Etiket arşivi: Muhammed Numan

Meşreb Maşrabadır!

MEŞREB: Huy. Yaradılış. Adet. Ahlâk. * Gidiş. * İçmek. İçilecek yer. * Fehmetmek. * Mânevi haz ve feyz alınan yer ve yol.

“..dünyaya, enaniyete ait herşeyi feda etmek vazifemizdir.” deyip nefsinizi susturunuz! Medar-ı niza’ bir mes’ele varsa, meşveret ediniz. Çok sıkı tutmayınız, herkes bir meşrebde olmaz. Müsamaha ile birbirine bakmak, şimdi elzemdir. Kastamonu Lahikası ( 234 )”

Mesleğimiz “Haliliye” olduğu için, meşrebimiz “hıllet”tir. Hıllet ise; en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmerd kardeş olmak iktiza eder. Lem’alar ( 162 )

Meşrebimiz münakaşa ve münazara olmadığından ve kusurumuzu hakikî olarak gösterenlerden memnun olduğumuzdan.. Emirdağ Lahikası-2 ( 150 )”

Meşreb hakkında Asar-ı Nuriyede birçok mehaz ve bu mehazlarda ise meşreblerde tulu edebilecek sıkıntıları Üstadım söylemiştir. Risale-i Nurda 271 yerde Meşrebden bahsedilmiştir. Üstadım nerede meşrebden bahsetmiş ise derakab orada İttihad, Tesanüd, Sebat, İtidal-i Dem, Salabeti nazara vermiştir.

En üst ve zor makam olan Fenafil İhvan makamı ise meşreb farkından kaynaklanan meselelerle en üst makamda yer almıştır. Fenaf-iş şeyh, Fenaf-ir Rasul, Fenaf-illah makamlarında fani olmak kolaydır. Çünkü bu 3 makam insanın kendi şahsından yüksektir. Nitekim fenaf-iş şeyhte fani olanın diğer makamlarda fani olması kolaydır. Ama kendiyle aynı seviye ve makamda olan kimseler arasında ise tesanüt zor olur çünkü makam bir. Bu makamda birlik olması ise ihtilafa sebebdir. İhtilafın olduğu yere bakın aynı makamda olan; ama farklı meşrebde olan kimselerden kaynaklanır.

Meşrebler istikamet ve sadakat olmak şartıyla bir hükmündedir. Risale-i Nurun en yüksek makamı ise Sadakat olduğu kesindir. Hemen bütün lahikaların başında Aziz, Sıddık Kardeşlerim! hitabı var bu gösteriyorki Risale-i Nurun makam-ı zir’i Sıdk/Sadakat makamıdır. Mezheblerde nasıl ki Ehl-i Sünnet ve batıl 72 fırka daha vardır. Aynen bunun gibi her yönü ile istikametli olan Ehl-i Sünnet mezhebidir. Bunun içinde ise aslen 12 ama yürürlükte olan/tabisi olan 4 mezheb vardır. Bunlar ise Maturidi olan Hanefilik ve Eş’ari olan Şafi, Maliki ve Hanbeli mezhebleridir. Amelde bu 4, İtikadda ise Maturidi ve Eş’ari olmaz üzere mezheblerimizdir. Hepsi haktır hepsi Ehl-i Sünnettir. İşte istikamet üzere olan nur meşrebleride bu mezheblerin ortak ismi olan ehl-i Sünnet gibi bir hükmündedir. Nitekim: “zevk alıyorlar, Allah’a şükrediyorlar. Âdeta cesedleri muhtelif, ruhları bir hükmünde hakikî manevî vereselerdir.  Barla Lahikası ( 21 )”  ve “bir ruh iki cesed nazarıyla bakıyorum. Cenab-ı Hak onları muvaffak etsin ve emsalini oralarda çoğaltsın. Kastamonu Lahikası ( 128 )”

işte bu mehazlardan Batıni/enfüsi/tefekküri olarak baktığımızda aynı makamda, aynı fikirde olanlar bir meşreb hükmündedir manası tezahür etmektedir.

