Etiket arşivi: Nabi

Cuma Duası

Ya Rabbî, ya Rabbenâ ve ya Rabbe’l-âlemîn! Sana yine Senin ilmin ve ma’lûmâtın adedince hamd ve şükür; Peygamber Efendimiz Hazreti Ahmed ü Mahmûd u Muhammed Mustafa’ya, kutlu yuvasının kudsî fertlerine, yıldızlar gibi kendilerine uymakla doğru izler bulunabilecek ve yürüdükleri yoldan gidilebilecek sâdık, vefalı ashâb-ı güzînine de salât ü selam ediyor, yüce huzurunda bir kez daha el açıp, “Amin!” diyoruz:

Ey hiç açılmaz gibi görünen kapıları bile ardına kadar açmaya muktedir olan Ulu Rabbimiz! Senden, arkasında hayır ve güzellik olan bütün kapıları en kısa zamanda bizim için de açmanı diliyoruz. Ey bütün sebepleri yaratan ve onlara hükmeden Yüce Sultanımız! Nezdinden göndereceğin inayet sürprizleriyle, bize de, ümitlerimizin ve hayallerimizin ötesinde maksûdumuza, matlûbumuza, mahbûbumuza ulaşacağımız imkanlar lutfet!

Nezdinde makbul ve mukarreb kullar gibi, bizleri de emredilen hususlarla meşgul olup tamamını bihakkın yerine getiren.. nehyedilen hususlardan yüz çevirip hepsinden içtinab eden.. hedefinde hep Senin hoşnutluğun olan.. insanların ellerindeki şeylere tama(h) etmeyen.. peygamberâne bir iffet, peygamberâne bir ismet ve peygamberâne bir fetanet peşinde olup, her zaman Senin sâdık u masdûk elçilerinin yürüdükleri şehrahlardan yürüme gayreti içinde bulunan.. gözü-gönlü sürekli Sana müteveccih ve hiç ara vermeden hep ölüm ötesi hayat için hazırlık yapan salih kimselerden eyle!

Ya Rab! Bizi dünyada da ukbâda da utanılacak, başımızı aşağıya eğdirecek ve rezil rüsva hale düşürecek işlerden uzak tut ve öyle fecî bir durumla karşı karşıya bırakma! Senden, dostlarının yüzüne baktığın, ellerinden tutup kaldırdığın gibi, bizim yüzümüze de bakmanı, bizi de tutup kaldırmanı istirham ediyoruz. Sana düşmanlıkta bulunanların düştükleri, insanı yerin dibine batıracak, utanılası bir hale düşmekten de yine Senin hıfz u sıyanetine sığınıyoruz.

Ya Rabbenâ ve ya İlâhenâ! Sen de biliyorsun ki, bilerek hiçbir zaman Senden başkasına kullukta bulunmadık; bulunmayız da. Biz sadece ve sadece Senin kullarınız. Senden başka hiçbir Rabb tanımadık; zaten Senden başka hiçbir Rabb da yoktur. İşte onun için huzuruna geldik, kapının eşiğine başımızı koyduk, ulûhiyetinin ve rubûbiyetinin ululuğu karşısında boyunlarımızı büküp yüz yere sürdük. Her zaman el-pençe divan durmaya da âmâde bulunuyoruz; ne olur, biz âciz, zayıf, garip ve muhtaç kullarından merhametini esirgeme ve bizi haybet ve hüsrana maruz bırakma!…

Ya Rab! En son ve en büyük elçin hürmetine, bizim takdir ölçülerimizle ölçülemeyecek kadar kıymeti haiz aile fertleri ve yol arkadaşları hakkı için, ne olur, niyazımıza cevap ver, hayır istikametindeki dileklerimizi gerçekleştir ve bizi bir an olsun nefsimizle başbaşa bırakma!

www.NurNet.Org

Tepki

Bazen çoğu şeye sessiz tepkiler veririz; içimizde kodlarız, dışımızla bilinmez ama en güçlü tepkimiz aslında bu içimizle verdiğimiz, kainat genişliğindeki kalp ve aklımızla verdiğimiz tepkidir. İçimizde üzerini çizeriz ve istenmeyenler kutusunun en derinliklerine göndeririz.

