Etiket arşivi: peygamberimizin arkadaşları

Abbas bin Abdülmuttalib (R.A.) Kimdir?

Abbas bin Abdülmuttalib (ra) 566 yılında Mekke’de doğmuştur,Künyesi Ebu’l-Fazl’dır, babasının adı Abdulmuttalib, annesinin adı Nuteyle’dir. Hazreti Peygamber(sav)’in amcasıdır. Çocuklukları beraber geçtmiştir.

Akraba ve yakınlarına çok bağlıydı, ne malını, ne gücünü onlardan esirgemezdi, dahi denilecek ölçüde zeki biriydi, beyaz tenli, gür sesli idi.

Ebu Talib(ra) ekonomik sıkıntı çektiği için Peygamber Efendimiz(sav) Hz. Ali’yi, Abbas (ra) yeğeni olan Cafer’i himayesine aldı.

Abbas(ra) Peygamberimiz(sav)’e müşriklerin durumunu bildiren çok haberler göndermiştir. Mekke’liler’in savaş planlarını, Müslümanlar aleyhinde yapılan toplantılara katılarak gerekli gördüğü durumları, Bedir harbine çıkan kureyşlilerin hareket haberini Peygamber Efendimiz(sav)’e bildirmiştir.

İki gurup Bedir’de karşılaşıp savaş başlayınca Allah Resulu(sav) Abbas(ra)’ın öldürülmemesini istemiştir.

Bedir savaşına gelipte müşrik olan kardeşlerini ve babalarını öldürenlere ”amcamı bunun dışında tutun öldürmeyin” demesi Allah Resulu(sav) efendimiz için çok zor bir durumdu.

Bedir’de, Hazreti Abbas(ra) Sahabelerin eline esir düştüğü vakit, fidye istenilmiş.

O da:

-“Param yok.” demiş

Hazreti Resulu Ekrem (sav)

-“Zevcen Ümmü Fadl yanında bu kadar parayı filân yere bırakmışsın.” Hazreti Abbas(ra) tasdik edip,

-“İkimizden başka kimsenin bilmediği bir sırdı”deyip Peygamberimiz(sav)’in bu mucizesi karşısında İslâm olmuş ve fidyeyi ödemiş, bunun üzerine.

Ey Peygamber elinizde bulunan esirlere söyleki; Allah kalplerinizde hayır olduğunu biliyorsa sizden alınandan daha hayırlısını size verecek ve size mağfiret edecektir” (enfal 70)ayeti kerimesi vahy olmuştur.

Peygamber(sav)’e para yardımında bulunup, bazı seferlerine katıldı.

Peygamber Efendimiz(sav), amcası Abbas(ra)’a çok yakın ilgi gösterirdi. Ona, “Kureyş’in en cömerdi ve akrabalık bağlarına en çok riayet eden kişisi“, mealindeki sözleriyle iltifatlarda bulundu. “İnsanın amcası babası gibidir” şeklindeki sözleriyle saygı gösterirdi.

Hz. Abbas(ra)’a, ikisinden hangisinin büyük olduğunu soranlara; “O benden büyük, ben ise ondan yaşlıyım” karşılığını verirdi. Peygamber Efendimiz(sav), amcası için dualarını da esirgemedi: “Resulu Ekrem(sav), Abbas(ra) ve dört oğlunu (Abdullah, Ubeydullah, Fazl, Kusem) beraber, ‘mülâet’ denilen bir perde altına alarak üzerlerini örttü. Dedi: Ya Rab, bu benim amcam ve babamın öz kardeşidir. Bunlar da onun çocuklarıdır. Onları bu perdeyle örttüğüm gibi, sen de onları Cehennemden öylece koru!“buyurdu.

Peygamber efendimiz(sav), vedâ hutbelerinde, sevgili amcasından da bahsettiler. Fâizin yasak olduğunu, ilk kaldırdığı fâizin, amcası Hz. Abbas(ra)’ın fâizi olduğunu bildirdiler.

Peygamber efendimiz(sav)in vefâtından sonra mübârek cenâzelerini yıkamak üzere; Hz. Ali(ra), Hz. Abbas(ra) ve oğulları Fadl ve Kusem, Üsâme bin Zeyd ve Sâlih odaya girip kapıyı kapadılar. Peygamber efendimizi, gömleği üzerinde olduğu hâlde yıkamaya başladılar.

Hz. Abbâs(ra) ve oğulları su döküp, Peygamber efendimiz(sav)’i sağa, sola döndürdüler. Hz. Ali(ra)’ de yıkadı. Yıkadıkça, evin içine eşine rastlanmamış çok güzel bir koku yayıldı. Üç parça kefen ile kefenledikten sonra, vefât ettiği yere kabr-i şerîfi kazılıp, lahd şekline getirildi ve Resûlullah(sav) efendimizi, kabr-i şerîfine koydular.

Risale-i Nur’da, Hz. Ömer’in (ra) onu vesile yapıp; “Yâ Rab, bu senin habibinin amcasıdır. Onun yüzü hürmetine yağmur ver!” mealinde dua ettiği ve yağmurun yağdığı nakledilmektedir

Dört büyük halîfe gibi büyük zâtlar, o gelince, hürmetlerinden ve tevâzularından ayağa kalkarlardı. Hz. Ebû Bekir(ra) ve Hz. Ömer(ra)’in hilâfetleri sırasında, kendileri bir binek üzerinde iken Hz. Abbâs(ra)’a rastlarlarsa, bineklerinden inerler, onunla beraber gideceği yere kadar yürürler, sonra dönerlerdi.

