Etiket arşivi: Muhammed Numan

Sûretperestlik

Sûretperestlik

 

Tenbih: Lafızperestlik nasıl bir hastalıktır.. öyle de; suretperestlik ve üslûbperestlik ve teşbihperestlik ve hayalperestlik ve kafiyeperestlik şimdi filcümle, ileride ifrat ile tam bir hastalık ve manayı kendine feda edecek derecede bir maraz olacaktır.[1]

 

Bu yazı alemimde çoktan yer etmiş lakin alemimde kalmış olan bir düşüncemin mahsulüdür.

 

* Ahirzamanın muvazzafı olan Bediüzzaman, Konuşmak ve konuşkan olmak bir hastalık olduğunu bize söylemiştir.

 

* Tıpkı bu konuşkanlık hastalığı gibi Görünüşe Ehemmiyet vermek ve kendi ile alakadar olan şeylerle meşgul olmak ve bu hevese hizmet eden her şeyi mübah görmekte bir hastalıktır.

* Bir başka hastalık ise Benzemek ve Benzetilmektir.

* Diğer birisi ise Hayal Aleminde Yaşamaktır.

* Daha bir başkası ise Vezinli Ve Şairane Konuşmaktır.

 

Bunları ahirzamanın hekimi Bediüzzaman Said Nursi 1908lerde keşfetmiş miladi 20. Asrın hastalıklarının emarelerini reçete etmiştir. Ozamanlar bu hastalık belirtileri çıkmış mürur-u zamanlar bu emareler illet ve hastalık olacağını söylemiştir. Bunları ele alalım.

 

İnsanlar şu teknolojik asırda, teknolojinin getirdikleri ile bu maraz-ı hafiler daha da tezayüd etmiştir.

İşin bir başka yanı ise aynı hastalığa mübtela olanlar birbirini bulmuştur. Bu sayede aynı mizaç sahibleri birbirlerini tanımıştır.

 

Konuşmak yani lafızperestlik ise almış başını gidiyor. Avamca “ağzı olan konuşuyor.” sözü buna bakıyor.  Konuşmak eğer haddinden fazla ve lüzumsuzsa insan vicdanındaki boşluğu gidermek ve vicdanını susturmak için yapmaktadır ibadetlerde noksanlık varsa.

 

Güzel konuşmak bir sanattır yani sanat-ı ilahiyedir. Lakin kendisine bu istidad verilmemiş olanlar bu kabiliyeti kazamak için konuşmaya çalışması da komik şeylere sebep olmaktadır. “Fıtrî karagözlülük, sun’î (yapma) karagözlülük gibi değildir. Yani yapma ve sun’î olan bir şey ne kadar güzel ve ne kadar kâmil olursa olsun, fıtrî ve tabiî olan şeylerin mertebesine yetişemez ve onun yerine kaim olamaz. Herhalde sun’îliğin yanlışlıkları, onun ahvalinden, etvarından belli olacaktır.[2]” bazan görürüz büyük gaflar yapılır bu işte bu meselenin mücessem misalidir. Farklı düşünüp farklı konuşmanın bir tezahürüdür. Bir zaman bazılar bu sun’iliğe aldansa da daim aldatamayacaktır. Bir süre sonra bu iğfal, aldatma son bulacaktır. Bazıları da bu sözlerle sihir yapmakta o başka mesele her ne ise.. vezinli ve şairane konuşmakta bunun benzer bir versiyonudur.

 

Hayal aleminde yaşamak ise bu zamanda bir çok kimsenin tv dizileri sebebiyle zihninde tahayyül hattinden fazla gelişmekte ve zihnin/dimağın diğer 6 kısmını yutmak derecesine gelmektedir. Hayal alemi o kadar o kadar şişiyor ki insanı adeta parmaklıkları hayaldan örülmüş olan bir hapishane.. veya sanal kurgusal alemde insan yaşamakta. Bu aleme hassaten hanımlar ve çocuklar müptela olmaktadır. Çünkü tv ile ekseriya hemhal olanlar bunlar. Erkekler de yok mu bir hayli erkeklerde de var. Yolda giderken kendi kendine konuşan, elinden tableti, telefonu düşmeyen fertler artmakta.