Bir çok meşreler tezahür etmiştir. Gerek üstadım (r.a) hayatta iken gerekse kendisinden sonra olsun Nurlardan istifade etmek niyetiyle bir çok meşrebler.. Her meşrebin hususi meziyetleri bulunması o meşrebde olan insanların oraya celbine vesile olmuştur bu da o kimseleri cezp etmiştir. Meşreblerin bu hususiyeti ise Şua-i Şems’in temas ettiği şeylerde muhtelif renklerin tezahürüyle gunagun olmasına vesile olmuştur. Renk denildiğinde herkesin aklına bir renk gelmektedir. İşte bu renkler birer meşredir; ama istikametli ; ama istikametsiz. Herbirisi bir renktir. Sadece yeşil renk olmadığı gibi bir meşrebde tek meşreb değildir.

Mesleğimiz içinde birçok meşrebler bulunmaktadır. Bir vechesiyle hizmet etmektedir. Sadakatın ve Hizmetin Tarzının nasıl olacağını Lahikalardan ders almaktayız. Lahikaların kıymetsiz görüldüğü bir meşreb varsa bilinki o meşrebin esasında bir çürüklük vardır ve sadakatta da nakıs olup kafama göre hizmetim var anlayışı tezahür etmektedir. Nura bir değil çok cihetlerle darbe vurmaktadır çünkü kendin pişir kendin ye anlayışı hüküm sürmektedir. O meşrebde hizmeti tanıyan kardeşlere de istikametli bir hizmete intisab etmeleri istikamet ve tekemmül için gerekmektedir. Kafamıza göre hizmet değil Üstadımın Lahikalarda belirttiği tarzda hizmet etmek ise istikametin ve tekamülün esasatını teşkileder. İşte meşrebler de böyledir. Fenaf-in Nur makamına vasıl olmalıyız ve bu bizim bir meziyetimiz olmalıdır.

Tabir-i aherle kaç Nur Talebesiyiz?

Ne kadar sadakatla hareket ediyoruz?

Ne kadar üstadımın meslek ve meşrebindeyiz?

Selam ve Duayla

Muhammed Numan Yozgâtî

www.NurNet.org

Risâle-i Nurdan Uzaklaştırmak istiyorlar!

hapishane.risalei.nurNur talebelerinin kefenleri boyunlarındadır. Onları Risale-i Nur’dan ve üstadlarından ayırmak kabil değildir. Bunun için şeytanî plânlarını, desiselerini değiştirdiler. Bir zayıf damarlarından veya safiyetlerinden istifade ederiz fikriyle aldatmak yolunu tuttular. O münafıklar veya o münafıkların adamları veya adamlarına aldanmış olanlar dost suretine girerek, bazan da talebe şekline girerek derler ve dedirtirler ki:

Bu da İslâmiyete hizmettir, bu da onlarla mücadeledir. Şu malûmatı elde edersen, Risale-i Nur’a daha iyi hizmet edersin. Bu da büyük eserdir.” gibi bir takım kandırışlarla sırf o Nur talebesinin Nurlarla olan meşguliyet ve hizmetini yavaş yavaş azaltmakla ve başka şeylere nazarını çevirip, nihayet Risale-i Nur’a çalışmaya vakit bırakmamak gibi tuzaklara düşürmeye çalışıyorlar. Tarihçe-i Hayat ( 690 – 691 )

Şimdilerde bu plan tatbik edilmekte ve Üstadımın Tarihçe-i Hayatını okumamış kimselere “Hayatım, Nurlu Hayatım..” gibi başka şahısların hocaların kitapları okutulmakta. Risaleler gösteriliyor bak bunlar çok mübarek kitap ama bu kitabı -“Hayatım, Ene ve Zerre Şerhi, Onuncu Söz Şerhi, Nurlu Hayatım..”- gibi kesbi olan eserlerle meşgul ederek sözüm ona hizmeti ve risaleleri daha iyi anlarsın gibi hizmetten ve Risale-i Nurdan uzaklaştırmak istiyorlar. Mesela: onuncu söz şerhi ismiyle birisi bir kitap yapmış bin küsür sayfa ve içerisine ilm-i kelam alimlerinin efkarını koymuş onunla kendince şerh etmiş ve parasını kazanmak için 50 tl gibi bir fiat koymuş. Kendince hizmet etmiş halbuki şerh değil daha çok kafa karıştırmak için yapılmış, sanki arkasında başka bir plan ve emel var!

