)

 

Sayfalar Envar Neşriyata Göredir.

Ramazan Ayı kategorisi

www.NurNet.Org

Risale-i Nurda Ramazan Mevzu’u – 7

  1. Ramazan-ı Şerif’te
  2. “Evet herbir harfi otuzbin bâki meyveler veren Kur’an-ı Hakîm, öyle bir nuranî şecere-i tuba hükmüne geçiyor ki; milyonlarla o bâki meyveleri, Ramazan-ı Şerif’te mü’minlere kazandırır.” (M: 402)
  3. “$ âyet-i pür-envarının çok envar-ı esrarından bir nurunu, Ramazan-ı Şerif’te bir halet-i ruhaniyede hissettim, hayal-meyal gördüm.” (M: 409)
  4. “Böyle zalemelerin sergüzeşt-i zalimanelerini, bu Ramazan-ı Şerif’te bana okutmak hissini nereden kaptın” dedim.” (B: 198)
  5. “Filhakika bu Ramazan-ı Şerif’te hâdisenin sureti çok çirkindi.” (B: 284)
  6. “İkincisi: Bu Ramazan-ı Şerif’te acz u za’fı ve fakr u ihtiyacı tam hissedip, Cenab-ı Hakk’a iltica etmek, bir surette intibah ve heyecan ve şuur ve şiddet verdi.” (B: 284)
  7. Ramazan-ı Şerif’te şimdi okuduğum münacatların okunmasına, bu hâdise mühim bir kuvvet oldu.” (B: 284)
  8. “Bu Ramazan-ı Şerif’te otuz günde, yarım okka yoğurtla, yarım okkadan daha az pirinç ve dört kuruşluk bir fırancala yediğini (yalnız bir-iki kupa çay içmek ve iftar zamanında bir çay kaşığı bal yemek müstesna) başka bir şey yemediğini bizzât müşahede ettik(Haşiye).” (B: 301)
  9. “Geçen Ramazan-ı Şerif’te, Ehl-i Sünnet’in selâmet ve necatı için edilen pek çok duaların şimdilik aşikâre kabulleri görünmemesine hususî iki sebeb ihtar edildi:” (K: 25)
  10. “Şimdiden biz tedbir ettik ki: İki Kur’an’ı, Risale-i Nur’un buradaki has talebeleri Ramazan-ı Şerif’te, herbiri her günde bir cüz’ünü sizin ile beraber okumak ile, Ramazan’ın her gününde bir hatme-i Kur’aniye olarak, manevî ve çok geniş bir mecliste, Isparta ve Kastamonu’yu ihata eden bir dairede halka tutan Risale-i Nur talebelerinin ve o dairenin merkezinde sizler bulunmak cihetiyle Risale-i Nur şakirdlerinin etrafınızda olarak; Nakşî’de hatme-i hacegân tarzında, fakat çok büyük bir mikyasta Risale-i Nur’un bütün şakirdleri manen hazır ve o dairede bulunuyor niyetiyle, tasavvuru ile okunmak,” (K: 91)
  11. Ramazan-ı Şerif’te beş gün savm-ı visal içinde gıda olarak, ekmeksiz muhallebi üç kaşık ve beş-altı kaşık da soğuk yoğurttan.” (K: 98)
  12. “Sizin bayramınızı, Leyle-i Kadr’inizi, Ramazan-ı Şerif’te makbul dualarınızı bütün ruh u canımla tebrik ve tes’id ediyorum.” (K: 100)
  13. “Geçen Ramazan-ı Şerif’te, hastalığım münasebetiyle, herbir kardeşim benim hesabımla birer saat çalışmalarının pek büyük neticelerini aynelyakîn ve hakkalyakîn gördüğümden; böyle duaları reddedilmez masumların ve mübarek ihtiyarların ve bahtiyar üstadlarının, benim hesabıma arasıra lisanen ve kalben duaları ve çalışmaları, kalemleriyle yardımları, benim Risale-i Nur’a hizmetimin uhrevî bir netice-i bâkiyesini dünyada dahi bana gösterdi.” (K: 117)
  14. Ramazan-ı Şerif’te yirmi gün zarfında, nesir bir surette, tekellüfsüz birden yazılmış.” (K: 153)
  15. “Ve mübarek dualarını bu mübarek Ramazan-ı Şerif’te ve bire bin kazancı kazandıran eyyam ve leyali-i mübarekede rica ediyoruz.” (K: 155)
  16. “Sırr-ı ihlasla ve iştirak-i a’mal-i uhrevî düsturunun sırrıyla biz ve siz bu hakikata müteveccihen, bu Ramazan-ı Şerif’te herbirimiz umumun hesabına ve umum arkadaşları içinde kendini farzedip, nun-u mütekellim-i maalgayr, yani daima” (K: 181)
  17. “Bu Ramazan-ı Şerif’te âfâka bakmamak ve dünyayı unutmağa çok muhtaç olduğum halde; maatteessüf, dünyaya arasıra bakmağa bizi mecbur ediyorlar.” (K: 182)
  18. “Senin yazdığın mu’cizeli iki Kur’an-ı Azîmüşşan’ın bu havalide hususan Ramazan-ı Şerif’te sana kazandırdıkları sevabları ve tahsin ve tebriklerini, inşâallah yakında tab’a girmesiyle, âlem-i İslâm’dan senin ruhuna yağacak rahmet dualarını düşün, Allah’a şükreyle.” (K: 200)
  19. “Âyet-ül Kübra Ramazan’da zuhur ettiği gibi; zannımca Ramazan’da da matbaadan çıktığını, Isparta’ya geldiğini ve Ramazan’da serbestiyetle okunması ve câmilere okutmak için girmesi gibi, bu Ramazan-ı Şerif’te Âyet-ül Kübra’dan çıkan ve bir saat tefekkür bir sene ibadet manasını taşıyan Hizb-i Nuriye Âyet-ül Kübra’dan çıktığı misillü, bizim tesbihatımızda otuzüç defa” (E: 59)
  20. “Sâlisen: Bu Ramazan-ı Şerif’te, Kur’anı zevk ve şevk ile okumak çok ihtiyacım vardı.” (E: 249)
  21. Ramazan-ı Şerif’teki
  22. “İşte Ramazan-ı Şerif’teki oruç, hakikî ve hâlis, azametli ve umumî bir şükrün anahtarıdır.” (M: 399)
  23. “Ve Ramazan-ı Şerif’teki hakikat-ı Leyle-i Kadir gibi kudsî ve ulvî hakikatları, yüzbin el ile aramaktır.” (K: 263)
  24. “Evvelâ: Bu mübarek Ramazan-ı Şerif’teki dualar, ihlas bulunmak şartıyla inşâallah makbuldür.” (K: 265)
  25. “Meyve’nin Dördüncü Mes’elesindeki bir hakikatın izahını Eski Said’in âfâka bakmak damarıyla ve bana hizmet eden kâtibin Ramazan başlarında bayram alâmetini şarkta bir hâdisenin tesiriyle heyecanla demesi ve bu Ramazan-ı Şerif’teki kıymetdar vakitleri radyonun malayaniyatıyla zayi’ etmemesi için manen kalbime kaç defa ihtar edildi ki; o geniş ve karışık fırtınalı hakikatın kısaca zararlarını beyan eyle.” (E: 56)
  26. “Ve seksen küsur sene bir ibadet ömrünü kazandıran Ramazan-ı Şerif’teki ibadet ve dualarınızın makbuliyetine âmîn diyerek rahmet-i İlahiyeden herbir gece-i Ramazan bir Leyle-i Kadir hükmünde sizlere sevab kazandırmasını niyaz ediyoruz.” (Em: 20)