Çok zengin idi. Medîne’ye yerleştikten sonra yapılan bütün muhârebelerde ve özellikle, Bizans’a karşı gerçekleştirilen seferde, İslâm ordusunun techîzi için çok yardım etti.

652 senesinde 88 yaşında Medîne-i münevverede vefât etti. Cenâze namazını Hz. Osman(ra) kıldırdı. Bakî’ kabristanına defnedildi.

Hz. Abbas’in soyundan gelenler sonradan Abbâsîler devletini kurdular.

Allah’a verdikleri sözde duran iyilerin arasında olan Abbas (ra)’dan razı olsun bizlere şefaatini nasip etsin amin..

Çetin KILIÇ / LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

1) Ümmetimin Yıldızları

2) Hadis Külliyatı

3) Risale-i Nur Külliyatı

Ebu Ubeyde Bin Cerrah (R.A) Kimdir?

583 yılında Medine’de tüccar bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babasının adı Abdullah, annesinin adı ise, Ümm-i Ğanem Ümeyye bint-i Câbir’dir. Ailesi Kureyş’e bağlı Beni Haris kabilesine mensuptu. İslam’dan önceki yaşamında Kureyş’te saygı değer bir kişiydi. Araplar arasındaki nâdir okuma-yazma bilenlerden biriydi asıl ad Amir b. Abdullah b. el-Cerrah’tır. Cerrah ismi dedesinin adıdır. Nesebi, Rasûlullah(sav)’ın nesebiyle dedelerinden Fihr’de birlesir.

Ebû Ubeyde(ra), Hz. Ebû Bekir(ra)’in dâvetiyle Resûlullah(sav)’a giderek Müslüman olmuştur. Müslüman olduğunda yirmi yedi yaşında idi. Babası Resulullahın en azılı düşmanı idi. Ubeyde Müslüman olunca babası tarafından hanımıyla birlikte evden kovulmuştur. Ümmetin emini lakabıyla meşhur olmuştur. (Rasûlullah’in bütün ashabı emanet ve adillikte eşittir: ancak bir vasfın her insanda ayni derecede inkişaf etmeyeceği muhakkaktır)

Rasûlullah(sav), “Ümmetimin en merhametlisi Ebû Bekir, en şiddetlisi Ömer, en hayalisi Osman en helâl ve harami bileni, Muaz b. Cebel, ferâizi en iyi bilen Zeyd b. Sâbit, en düzgün Kur’ân okuyani Übeyy b. Ka’b, en emîni Ebû Ubeyde’dir” buyurmustur.

Hazreti Muhammed(sav)’in yaptığı bütün gazalara katılmıştır. Bedir Savaşı’nda müşrikler safında yer alan babasını fark edince, onunla karşılaşmamaya oldukça özen göstermiş, fakat babasının ısrarla kendisini takip edip öldürmek istemesi karşısında, zor durumda kalarak istemediği halde onu öldürmüştür.

(Bir insanın iman uğrunda yeri geldiğinde, babasını bile öldürmekten çekinmemesi, aslında yadırganacak bir olay değildir. Fakat bunu, her şeyi maddede değerlendiren, iman ve maneviyattan oldukça uzak yaşayan günümüz nesillerinin idrak ettirmesi zordur.)

Allahü teâlâya ve kıyâmet gününe îmân edenler, Allahü teâlânın düşmanlarını sevmezler. O kâfirler ve münafıklar, Müminlerin anaları, babaları, oğulları, kardeşleri ve başka yakınları olsa da, bunları sevmezler. Böyle olan mü’minleri Cennete, koyacağım.”(Mücâdele sûresi 22.) âyetinin bu vesile ile nazil olduğu rivayet edilir

Hazreti Muhammed(sav) Uhud’un eteklerine doğru çekildiği esnada, O’nu korumak için etrafında halka teşkil eden, on dört cesur sahabi arasında Ebu Ubeyde (ra)’de vardır. Bu savaşta Rasûlullah(sav)’in yüzüne batan miğfer parçalarını dişleriyle çekerken ön dişleri kırılmıştır.

Ebu Ubeyde(ra), uzun boylu, zayıf, hafif sakallı, dişleri seyrek kesici dişleri düşmüş, güzel yüzlü, züht ve takva sahibi, cesur, adaletle hükmeden, itaatkâr, zekî, uysal, uyumlu, merhametli idi.

Takdim edilen makamları bile elinin tersiyle itebilen bir insandı. Hz Aişe’nin ifadesiyle, ashab arasında Hz Ebu Bekir ve Hz Ömer’den sonra Nebiler Serveri (sas)’nin en çok sevdiği kişi olan Ebu Ubeydedir.

Ebû Ubeyde bin Cerrâh(ra), Hz. Ebû Bekir(ra)’in hilâfetinden itibaren Hz. Ömer(ra) zamanında cihad hareketinde Suriye bölgesindeki fetihlere katıldı ve kumandan olarak yer aldı.

Ayrıca O, Bisan, Taberiye, Baalbek, Humus, Hama, Seyre, Maarra, Lazkiye, Antarius, Banyas, Selemiye, Halep, Antakya, Menbic, Delul fetihlerinde bulunmuştur.