 

İşte bu kitlenin ortak noktası tahayyül hapishanesinde mahkum olmalarıdır. Kalabalıklaşan dünyada, teknolojinin getirdiği hayal alemine kapanan insanlar yalnızlaşmaktadır. Bir yerde çay içmek için giriyorsunuz ellerde telefonlar 4 – 5 kişi oturuyor aynı masada lakin herbiri bir dünyadalar.

 

“Mimsiz medeniyet, taife-i nisayı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metaı yapmış. Şer’-i İslâm onları Rahmeten davet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayat-ı ailede. Temizlik zînetleri.[3]” bu mesele hakikaten gerçektem müthiştir dehşetlidir. Uçurmuş tabirini üstad kullanmış. Erkekler işe gitmesi ile hanımların evde tv, internet vb ile başbaşa kaldığı muhakkaktır. Uydu bağlantısı olan tv ve internet yukardan eve gelmekte ve onlarla hemhal olan hanımlar o uydu bağlantıları ile adteda evinden uçmaktadır. Ya başkasının telefonuna ya bilgisayarına konmaktadır.

 

Hal böyle olunca kıymetsiz bir şey olarak hanımlarımız, kardeşlerimiz kendilerini heder etmekteler. Tv ve internetten, tablet vb şeylerden uzak durmaları ile hürmetlerini kazanacaklarını görmek zor değildir. Rahatları evdedir, huzurları ailededir.

Bir başka maraz ise suretperestliktir. Bu maraz belki hayalperestlik marazının içerisinde bir şeydir veya hayalperestlik marazının afaki dışa vurumudur. Yani hayalhapishanesine hapsolmanın enfüsi iç alemi hayalperestlik, dış alemde görünen şekli ise suretperestliktir.

 

watsappBu suretperestlik o kadar sirayet etmiş ve derimize yapışmış ki adeta suretperest olmayanımız yok gibi. Teknolojide bu suretperestliği körüklemekte. Mesela tweter, facebook, watsapp vb uygulamalara bakılınca birisinin sayfasına girin muhtelif zaman, zemn, şekillerde çekilmiş fotoğraflar dolu. Yeni bir kıyafet, güzel bir sofra veya bir aile fotoğrafı veya.. veya.. gibi. Bunların hepsi suretperestlik belirtileridir.

 

Bir zamanlar birisinden resim almak büyük maharetken şimdi her yerde nerede ise hassasiyeti kaybolmuş veya gaflete düşmüş olanlarımızın fotoğrafları bulunmakta. Fotoğraf vermek birisine, bir zamanlar başka manaya gelirken şimdi ise nerede ise ahlaksız fotoğraflarla heryer doldu. Reklam panoları, afişler.. şunlar bunlar.

 

Mesela birisinin evine ziyarete gidiyorsun duvarda, orada burada muhtelif fotoğraflar var. Herkes görsün diye oralara koyulmuş. İnsan nasıl kıskanmadan öyle şeyleri serpiştiriyor anlamıyorum. Sonra ortaya abuk subuk nesil ve fikirler türemekte.

 

Geçenlerde birisinin üzerinde bir tşört ve şu yazmakta “my mother a whore” yani “benim annem fahişe” yazmakta. Bu Müslüman ülkesinde böyle düşünün siz ötesini.

 

“Medeniyet ise, kadınları yuvalarından çıkarıp, perdelerini yırtıp, beşeri de baştan çıkarmıştır. Halbuki aile hayatı, kadın-erkek mabeyninde mütekabil hürmet ve muhabbetle devam eder.