Bunun gibi kendi kafasına göre Risaleleri anlayan ve anlaşılması gerektiği gibi değilde kendi kafasındakini anlayan ve tatbik edenlere Kastamonu ve Barla Lahikalarında geçen metni aynen koyuyorum. “Evet, Risale-i Nur size mükemmel bir me’haz olabilir. Ve ondan erkân-ı imaniyenin her birisine, meselâ; Kur’an kelâmullah olduğuna ve i’cazî nüktelerine dair müteferrik risalelerdeki parçalar toplansa veya haşre dair ayrı ayrı bürhanlar cem’edilse ve hâkeza.. mükemmel bir izah ve bir haşiye ve bir şerh olabilir. Kastamonu Lahikası ( 56 )” Burada şerh ve izahı üstadım izah etmiş nasıl olacağını. Hatta hayatta iken kendisi de bunu bilfiil Âsâ-yı Mûsâ, Tılsımlar Mecmûâsı, Sirâcünnur, Zülfikâr Mecmûâsı, İman ve Küfür Müvazeneleri gibi asar ile tatbik etmiş. Bunlar inatla körlük ederek görmek isteyemen bazı kimseler hizmeti anlaşılması gerektiği gibi değilde kafasında anlayışa göre hizmeti uydurmak ve eserleri Risaleler gibi satılması için kaleme sarılıyorlar.

Bizler Nurun hizmet tarzı sadakatla üstadımızdan aldığımız gibi ila yevm-ül kıyamet muhafaza etmekle mükellefiz. Hakkı bilipte söz söylememek hakka karşı ihanettir. Ve sadece kalben buğzetmek ise imanın en zayıfıdır.

Bizler Risale-i Nuru müdafa etmek mecburiyetindeyiz. Risale-i Nur hizmeti dairesi içinde olan kimseler bunlara tevessül ederse sadakatsızla itham olunulur. Adamın birisi ihanetkarane bir harekete girişiyor sonra bu kitapla intişar ediyor. Bunu gündeme getirmek, söylemek kabahat sayılıyor. Adamın yaptığı şeyler değil yaptığı hatayı söylemek kabahat sayılıyor. Asıl sadakat başkasının ihanetini söylemek değil; kendi hizmet kardeşlerinden yapılan ihaneti söyleye bilmektir. Nurculukla alakası olmayan birilerinin sadeleştirme hareketini söylersin; ama kendi dava arkadaşlarının ihanetini de söyleyebilmelisin.

Sadakat her vechesiyle olmalı. İmani eserler olan Sözler, Lem’alar, Mektubat, Şualar, İşarat-ül i’caz ve Mesnevi-i Nuriye eserlerini hep nazara verip Barla, Kastamonu, Emirdağ lahikalarını, Sikke-i Tastik-i Ğaybi ve Tarihçe-i Hayatı nazara vermeyip hizmetin isabetli olmasını bize dersini veren lahikaları görmemek/göstermemek için hatıralar ve başka eserleri nazara verenlerden uzak durulmalı. Bunu yapan üstadımı görmüş duasını da almış olsa –zaten varis ağabeylerimiz asla buna tevessül etmemekte vede etmezler- sadakatsizle itham olunur. Nitekim üstadım:” Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz! Münazarat ( 14 )” demesine rağmen neden bu kelli felli denen zürefaların neden hareketleri Risale-i Nurun mizanları ile tartılmıyor?

Neden hata etsede esasat-ı nuriyenin esasları ile müvazene edilmiyor? Neden esasata muhalif olduğu halde neden bir bildiği vardır deyip tenkid/tahlil etmekten çekiniliyor? Neden hizmetin sadakatına muhalif hareket edenlerin ifşa edilmesiyle ifşa edenleri linç girişimi yapılıyor? Sebebi münafıklar ve zındıklar daire içine girmesi ile onların iğfali ile kanan saftiriklerin amigoluk yapmasıdır. Ve lahikaları nazardan iskat edip zamanında yazılmış Ahmetin Mehmede, filanın falana yazdığı mektub nazarıyla bakılmasıdır. Böyle bakanlar Kur’anıda okumasınlar o Rasulüekreme indi o kitap onun kitabı, Yunus, Yusuf, Nuh gibi sureleri okumasınlar, kıssa-i Musayı okumasınlar o Musa a.s anlatıyor. Hiçbir farkı yok çünkü nazarları aynı.

