Etiket arşivi: Mustafa Sungur

Vehbi Karakaş’tan Taziye Mesajı

Muhterem Mustafa Sungur ağabey,
Asrın mebusuna talebe ve hizmetkar olma devletini Allah sana nasip eyledi. Asrın Mebus’unun mesajını, dilden dile ilden ile götürdün. 1981’de benim gibi hiç oğlu hiçin mektubuna Osmanlıca yazı ile özel bir mektup kaleme aldın.İnşaallah bu mektupları yayınlayacağım. Her zaman, her yerde nurları okudun, karanlıkları aydınlattın. Umulmadık ve beklenmedik kimseler tarafından örselendin, silkelendin. Mahzun ve mükedder kaldın, ama yılmadın, yıkılmadın.

Sabrınla, kemalinle, affınla seni üzenlerin nedametine, rücuuna, özür dilemesine fırsat tanıdın. Hayli zaman hastalıklarla pençeleştin. Dünya gamından geçtin, ebede kanat açtın, şevk ile her dem uçtun. Terhis teskeresini aldın, Rahmet-i Rahman’a, bostan-ı cinana kavuştun. Nur aleminin, İslam aleminin imanı sağ olsun.

Ebediyyet yolculuğunda Allah yar ve yardımcın olsun.

Cennette buluşmayı Rabbim hepimize nasip eylesin.

Hüküm Allah’ındır, diyoruz, yakınlarına ve sevenlerine taziyelerimizi sunuyoruz.

Dr. Vehbi KARAKAŞ
risale ajans

Sungur ağabeyimizden Çok Şey Öğrendik

Sungur Ağabey’in vefat etmesi üzerine Hastaneye gelenlerden biri de Prof. Dr. Şener Dilek’ti. Risale Haber’e konuşan Dilek, Sungur ağabeyle ilgili şunları söyledi:

“Mustafa Sungur Ağabey ömrünü Kur’an ve iman hizmetlerine adamış büyük bir zattı. Risale-i Nur’un şahs-ı manevi dairesi içinde Sungur ağabeyimizden çok şey öğrendik. Üstadımızın tabiriyle; o “nurun kahramanıydı”. Bizim de rehberimizdi. Sungur Ağabeyimize Cenab-ı Hak’tan rahmet diliyorum, hepimizin başı sağolsun.”

Bir Nur Kahramanı Mustafa Sungur

Mustafa Sungur 1945 yılında, henüz 16 yaşında iken evlendi.

O yıllarda, daha sonra hizmetine gireceği Said Nursî’yi sadece duymuşluğu vardı. Risaleleri 1946 yılında, Ahmet Fuat Efendi ile Safranbolulu Keçeci Mehmet Efendi vesilesiyle tanıdı.

Said Nursî’yi tanıdıktan kısa bir süre sonra, ona hitaben mektuplar kaleme aldı. Bu mektuplarda, önce köy enstitüsünde edindiği izlenimleri aktarıyordu.

Bu mektupları yazarken, genç bir Nur talebesi olan Mustafa Sungur, bir yandan da heyecanlı bir bekleyiş içindeydi. Nur dairesine girebilmeyi, Üstadın kendisinden bahsetmesini, kendisine “talebem” demesini hasretle bekliyordu. Talebeliğe kabul edilmeyi kainatın en büyük hediyesi olarak görüyordu.

Mustafa Sungur’un beklediği gelişme nihayet gerçekleşti ve Üstad gönderdiği bir mektubunda “Nurun küçük kahramanlarından Mustafa Sungur” ifadesini kullanmış, onun hizmetlerini övgü dolu sözlerle takdir etmişti.

1947 Eylülünde Mustafa Sungur, Bediüzzaman Said Nursî’yi görmek arzusunu yerine getirmek için yollara düştü. Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Emirdağ’a ulaştı ve Üstadla görüştü.

Mustafa Sungur, bir yıl sonra (1948) Afyon Dâvâsı sebebiyle Bediüzzaman’ın tutuklandığını duydu. Afyon’a giderek Üstadı ziyaret etti. Ziyaret dönüşü Bediüzzaman’a uzunca bir mektup gönderdi. Bu yüzden tutuklanarak mahkemeye çıkarıldı. Sonuçta 6 ay ceza aldı.