 

Halbuki açık-saçıklık, samimî hürmet ve muhabbeti izale edip ailevî hayatı zehirlemiştir.

 

Hususan suretperestlik, ahlâkı fena halde sarstığı ve sukut-u ruha sebebiyet verdiği şununla anlaşılır: Nasılki merhume ve rahmete muhtaç bir güzel kadın cenazesine nazar-ı şehvet ve hevesle bakmak, ne kadar ahlâkı tahrib eder. Öyle de: Ölmüş kadınların suretlerine veyahut sağ kadınların küçük cenazeleri hükmünde olan suretlerine hevesperverane bakmak, derinden derine hissiyat-ı ulviye-i insaniyeyi sarsar, tahrib eder.[4]

 

         Bir kadının açık saçık olarak sokaklarda dolaşması ise

“yarım çıplak hanımlardır ki, açık bacağıyla dehşetli bıçaklarla ehl-i imana taarruz edip saldırıyorlar… o kalblerden bir kısmını öldürüyorlar.[5]

 

“o bıçaklı bacaklar Cehennem’in odunları olup, en evvel o bacaklar yanacaklarını ve dünyada emniyet ve sadakatı kaybettiği için, hilkaten çok istediği ve fıtraten çok muhtaç olduğu münasib kocayı daha bulamaz. Bulsa da başına bela bulur.

 

Hattâ bu hâlin neticesi olarak o âhirzamanda, bazı yerlerde nikâha rağbetsizlik ve riayetsizlik yüzünden, kırk kadına bir erkek nezaret edecek derecede ehemmiyetsiz, sahibsiz, kıymetsiz bir surete gireceği, hadîsin rivayetinden anlaşılıyor.[6]

Tv şu anda topluma ahlaksızlık akıtan bir kanalizasyon gibi. Hem ahlakı tahrip ediyor hem insanları tahayyüle hapsediyor. Hayalde neler düşünüyor bilinmemekte. Zaten Geleneksel aile yapımızı dinamitleyen bu neidüğü belirsiz film/diziler değil mi? Evlenenler neden bir kısmı senesini doldurmadan ayrılmakta ve ALLAH’ımızın sevmediği bir şeyi işlemeye sevkeden sakın bu kanalizasyon olmasın?

 

Açık saçıkla insanları manen bozup siretini domuza kadar giden bir hal’e getiriyor. “Şu medenîlerden çoğunun, eğer içini dışına çevirirsen, görürsün: Başta maymunla tilki, yılanla ayı, hınzır. Sîreti olur suret.[7]Bu vecize siret-i beşerin siretinin bozulma sıralamasını yapmakta. Başta taklit eder bu maymun vasfı, sonra sinsi ve içten pazarlıklı olur tilki vasfı, sonra başkasına zarar verir bu yılan vasfı, sonra laftan anlamaz ve kaba kuvvete güvenir ayı vasfı, sonra artık apolitik yani kutsal hiçbir şeyi önemsemeyen bir vasfa gelir bu ise hınzır-domuz vasfı. Domuzlaşan birisi artık ne namusunu kıskanır ne de bir kutsala önem verir.

 

Tv’de  sefahet ahlaksızlık işlene işlene artık insanlar günahlara duyarsız hale getiriliyor. Bu ise siretini bozuyor ve ruhunu incitiyor. Bir çok şeyi normal görüyor. Bu zamanda olur mu böyle günah ayıp sene 2015 olmuş gibi şeyleri söyletiyor. Beşeriyetin yoluna dinamit koyup beşeriyetin kanını ve ahlakını içiyor sömürüyor sömürüyor! Geride ise içerisi boşaltılmış ve özü gitmiş sadece posası kalmış bir nesil görüyoruz.

 

Ahlaken ve maneviyaten çöken kimseler ruhunun sıkıntısını bastırmak için çeşitli şeylerle meşgul olur. Bu meşguliyetler ise ekseriya heva ve hevaperestane olan şeylerdir.