Bize hizmet tarzını bilerek isteyerek unutturmak isteyen değiştirmek isteyenleri Allah nasıl biliyorsa öyle yapsın. Saftiriklerinde gözünün açılmasını nasip etsin. Manevi nefs-i emarenin damına düşürtmesin, deccalin trenine bindirmesin. Pak olan hizmette istikametli varis ağabeylerimizle beraber olmayı ve hizmete sadakatsız olan meşreblerden teberi etmeyi nasip etsin. Mahşerde üstadım sorsa sen bu hareketin nurun hizmetine muhalif olduğunu bildiğin halde neden sustun dese ne diyeceksin? Nasıl kendini müdafa edeceksin. Mehdiye tabi olanların tek bir imtahanı olacak o a sadakat imtahanıdır.

Allahımın ihsanı ile tüm kendisini nur talebesi olarak vasıflandıranların bu imtahandan sadakatla geçebilmesi temennisiyle..

Selam ve Duayla

Muhammed Numan Yozgâtî  

www.NurNet.org

Manevî Nefs-İ Emmâre

“Çok hayret ediyordum. Hayli zaman sonra, nefs-i emmarenin kendi desaisinden başka, daha şiddetli ve daha ziyade söz dinlemez ve daha ziyade ahlâk-ı seyyieyi idame eden ve heves ve damar ve a’sab, tabiat ve hissiyat halitasından çıkan ve nefs-i emmarenin son tahassüngâhı bulunan ve nefs-i emmareyi tezkiyeden sonra onun eski vazife-i seyyiesini gören ve mücahedeyi âhir ömre kadar devam ettiren, bir manevî nefs-i emmâreyi gördüm.

Kastamonu Lahikası ( 233 )

Evet, hepimiz Daire-i Nuriyeye girmeden evvel az çok Nefs-i Emmarenin izinden ve sözünden yürümekteydik. Lakin Daire-i Nuriyeye dahil olduğumuzda Nefs-i Emmarenin dizginleri gevşemeye ve dizginler okudukça anladıkça yaşadıkça bizlerin eline geçmekte ve bu defa gemlenen Nefs-i Emmare olmakta. Şu da nefs-i emare insana terakki ve tedenni için takılmış olan bir alettir. Nefs-i Emmare dizginlendi terbiye oldu bu defa insan sabit kalacak bunu önlemek ve bu terakki ve tedenni devam etmesi için bir şeyler insanla mücadele etmesi gerekmektedir. Bu defa Maddiyatı teşvif eden ve maddede boğulmak sarhoş olmak haramın ve lezzetin en rezaletini kepazeliğini tatmak isteyen Nefs-i Emmareden kurtulduktan sonra bu mücahede devam etmesi için Manevi Bir Nefs-i Emmare harekete geçiyor.

Bu da çok tehlikelidir. İhtilaflar, rekabetler, kin, garez, nefret, adavet, enaniyet, gurur, kibir.. gibi halet ve hissiyat tezahür etmektedir. Nerede bu nevden sıkıntılar varsa Manevi Nefs-i Emmarenin tezahürüdür. İşte Muhsin-i Hakiki olan Allahım bizlerin terakkiyatı/tedenniyatı için Manevi Nefs-i Emmareyi vermiştir. Bu mevzuya Üstadım Mektubatta;

“..sülûk eden insanlar nefs-i emmareyi öldürmeye muvaffak olamazsa; hevayı terkedip enaniyeti kırmazsa; şükür makamından, fahr makamına düşer.. fahrden gurura sukut eder. Eğer muhabbetten gelen bir incizab ve incizabdan gelen bir nevi sekir beraber bulunsa, “şatahat” namıyla haddinden çok fazla davalar ondan sudûr eder. Hem kendi zarar eder, hem başkasının zararına sebeb olur. Mektubat ( 446 )

 “..ihlas vasıtasıyla, şirk-i hafîden ve riya ve tasannu’ gibi rezailden halâs olmak ve tarîkatın mahiyet-i ameliyesi olan tezkiye-i nefs vasıtasıyla, nefs-i emmarenin ve enaniyetin tehlikelerinden kurtulmaktır. Mektubat ( 456 )

            “Kardeşlerim! Enaniyetin işimizde en tehlikeli ciheti, kıskançlıktır. Eğer sırf lillah için olmazsa, kıskançlık müdahale eder, bozar. Nasılki bir insanın bir eli, bir elini kıskanmaz ve gözü, kulağına hased etmez ve kalbi aklına rekabet etmez. Öyle de: Bu heyetimizin şahs-ı manevîsinde herbiriniz bir duygu, bir âza hükmündesiniz. Birbirinize karşı rekabet değil, bilakis birbirinizin meziyetiyle iftihar etmek, mütelezziz olmak bir vazife-i vicdaniyenizdir.

