Etiket arşivi: Prof. Dr. Faruk Beşer

‘Onları’ veli ya da dost edinme!

Şunu bir kez daha vurgulayarak başlayalım:

İnsanlar Allah’a inanırlar ya da inanmazlar. Bu konuda bile Allah insana irade özgürlüğü vermiştir. ‘De ki, hak Rabbinden gelendir, artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Ama zalimler için cehennem var…‘ (18/29).

Demek kimse zorla inandırılamaz.

Ama inananlar da şu ayetleri yok sayamazlar, ya da bunlar o zaman içindi, şimdi başka türlü davranabiliriz diyemezler.

Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri veli edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah’la ilişiği kalmaz. Onlardan bir korunma durumunda olmanız başka…‘ (3/28). İşte takıyye bu son cümleden çıkar, ona geleceğiz.

Veli edinmek, yani tevelli, hem dost bilmek, hem de velayetini yönetimini kabullenmek demektir.

Ey müminler, benim de sizin de düşmanımız olanları veli edinmeyin! Siz onlara sevgi gösterisinde bulunuyorsunuz ama onlar size gelen gerçeği inkâr ediyorlar… Kim bunu yaparsa yoldan çıkmış olur‘ (60/1).

Bakın, siz onları seviyorsunuz ama onlar sizi sevmezler. Hem de kitabın tamamına inanıyorsunuz. Yüz yüze geldiğinizde inandık deseler de, gıyabınızda kinlerinden parmakların ısırırlar… Sizin durumunuzun iyileşmesi onları üzer, kötüleşirseniz sevinirler. Eğer sabreder ve korunursanız onların hilesi size asla zarar veremez. Çünkü Allah onların bildiklerini de biliyor‘ (3/118-120)

Yahudiler de Hıristiyanlar da, siz onların milletine girmedikçe sizden hiç memnun olmayacaklardır‘ (2/120).

Ey müminler, Yahudileri ve Hıristiyanları veli edinmeyin. Onlar birbirilerinin velisidirler. Sizden kim onları veli edinirse artık o da onlardandır. Allah zalim bir kavme hidayet vermez‘ (5/51).

Allah kâfirlere müminler üzerinde hiçbir zaman yetki vermeyecektir‘ (4/141).

Ey müminler, eğer küfrü imana tercih ederlerse babalarınızı ve kardeşlerinizi bile veli edinmeyin. Hanginiz onları veli edinirse işte zalim odur‘ (60/23).

Sizin veliniz ancak Allah’tır, O’nun Rasulüdür ve namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren müminlerdir‘ (5/55).

Ey müminler, eğer bir grup Ehlikitaba uyarsanız imanınızdan sonra çevirip sizi kâfir yaparlar‘ (3/100).

İZZETİ ONLARDA ARARSANIZ YANILIRSINIZ

Müminleri bırakıp ta kâfirleri veli edinenler, onların yanında izzet mi arıyorlar! Oysa izzet bütünüyle Allah’ındır‘ (4/140).

Kim izzet arıyorsa bilsin ki, izzetin tamamı Allah’ındır‘ (35/10).

Onların söyledikleri seni üzmesin, çünkü izzetin tamamı Allah’ındır ve O her şeyi duyuyor, her şeyi biliyor‘ (10/65).

İzzet; Allah ile, O’nun rasulü ile ve müminlerle beraber olmaktadır‘ (63/8).

Kuranı Kerim’de bunlara benzer o kadar çok ayeti kerime vardır ki, bizim şu anda bunların sözünü etmekten çekiniyor olmamızın, güçsüz ve mağlup olmamız dışında bir sebebi yoktur. Oysa müslümanların maddeten en güçsüz oldukları zamanlarda bile Hz. Peygamber’in hayatında onlarla asla müdahane, mücamele ve müşareke olmamıştır. ‘Sizin dininiz size benim dinim bana’ anlamındaki ‘Kâfirûn Suresi’ Mekke dönemindeki kesin bir ayrışmayı ifade eder.