 

“Ve nefsin tapacak derecede sanem ittihaz ettiği mahbublardan yüzünü çevirtmektir.[8]o halde aklı başında olan insan için Kabedeki putları yıkmaktan daha zor olan içimizdeki putları yıkmak elzemdir, elzemdir, elzemdir. aksi halde putlarımız çoğalacak ve başkalarını ilah edinmek kaçınılmaz olacaktır.

 

İç alemde hayalperestlik dış alemde suretperestlik olan bu hal kalb ve ruhtaki marazı işletiyor. Bizler de Risale-i Nurun eczaları ile marazlarımızı tedavi etmekten başka bir çıkış yolu görünmemekte.

 

         Tv, telefonlar ve oyunlar, internet vb. şeylerden uzak durarak hayal mahkumiyetinden kurtulabiliriz.

 

Selam ve Dua ile

 Muhammed Numan ÖZEL

[1] Muhakemat ( 88 )

[2] İşarat-ül İ‘caz ( 106 )

[3] Sözler ( 727 )

[4] Sözler ( 410 )

[5] Gençlik Rehberi ( 25 )

[6] Gençlik Rehberi ( 26 )

[7] Sözler ( 712 )

[8] Mesnevi-i Nuriye ( 88 )

 

www.NurNet.Org

Şiirlerle Nurun Kahramanları – Zübeyir Gündüzalp

Fena fis-said Zübeyir Gündüzalp

 

Zübeyiridir Üstadımın..

Üstadımın başveziri..

Bediüzzaman’ı duydu..

Eyledi talim-i nuru..

Yazdı Risaleleri..

İrdeledi hakikatleri..

Rıza istedi her  daim..

 

Gündüzü geceye kattı..

Üşenmedi asla kar, kış..

Nicedir aradı kalbi üstadı..

Dünyasını her şeyini hakka adadı..

Üstüne fena fissaid sıfatı sindi..

Zamanın Bedi’inin Fedaisi..

Asla yılmadı Allahın mücahidi oldu..

Lakabı fenafis-said..

Pürnur olsun kabrin ağabeyimiz..

 

Zübeyir Gündüzalp (R.A.- R.H.)

 

Muhammed Numan

Latifeler ve İnsan

Madem dünyâ hayâtı ve cismânî yaşayış ve hayvanî hayat böyledir; hayvaniyetten çık, cismaniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına gir. Tevehhüm ettiğin geniş dünyadan daha geniş bir daire-i hayat, bir âlem-i nur bulursun. İşte o âlemin anahtarı, marifetullah ve vahdaniyet sırlarını ifade eden “Lâ İlahe İllallah” kelime-i kudsiyesiyle kalbi söylettirmek, ruhu işlettirmektir. Mesnevi-i Nuriye ( 178 )

Hem senin mahiyetine öyle manevî cihazat ve latifeler vermiş ki; bazıları dünyayı yutsa tok olmaz. Bazıları bir zerreyi kendinde yerleştiremiyor. Baş, bir batman taşı kaldırdığı halde; göz, bir saçı kaldıramadığı gibi; o latife, bir saç kadar bir sıklete, yani gaflet ve dalaletten gelen küçük bir halete dayanamıyor. Hattâ bazan söner ve ölür. Mesnevi-i Nuriye ( 177 )

Bazı eblehler var ki, güneşi tanımadıkları için, bir âyinede güneşi görse, âyineyi sevmeye başlar. Şedid bir his ile onun muhafazasına çalışır. Tâ ki içindeki güneşi kaybolmasın. Ne vakit o ebleh; güneş, âyinenin ölmesiyle ölmediğini ve kırılmasıyla fena bulmadığını derketse, bütün muhabbetini gökteki güneşe çevirir. O vakit anlar ki, âyinede görülen güneş; âyineye tâbi değil, bekası ona mütevakkıf değil.. belki güneştir ki, o âyineyi o tarzda tutuyor ve onun parlamasına ve nuruna meded veriyor.