634 yılında, Humus’ta Roma İmparatoru Heraklius’un muazzam ordusuna karşı Ebû Ubeyde, Yezid b. Ebî Süfyan, Surahbil, Amr b. el-Âs ve Halid b. Velid gibi kumandanların orduları birleşerek Ecnâdin’de savaştılar. Müslümanlar üç bin şehit vererek burayı fethettiler. Ebû Ubeyde(ra) Hz. Ömer(ra)’in emriyle Humus’a yerleşti.

Yermük savaşında Müslümanlar inançlarıyla dev gibi Roma ordusunu korkunç bir yenilgiye uğrattı.

Habat (ağaç yaprağı) gazvesinde emrindeki 310 sahabeyle birlikte günlerce aç kalmışlar, ağaç kabuğu yiyerek açlıklarını gidermeye çalışmışlardır.

Ebu Ubeyde (ra) mal ve mülke rağbet etmeyerek sade bir hayat sürdü.

Bir gün, Resulullah (sav)’ın ardında namazını eda edip sohbetine katılmadan koşa koşa evine gitmesi Peygamberimiz(sav)’in dikkatinden kaçmamıştı.

Yolda karşılaştığı Ebu Ubeyde’ye (ra) sorar;

Ya Ubeyde niçin sohbetimizde bulunmuyorsun namaz biter bitmez gidiyorsun?”

Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın Resulu(sav) giyecek bir tek entarim var hanımımın giyecek bir şeyi yok entarimi çıkarıp ona veriyorum oda namazlarını eda edebiliyor sebebi budur.”

Bu sözler üzerine iki cihan serveri Efendimiz(sav) gözyaşlarını tutamadı.

Sabret Allah yakında sizleri mükâfatlandıracaktır deyip ona entarilerinden birini hediye etmiştir.

Ebu Ubeyde(ra)’nin çadırına giren Hz. Ömer(ra), çadırda kılıç, kalkan ve mızraktan başka bir şey göremeyince, ona niçin evde kullanılabilecek eşyalar almadığını sormuş, Ebu Ubeyde de,

Ey Müminlerin Emiri! Onlar rahat ve rehavetimizi, dünyaya bağlılığımızı artırır” buyurmuş

Hazreti Ömer(ra)’de

Dünya herkesi değiştirdi, yalnız seni değiştiremedi” demiştir.

Allah’a hesap vermekten o kadar çok korkardı ki “Bir koç olmayı, sahibim tarafından kesilip etimin yenilmesini, suyumdan da çorba yapılmasını ne kadar isterdim” demiştir.

Ebû Ubeyde(ra), Rasûlullah(sav) ile devamlı birlikte olduğu halde ondan on dört hadis rivayet etmistir, Sünneti yaşamaya daha ziyade önem vermiş, sünneti “anlatma“yi ise başka sahâbîlere bırakmıştır.

Yermuk savaşında önüne konulan soğuk su ve taze ekmek olan sofrayı askerlerimde soğuk su ve taze ekmek yemiyor ben nasıl yerim deyip kaldırtmış, kızgın kumun üzerine oturup askerin yediği sıcak suyu ve kuru ekmeği yemiştir.

Allah Resulu(sav)’ne biat ettiği günden itibaren kendisine tevdi edilen emaneti hakkıyla ifa etmiş bunu için gece gündüz çalışmış, Allah’ın rızası yolundan onu hiçbir güç döndürememiştir.

Anadolu’nun ilk camisi Antakya’da yapılan Habib-i Neccar camisidir. Bu cami, Ebu Ubeyde Bin Cerrah Tarafından 636 yılında inşa edilmiştir. Müslümanlık Anadolu’ya buradan yayılmaya başlamıştır. Hz. İsa’nın Havarilerine ilk inanan Habib-i Neccar bir inanç abidesi ve Kuran-ı Kerim’de Yasin suresinde övülen bir şehittir.

Ebu Ubeyde 638 yılında elli sekiz yaşında iken seferde vebadan ‘şehit olarak’ vefat etmiştir. Cenaze namazını savaş alanında, yerine vekil olarak bıraktığı, Hz. Muaz b. Cebel kıldırmıştır.

Şerefli bedeni Ürdün’ün Beysin bölgesinde, kendi adıyla anılan köyde bulunmaktadır.

Vefatında hanesinde ancak silah, bir koyun postu ve bir su testisi bulunmuştur.

Allah kendisinden razı olsun bizleri onun şefaatini nasip etsin .Amin..

Çetin KILIÇ /LÜLEBURGAZ

Kaynaklar:

1-Hayatüs sahabe

2-Sevgi kutupları

3-Hadis külliyatı

Abdurrahman Bin Avf (R.A.) Kimdir?

Abdurrahman bin Avf (r.a.) 581 yılında Mekke’de doğmuştur. Zühre ailesinden Kureyş kabilesindendir. Babasının adı Avf, validesinin Şifa’dır.

Cahiliye devrinde asıl adı Abdulkâ’be veya başka bir görüşe göre Abdu Amr idi. Son derece temiz bir adam olan Abdurrahman bin Avf (ra) Hazreti Ebu Bekir(ra)’in daveti üzerine hak yola girmiştir. Hazreti Muhammed(sav) İslam’a girdikten sonra kendisine Abdurrahman adını koymuştur.