Sayfalar Envar Neşriyata Göredir.

Ramazan Ayı kategorisi

www.NurNet.Org

Erkek Kadın Karma Ders ve Seminer!

Erkek Kadın Karma Ders ve Seminer!

 

    “Nefrin, hezârân nefrin, cehlin yüzüne…[1]

 

    “Bir millet, cehaletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti dahi müstebid eder. [2]

 

    “Ecnebilerin tagutlarıyla ve fünun-u tabiiyeleriyle dalalete gidenlere ve onları körükörüne taklid edip ittiba edenlere binler nefrin ve teessüfler! [3]

 

    “S-Neden bunların umumuna fena diyorsun? Halbuki hayırhahımız gibi görünüyorlar.

    C- Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir.

 

    Fakat siz mehenge vurmadan almayınız. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsad ediyorum.

 

    Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mehenge vurunuz.

 

    Eğer altun çıktı ise kalbde saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz gönderiniz. [4]

 

Risale-i Nur’un en mühim bir esası şefkat olmasından, nisa taifesi şefkat kahramanları bulunmaları cihetiyle daha ziyade Risale-i Nur’la fıtraten alâkadardırlar. Ve lillahilhamd, bu fıtrî alâkadarlık çok yerlerde hissediliyor. Bu şefkatteki fedakârlık, hakikî bir ihlası ve mukabelesiz bir fedakârlık manasını ifade ettiğinden, şimdi bu zamanda pek çok ehemmiyeti var. [5]

 

“İman hizmeti, iman hakaiki ..  hizmet-i ima­niyeyi ha­riçteki kuvvetli cereyanlara tâbi’ veya âlet telâkki etmek ve yüksek kıymetlerini umumun nazarında tenzil et­mek endişesiyle.. [6]

 

“Haram ve helâlı bilip haramdan çekilmek..[7]

 

Size, kâinatın en bü­yük mes’elesi olan iman hizmeti ye­ter. [8]

 

“Öyle ise hersöylenen sözünkalbegirmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mehenge vurunuz. [9]

 

Bediüzzaman Said Nursi gibi bir dahi, hem muvazzaf, hem müceddid, hem allame bize bunu söylerken biz ölçüsüzlüğü veya sağlam olmayan ölçüleri kendimize ölçü almamız akıl tutulması ve fikri bir kabz haletinden öte bir şey değildir.

 

Nur Talebeleri kendisine ölçü olarak Risale-i Nur kıssaları olan Lahikalardan hisse alarak nurculuk yapar. Nitekim her mesleğin ölçüleri, prensipleri var. Bu prensiplerle sair mesleklerden ve meşreplerden ayrılır, farkını ortaya koyar.

 

Nur Talebelerini sair meslek ve hizmetlerden ayıran Lahikalardır. Lahikasız olanlarla şunu sormak isterim ki; sair mesleklerden senin farkın nedir? Şayet nurcu isek lahikaya uymak zorundayız. Lahikasız nurculuk iddia edenlerin bu iddiaları kuru bir söz, tedavülde olmayan paradan bir farkı kalmamaktadır. Nurcuyu sair mesleklerden ayıran lahikadır. İman hakikatleri zaten her meslekte var.

 

Hiçbir cemaat/meslek din olmadığı gibi Risale-i Nur da bir din değildir. Bir anlayıştır. Bu sebeple her hangi bir meslek/cemaat bizden ayrılırsan mürted olursun, kafir olursun, dalalete düştün diyorsa o lafı eden kimse kendisini enaniyetin katmerli haline kendisini teslim etmiştir demektir. Şayet o meslekte bu hakimse o mesleğin istikametinden şüphe edilir. “Hülâsa; tarîkat, şeriat dairesinin içinde bir dairedir.Tarîkattandüşenşeriata düşer, fakat -maazallah- şeriattandüşenebedî hüsranda kalır. [10]

 

istikamet en büyük nimetler ve kerametler arasındadır. Doğru istikameti olmayan kimselerin hayatı ve hizmeti ve kendisine müteallik olan şeylerde zikzaklar çizmesi gayet normaldir. Çünkü elinde doğru istikametin malzemeleri bulunmamaktadır. Birisi hata yapınca onu tenkid etmek ise yanlıştır. Çünkü o hata yapan kimse, o hatayı gören kimse kadar bilmemektedir. Şayet o hatakar da hata yapmayan kimsenin bildiklerini bilse idi o hatayı yapmaya bilirdi.

 

Birisi duvara bir yazı yazmış. Şimdi ki aklım olsa idi şu, şu hataları yapmaz idi.

 

Başkası altına şöyle yazmış: o hataları yapmasa idin şimdi ki aklın olmazdı.

 

Bizler de hata yapanı görünce hemen hücum etmek yerine bu nazarla baksak güzel olacak.Hata ya cehilden yani bilmemezlikten veya gafletten veya dalaletten kaynaklanmaktadır.

 

Şeyet cehil ve gaflet ise ikazlarla uyandırılabilir; fakat dalaletten geliyorsa ne yaparsan yap vazgeçmez.