Kalıpla tepkinin fazla işe yaramadığını  asrın terbiyesiyle anlamıştım. Zalim diktatörü öldürmektense zalimliği kafalarda öldürmenin hakiki çözüm olduğunu.. Ne var ki zalimlik kafalarda hemence ölüvermiyordu. Gururlu nefisler menfaat uğruna zulmü kendinden gayrısına reva görüyor, buna da kendi gibi olan ahir zaman halkını delil gösteriyordu.. Herkes zalimden şikayetçi ama bir yönüyle kendi yaptığı zulümlerle zalimler safında bulunuyordu. Saflar karmakarışıktı. Tıpkı kendi içim gibi. Zalim ve mazlum aynı insan olabilir mi? Evet.. Belki çoğu zaman. Kendine yaptığı zulme bedel başkasından zulüm görmesi kaderin bir ikazı değil midir?

Ve bu zulme de sessiz tepkiler.. Derinliklerde sıyrılmalar ve hatta kopmalar. Zahiren aynı mekanda, hakikatte bambaşka bir dünyada yaşamalar.

Olay ve insanları konuşmaktan yorulmuş ve artık takatim kalmamış bir devrede idim ki Rabbimin inayetiyle, bu asra tepki veren bir büyüğü buldum, Bediüzzaman Hz(RA). (Daha önce bulmuştum ama içimdeki Bediüzzamanı o zaman gördüm.) Hep tepkisi olmuş, içinde dışında, eliyle, diliyle, kılıcıyla ve en son kalemiyle.. Bütün varlığıyla tepki vermiş, kayıtsız, bana neci olmamış. Sünnet-i seniyyenin iktizasına göre, imanının iktizasına göre zulme karşı durmuş. Van’da zalim aşiret ağasına, İstanbul’da devrin padişahına, Bitlis’te Erzurum’da işgalci Rus ve Ermenilere, Rus esir kampında Çar’ın dayısına, İstanbul işgal altındayken küstahça sorular soran Anglikan kilisesine ve İngilizlere, İslami şeairi tahripkar işler yapanlara, hasılı her devirde zulme, imansızlığa, ahiretsizliğe karşı durmuş, karşı koymuş. Zulme razı olmamış, zalime seyirci kalmamış. Ne kendini zalimlikten azledip sert tenkitlerden muaf tutmuş, ne asrın hadisatını. Hep sormuş kadere: “Neden fetva verdin bu zulme?”

Sanırım bu asra vermek istediğim tepki için aradığım cevap, bu soru. “Neden fetva verdirdik kadere.. “ Muhasebe herkesin kendi içinde verdiği samimi cevaplar kadar uzun gider. Tepkim önce içimde, kendimle, kainat kadar büyük kalp ve aklımın, firavun kadar mağrur nefsimle olan harbinde. Hak ne kadar parlak, düşman ne kadar sert ve kural tanımaz. Dünya harbi burada, bende işte. İnandığı gibi yaşama savaşında. Sessiz tepkilerin mercii bu savaşta rütbe alabilmek. İhlas, riyasızlık, hakperestlik savaşında. Ve her fazilet için içimizde verdiğimiz savaşta. Hani İsrail-Filistin diyoruz. Bir Filistin de bizim içimizde var, Yahudi (nefis) işgalinde, yıllardır inliyor, ahiret adına ne bombalar ne işkenceler görmüş bir Filistin.. İşte o Filistin’i kurtaralım. Yani bugün ihlaslı olalım, bugün hakperestçe yaşayalım, tepkimizin bir adı olsun, kimliği, kişiliği olsun, Hatem-ün Nebiyy(ASM) olan peygamberimizden bir mana olsun tepkimiz.

Fazilete yabani kalmış bu asrın dünyaperest anlayışına bir tepkimiz olsun, ahiret de var demekle.. İktisadi tepkilerimiz olsun iktisatla, boykotla, söküğü dikip giymekle. Ve sesli tepkilerimiz olsun hayırla, infakla, ittifakla, muhabbetle, uhuvvetle, halin nicedir sormakla.  Ve sessiz tepkilerimiz olsun, bir zikirle, bir fikirle, bir duayla.. “La İlahe İllalllah, Subhanallah, Allah Kerim, Ya Rahman, Ya Rahim, Estağfirullah el-Azim..” Tepkilerimiz olsun ahirette senet olacak, “Biz de bunlarla huzurunuza geldik Ya Rasulallah” diyeceğimiz.