Risale-i Nur’da, bahtiyar kadınlardan birisi olan Abdurrahman (ra)’ın annesinin, Peygamber Efendimizin (sav) doğduğu gece cereyan eden hadiselere şahit olduğundan söz edilmektedir. Hazreti Âmine (ra) ve onun yanında bulunan Osman ibn As ile Abdurrahman(ra)’ın anneleri gördükleri azim bir nurdan sonra üçü birden; “Veladeti anında biz öyle bir nur gördük ki, o nur maşrık ve mağribi bize aydınlattırdı” şeklinde müşahedelerini dile getirdiler.

Cahiliyye devrinde bile içki içmeyen, güzel ahlaklı nadir insanlardandı.

Abdurrahman bin Avf (ra) İslamiyet’e girdikten sonra müşrikler tarafından türlü eziyet ve mihnetlere uğramış, O’da diğer Müslümanlar gibi Allah Resulü(sav)’in ardından Medine’ye hicret etmiştir Hazreti Peygamber (sav) Medine’de Ensâr ile Muhacirler arasında kardeşlikler ilân edince Abdurrahman b. Avf(ra) ile Ensâr’dan Sa’d b. Rab’i kardeş ilân etmişti, Sa’d b. Rabi(ra) Abdurrahman b. Avf(ra)’a malının yarısını ve iki eşinden birini nikâhlamasını teklif edince;

Allah malını ve aileni sana mübarek eylesin. Senin bu davranışına karşı Allah ecrini versin. Sen yalnız bana çarşının yolunu göster” buyurmuştur.

Abdurrahman bin Avf(ra) ticaret hayatını çok iyi bilen Kureyş içinde büyüdüğü için, bu işin tam bir uzmanı olarak Medine çarşısında alışverişe başlamış ve Allah ona büyük servet vermişti. Abdurrahman bu ticari hayatını şöyle anlatır:

Cenâb-ı Allah bana öyle bir nimet verdi ki, bir taşı bile bir yerden kaldırıp başka yere koyduğumda sanki altın oluveriyordu.’Çok az kâra râzı oldum. Hiçbir müşteriyi boş çevirmedim” buyurarak kıyamete kadar geçerli olacak bir düsturu ticaretle meşgul olan Müslümanlara haber veriyordu.

Abdurrahman bin Avf (ra) Hazreti Peygamber(sav)’in bütün gazvelerine katılmıştır.

Peygamberimiz(sav) Abdurrahman bin Avf (ra)’ı Yedi yüz kişilik bir askeri kuvvetle 628 yılı Şaban ayında Dûmetu’l-Cendel’e göndermişti. Bu gazveye giderken Abdurrahman bin Avf(ra)’ın sarığını Peygamberimiz(sav) mübarek elleriyle sarmıştır.

Peygamberimiz(sav) “fetih gerçekleşirse kralın kızıyla evlen” buyurarak kendisine vasiyette bulunmuştur. Fetih gerçekleşmiş, kabile reisi el-Asbağ b. Amr el-Kelbî Hıristiyanken İslâm’a girmişti. Abdurrahman Bin Avf(ra)’ da el-Asbağ’ın kızı Tumâzar ile evlenmiş ve ileriki günlerde ondan oğlu Ebû Seleme dünyaya gelmiştir. (Ebû Seleme, büyük fıkıh âlimlerindendir.)

Bedir gazvesinde Ebu Cehil’i öldürmek isteyen gençlere işte Ebu Cehil bu diyerek göstermiş, Ebu Cehil’in kılıç darbeleriyle öldürülmesine şahitlik etmiştir.

Uhud savaşında da yirmi yerinden yaralandı. 12 dişi kırıldı.

Hazreti Peygamber(sav)’in ilk defa arkasında namaz kıldığı kişi Abdurrahman bin Avf(ra) olmuştur. Hazreti Peygamber(sav) ashâb içinde ipek giymeyi yalnız Abdurrahman bin Avf(ra)’a müsaade etmişti.(Zira Abdurrahman bin Avf(ra)’ın vücudunda bir kaşıntı vardı.)

Abdurrahman bin Avf(ra) bilhassa öğle namazının farzının ardından nafile namaz kılar günlerin çoğunu oruçlu geçirirdi, her sene hacca giderdi, son derece sade yaşar sofrasında fakirlere yer verirdi, uzun boylu beyaz kırmızı renkli güzel çehreli çok sevimli idi. Uhud gazasında aldığı bir yaradan dolayı bir ayağı biraz aksaktı.

İsabetli reyi ve zekasıyla mümtaz bir zattır, yüksek ahlaklı fazilet ve kemal sahibi çok iyi ve çok temiz seciyeliydi. Allah korkusu, Resullullah sevgisi, iffet rahmet ve şefkat doluydu, cömert ve alicenaptı, dünya hiçbir zaman dininin önüne geçememiş tam bir Müslüman olarak yaşamıştır.

Hazreti Abdurrahman (ra), evine her girişinde Âyete’l-Kürsî’yi okurdu

Resûlullah(sav) efendimiz onun hakkında buyurdu ki:  “Göktekiler ve yerdekiler katında, sen emînsin.

Vefatında Rasûlullah’ı (sav) kabrine indiren dört sahabeden birisidir.