1949 senesinin Nisan ayında köyüne dönen Mustafa Sungur, 5 ay ceza aldığı için memuriyetten de çıkarıldı.

Mustafa Sungur, Afyon’da Bediüzzaman’la beraberken, İzmir taraflarında imam olan babası Mehmet Efendi, onu Bediüzzaman’a şikayete geldi. Üstad onunla görüşüp ikna etti. Böylece Mustafa Sungur, artık Risale-i Nur dairesi içinde, hiç çıkmamak üzere bulunmaya devam etti.

Mustafa Sungur, askerliğini ise 1955-1956 arasında, önce altı ay yedek subay olarak Ankara’da, daha sonra da Samsun’da yaptı.

Bediüzzaman Said Nursî’nin 1946, 1958 ve 1959′da birkaç defa yazdığı vasiyetnamelerinde adı zikredilen Mustafa Sungur’un Şerife, Ahmed Said, Muhammed Nur, Saide Nur, Aynur, Cihannur, Nurullah adında yedi çocuğu vardı. Bedüzzaman’ın vefatından sonra kendisini tamamen risale sohbetlerine adadı.

1954 yılından 1960′a kadar doğrudan Bediüzzaman’ın hizmetinde bulundu. Bu süre içinde Risale-i Nur’u ve hizmet düsturlarını bizzat Üstaddan ders aldı.

Mustafa Sungur, iman ve Kur’ân hizmeti uğrunda bir çok defa tutuklandı.

Sungur iki aya yakın süredir İstanbul Fatih Üniversitesi Araştırma Hastanesinde tedavi gören Bedüizzaman’ın talebelerinden Mustafa Sungur vefat etti.

haber7

Diyanet İşleri Başkanı’nın Mustafa Sungur’la ilgili gördüğü ilginç rüya

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in Mustafa Sungur Ağabey’le ilgili gördüğü rüyayı, Sungur Ağabey’in tedavi gördüğü Fatih Üniversitesi Sema Hastanesi’nin Başhekimi Doç. Dr. İlyas Akdemir anlattı

Samanyolu Haber Televizyonu canlı yayınına telefonla bağlanan Akdemir, Sungur Ağabey’in vefat sebebiyle ilgili bilgi verdikten sonra yaşanan ilginç olayı şöyle aktardı: “Bugün enteresan bir hadise oldu. Diyanet İşleri Başkanımız Sayın Mehmet Görmez Bey, dün akşam Mustafa Ağabey’i rüyalarında görmüşler. Ankara’dan sırf bu rüya sebebiyle bugün ziyaretine geldiler. O ziyaretten hemen sonra Mustafa Ağabey gözüyle Mehmet Bey’e selam verdi. Onlar Yoğun bakım ünitesinden çıktıktan sonra da rahmetli oldu.”

samanyoluhaber.com

Mustafa Sungur Ağabey ve Hatıralar

Mustafa Sungur ağabey 1929 Eflâni doğumludur. Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsünü bitirmiş ve kendi köyünde bir müddet muallimlik yapmıştır. 1946 senesinde Külliyatta adları geçen; Muallim Ahmed Fuat, Mustafa Osman, Hıfzı Bayram, Mehmed Feyzi (R.H. aleyhim ecmain) ağabeyler vasıtasıyla Risale-i Nurları tanıdı ve okumaya başladı. 1947’de Emirdağ’ında Bediüzzaman’ı ziyaret etti. 1948’de Afyon mahkemesi münasebetiyle hapishaneye girdi. 1953’de Samsun Büyük Cihad gazetesine gönderdiği bir yazı yüzünden Samsun’da tekrar hapse alındı. 1954 senesinde Isparta’da şimdi müze olan evde Üstad Bediüzzaman’ın yanında temelli kalmaya başladı. Defalarca mahkemeye verildi, hapis yattı. Bediüzzaman Hazretlerinin en yakın hizmetkâr ve talebelerindendir.