Nabi

Nurnet.org

Kuraklık İçin Münacat Risalesi Okuyoruz

“Şimdi bu mektubu yazarken, Risale-i Nur santralı Sabri’nin mektubunu Emin getirdi. Açtık, yağmursuzluk bahsine dair Risale-i Münacat’ın kesretle yazılması bereketiyle yağmurun gelmesi ve rahmet-i İlahiyenin fakir fukaraya imdad eylemesini yazdığını gördük. Benim için ehemmiyetli bir mes’eleyi halletti.

    Burada da yağmura şedid ihtiyaç vardı. Yağmur gelecek hiçbir alâmet hissetmiyorduk. Bu kaht zamanında yağmursuzluk, fakir fukaraya çok ağır gelmişti. Ben üç defa namazdan sonra, masum fukaraları ve aç kalan hayvanları ve Risale-i Nur’u şefaatçi yapıp dua ettik. Birden aynı gece, me’mulümüzün fevkinde, duanın tam kabulünü gördük. Ben hayretle, bu cüz’î duamız, bu küllî mes’eleye ne derece dahli olduğunu bilemedim.” Kastamonu Lahikası ( 239 )

Kıymetli Kardeşlerimiz,

Ülkemiz genelinde yaşanan kuraklıktan Rabbimizin rahmetine iltica etmek için, Kastamonu Lahikasında geçen yukarıdaki manaya istinaden, Münacat Risalesi (3.Şua) okuyoruz.

(Öncelikle kuraklığın kendi kusurumuz olan gaflet, hakiki vazifede gevşeklik ve umumun katıldığı gıybetlere –katılmamamız gerektiğini bildiğimiz halde- dahil olduğumuz için ciddi bir istiğfar ediyoruz.) Umum Müslümanların selameti ve maddi, manevi rahmetin celbi niyetiyle Münacat Risalesini, tamamı veya vaktimiz elverdiğince bir kısmını okuyoruz. Cenab-ı Hak kabul etsin.

Nabi

Nurnet.org

Kim ölüyor?

Malumumuz Suriye’deki iç savaş 2.5 yılını doldurdu. Halkın maddi imkanları tükendi, manevi halleri nasıl bilmiyoruz. Çocuklar, yaşlılar perli perişan halde. Uluslararası yetkisi olan teşkilatlar duruma kalıcı bir iyileştirme müdahalesinde bulunmuyor. İnsanî yardım kuruluşları Avrupa’dan ve ülkemizden elden geldiğince bir şeyler yetiştirmeye çalışıyor. Lakin tahribat ve ihtiyaç çok fazla olduğu için yapılanlar kâfi gelmiyor. İHH Suriye durum tesbit raporuna göre açlıktan ölümler başlamış..

Biz Türkiye’deyiz; doğalgazlı sıcak evimizde, akşam çayımız elimizde Suriye haberlerini okuyor veya izliyoruz, 2.5 yıldır olduğu gibi.. Vicdanımızın bağırtısına biraz bağış göndermekle mukabele ediyoruz. İçimizde o insanları hissedebildiğimiz kadar.. 2.5 yıldır Suriye’de insanlar evlerini terk edip meçhule doğru göç ediyor; kalanlar savaşıyor veya bekliyor.. Neyi mi? Ne zaman düşeceği belli olmayan bombayı veya camdan girecek serseri kurşunu. Çocuklar ölüyor, insanlar hastalanıyor ama tedavi olamıyor, yaşlılar bekliyor.

Ümitsizliği hiç yaşadınız mı..?

 2.5 yıldır Suriye gün gün ölüyor. Ve biz de.. vicdanımızın sesini bastırıp uyuyabiliyorsak, insaniyetimizle beraber biz de ölüyoruz bu imtihanda. Hakikaten, kim ölüyor bu süreçte? Onlar mı, biz mi?

Rabbimiz vicdanımıza hayat ihsan etsin de bu imtihanda insaniyetimizi kazanabilelim. Suriyeli kardeşlerimiz nasıl ki maddeten ölürken manevi hayatı kazanıyor; biz de maddi, manevi yardım ve dua ile onlara yoldaş olabilelim.