 

Şimdi birileri çıkmış erkek – kadın karma Risale-i Nur dersleri ( konferansları) yapmakta. Hatta birkaç adam sahneye masa kuruyor karşısında kadınlar Risale-i Nur Dersi yapıyorlar. Bunu da medya ile haber veriyorlar. Fesubhanallah bu resmi görünce öyle sinir oldum ki anlatamam.

 

Üstad Bediüzzaman’a da benzer bir teklif gelmiş bunu şu şekilde ifade ediyor.    “Mübarek Isparta’ya ve manevî Medreset-üz Zehra’ya üçüncü defa geldiğim zaman işittim ki; o mübarek âhiret hemşirelerim olan taife-i nisa, benden bir ders bekliyorlarmış. Güya vaaz suretinde câmilerde onlara bir dersim olacak.. [11]üstadımız kadınlara vaaz vermeyip hanımlar rehberini derleyip gönderiyor. Şimdi bazı zekiler çıkıyor sanki üstad yapamadı, beceremedi, beceremezdi manasını verip biz yapıyoruz diyorlar. Bunu da iftiharla servis edip haber ediyorlar.

 

Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Emirdağ Lahika mekrublarında geçen ve hayatta olan varis ve talebelerinden halen hayatta olan 5 Talebesi vardır. Bunlar; Abdullah Yeğin, M. Said Özdemir, Ahmet Aytimur, Hüsnü Bayram ve Salih Özcan ağabeylerimizidir.

 

Nazarımızda üstadımızın ashabı olan bu ağabeylerimiz diğer talebeler içerisinde muvazzaf kılınmıştır. Şimdi bütün talebelerin fevkindediyerekdeğil, benim en yakınımda hizmetimde olup bir derece tam tarz-ı hareketimi bilenler ve yakından görenler içinde, dört-beş adamı mutlak vekil yapıyorum. Ben ölsem veya hayatta şuursuz kalsam, Nurlara karşı hizmetimin tarzını bilerek tam yapabilsinler. [12]bu tavzif ile muhakkak ki bu vazife sahipleri daha teyakkuzda ve yollarda yön ve tehlike belirten yol işaretleri gibi bir vazife omuzlarına konulmuştur. Üstadımızın bu varis ve talebeleri tanımamak ise üstadın vasiyetlerini kabul etmemek manasına da gelmektedir.

 

Bizler ne üstadımızdan ne de üstadımızın talebe ve varis ve vekillerinden ne böyle bir uygulama duyduk, ne gördük.

 

Bu tip hak batıl karması nev’inden olan uygulamalar nur’un meslek ve meşrebinde yok. Hatta o sözüm ona ders okuyan kimsenin hanımı da olsa gene olmaz. Çünkü karşıdaki kadınların hepsi haramdır. “Üstad’ın iffet ve istikametteki hududsuzluğu, bilmüşahede sabittir ve inkârı gayr-ı kabildir. Hayatı boyunca, hanımlarla konuşmaktan,nazarıyla dahi meşgulolmaktan şiddetle içtinab etmiştir.[13]üstadımız değil ders vermek meşgul olup konuşmamışken bazı zekilerin üstad beceremedi, kendisine güvenemedi ama biz yaparız edasıyla piyasaya çıkması nurculuğa ne derece sığar, sadakatin ve istikametin ve külliyatın neresinde yazıyor bizim okumadığımız merak ediyorum.

 

Nurculuğa muhalif hareketler yapıyorlar sonra bize neden muhalif oluyorsunuz, muaraza ediyorsunuz diyorlar. Tabiri caizse bizim bir otomobilimiz var biri geliyor yakıyor arabamızı. Biz de mukabele edince sanane kardeşim ben hiç arabanın yanmasını izlemedim onun için yakıyorum diyor.

 

Veya herkesin evi var ve kapısı kapalı. Kimse evinin kapısını açık bırakıyor mu? Rastgele her isteyen girsin istediği şeyi istediği yerde istediği ile yapsın diyor mu? Madem olmaz öyle şey diyoruz o halde bizim daire-i mahremiyetimiz, haremimiz ola Nurculuğa yapılan yanlış hareketler ve tesirini kırmaya yönelik hareketlerde dik duruşumuzu bozmamak ve tavizsiz hizmet ederek nurun Âli olan mesleğini ve meşrebinin esasatını muhafaza etmekte kendisine nurcuyum diyenlerin vazifedir.

 

Biz nur talebesiyiz ve elimizde nurun müvazeleri ölçüleri var. Bunlarla hadiseleri mihenge vururuz. “O münafıklarveya o münafıkların adamları veya adamlarına aldanmış olanlar dost suretine girerek, bazan da talebe şekline girerek derler vededirtirlerki: “Bu da İslâmiyete hizmettir, bu da onlarla mücadeledir.[14]nurculuk iddia edipte nura muhalif hareket eden kimseler bu kategorinin birisine dahil olduğu alenidir.

 

Bilmek makamında olanın bilmemesi özür kabul edilemez. Önde görünenleri ise hareketlerine daha da dikkat etmek mecburiyetindedirler.

 

Zeki olan kimseler hikmetini bilmediği ve kendi kurgusunda ve “tahayyül ve tasavvurunda [15] giydirdiği ve renk verdiği şekilde düşünüp hareket etmesi neticesinde hasıl olan hatalar mesuliyet getirir.

 

Şahsi ve umumi hukuklar  bu siyasi meselede de ortaya girmektedir. Her şeyde şahsi ve umumi hukuk söz konusudur. Mesela birisi x şahsına söz etse bu şahsi hukuk olur. Lakin islamiyete söz etse bu umumi hukuk olur. Veya biri dershaneye geliyor orada birisi ile arası bozuk bu şahsi hukuk olur. Ama orada umumi bir huzursuzluk yapacak olursa bu umumi hukuk olur.

 

Umumi hukuka tecavüz ise herkesle helalleşmekten geçer. Ve söylemek makamında olupta susanlar bu suskunluktan mesuldürler. Susmakla piyasayı bilmeyenlere bırakmış olurlar. Bilmeyenler konuşması şu misale benzer Şayet tilki vaaza başlamışsa kümesten endişe edebilirsiniz. İşi ehline vermezsek her şey elden gidebilir.

 

Keskin virajlarda ki tabelayı sökerseniz çok kimsenin helaketine sebep olursunuz. Ağabeylerimiz de bu çalkantıda bu tedbiri uygulayarak savrulmaları önlemek istemişlerdir.