Abdurrahman bin Avf(ra), Resûlullah(sav)’ın ahirete teşrifinden sonra, Onunla geçirdiği günleri hatırlayarak daima ağlardı. Onun sohbetlerinden mahrum olduktan sonra, kendisi için dünyanın hiçbir kıymeti kalmadığını söylerdi.

Bir gün bir yerde yemek ikram edilmişti. O gün de kendisi oruçlu idi. Tam iftar edeceği zaman, bir hatırasını anlatması istendi. Hemen hatırasını anlatmaya başladı:

Benden çok hayırlı olan Mus’ab bin Ümeyr şehîd olduğunda, onu bir kumaş parçası ile kefenledik. Başını örttüğümüz zaman, ayakları açık kalıyor, ayaklarını örttüğümüz zaman başı açık kalıyordu. Sonra Hazreti Hamza(ra) şehit oldu. O da benden çok üstündü. Onu da zor şartlar altında defnettik. Onlar benden çok hayırlı olduğu hâlde, dünyayı bırakıp gittiler. Sonra bize dünya kapısı açıldı, türlü türlü nimetlere kavuştuk. Bunların hesabını nasıl vereceğiz. İyiliklerimizin karşılığını bu dünyada almaktan ve ahirete bir şey kalmamasından korkarım” deyip ağlamaya başladı.

Devletin ve sınırların büyümesiyle birlikte işlerin rahat çözülmesi için kurulan şura heyetinde Abdurrahman bin Avf(ra) en önemli sahabelerden biridir.

Hazreti Ömer(ra)’in halifeliği zamanında bir ticaret kervanı gelip, gece Medine’nin dışında kondu. Yorgunluktan hemen uyudular. Hazreti Ömer(ra), şehri dolaşırken bunları gördü. Abdurrahman bin Avf(ra)’ın evine gelip dedi ki:

– Bu gece bir kervan gelmiş. Hepsi kâfirdir. Fakat bize yabancı olanların, yolcuların; bunları soymasından korkuyorum. Gel, bunları koruyalım.

Sabaha kadar bekleyip, sabah namazında mescide gittiler. İçlerinden bir genç uyumamıştı. Arkalarından gitti. Soruşturup, kendilerine bekçilik eden şahsın Hazreti Ömer(ra) olduğunu öğrendi. Gelip arkadaşlarına anlattı, yüce halifenin, bu merhamet ve şefkatini görerek, İslamiyet’in hak din olduğunu anladılar. Hepsi seve seve Müslüman oldu.

Hazreti Ömer(ra)’in şehit edilmesinden sonra yeni bir halife seçmek icap ediyordu seçilecek halifenin belirlenmesi için kurulan şurada Abdurrahman bin Avf(ra)’ da yer almıştı. Şurada bulunanlardan Zübeyir bin Avvâm(ra), Talha bin Ubeydullah(ra) ve Sa’d bin Ebi Vakkas(ra) haklarından feragat edince şura’da halife adayı olarak üç kişi kalmıştı. Hazreti Ali(ra), Hazreti Osman(ra) ve Abdurrahman bin Avf(ra). (Kendisinin de halife seçilmesi muhtemel olmasına rağmen) Abdurrahman bin Avf(ra) da bu husustaki hakkından feragat edince adaylar ikiye düşmüştü. Abdurrahman bin Avf(ra) bu hususta ashabın ileri gelenleriyle uzun görüşmeler yapmış ve Hazret-i Ali(ra) ve Hazreti Osman(ra)’dan karara uyacaklarına dair kesin söz aldıktan sonra hilâfete Hazreti Osman(ra) getirilmişti.

Abdurrahman bin Avf (ra) Hazreti Osman devrinde çok sakin bir hayat yaşamış ve nihayet 652 yılında Medine’de vefat etmiştir. En zengin Müslümanlardan birisi olan Abdurrahman bin Avf, vefatından önce sayıları yüz civarında olan Bedir şehitleri için ailelerine servetinden kişi başına dört yüz dinar verilmesini vasiyet etti.

Cenaze namazını Hazreti Osman(ra) kıldırmış, onu kabrine götürürken Hazreti Ali(ra) şöyle demişti: “Ey Avf’ın oğlu! Güle güle ebedî hayata git. Sen bu fani hayatın en güzel günlerini gördün. Bu revnaklı hayat bulanmadan Âhirete göçüyorsun“. Sa’d b. Ebi Vakkâs da onun cenazesini taşırken: “Ey koca dağ” diyerek Abdurrahman(ra)’ın seciyesindeki sağlamlık ve metaneti ifade etmişti. Abdurrahman(ra), el-Baki’de metfundur.

Allah(cc) onlardan razı olsun Ruhumuzu, kalbimizi onlardan ayırmasın, Bizi de onlarla beraber haşr etsin.Amin.

(Siirt ili Pervari ilçesi yakınında bir mezarın ona izafet edilmesi halkın yakıştırmasından başka bir şey değildir.)

Çetin Kılıç/LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

1) Sevgi Kutupları

2) Hayattüs Sahabe

3) Risale-i Nur Külliyatı

Hz. Said Bin Zeyd (R.A.) Kimdir?

Hazreti Said bin Zeyd (ra) 600 yılında Mekke’de doğmuştur. Soyları Peygamber Efendimiz(sav) ile Kâ’b bin Lüey’de birleşmektedir. Cahiliye devrinde bile puta tapmamıştır. Babası Zeyd bin Amr’da Allah’ın varlığı ve birliğine inanan, kız çocuklarının öldürülmesine ve putlara şiddetle karşı çıkan birisiydi. İnançlı bir babanın evladı olarak büyüyen Said’in İslam dinine girmesi çok kolay oldu.