            Bir şey daha kaldı, en tehlikesi odur ki: İçinizde ve ahbabınızda, bu fakir kardeşinize karşı bir kıskançlık damarı bulunmak, en tehlikelidir. Sizlerde mühim ehl-i ilim de var.

Ehl-i ilmin bir kısmında, bir enaniyet-i ilmiye bulunur. Kendi mütevazi de olsa, o cihette enaniyetlidir. Çabuk enaniyetini bırakmaz. Kalbi, aklı ne kadar yapışsa da; nefsi, o ilmî enaniyeti cihetinde imtiyaz ister, kendini satmak ister, hattâ yazılan risalelere karşı muaraza ister. Kalbi risaleleri sevdiği ve aklı istihsan ettiği ve yüksek bulduğu halde; nefsi ise, enaniyet-i ilmiyeden gelen kıskançlık cihetinde zımnî bir adavet besler gibi, Sözler’in kıymetlerinin tenzilini arzu eder tâ ki kendi mahsulât-ı fikriyesi onlara yetişsin, onlar gibi satılsın. Halbuki bilmecburiye bunu haber veriyorum ki: Bu dürûs-u Kur’aniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müçtehidler de olsalar; vazifeleri -ulûm-u imaniye cihetinde- yalnız yazılan şu Sözler’in şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir. Çünki çok emarelerle anlamışız ki: Bu ulûm-u imaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz.

Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enaniyet-i ilmiyeden aldığı bir his ile, şerh ve izah haricinde birşey yazsa; soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklidcilik hükmüne geçer. Çünki çok delillerle ve emarelerle tahakkuk etmiş ki: Risale-i Nur eczaları, Kur’anın tereşşuhatıdır; bizler, taksim-ül a’mal kaidesiyle, herbirimiz bir vazife deruhde edip, o âb-ı hayat tereşşuhatını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz!.. Mektubat ( 426 )

İşte bu Manevi Nefs-i Emmare bu gibi sıkıntılara da sebeb olmaktadır.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan Yozgati

www.NurNet.org

Neden Müslümanlıktan Çıkan Türklükten de Çıkar?

Irk bir alt kimliktir. Aslolan Üst kimliktir. Alt ve Üstün farkı ise alt küçüktür daire-i havsalası dardır binaenaleyh efradı mahduddur sayılı ve sınırlıdır. Ama üst ise altların birleşrimidir havsalası geniş ve küllidir.

Alt belki 40.000 insana şamildir; ama üst ise daha şamil olup 40.000 bedel 3.500.000.000 insana kadar şamil olabilmekte. Alt kimlik ırkçılık üst kimlik ise ümmetçiliktir. Nitekim üstadım Bediüzzaman muhtelif yerlerde bu konuya temas etmekte ve der ki:

Irkçılık fikri, Emevîler zamanında büyük bir tehlike verdiği ve hürriyetin başında “kulüpler” suretinde büyük zararı görülmesi ve birinci harb-i umumîde yine ırkçılığın istimali ile mübarek kardeş Arabların mücahid Türklere karşı zararı görüldüğü gibi, şimdi de uhuvvet-i İslâmiyeye karşı istimal edilebilir ve istirahat-ı umumiye düşmanları gizli dinsizler, yine o ırkçılıkla büyük zarar vermeğe çalıştıklarına emareler görünüyor. Halbuki menfî hareketle başkasının zararıyla beslenmek, ırkçılığın seciye-i fıtrîsi olduğu halde; evvelâ başta Türk milleti dünyanın her tarafında müslüman olduğundan onların ırkçılıkları İslâmiyetle mezcolmuş, kabil-i tefrik değil.

Türk, Müslüman demektir. Hattâ Müslüman olmayan kısmı, Türklükten de çıkmışlar. Türk gibi Arablarda da Arablık ve Arab milliyeti İslâmiyetle mezcolmuş ve olmak lâzımdır. Hakikî milliyetleri İslâmiyettir. O kâfidir. Irkçılık, bütün bütün bir tehlike-i azîmdir. Emirdağ Lahikası-2 ( 222 )

Asabiyet-i cahiliye; birbirine tesanüd edip yardım eden gaflet, dalalet, riya ve zulmetten mürekkeb bir macundur.