 

Piyasada bir abi var birde kur-abiye var. Yani tasannu sahibi ve kendisini abi göstermek isteyen makam-ı kazip sahibi olan ehl-i cerbeze var. Bu cerbezeli kimseler hakkı batıl, batılı hak göstermek zekasına sahip olan kmselerdir. Bu cerbeze sahiplerinin ipleri, yularları nerede kimin elinde bu ise bizce aşikârdır.

 

O münafıklar veya o münafıkların adamları veya adamlarına aldanmış olanlar dost suretine girerek, bazan da talebe şekline girerek derler ve dedirtirler ki: “Bu da İslâmiyete hizmettir, bu da onlarla mücadeledir. Şu malûmatı elde edersen, Risale-i Nur’a daha iyi hizmet edersin. Bu da büyük eserdir.” gibi bir takım kandırışlarla sırf o Nur talebesinin Nurlarla olan meşguliyet ve hizmetini yavaş yavaş azaltmakla ve başka şeylere nazarını çevirip, nihayet Risale-i Nur’a çalışmaya vakit bırakmamak gibi tuzaklara düşürmeye çalışıyorlar. [16]

 

Dost ve talebe kılığına bürünmüş sahte nurcu gibi duranlar çeşitli desiseler çevirirler. Hadiselerle kimin kaç ayar olduğu belli olmaktadır. Sadakat imtihanı şiddetli olur. Çok büyük zannedilenleri yutar devirir.

 

Lahikası Olmayan kimseler içtimai hadiselerde savrulmamaları imkansızdır. Bir ağaç eğer toprağı derin değilse kök salması imkansızdır. Toprağı derin olmayan yerdeki ağaçlar devrilirler. Lahika bu ağaç toprağının kök salması için var olan toprak gibidir.

 

İşimize sekte ve hizmetimize fütur vermek için, onların tenbelliklerinden ve tenperverliklerinden ve vazifedarlıklarından istifade ederler.

 

Onlar, öyle desiselerle onları hizmet-i Kur’aniyeden alıkoyuyorlar ki; haberleri olmadan bir kısmına fazla iş buluyorlar, tâ ki hizmet-i Kur’aniyeye vakit bulmasın. Bir kısmına da, dünyanın cazibedar şeylerini gösteriyorlar ki; hevesi uyanıp, hizmete karşı bir gaflet gelsin ve hâkeza…

 

    Bu hücum yolları uzun çeker. Bu uzunlukta kısa keserek, dikkatli fehminize havale ederiz. [17]

 

«Namahreme bakmak, İblis’in okla­rından bir ok­tur ki, her kim benden kor­karak onu bırakırsa, (harama bak­mazsa) o haramın zevkine bedel ona bir iman veririm ki, o imanın celadet ve hala­vetini kal­binde duyar.[18]»

 

Netice ise; bir/birkaç erkeğin çıkıp kadınlara konferans veya seminer namında ders vermesi kesinlikle nurculuk sisteminde yoktur. Ve fitnelere kapı açması çok kuvvetli olan bir hadisedir. Böyle gayr-i meşru hallere sebebiyet verecek şeylerden sakınmak ise elbette ehl-i aklın karıdır.

 

Kadınlarınızı, kızlarınızı bu tip karma şeyler yapılan yerlere göndermeyiz. Böyle hak batıl karması olan şeye gideceğine evinde kendisi okusun daha karlıdır. Ehl-i dalaletin tarzında kadın erkek karşı karşıya oturup yüzlerini göreceği şekilde hizmet mizmet olmaz. Bazı yerde görüyoruz bir kitap fuarı imzaya gelen hep kadın, adamıun başını sarmışlar.. veya bilmem ne semineri diye öne bir masa koymuşlar 1 – 2 makam-ı kazip sahibi kutb-ul azam (!) masaya oturmuş karşısında kadınlar onlara seminer meminer diye bir şeyler yapıyor. (Yeni Asya, Nesil grubu)

 

Kimsenin dediğini hemen kabul etmeyelim ve unutmayalım ki cemaatler din değildir. Dinin içinde bir şubedir. İslama muhalif bir şey varsa orada bizim de olmamız otomatikman islama muhalefet etmektir.

 

Yani bizler kiminle berabersek, beraber olduğumuz kimse kime neye hizmet ediyorsa bizde orada oluyoruz.

 

Dini anlatan herkese takılmamak ve mihenge vurmak gerekir. Şimdi dini anlatıyorum ayağına gidip kendisine şöhret ve maddiyat elde etmek peşinde koşanlar var.

 

Risale-i Nuru iddia eden herkese itimad edilmez. Vitrinde risaleleri gösterip başka maksad takip edenler var. Belki büyük abilerin yanına sokulmuş, karanlık kimselere hizmet edenler olduğunu hadiseler gösteriyor.

 

Nasıl ki her sakallı deden değildir, her Risale-i Nuru gösteren de bunda samimi değildir. Belki başka maksadlar güderek nurculuğu akim bırakmak, nurların tesirini yok etmek veya azaltmakla iş görmekteler.

 

Nurlarların hizmetinde müsamaha namında hoş görü ile, tavizler ile hizmet edilemez. Nurculuktan taviz verilemez!

 

Nurculuktan taviz vererek hizmet edenler belki bir ara hizmetleri ayyuka çıkmış olabilir. Lakin bunların fren ayarları bozuk ve yolun adabına kurallarına uymamanın neticesinde hayat-ı içtimaiye ve diniyede tepetaklak olmaları kaçınılmazdır.

 

Kritik yerlerde, viraj ve uçurumlarda uyarıcı levha ve işretlere uyulmazsa netice vahimdir.

 

Bizler de Ahirzamanın muvazzafı Bediüzzamanın çorbasını çenler olarak, düsturlarımızı, esaslarımızı, tarzımızı hep nurlardan bilhassa lahikalarda olan hadiselerden alarak meselelere ışık tutarak rotamızı belirlemeliyiz.

 

Ölçüsü olmayanın hiçbir şeyi olmaz. Kur’an ve sünnet, icma ile kıyas’ın mahsulü olan Risale-i Nur eserlerine sadakatle sarılıp ilerlemek ve hizmet etmek öyle kıymettar bir hazinedir ki paha biçilmez.

 

Bizler gittiğimiz meşrebin, mesleğin, yolun adabına uyacağız diye, dinden taviz verilmez. Şayet cemaat için dinden taviz veriliyorsa o cemaat işlevini yitirmiştir. Başka bir şeye hizmet ediyordur.