Güneşin bekası onunla değil; belki âyinenin hayatdar parlamasının bekası, güneşin cilvesine tâbidir. Mesnevi-i Nuriye ( 176 )

Âyâ bu insan zanneder mi ki, başı boş kalacak? Hâşâ!.. Belki insan, ebede meb’ustur ve saadet-i ebediyeye ve şekavet-i daimeye namzeddir. Küçük-büyük, az-çok her amelinden muhasebe görecek. Ya taltif veya tokat yiyecek. Mesnevi-i Nuriye ( 179 ) “Size böyle nimet eden zât, sizi başıboş bırakmaz ki, kabre girip kalkmamak üzere yatasınız.” Sözler ( 425 )

İşte bu hadsiz hârika muhafazayı yapan Zât-ı Hafîz, kıyamet ve haşirde hafîziyetin tecelli-i ekberini göstereceğine kat’î bir işarettir. Evet bu ehemmiyetsiz, zâil, fâni tavırlarda bu derece kusursuz, galatsız hafîziyet cilvesi bir hüccet-i katıadır ki; ebedî tesiri ve azîm ehemmiyeti bulunan emanet-i kübra hamelesi ve arzın halifesi olan insanların ef’al, âsâr ve akvalleri ve hasenat ve seyyiatları, kemal-i dikkat ile muhafaza edilip muhasebesi görülecek. Mesnevi-i Nuriye ( 179 ) Hem anlarsın ki: İnsan, ipi boğazına sarılıp, istediği yerde otlamak için başıboş bırakılmamıştır; belki bütün amellerinin suretleri alınıp yazılır ve bütün fiillerinin neticeleri muhasebe için zabtedilir. Sözler ( 76 )

Madem öyledir; hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma! Dünyayı yutan bütün letaiflerini onda batırma. Çünki çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir cihette yutar. Mesnevi-i Nuriye ( 177 )

 İşte herbir hayvan, öyle bir kasr-ı İlahîdir. Hususan insan, o kasırların en güzeli ve o sarayların en acibidir. Ve bu insan denilen sarayın cevherleri; bir kısmı âlem-i ervahtan, bir kısmı âlem-i misalden ve Levh-i Mahfuz’dan ve diğer bir kısmı da hava âleminden, nur âleminden, anasır âleminden geldiği gibi; hacatı ebede uzanmış, emelleri semavat ve arzın aktarında intişar etmiş, rabıtaları, alâkaları dünya ve âhiret edvarında dağılmış bir saray-ı acib ve bir kasr-ı garibdir. Mesnevi-i Nuriye ( 176 )

Ey insan! Senin kalbin ve hüviyet ve mahiyetin, bir âyinedir. Senin fıtratında ve kalbinde bulunan şedid bir muhabbet-i beka, o âyine için değil ve o kalbin ve mahiyetin için değil.. belki o âyinede istidada göre cilvesi bulunan Bâki-i Zülcelal’in cilvesine karşı muhabbetindir ki, belâhet yüzünden o muhabbetin yüzü başka yere dönmüş. Madem öyledir. “Ya Bâki Ente-l Bâki” de. Yani madem sen varsın ve bâkisin; fena ve adem ne isterse bize yapsın, ehemmiyeti yok! Mesnevi-i Nuriye ( 176 )

İnsanın mabudu ve melcei ve halaskârı o olabilir ki; arz ve semaya hükmeder, dünya ve ukba dizginlerine mâliktir. Mesnevi-i Nuriye ( 176 )

İşte hafîziyetin cilve-i kübrasına ve mezkûr âyetin hakikatına şahidler hadd ü hesaba gelmez. Bu mes’eledeki gösterdiğimiz şahid; denizden bir katre, dağdan bir zerredir. Mesnevi-i Nuriye ( 179 )