ANKARA- Emek Mahallesi 15 AĞUSTOS 1972

15 Ağustos 1972 Ankara’da talebeyiz. Sungur ağabey dershanemize geldi. Tashih etmesi için hatıraları yazdığım defteri kendisine verdim. Sungur ağabey evvelâ defterimin başına kendi el yazısı ile verdiğim kırmızı ve yeşil mürekkepli dolmakalemlerle eski hurufla:“Bir sohbetteki konuşmamın kaleme alındığını gördüm. Baktım: O kadar değişmiş ki; zaman-ı mâzi, zamân-ı hâl değişmiş gibi geldi bana. M.Sungur” yazdı ve sonra lütfedip tashihatı yapıverdi. Sungur ağabeyimizin bu ihtarını Allahın izniyle hiç unutmadım. Ve inşallah ciddi bir hata yapmadan, hassasiyetle işin mesuliyetinin farkında olarak senelerce bu kayıtları muhtelif şekillerde yaptım.. Ö.Özcan

Sungur Ağabey şeyhle çekişince

Sungur ağabeyi Üstad Ankara’ya gönderiyor. Sungur ağabey orada (mütemadiyen) bir şeyhle çekişiyor, Ona kabul ettireceğim diye uğraşıyor. Üstadın yanına gelince, Üstad “sana manevî bir tokat vuracaktım, fakat Rahmet-i İlâhiye mâni oldu” diyor.

Menderes seni maarif nâzırı yapsa…

Üstad, Sungur Ağabey’e diyor: “Menderes seni maarif nazırı yapsa.

Mekteplerde Nurları okutacaksın dese, fakat arada sırada bazı meselelerde bizim dediğimiz gibi olacak dese, sen de kabul etsen… Nurdaki ihlâs bunu reddeder.”

Üstadı, cama dayanmış kavak ağaçlarını seyrederken gördük

Bir gün Üstadı cama dayanmış pencereden kavak ağaçlarını seyrederken gördük. Üstadımız bizi görünce: “Yüzer sinemadan, tiyatrodan on defa ziyade bunları seyretmek nefsimin hoşuna gidiyor” dedi.

Zübeyr ağabeyden bir tavsiye

Bir kardeş Zübeyir ağabeyden notlar yazmış, çok hoşuma gitti. O notlarda Zübeyr ağabey “Külliyatı iki kere hızlı okuyun, sonra lûgata bakın. Ne var ne yok önce görün” demiş. Zaten biz de ilk defa öyle yapmıştık.

Barla hayatım benim en saadetli günlerimdi

1947’de Üstad Barla’ya gidiyordu. Ben, Zübeyr ağabey ve Ceylan yanındayız. Üstad gitmeyle alâkalı bir şeyler söyledi fakat ben tam anlayamadım. Zübeyr ağabeylere “Üstad beni de yanına çağırdı mı? Yanına gideyim mi?” diye sordum onlar da anlayamamışlar.

Ben Üstadın yanına gittim. Üstad beni görünce : “Yahu sen niye geldin? Ben yirmi sene evvel gezdiğim Barla’yı tek başıma gezmek istiyordum. Benim hayâlim kuvvetli olduğu için yeniden o günleri yaşamak istiyordum… Barla hayatım benim en saadetli günlerimdi” demişti.

Sahiplerinden ziyade bunlardan istifade ediyorum

Isparta’da üzümlerin olduğu zamandı. Üstad bir gün şöyle ayağa kalkıp bağlara üzümlere tefekkürle baktı baktı ve: “Sahiplerinden ziyade bunlardan ben istifade ediyorum” dedi.

Celal Bayar Ramazanda halkın önünde rakı içince

Adnan Menderes’e yazılan mektup okunurken “Hem şimdi birisi hem Ramazan-ı Şerif’e, hem şeair-i İslâmiyeye, hem bu dindar millete büyük bir cinayet yaptığı vakit, muhaliflerinin onun o vaziyeti hoşlarına gittiği görüldü” cümlesi bittiğinde, Sungur ağabey izah etti. “O zaman ki Cumhurbaşkanı Celal Bayar Ramazanda halkın önünde rakı içiyor, gazeteler de bunu yazmıştı.. Solcu gazeteler hararetle yazmıştı. İşte Üstadımız bundan bahsediyor.”