 

Bizler dinimiz için bir cemaate tabi olduk. Daha istikametli yaşayalım diye. Ahiretimizi tehlikeye atsın diye değil.

 

    Ey kardeşlerim! Dikkat ediniz: Vazifeniz kudsiyedir, hizmetiniz ulvîdir. Herbir saatiniz, bir gün ibadet hükmüne geçebilecek bir kıymettedir. Biliniz ki, elinizden kaçmasın!… [19]

 

Selam ve Dua ile  

Muhammed Numan ÖZEL


[1] Muhakemat ( 62 )

[2] Asar-ı Bediyye ( 309 )

[3] Lem’alar ( 120 )

[4] Münazarat ( 14 )

[5] Hanımlar Rehberi ( 6 )

[6] Kastamonu Lâhikası ( 137 )

[7] Kastamonu Lâhikası ( 241)

[8] Kastamonu Lâhikası ( 193 )

[9] Münazarat ( 14 )

[10] Tarihçe-i Hayat ( 19 )

[11] Hanımlar Rehberi ( 5 )

[12] Emirdağ Lahikası-2 ( 233 )

[13] Tarihçe-i Hayat ( 464 )

[14] Tarihçe-i Hayat ( 690 )

[15] Sözler ( 287, 633, 634, 682, 706 )

[16] Tarihçe-i Hayat ( 690 )

[17] Mektubat ( 426 )

[18](İlahî Hadisler (H.Hüsnü Erdem, D.İ.Bşk. Yayınları) ve K.H. hadis:2864)

[19] Mektubat ( 426 )