Peygamberimiz(sav)’in “iman et” teklifini duyar duymaz henüz 19-20 yaşlarında iken hiç tereddüt etmeden Hazreti Ömer(ra)’in kardeşi olan eşi Fatıma ile birlikte ilk iman edenler arasında yer almıştır. Aynı zamanda Hazreti Ömer(ra)’le amca çocuklarıdırlar. Hz. Ömer (r.a) da Said’in kız kardeşi Atîke ile evli bulunmaktaydı.

Hazreti Ömer(ra)in Peygamberimiz( sav) i öldürmek için yola çıktığında; “Kardeşin Müslüman oldu ey Ömer sen önce oraya git” denilen ve eve vardığında Kuran-ı Kerim okunduğunu gören ve “bana da okuyun” dedikten sonra dinleyip Müslüman olmaya karar verdiği ev Hazreti Said bin Zeyd(ra)in evidir.

Said bin Zeyd(ra) kendisini öldürmeye gelenlerin, yanında hayat bulduğu insandır. Lakabı Ebu Aver ve Ebu Sevir’dir. Künyesi Said bin Zeyd bin Amr’dır naklettiği “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Ebu Bekri’s-Sıddık, Ömerü’l-Faruk ve Osman-ı Zinnureyn ile Uhud Dağının başına çıktılar. Cebel-i Uhud, ya onların mehabetlerinden veya kendi sürur ve sevincinden lerzeye geldi, kımıldandı. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti ki: Dur ey Uhud! Şüphesiz üzerinde bir peygamber, bir sıddik ve iki de şehid var.” hadisi şerifi Risale-i Nur’da olup ismi de zikredilmektedir. Annesinin adı Fatıma binti Bace’dir.

Babası Zeyd bin Amr Suriye taraflarıda Hz. İbrahim’in dinini devam ettiren Haniflilerle tanışarak ”Benim Allah’ım İbrahim’in Allah’ıdır, benim dinim İbrahim’in dinidir” diyerek onların inancı üzere yaşamını sürdürdü.

Bu inancından dolayı çok eziyet gördü. Yapılan eziyetlere dayanamayarak Şam’a hicret etti. İslam’dan önce inancı sebebiyle ilk hicret edenlerden oldu. Oğlu Said’e, Allah’ın birliğine inanma konusunda sık sık telkinlerde bulundu. Putlara tapma yerine Allah’ın birliğine inanmasını öğütledi. Peygamberimiz(sav)’e vahiy gelmez¬den bir müddet önce vefat etti.

Hazreti Zeyd(ra)’in durumu Peygamberimiz(sav)’e sorulduğunda şöyle cevap verdi:

“O, kıyamet gününde tek bir ümmet olarak diriltilecek. O, Cahiliye za¬manında ibadet ediyordu. Hazret, İbrâhim’in dini üzereydi ve Allah’ı bir bilirdi.” Peygamberimiz, ona dua edebileceklerini de söylemişti.

Said (r.a), Hazreti Osman (r.a)’in şehid edilmesiyle başlayan fitne olaylarına şahit olmuştur. O, ümmetin içine sürüklendiği fitne belasından ve kendini bilmez bazı kimselerin ileri gelen ashabdan bazılarına dil uzatmalarından aşırı derecede ızdırap duymuştur.

Duası kabul olanlardan idi. Bunun için, kendisini kırmaktan herkes çekinirdi.

Bir kadın Hakem’e giderek Said b. Zeyd(ra)’in kendi arazisine tecavüzde bulunduğunu şikâyet etti. “Haksız yere her kim bir karış toprağı gasp etse, kıyamet gününde yedi kat yerin dibinde dahi olsa o toprak boynuna dolanır” dedi ve şöyle dua etti: “Allah’ım bu kadın yalan söylüyorsa gözleri kör olmadan canını alma ve kuyusunu ona mezar yap.” Rivayet edildiğine göre bu kadın, daha sonra kör oldu ve evine yürürken kuyuya düşerek öldü.

Hazreti Said(ra)’de diğer Müslümanlar gibi müşriklerin zulmüne maruz kaldı. Bedir Savaşı hariç Peygamber Efendimiz(sav) ile birlikte tüm savaşlara katıldı. Peygamber Efendimiz(sav)’in yakınında bulunmaya büyük gayret sarf etmiştir.

Said bin Zeyd(ra) Kırk sekiz hadis rivayet etmiştir.

Süryanice bilen Said(ra) Peygamberimiz(sav)’in yazı işlerine ve birçok mektupların cevaplandırılmasına yardımcı olmuştur.

Hz. Ömer’in halifeliğini gördüğü gibi şehit edilmesine de tanık oldu Ömer’in şehit edilmesiyle İslam’da bir gedik açıldığını ve bunun kıyamete kadar kapanmayacağını belirterek, Hazreti Ömer’in (ra) İslam tarihindeki yeri ve eşsizliğine dikkat çekmiştir.