Cihad-ı Manevi

Üstad Isparta’da iken, Diyarbakır’dan Mehmed Kayalar’dan bir mektup geliyor. Mehmed Kayalar gördüğü bir rüyayı anlatıyor Üstad’a. Rüyada dört halife, Gavs-ı âzam hazeratını görüyor. “Yâ Resulullah maddî cihad zamanı” diyor. Mehmed Kayalar bundan maddî cihad zamanı geldiğini düşünüyor ve Üstada yazıyor. Üstad cevaben Mehmed Kayalar’a şöyle bir mektup yazıyor: “Rüyanızı tebrikle beraber, sakın yanlış anlama, maddî cihad ‘Tabiat Risalesi’ndeki gibi küfre karşı manevî kılınçla yapılan cihaddır.” 

Afyon hapsinde Üstadın gözü soğuktan kapanmış.

Üstad Hazretleri Afyon hapsinde. Kışın çok soğuk, Üstad 60 kişilik koğuşta tek başına tutuluyor. Baktım gözü soğuktan kapanmış. Beni görünce “sobayı yak” diye işaret etti. Fakat odun yok ki yakayım. O zamanlar Afyonda (–20) derece soğuklar oluyordu.

Aynı Üstad, Rusya’da kumandana ayağa kalkmamış; Hurşit Paşaya ‘Şeriatın bir hakikatine bir ruhum olsa feda ederim’ demiş; M.Kemal’e ‘namaz kılmayan hâindir’ demiş vs.. Böyle bir Üstada bakın asayişi muhafaza için nelere sabrediyor.

Asayişi muhafaza

Afyon hapsinde Re’fet Bey, Kerem isminde bir Afyonlu köylüye Risale veriyor. Sonra Kerem hastalanıyor, 15 gün tebdil-i hava veriyorlar. Kerem de ‘hadi giderken Üstadın elini öpeyim de öyle gideyim’ diyor. Üstad 80 yaşına yakın. Üstadın elini öperken Kerem’e ‘niye öptün?’ diye tokatlıyorlar. Bunu Üstad bize anlattı ‘benim yerime onu dövdüler’ dedi. Bunlara sabrettiğini, ‘asayişi muhafaza için menfi hareket etmiyorum, onlara beddua bile etmiyorum, yeter ki Risale-i Nur’a zarar gelmesin, gelen nesillerin imanı kurtulsun diye sabrediyorum’ dedi.

Şeyh Celal

Bir gün Üstadımızla konuşuyorduk. Kastamonu’dan Mehmet Feyzi ağabeyin konuşması Üstadımızın konuşma tarzına çok benziyor. Bunu bir vesîle ile Üstadımıza arz ettiğimizde, Üstadımız dedi: “Siirt’te Şeyh Celâl var, o beni daha güzel taklid eder” dedi. Biz Üstadımız böyle dedikten sonra orada asker iken gittik, o Şeyh Celâl’i ziyaret ettik. O takva bir zat, hem de münzevi, 60 yaşından sonra evlenmiş.

Buyurdu ki:“Bir zaman Seydanın yanına gittim. 120 kadar mollaya Van’da ders veriyordu. Bir gün baktım, “Divan-ı Harb-i Örfî” yi okutturuyor Üstad talebelerine, çok taaccüp ettim, bu yüksek ilim medresesinde niye bunu okutuyor? diye. Bir gün Seyda bana dedi: ‘Yoksa sen bunu beğenmiyor musun?’ ‘Mahkemende bir müdafaan olmuş onu burada okutuyorsun, ne mânâsı var ki’ gibi bir üslûpla itiraz ettim. Seyda birden rovâlverini çıkardı ‘yoksa sen bana muhalif misin?’ dedi. Üç gün küs durdum, yanıma geldi dedi: ‘Şeyh Celâl sen nasıl bana itiraz edersen, ben Tiflis gitmişem, esir düşmüşem..’ diye anlatınca. Ben de dedim: ‘Seyda sen oralara giderken ben de senin üzerinde tayerân ediyordum’ dedim.

Ömer Özcan / Cevaplar.org