Risale-i Nurda Ramazan Mevzu’u – 6

  1. Ramazanoğlu
  2. “Mustafa Hilmi Ramazanoğlu” (G: 242)
  3. Ramazan-ı Mübareğin
  4. “İkinci Nükte: Ramazan-ı Mübareğin savmı, Cenab-ı Hakk’ın nimetlerinin şükrüne baktığı cihetle, çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: Birinci Söz’de denildiği gibi, bir padişahın matbahından bir tablacının getirdiği taamlar bir fiat ister.” (M: 399)
  5. Ramazan-ı Mübareke’nin
  6. “Cenab-ı Erhamürrâhimîn bu Ramazan-ı Mübareke’nin hürmetine Rahmeten-lil-Âlemîn olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın ümmetine rahmetiyle imdad eylesin!” (K: 155)
  7. Ramazan-ı Mübarekte
  8. “Her hasenenin sevabı başka vakitte on ise, Receb-i Şerifte yüzden geçer, Şaban-ı Muazzamda üçyüzden ziyade ve Ramazan-ı Mübarekte bine çıkar ve cuma gecelerinde binlere ve Leyle-i Kadir’de otuzbine çıkar.” (Ş: 494)
  9. “Evvelâ: Seksen sene ibadetli bir ömrü bahtiyarlara kazandıran Ramazan-ı mübarekte inşâallah Nur’un şirket-i manevîsi o kazanca mazhar olacak.” (T: 514)
  10. Ramazan-ı mübarekte
  11. “Her hasenenin sevabı başka vakitte on ise, Receb-i Şerifte yüzden geçer, Şaban-ı Muazzamda üçyüzden ziyade ve Ramazan-ı Mübarekte bine çıkar ve cuma gecelerinde binlere ve Leyle-i Kadir’de otuzbine çıkar.” (Ş: 494)
  12. “Evvelâ: Seksen sene ibadetli bir ömrü bahtiyarlara kazandıran Ramazan-ı mübarekte inşâallah Nur’un şirket-i manevîsi o kazanca mazhar olacak.” (T: 514)
  13. Ramazan-ı Şerif
  14. “Altıncı Nükte: Ramazan-ı Şerifin sıyamı, Kur’an-ı Hakîm’in nüzulüne baktığı cihetle ve Ramazan-ı Şerif, Kur’an-ı Hakîm’in en mühim zaman-ı nüzulü olduğu cihetindeki çok hikmetlerinden birisi şudur ki: Kur’an-ı Hakîm, madem Şehr-i Ramazan’da nüzul etmiş; o Kur’anın zaman-ı nüzulünü istihzar ile o semavî hitabı hüsn-ü istikbal etmek için Ramazan-ı Şerifte nefsin hacat-ı süfliyesinden ve malayaniyat hâlattan tecerrüd ve ekl ü şürbün terkiyle melekiyet vaziyetine benzemek ve bir surette o Kur’anı yeni nâzil oluyor gibi okumak ve dinlemek ve ondaki hitabat-ı İlahiyeyi güya geldiği ân-ı nüzulünde dinlemek ve o hitabı Resul-i Ekrem (A.S.M.)dan işitiyor gibi dinlemek, belki Hazret-i Cebrail’den, belki Mütekellim-i Ezelî’den dinliyor gibi bir kudsî halete mazhar olur.” (M: 401)
  15. “İşte Ramazan-ı Şerif âdeta bir âhiret ticareti için gayet kârlı bir meşher, bir pazardır.” (M: 402)
  16. “Evet Ramazan-ı Şerif; bu fâni dünyada, fâni ömür içinde ve kısa bir hayatta bâki bir ömür ve uzun bir hayat-ı bâkiyeyi tazammun eder, kazandırır.” (M: 402)
  17. “Sekizinci Nükte: Ramazan-ı Şerif, insanın hayat-ı şahsiyesine baktığı cihetindeki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:” (M: 403)
  18. “Fakat Ramazan-ı Şerif orucuyla o fabrikanın hademeleri anlarlar ki; sırf o fabrika için yaratılmamışlar.” (M: 403)
  19. “Bir-iki gün sonra, mübarek Ramazan-ı Şerif gecesi üçüncü hitab olarak, yine rü’yamda, memleketimizin kenarında, Üstadım Bediüzzaman, elinde bir asa, çoban olup dellâllığı ilân ediyor.” (B: 158)
  20. Ramazan-ı Şerif” (B: 317)
  21. “Sâniyen: Bu seneki Ramazan-ı Şerif hem Âlem-i İslâm için, hem Risale-i Nur şakirdleri için gayet ehemmiyetli ve pek çok kıymetlidir.” (K: 94)
  22. “adamın Ramazan-ı Şerif hakkındaki hasbihalini “İslâmî bir devlet kurmak” gibi siyasetvari bir tarzda tebdil edivermeleri, o sahte siyaset bezirgânlarının, çocukları dahi kandıramıyacakları acemice bir iftira ve bir uydurmalarından ibarettir.” (Em: 219)
  23. Ramazan-ı Şerif’e
  24. “Bu sene burada Ramazan-ı Şerif’e riayet, evvelki senelerden zâhiren ziyade idi.” (B: 85)
  25. “Hem şimdi birisi hem Ramazan-ı Şerif’e, hem şeair-i İslâmiyeye, hem bu dindar millete büyük bir cinayet yaptığı vakit, muhaliflerinin onun o vaziyeti hoşlarına gittiği görüldü.” (Em: 175)
  26. Ramazan-ı Şerif’i
  27. “Bayramda ziyaret ve arz-ı tazim makamına kaim olmak üzere, bütün arkadaşlarımızla beraber hem Ramazan-ı Şerif’i, hem Leyle-i Kadr’i, hem mübarek Îd-i Said-i Fıtr’ı, Risalet-ün Nur’un umum talebe ve şakirdleri ve Kur’anın kıymetli hizmetçileri makamında ve hükmünde kıymetli Üstadımızı tebrik ederek, Cenab-ı Hak’tan daha çok kardeş ve arkadaşlarımız ile birlikte ve siz Üstadımız başımızda olarak Ramazan-ı Şerif’in emsal-i kesîresiyle müşerref olmaklığımızı niyaz ve tazarru’ eyleriz ve mübarek iki ellerinizden öperek dua-i hayriyenizi ve kudsî irşadlarınızı istirham eyleriz kıymetli Üstadımız.” (B: 369)
  28. “Bayramda ziyaret ve arz-ı tazim makamına kaim olmak üzere, bütün arkadaşlarımızla beraber hem Ramazan-ı Şerif’i, hem Leyle-i Kadr’i, hem mübarek Îd-i Fıtr’ı, Risalet-ün Nur’un umum talebe ve şakirdleri ve Kur’anın kıymetli hizmetçileri makamında ve hükmünde kıymetli Üstadımızı tebrik eder, Cenab-ı Hak’tan daha çok kardeş ve arkadaşlarımız ile birlikte ve siz Üstadımız başımızda olarak Ramazan-ı Şerif’in emsal-i kesîresiyle müşerref olmaklığımızı niyaz ve tazarru’ eyleriz ve mübarek iki ellerinizden öperek dua-i hayriyenizi ve kudsî irşadlarınızı istirham eyleriz kıymetli Üstadımız.” (K: 49)