Nabi

Nurnet.org

Refika-i Hayat

Evliliğin 5-10 yılı geçmiştir; huylar öğrenilmiş, vazifeler taksim edilmiş, çocuklar bir hale yola koyulmuştur. Bu arada hanım anne olmayı, bey baba olmayı öğrenmiş ve çetin bir süreçten geçmişlerdir. Nice ak dediklerine kara diyecek, günlerce üzüldüklerine şimdi gülüp geçecek, ufak sıkıntılarda telefona sarılıp annesinden meded isteyecekken artık onlar duyup üzülmesin diye sinesine gömecek bir olgunluğa ermişlerdir. Aslında bütün bu değişimleri, olgunlaşmayı birlikte öğrenmişlerdir ama farkında değildirler..

Hanıma göre beyi anne olmanın zorluğunu bilmemekte, beye göre hanım evin maddi sorumluluğunu omuzlamak nasıldır anlamamaktadır. Aynı yuvanın devamı için on yıldır ciddi ve fedakarane vazife taksimi yaptıklarının, Allah’ın kalblerine koyduğu şefkat ve muhabbetle bunu yapabildiklerinin farkında değillerdir; daha çok birbirinin ne zaman yanında olmadıysa o kalmıştır akıllarında.. Bunca vefa hatırası varken, birkaç olumsuz durum hepsini nazardan silivermiştir zalimce. Yani yaşarken paylaşmamışlardır neler düşündüklerini, neler hissettiklerini, nelerde zorlanıp aşmaya çalıştıklarını. Hayatı yaşarken “hayat arkadaşı” olmayı atlamışlardır. Anlamak ve anlaşılmak, hissetmek ve hissedilmek eksenli işleyen bu süreci ya vakit darlığı ya da paylaşmayı bilmemek sebebiyle tadamamış ve birbirlerinin dünyasından mahrum kalmışlardır.

Oysa eş olmaktaki hikmet kalblerin birbirine mukabil gelmesi, kalbindekini perdesiz paylaşabilmek, kendi dünyanda eşini gezdirebilmek, onunkine girip onda gezebilmektir. Masumane hissiyatların, endişelerin, acemi tedbirlerin, sıkılgan itirafların, sevgi ve muhabbeti birbirine akıtan özürlerin paylaşılmadığı bir hayatta insan nasıl kalben tutunabilir ki eşine..İster istemez yalnızlık hissi kaplar ruhunu.

İnsan olarak yaradılışımız gereği başka kalplerde ruhlarda da genişleyebilmek ihtiyacındayız, başka alemlere açılmak, başka gözlerle hayata bakmak ihtiyacındayız. En yakınımız olan eşimizin alemine açılamazsak ruhumuz nasıl mutmain olacak? Realiteden kopmuş dizilerdeki karakterlerle mi bütünleştireceğiz benliğimizi; kaleye giren toplarla mı “aile reisi olarak zor bir meseleyi çözmenin” verdiği itminanı yakalayacağız.. Hayır çözüm dışarıda değil, içeride hem de hiç ummadığımız yerde, eşimizin kalbindedir. Eğer hala duyan bir kalbimiz varsa ona duyduklarımızı duyurmaya çalışabiliriz. Bir defalık kendi hislerimizden geçip, onu eleştirmeden anlamaya çalışarak.. Birçok müşkülünü hanımlarıyla istişare eden Rasulullah(ASM) bu tarz hareketin en açık uygulamalarını bize numune bırakmış.

Evet, dünler geçti, artık bugün var. İlk başta yılların birikimi bir yabanilik olabilir ama ilk adımı kim atarsa hayrın çoğunu da o almış olur. Samimi bir paylaşım, bir dinleme, o gününü hakikaten merak etme ile başlayabiliriz ve sonrası iki refika-i hayatın çabasıyla devam eder. Bu paylaşımları azami artırarak, her günü beraber “yaşamak” yolunda gayret edebiliriz.

Gizli definelerin saklı olduğu o kalblere açılmak için samimi muhabbetle, şefkat ve hürmetle eşimize muhatab olmak duasıyla..

Nabi

Nurnet.org