Fihl Savaşında, Şam’ın kuşatılması ve akabinde fethedilmesinde, Yermük Muharebesinde bulundu. Saîd bin Zeyd hazretleri, zamanını devamlı ibadetle geçirirdi. Dünya ve dünya nimetlerinden daha çok ahireti düşünürdü. Makam ve mevkiyi hiç düşünmez, ancak kendisine bir vazife verilirse, bunu en iyi şekilde yerine getirirdi. Cihâdı çok sever, gösterişi hiç sevmezdi.

Çok kimse ondan ilim öğrenmiştir. Esmer tenli, uzun boylu ve saçları gür idi. Sahabilerin İslâm’daki seçkin konumlarını; “Bir kimsenin, Rasûlüllah (s.a.s) ile bir arada bulunarak yüzünün tozlanması, sizin herhangi birinizin Hz. Nuh kadar yaşasa bile, bu müddet zarfında amellerinden daha hayırlıdır” sözüyle vurgulamıştır

Sade bir hayat yaşayarak belli mevkilerde görev almamaya çalıştı. 671 yılında Medine yakınlarında bulunan Akik’te vefat etti. Cenazesi Sa’d bin Ebi Vakkas tarafından yıkanıp kefenlenirken, cenaze namazını da Abdullah bin Ömer kıldırdı.

Allah ondan razı olsun ve bizi kendisine komşu kılsın. Amin..

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

1. Sevgi Kutupları

2. Hadis külliyatı

3. Risale-i Nur Külliyatı (Mektubat)

Sa’d b. Ebî Vakkas (R.A.) Kimdir?

Sa’d b. Ebî Vakkas (ra) 592 yılında Mekke’de doğmuştur, künyesi Ebû İshâk’dır. Babasının adı Mâlik ve künyesi Ebû Vakkas’dır

Rasûlüllah (s.a.v)’in annesi ve Sa’d b. Ebî Vakkas(ra) Zuhreoğullarından olduğu için Rasûlüllah (s.a.v) O’na “Bu benim dayımdır. Böyle bir dayısı olan varsa bana göstersin” diyerek iltifatta bulunmuştur.

Sa’d (r.a) İslâm’a girişine sebep olan olayı şöyle anlatır: ‘Müslüman olmadan önce rüyamda kendimi karanlık bir yerde gördüm. Bu arada ay doğdu ve ben onun aydınlığına tabi oldum. Benden önce bu aya kimlerin uymuş olduğuna bakıyordum. Onlar, Zeyd b. Harise (ra), Ali b. Ebî Talib(ra) ve Ebû Bekir(ra)’di. Onlara ne kadar zamandan beri burada olduklarını sorduğumda, onlar; ‘Bir saat kadardır’ dediler. Araştırdığımda öğrendim ki, Rasûlüllah (s.a.v) gizlice İslâm’a davette bulunmaktadır. Ona Ecyad tepesi taraflarında rastladım. İkindi namazını kılıyordu. Orada İslâm’ı kabul ettim.”

Sa’d (r.a), 17 yaşında Müslüman oldu. Müslüman olduğunda henüz namaz farz kılınmamış idi.

Sa’d(ra)’ın Müslüman olduğunu öğrenen annesi, buna çok üzülmüş, eğer girdiği dinden dönmezse, yemeyip içmeyeceğine dair yemin etmişti. Sa’d(ra) ona; ‘Senin bin tane canın olsa ve bunları bir bir versen, ben yine de dinimden dönmeyeceğim‘ demişti.

Onun kararlılığını gören annesi yemininden vazgeçmişti. Sa’d, annesini çok seviyor ve bu duruma çok üzülüyordu. Allah Teâlâ şu âyet-i kerimeyi göndermişti: ‘Bununla beraber eğer, hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşmak için seninle uğraşırlarsa, o zaman onlara itaat etme. Dünya işlerinde onlara iyi davran…‘ (Lokman, 31 / 15).bu ayeti kerime Sa’d(ra)’a teselli vermişti.

Sa’d(ra), müşrikler tarafından da diğer Müslümanlarla birlikte saldırı ve işkencelere maruz kalmıştır.

Mekke’de Müslümanlar, Mekkeli müşriklerin saldırılarından emin olmak için ibadetlerini gizli ve tenha yerlerde ifa ediyorlardı. Bir gün Sa’d (r.a) arkadaşlarıyla birlikte ibadet ederlerken müşriklerden bir grup onlara sataşarak İslâmla alay etmişler ve onlara saldırmışlardı. Sa’d(ra) eline geçirdiği bir deve kemiğini alıp müşriklere karşılık vermiş ve onlardan birini yaralayarak kanlar içerisinde bırakmıştı. İşte İslâm’da Allah için akıtılan ilk kan budur. Allah yolunda ilk kan akıtan ve ilk ok atma şerefi Sa’d (r.a)’a aittir.

Uhud savaşında, müşriklerin üstünlüğü ele geçirdiği ve Müslümanların paniğe kapılarak dağıldığı esnada Rasûlüllah (s.a.v)’in yanından ayrılmayıp gövdelerini siper ederek onu korumaya çalışan bir kaç kişiden birisi Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a) idi.

Sa’d (r.a), ok atmakta mahirdi ve hedefini şaşırmıyordu. Rasûlüllah (sav) ona ok veriyor ve şöyle diyordu: “At Sa’d, Anam babam sana feda olsun.” Övgü, rıza ve hoşnutluğu ifade eden bu kelimeleri, Rasûlüllah (sav) ana ve babasını bir arada zikrederek başka hiç kimse için kullanmamıştır. Uhud günü tek başına bin ok attığı rivayet edilmektedir

O, Hendek, Hudeybiye, Hayber, Mekke’nin fethi ve diğer gazvelerin tamamına katılmıştır.