  29. Ramazan-ı Şerif’in
  30. “Meselâ: Ramazan-ı Şerif’in başında hilâli görmek hususunda, iki âmi şahid hilâli isbat etseler ve binlerle eşraf ve âlimler “görmedik” deyip nefyetseler,” (Ş: 100)
  31. “Bayramda ziyaret ve arz-ı tazim makamına kaim olmak üzere, bütün arkadaşlarımızla beraber hem Ramazan-ı Şerif’i, hem Leyle-i Kadr’i, hem mübarek Îd-i Said-i Fıtr’ı, Risalet-ün Nur’un umum talebe ve şakirdleri ve Kur’anın kıymetli hizmetçileri makamında ve hükmünde kıymetli Üstadımızı tebrik ederek, Cenab-ı Hak’tan daha çok kardeş ve arkadaşlarımız ile birlikte ve siz Üstadımız başımızda olarak Ramazan-ı Şerif’in emsal-i kesîresiyle müşerref olmaklığımızı niyaz ve tazarru’ eyleriz ve mübarek iki ellerinizden öperek dua-i hayriyenizi ve kudsî irşadlarınızı istirham eyleriz kıymetli Üstadımız.” (B: 369)
  32. “Hem de Risale-i Nur’un aşikâr bir kerametindendir ki, bin üçyüz ellidokuz (1359) sene-i hicrî Ramazan-ı Şerif’in on veya onikinci günlerinde -Allah rahmet etsin- vefat eden kardeşlerimizden Hatib Mehmed namındaki zât, Yirmialtıncı Lem’a olan İhtiyarlar Risalesini yazarken hasta olarak yazmağa kadir olmadığından” (K: 42)
  33. “Bayramda ziyaret ve arz-ı tazim makamına kaim olmak üzere, bütün arkadaşlarımızla beraber hem Ramazan-ı Şerif’i, hem Leyle-i Kadr’i, hem mübarek Îd-i Fıtr’ı, Risalet-ün Nur’un umum talebe ve şakirdleri ve Kur’anın kıymetli hizmetçileri makamında ve hükmünde kıymetli Üstadımızı tebrik eder, Cenab-ı Hak’tan daha çok kardeş ve arkadaşlarımız ile birlikte ve siz Üstadımız başımızda olarak Ramazan-ı Şerif’in emsal-i kesîresiyle müşerref olmaklığımızı niyaz ve tazarru’ eyleriz ve mübarek iki ellerinizden öperek dua-i hayriyenizi ve kudsî irşadlarınızı istirham eyleriz kıymetli Üstadımız.” (K: 49)
  34. “Ve sâniyen: Seksen küsur sene kıymetinde bulunan ve Ramazan-ı Şerif’in mecmuunda gizlenen hakikat-ı Leyle-i Kadri kazanmak için, Risale-i Nur şakirdlerinin şirket-i maneviye-i uhreviyeleri muktezasınca, herbiri mütekellim-i maalgayr sîgasıyla $ gibi tabiratta biz dedikleri vakit, Risale-i Nur’un sadık şakirdlerini” (K: 263)
  35. “Risale-i Nur’un silsile-i keramatından Mu’cizat-ı Ahmediye ve kerametli Yirmidokuzuncu Söz ve İşarat-ül İ’caz’ın himayetkârane ve mu’cizane yeni bir kerametleri şudur ki: Bu Ramazan-ı Şerif’in başında doktorun ihbarıyla ve kuvvetli emarelerin delaletiyle ve birden hararet kırk dereceden geçmesiyle tebeyyün eden, zehirlemekten gelen şiddetli hastalık hengâmında, kardeşimiz Âtıf’ın habbe” (K: 266)
  36. “Size yazmıştım ki: Nasıl “Hizb-i Nuriye” Risale-i Nur’un ve Âyet-ül Kübra’nın bir hülâsasıdır; öyle de on dakika zarfında Hizb-i Nuriye’nin bir hülâsası, bu Ramazan-ı Şerif’in feyzinden ve Ramazan’da te’lif edilen ve yeni intişar eden Ramazaniye Risalesi olan Âyet-ül Kübra’nın otuzüç mertebe-i vücub u vücud ve tevhid otuzüç elsine-i külliye ile tezahür ettiği gibi; ruh ve hayal ve kalb o noktadan öyle bir inbisat ve inkişaf etti ki, herbir mertebenin söylediği “Lâ ilahe illâllah” şehadetini dediğim vakit, o küllî lisan benim oluyor gibi azametli bir tevhid hissettiğimden, “Âyet-ül Kübra” güneş gibi iman nurlarını ruhlara telkin edebilir.” (E: 69)
  37. “Sâniyen: Bu çeşit kazaların bir sebebi, beşerin çirkin bir hatası bulunmasından, bu Ramazan-ı Şerif’in hürmetini ve kıymetini muhafaza etmek ve Nurları himaye etmeye, her yerden ziyade Nurların menbaı ve medresesi olan Isparta borçludur ve vazifesidir.” (E: 175)
  38. “Evvelâ: Hadîs-i şerifin sırrıyla Ramazan-ı Şerif’in nısf-ı âhirinde, hususan aşr-ı âhirde, hususan tek gecelerde, hususan yirmiyedisinde; seksen küsur sene bir ibadet ömrünü kazandırabilen Leyle-i Kadr’in ihyasına ve herbiriniz umum Nur talebeleriyle beraber, hususan bu bîçare çok kusurlu, hasta, zaîf kardeşinizi hissedar etmenizi ve herbirinizin dualarınızın binler manevî âmînlerin teyidiyle dergâh-ı İlahîde kabul olmasını rahmet-i İlahiyeden niyaz ediyoruz.” (Em: 21)
  39. “Yirmisekiz seneden beri beş vilayet ve beş mahkeme ve beş vilayetin zabıtaları onun başına ilişmedikleri halde, hususan bu defa İstanbul mahkeme-i âdilesinde yüzden ziyade polislerin gözleri önünde, hem iki ayda yaya olarak heryeri gezdiği halde, hiçbir polis ilişmediği ve Mahkeme-i Temyiz “bere yasak değil” diye karar verdiği, hem bütün kadınlar ve başı açık gezenler ve bütün askerî neferler ve vazifedar memurlar giymeye mecbur olmadıklarından ve giymesinde hiçbir maslahat bulunmadığından ve benim resmî bir vazifem olmadığından -ki resmî bir libastır- bereyi giyenler de mes’ul olmazlar denildiği halde, hususan münzevi ve insanlar arasına girmeyen ve Ramazan-ı Şerif’in içinde böyle hilaf-ı kanun en çirkin bir şey ile ruhunu meşgul etmemek ve dünyayı hatırına getirmemek için has dostlarıyla dahi görüşmeyen, hattâ şiddetli hasta olduğu halde, ruhu ve kalbi vücuduyla meşgul olmamak için ilâçları almayan ve hekimleri çağırmayan bir adama şapka giydirmek,” (Em: 165)