Şimdi Allah’a ısmarladık. Gel, beraber bir dua  ederiz, sonra da buluşmak üzere ayrılırız.اَللّٰهُمَّ اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ آمِينَ Kastamonu Lahikası ( 171 )

Said Nursi

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Psikoloji, Risâle-i Nur ve Avrupa Medeniyeti

..felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiâtını mehâsin zannederek, beşeri sefahete ve dalâlete sevkeden Bozulmuş İkinci Avrupa.. senin şeametinle, kalbinin en derin köşelerinde ve ruhunun tâ esasında dalâlet darbesini yiyen ve o dalâlet cihetiyle bütün emelleri inkıtaa uğrayan ve bütün elemleri ondan [felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiatını mehasin zan] neş’et eden bir bîçâre insana hangi saadeti temin ediyorsun? Mesnevi-i Nuriye ( 152 )

Avrupanın ecnebi doktorunun vermiş olduğu gözlük göz numaramızı tutmaması neticesinde baş dönmesi, baş ağrısı, kitap okumamak.. başta olmak üzere birçok rahatsızlık baş göstermiştir. Yine başka bir ecnebi doktorun kapısına gittiğimizde bize vermiş olduğu ilaçlar tiryak değil zehir olmuştur.

●“Hattâ ehl-i hakikat, hakikat ve marifetullahı bulmak için kesret dairelerini unutmağa çalışıyorlar, tâ kalb dağılmasın ve lüzumlu ve kıymetli şeye sarfetmek lâzım gelen merakı, zevki, şevki lüzumsuz fâni şeylerde telef olmasın. Emirdağ Lahikası-1 ( 57 )”

●“..korku ve dehşet ve telaş ve buhran yağdıran bombaları başlarına musallat etmiş. Kastamonu Lahikası ( 22 )”

●”Nur Risaleleri, .. insanlığın geçirdiği müdhiş buhranlardan halas için çare-i necatı göstermektedir. Emirdağ Lahikası-1 ( 8 ) ”

●”Dünya, büyük bir manevî buhran geçiriyor. Manevî temelleri sarsılan garb cem’iyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir taun felâketi gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Tarihçe-i Hayat ( 628 )”

Müslüman hekim-i hazık’a sırf İslam olduğu için itimad etmeyip avrupanın ecnebi doktorunun kapısına giderek ondan şifa uman kimseler Avrupai tarz ve nazarlarla hayat-ı içtimaiye-yi islamiyeye nazar eden o ecnebi tarzını tatbik ederek mesud olacağını, mesrur olacağını uman, Avrupai diyerek alafranga usulü tatbike koyulan ve saadete ermek için kalbi, ruhu ve vicdanı susturup hevesata yedirmeye çalışan kimseler dareynde alama, buhrana, evhama, havfa, buhrana madden ve manen mübtela olacaklardır.

Seyyiatı medeniyet zannederek fısk u fücur içinde yaşayan, serhoş olan, hayatı sadece batın ve ferce münhasır zanneden ve hayatı mutfak ve yatak arasında geçiren pimaş borusu gibi geçiren kimseler Avrupai şeyleri seyrederek, tatbik ederek bataklığa düştüklerini bilsinler. Çırpındıkça dahada dibe gidecekler batacaklar. Kurtulmak isteyen kimse seyyiatını hasenatla, haramı helale tebdil edip değiştirmedikçe kurtulamaz.

Şeametinle, uğursuzluğunla, kasavet-i kalbinle, kalbinin en derin köşelerinde ve ruhunun tâ esasında dalâlet darbesini yiyerek ve o dalâlet cihetiyle bütün emelleri inkıtaa uğrayan ve bütün elemleri o [felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiatını mehasin zanneredek yutmesıyla] bu bedbinlikten neş’et eden bir bîçâre insan hangi  Avrupai saadeti temin etmeye çalışıyor. Gerçekten gübre yemekten hoşlanan insana ne denir nasıl ayıltılır. Çaresi nur göstermek, nur ile guslettirerek nurlandırmaktır.