Sa’d bin Ebî Vakkas hazretleri, bir çok birliklere de kumandanlık etmiştir. Bunlardan biriside İran imparatorluğunu çökerten Kadisiye ordusunun kumandanlığıdır.

Bu savaşta İran Ordusunda 120 bin kişi vardı. Bunların 30 bini zırhlı ve birbirinden ayrılmaması için zincirle bağlı idiler. Ayrıca İran Ordusu’nun ön saflarına filler yerleştirilmişti. İslâm Ordusu ise 34 bin kişi idi. Kisra’nın sarayları ve hazineleri Müslümanların eline geçmişti. Bu harbte Müslümanlar 2000 şehit verdi

Küfe şehrinin kurucusu Sa’d(ra)’dır. Küfeden önce Medayin’de ikamet ettiler fakat buranın havası sahabelere yaramamıştı. Benizleri saramıştı. Oradan Küfe’ye inmişlerdir. Küfe şehri 40 bin insanın yaşayacağı şekilde inşa edilmiştir. Sa’d (ra)’ın yaptırdığı hükümet konağı 7-8 asır ayakta kalmıştır. Orada yöneticilik yaptığı süre içerisinde ahalisine şevkatli bir anne gibi davranmış, haklarının zerresini bile gözetmiştir.

Sa’d (r.a), Buvat Seferine katılmış, bu seferde Peygamberimizin (aleyhisselâm) sancağını taşımıştır. Hudeybiye antlaşmasında bulunmuş, şahit olarak anlaşmayı imza etmiştir.

Sa’d (r.a), Hazreti Osman(ra) döneminde yönetimden uzak kaldı. Medine yakınlarındaki Akik vadisinde bulunan çiftliğindeki evine yerleşmiş ve ziraatle uğraşmaya başlamıştır. Fitne devrinde hiçbir tarafta teşriki mesai yapmamış tamamen tarafsız kalmıştır. Hazreti Ali(ra) Sa’d(ra)’ın bu durumunu “Sa’d(ra) ile İbni Ömer(ra) iyi hareket ettiler” diyerek tasdik etmiştir.

Hazreti Osman(ra) şehit edildikten sonra kendisine halifelik teklif edenlere Sa’d(ra) şöyle diyordu: ‘Bana, iki gözü, dili ve iki dudağı olan ve şu kâfirdir, şu mü’mindir diyen bir kılıç getirilinceye kadar asla halife olmam.”

Muaviye kendisini davet ettiğinde; “Hayatımda üç kez ağladım Allah Resulu(sav)nün irtihal ettiği gün, Hazreti Osman(ra)ın şehit edildiği gün, şimdide de hakka ağlıyorum.” Ayrıca kendisine müminlerin emiri denmesini isteyen Muaviye’ye “Ben bunu kabul etmem” diye cevap vermiştir

Sa’d (r.a), güçlü bir kişiliğe ve siyasî desteğe sahip olduğu halde, riyaset çekişmelerinin içine girmekten ömrünün son günlerine kadar kaçınmıştır.

Peygamberimiz(sav) “Allahım! Sa’d dua ettiği zaman onun duasını kabul et” diye dua buyurmuş, bundan sonra insanlar Sa’d(ra)ın bedduasından korkar olmuştur. O’nun iki silahı vardı; “mızrağı” ve “duası”.

Sa’d (r.a), hakkında dört âyet nazil olmuştur. Eshâb-ı kirâm arasında en cesur ve kahraman olanlardandır, İslâm binasının sağlam temeller üzerine oturtulmasındaki temel taşlardan birisidir. 270 hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Rasûlûllah’dan bir rivayette bulundu mu, artık o meseleyi bir başkasına sormazlardı.

Sa’d(ra), heybetli, orta boyda, esmer tenli, cesur, sözü, özü doğru büyük bir zattı. Çok cömert olup, sadeliği severdi. Çok sevimli biri idi. Allah korkusundan çok ağlardı. Ömrünün sonlarına doğru, gözleri görmez olmuştu.

Sa’d (r.a), 675 yılında ikâmet etmekte olduğu Medine’nin dışındaki Akik vadisinde başı oğlunun dizlerinde iken ağlayan oğluna “Ağlama oğul Allah bana azab etmez ben cennet ehlindenim” dedikten bir müddet sonra kendisinden önce Allah’a kavuşan dostlarının yanına gitmiştir.

Sa’d(ra) son vefat eden muhacirdir.

Cenazesi Medine’ye getirilmiş ve Mescid-i Nebi de kılınan namazdan sonra, Bâkî mezarlığına defnedilmiştir. Vasiyeti üzerine Bedir’de sırtında olan cübbesi ile gömülmüştür.

Allah (cc) Sa’d bin Ebu Vakkas(ra)’dan razı olsun bizleri de Peygamber (sav)’in ve Sa’d bin Ebu Vakkas(ra) şefaatine nail etsin, Amin…

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

Kaynaklar:

1)Sevgi Kutupları

2)Ümmetin Yıldızları

3)Hayatüs Sahabe

4)Ehli Sünnet Büyükleri