Bunun için milliyetçiler, milliyeti mabud ittihaz ediyorlar. Hamiyet-i İslâmiye ise; nur-u imandan in’ikas edip dalgalanan bir ziyadır. Mesnevi-i Nuriye ( 112 )”

Bu mehazlara istinaden ve çıkan manaya göre esbabını şöyle telakki etmekteyim: İslamiyetten önceki Türk yaşantısı İslama benzemekteydi İslamiyetten sonra ise sadece birkaç mevzuda ıslahat yapılarak İslamiyete dahil olmuştur. Nitekim bu sadece bir ıslahat ile oldu çünkü; benzerdi.

Sözü şuna getireceğim Neden Müslümanlıktan Çıkan Türklükten De Çıkar? Sebebi ise işte budur: Müslümanlık Türklerin Türklük yapısını muhafaza etmiştir ve alt kimlik üst kimlikle mezcolmuş birleşmiştir. Bunun için ki İslamiyetten çıkan Türklükten de çıkmıştır. Macarlar, Yunanlar, Bulgarlar, Gagavuzlar, Yakutlar… gibi. Tarihi sürece baktığımızda bu alt kimliklerde Müslüman ve Türktür; ama üst kimliğini kaybetmesiyle beraber alt kimlikten de ihracoldular. Bu sebeble TürklerinHakiki Milliyetleri İslamiyettir. Em.L 222”

Muhammed Numan

www.NurNet.org

Okumak Nimetine Nail Olmak En Büyük Hediyedir!

Risale-i Nur’u dikkat ve tefekkürle okumak nimet-i uzmasına nail olan biz bir kısım üniversite gençliği, bir hüsn-ü zan veya bir tahmin ile değil, tahkikî ve tedkikî bir surette, sarsılmaz ve sarsılmayacak olan ilmelyakîn bir kuvvet-i imaniye ile inanıyoruz ki; zemin yüzünün bu asra kadar görmediği bir vahşet ve dehşetin sebebi olan dinsizlik ve ilhadı, Bedîüzzaman ortadan kaldırmağa inayet-i Hak ile muvaffak olacaktır. (Asa-yı Musa)

..kalbi intibaha gelen zâtlar okumaktan usanmaz. (Barla Lahikası )

..okumak ve yazmak en büyük ibadet ve zevk kaynağıdır. (Tarihçe-i Hayat )

..risalenin ruhuma ilka eylediği nuranî feyizleri karşısında, okudukça okumak ihtiyacım artıyordu. (Barla Lahikası  )

Risale-i Nur’u dikkat ve tefekkürle devamlı olarak okumak ve o muazzam eser külliyatındaki Kur’an ve iman hakikatleriyle kendimizi teçhiz etmek ve bu esas ve şartlarla, o hârika eser külliyatını bir an evvel ikmal etmektir. İşte bu nimet-i uzmaya nail olan her genç ve herkes; bire yüz bin kuvvetinde, kendine, vatan ve milletine faideli olur. (Asa-yı Musa )

Risale-i Nur’u okumak zaruret ve ihtiyacındadır. Eğer gaflet ederse, kendisini aldatan enaniyetine boyun eğip, Risale-i Nur Külliyatını okumazsa, büyük bir mahrumiyete düçar olur. (Asa-yı Musa)

 “..bir kısım mes’elelerinin kısacık hülâsalarını, bu terbiye için açılan dershanede okumak ve okutmakla tam terbiye almak lâzım geliyor. (Asa-yı Musa)”

..okumak ve manalarını bildiren arkadaşlardan öğrenmek ve kazaya kalmış farz namazlarımızı kaza etmek ve birbirinin güzel huylarından istifade (Asa-yı Musa)

..hem Kur’an’ın, hem imanın, hem namazın hülâsaları ve çekirdekleri olan o üç kelime-i mübarekeyi namazdan sonra otuzüçer defa okumak ne kadar kıymetdar ve sevablı olduğunu elbette anladınız. (Asa-yı Musa)

 ..okumakla tahattur edip, nefsin tuğyanından kurtulmaya çalışmak. ( Asa-yı Musa )

Muhammed Numan

www.NurNet.org