Buhran ve ervah-ı habisenin menbaı Avrupai tarzı tatbik etmektir. Halaskar ise şahd-i şehadet olan Risale-i Nurun tarzını hayat-ı içtimaiye-yi islamiyenin heryerine tatbiktir taki envara esrara füyüzata mazhar oluna. “serbestiyet içinde bir tehlike ve şekavet vardır. Şimdi intihabdaki ihtiyar sizdedir. Sözler ( 34 )” “Şimdi Allah’a ısmarladık. Gel, beraber bir dua ederiz, sonra da buluşmak üzere ayrılırız.اَللّٰهُمَّ اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ آمِينَ Kastamonu Lahikası ( 170 )”

Selam ve Duayla

Muhammed Numan ÖZEL

İstikbâl Aslında Mâzidir

Dünyâ hayâtını güzelleştiren esbabdan biri, dünyâ âyinesinde temessül ile parlayan hidâyet nurları ve büyük insanların sevgili ve sevimli timsalleridir. Evet, müstakbel mâzinin âyinesidir. Mazi berzaha, yâni öteki âleme intikâl ve inkılab ettiğinde suretini ve şeklini ve dünyâsını istikbâl âyinesine, tarihe, insanların zihinlerine vedia ediyor. Onlara olan mânevî ve hayâlî muhabbetleriyle dünyâ muhabbeti tatlı olur.  Mesnevi-i Nuriye ( 135 )

İnsanın hâyâtında bâzen bazı hakikatlar tezâhür eder, cilvesini gösterir bu suretle insanın hâyatında Hidâyet nurları kendisini peçeli/yarı peçeli olarak kendisini gösterir öyle an olurki üzerindeki libası olan çarşafını da kaldırır doğrudan görünür. İnsan için hoş ulvi yüce mertebeleri Şehd-i Şehadet dimağına sürer, damlatır, içirir. Bu lezzet ise insanın sevdiği hoşuna gittiği en billur anlardır.

Mâzi ise; müstakbelin tâ kendisidir. Çünkü “müstakbel, mâzinin âyinesidir.” İnsan geleceğe gider soluduğu her nefes ile o nefes istikbâle götürür istikbâlde ise mâzide yapılanlar karşımıza çıkacağına göre bizlerin mistikbal dediği şey aslında mâzidir. Mâzi ile yapılanlara şahidler tutarak bizler o hasene ve seyyiemize şahitler bırakıyoruz. O şahitler günü ve vakti geldiğinde şahitlik edecekler.

İnsâniyet olarak kabz hâline girdiğinde, okumalarda rehâvet olduğnda, dünya üzerine yıkılacak gibi hissettiğinde, sanki her şey boğazını sıktığında insanın yapması gereken ve bu sıkıcı sıkıntı hâllerden uzaklaşmak ve kurtulmanın yolu: “mânevî ve hayâlî muhabbetleriyle dünyâ muhabbeti tatlı olur.” Yani kabz hâletine girift olmadan en mesrur olduğu, en çok haz ve feyiz aldığı anlar, okumakla sürur duyduğu vakitleri düşünmesiyle insan o istemediği sıkıntılı hâletlerden kurtulur. Aksi hâlde nimet içinde nıkmet, azab içinde azab, âdem içinde adem, azb değil azabda kalarak tiryak ararken yarasına, semm-i katil istimal eder.

Neticesinde ise; hadsiz alâma mânen ve maddeten mübtelâ olur. Hilkaten çok aradığı nuru ise bulamaz bulsada hastalığı sebebiyle lezzet alamaz.

İstikbâlde mesrur olmak isteyen âdem “mazide şükrünü eda etmediğin nimetlerin şükrünü kaza etmek lâzımdır. Mesnevi-i Nuriye ( 137 )”

Selam ve Duayla

Muhammed Numan ÖZEL