 

Sayfalar Envar Neşriyata Göredir.

Ramazan Ayı kategorisi

www.NurNet.Org

KADINLARA BAKMAK

KADINLARA BAKMAK

«Buhari 23. Mü’minûn Suresi’nin 19. âyetini zik­ret­miştir ki, meali şöyledir: Allah hem hain gözlerin (tecessüslerini) hem de (fâsid) gönüllerin gizle­diği te­ma­yülleri bilir…
İbni Ebî Hatem’in, Abdullah bin Abbas vasıta­sıyla ri­vayetine göre; âyetteki hain gözlerin tecessüs ve fasid gö­nül­lerin te­mayülü şöyle tasvir buyurulmuştur: Hain gözlü o kimsedir ki; o, bir cemaatla bir yerde otu­rurken yanın­dan güzel bir kadın geçerse, ya­hut girdiği bir evde gü­zel bir kadın görürse, yanındakilerden hır­sız­layarak kadına sinsi sinsi ba­kar. Yanındakiler ken­disine bakınca hemen gözünü ayı­rır. Fakat Allah bilir ki, o hain gözlü kimse, kadının da­ire-i mah­re­miyetine gir­meğe gücü yetse muhakkak girmek ve zina et­mek ister.
Bundan sonra Buhari’nin arka arkaya iki hadisi vardır ki, bunlardan birisi: Veda Haccında Resul-i Ekrem Medine’den hareket ettiğinde terkisine amcası Abbas’ın oğlu Fazl’ı almıştı. Yolda güzel bir kadın bir mes’ele sor­mak üzere yaklaştığında, Fazl ka­dına bak­mağa başladı. Kadın da son de­rece güzel olan Fazl’a bakıyordu. Bu manzarayı gö­rünce Hazret-i Peygamber Fazl’ın çene­sinden tutup öbür tarafa çevirdi.
Öbürüsü de: Resul-i Ekrem bir kere as­habı yol üze­rinde otur­maktan men et­mişti. Fakat bilahare bu­nun iktisadî hayat için lüzum ve zarureti arz olu­nunca; Resul-i Ekrem ge­lip geçen kadın­lara bakılmaması, kim­seye eza olunma­ması gibi şartlarla mü­saade buyurdu.» (Sahih-i Buhari Muhtasarı ci:12 sh:187)
Ebu Davud 12. Kitab-ün nikah 42. babı, kasdî ol­ma­yan ilk bakış müstesna, ka­dınlara bakmanın harami­yeti hakkında­dır.
Bir hadis-i kudsîde mealen şöyle buyuru­luyor:
«Namahreme bakmak, İblis’in okla­rından bir ok­tur ki, her kim benden kor­karak onu bırakırsa, (harama bak­mazsa) o haramın zevkine bedel ona bir iman veririm ki, o imanın celadet ve hala­vetini kal­binde duyar.» (İlahî Hadisler (H.Hüsnü Erdem, D.İ.Bşk. Yayınları) ve K.H. hadis:2864)
Bediüzzaman Hazretleri, nazar-ı ha­ram ve teset­tür-ü nisvan meseleleri üze­rinde ehemmiyetle durmuş­tur. Ehemmiyetine binaen tekrar alıyoruz. Bunlardan bir kaç cü­z’î örnekler:
«Kur’an merha­meten, kadın­ların hürme­tini muha­faza için, haya per­desini takmasını emreder. Ta heve­sat-ı rezile­nin ayağı altında o şefkat madenleri zil­let çekmesinler; âlet-i he­vesat, ehemmi­yetsiz bir meta’ hük­müne geçmesinler.
Medeniyet ise kadınları yuva­larından çıkarıp, perde­le­rini yırtıp, beşeri de baş­tan çıkar­mıştır. Halbuki aile hayatı, ka­dın-erkek mabey­ninde müte­kabil hürmet ve muhabbetle devam eder. Halbuki açık-saçıklık, samimi hürmet ve muhab­beti izale edip ailevî hayatı zehirle­miştir. Hususan suretpe­restlik, ah­lâkı fena halde sars­tığı ve sukut-u ruha se­bebi­yet verdiği şu­nunla anlaşı­lır: Nasılki merhûme ve rah­mete muhtaç bir güzel kadın cenazesine nazar-ı şeh­vet ve he­vesle bakmak, ne kadar ahlâkı tahrib eder. Öyle de: Ölmüş kadınların suretle­rine ve­yahut sağ ka­dınların küçük cena­zeleri hükmünde olan suret­lerine heves­perverane bak­mak, derin­den de­rine his­siyat-ı ul­viye-i insaniyeyi sarsar, tahrib eder.» (Sözler sh: 410)
«Bir genç hâfız, pek çok adamların dedikleri gibi, dedi: “Bende unutkanlık has­talığı tezayüd ediyor, ne ya­payım?” Ben de dedim: Mümkün oldukça na­mah­reme nazar etme. Çünki rivayet var. İmam-ı Şafiî’nin (R.A.) de­diği gibi: Haram nazar, nisyan ve­rir.
Evet ehl-i İslâmda, nazar-ı haram ziya­deleştikçe, he­ve­sat-ı nefsaniye heyecana gelip, vücudunda su-i is­timalat( ile is­rafa girer. Haftada bir kaç defa gusle mec­bur olur. Ondan, tıbben kuvve-i hafızasına zaaf gelir.
Evet bu asırda açık saçıklık yüzünden, hususan bu memalik-i harrede o su’-i na­zardan su’-i istimalat, umumi bir unutkanlık hastalığını netice vermeğe başlı­yor. Herkes cüz’î, küllî o şekvadadır. İşte bu umumi hastalığın tezayü­diyle, ha­dis-i şerifin verdiği müdhiş bir habe­rin te’vili ucunda görü­nüyor. Ferman etmiş ki: “Âhirzaman­da, hâfızların göğ­sün­den Kur’an nez’edi­liyor, çıkı­yor, unu­tulu­yor.” Demek bu hastalık dehşet­lene­cek, hıfz-ı Kur’an’a bu su-i na­zarla bazı­larda sed çekilecek; o hadisin te’vi­lini gösterecek.» (Kastamonu Lâhikası sh: 133)
Bediüzzaman Hazretleri, nazar-ı haramdan ic­tinab etmekteki hassasi­yetini şöyle anlatır:
«Tarih-i hayatımı bilenlere malumdur. Ellibeş sene ev­vel, ben yirmi yaşlarında iken, Bitlis’te merhum Vali Ömer Paşa hanesinde iki sene onun ısrarıyla ve ilme ziyade hürme­tiyle kaldım. Onun altı adet kız­ları vardı. Üçü küçük, üçü bü­yük. Ben, üç büyük­leri iki sene beraber bir hanede kaldığımız halde, birbirinden tefrik edip tanımıyordum. O derece dik­kat etmiyordum ki, bileyim. Hatta bir âlim misa­firim yanıma geldi, iki günde onları birbirinden farketti, ta­nıdı. Herkes bendeki hale hayret ederek bana sordu­lar: “Neden bakmıyor­sun?” Derdim: “İlmin izzetini muha­faza etmek beni baktırmıyor.”
Hem kırk sene evvel İstanbul’da, Kağıthane şen­li­ği­nin yevm-i mahsu­sunda, Köprü’den ta Kağıthane’ye kadar, Haliç’in iki tarafında, binler açık-saçık Rum ve Ermeni ve İstanbullu karı ve kızlar dizil­dikleri sırada, ben ve merhum mebus Molla Seyyid Taha ve mebus Hacı İlyas ile beraber bir kayığa bindik. O ka­dınların yanların­dan geçiyorduk. Benim hiç haberim yoktu. Halbuki Molla Taha ve Hacı İlyas beni tec­rübeye karar ver­dikleri ve nöbetle beni taras­sud ettik­le­rini bir saat seyahat sonunda itiraf edip, dediler: “Senin bu haline hayret ettik, hiç bakmadın!” Dedim: “Lüzumsuz, ge­çici, günahlı zevk­lerin akıbeti elemler, teessüfler olmasından istemiyorum.”» (Tarihçe-i Hayat  sh: 519)
Açık-saçıklık âdet olmuş büyük şe­hirler ve çarşı-pazarlar, nazar-ı harama en çok tahrik edici yer­lerdir. İki hadis-i şerif mealinde şöyle buyuruluyor:
«Gücün yeterse sen çarşıya girenlerin ilki ve çar­şıdan çıkanların sonuncusu olma.(Yani: Mümkün ol­duğu kadar çar­şılarda az bulun) Çünkü, çarşı şeytanın harb yeri­dir. (Günahların çok olduğu yerdir.) Şeytan sanca­ğını çar­şıda diker. (Yani hâkimiyetini icra eder.)» (Sahih-i Müslim cilt: 7 sh:363 hadis: 2451)
«Beldelerin Allah’a en sevimli olan yer­leri, mes­cid­ler­dir (ilim ve ibadet yerleri­dir). Beldelerin, Allah’a en sevimsiz ve buğz ettiği yerler de çarşı-pazarları­dır.» (Ramüz-ül Ehadis sh: 16)
«İmam-ı Rabbani demiş ki “Bid’a olan yerlere gir­me­yiniz.” Maksadı, se­vabı olmaz demektir; yoksa, namaz bat­tal olur değil. Çünki selef-i salihînden bir kısmı, Yezid ve Velid gibi şahısların ar­kasında namaz kılmışlar. Eğer mescide gidip gel­mekte kebaire maruz kalırsa, halvethane­sinde bulunması lâzımdır.» (Kastamonu Lâhikası 247)
Diğer bir rivayette de: âhirzamanda (bid’atlar ve hevanın yaygınlaştığı za­manda) köy ehlinin ve sa­liha ihtiyarelerin hayatı tavsiye ediliyor. (Ramuz-ül Ehadîs: 61)
Selam ve Dua ile
Muhammed Numan ÖZEL
www.NurNet.Org