Aslında ilk inen sure bile kesin hükmü koymuştur: ‘Sakın ha! Ona asla itaat etme, secde et yaklaş’ (96/19).

Şu da müslümanların en güçsüz oldukları Mekke Döneminde inen ayetlerdendir: ‘İstiyorlar ki, biraz sen yumuşayasın, biraz da onlar yumuşasınlar‘ (68/9).

Ve şunları da anlamak zorundasınız:

‘Eğer biz sana sebat vermemiş olsaydık, neredeyse sen de onlara azıcık meyledecektin. İşte o zaman biz de sana hayatın da mematın da katmerli azabını tattırırdık ve artık bize karşı bir destekçi de bulamazdın‘ (17/74-75).

Zalimlere karşı en küçük bir meyil göstermeyin, yoksa sizi ateş çarpar. Sizin Allah dışında bir veliniz yoktur. Sonra kimseden destek de göremezsiniz‘ (11/113).

Fıkıhta şöyle acizane bir tespitim vardır: Her kuralın istisnaları olur ama iki kuralın istisnasını görmedim:

Biri sağlık meselesidir; hangi tedbir insan sağlığı için daha elverişli ise İslam ona müsaade eder.

İkincisi de müslim gayrimüslim ilişkileridir; hiçbir zaman müminler üzerinde başkasının velayetine izin verilmez.

Bu iman bizim atasözlerimize bile yerleşmiştir:

  • Ayıdan post gâvurdan dost olmaz
  • Gâvur ekmeği iyen gâvur kılıcı çalar
  • Dinsizin yanında iman artmaz

El tutma, yardım etme, hukukunu gözetme ise ayrı bir şeydir ve İslam bunu her zaman herkes için emreder. Müslümanlar dünyanın öbür ucundaki mazlum bir gayrimüslimin hukukundan bile sorumludurlar. Tarihte böyle olmadı mı? Bunun için güçlü olmak da bir farzdır.

Prof. Dr. Faruk Beşer

Yılbaşını kaçıranlar için..

Son yazımızda yılbaşı kutlamalarına ‘başkalarına benzeme ve kimlik’ açısından bakmaya çalışmıştık. Şimdi yılbaşı kutlamalarına bir ucundan katılanlar için konuyu tamamlamaya çalışalım. Çünkü mesele sadece yılbaşı meselesi değildir, aynı zamanda kimlik meselesidir.

Hamidullah Hoca şöyle bir bilgi zikreder:

‘Halebî’nin naklettiğine göre, Mekkelilerin, herkesin büyük bir coşkuyla katıldığı yıllık bir bayramları vardı. Her yıl, Muhammed (sa) bunlara katılmamak için bir mazeret ileri sürerdi. Bir defasında, halaları onu, başkalarıyla birlikte bu şenliklere katılmadığı için azarlayıp, ilâhi gazap ile tehdit ettiler. Bu kez Muhammed (sa) onlara katıldı, ama tam bayram şenliklerinin ortasında, benzi bembeyaz ve tir tir titreyerek, akrabalarının çadırına geri döndü. Kendisine, bu müşrik bayramına ne şekilde olursa olsun katılmasını yasaklayan garip ve tuhaf insanlar gördüğünü anlattı. Amcalar ve halalar da sonraki yıllarda bu tür törenlere katılması için onu zorlamadılar. (İslam Peygamberi I/48).

Bilindiği gibi Hz. Peygamber iki defa da Mekke’deki eğlenceli düğünlere katılmak istemiş, ama giderken uyuya kaldığı için gitmekten alıkonulmuştu.

Herkesin bildiği ‘ötekileştirme‘ diye bir kavram var ve ötekileştirmeye karşı çıkma günümüzde yükselen bir değer. Bunun zıddı ne olabilir? Herhalde ‘aynılaştırma’ olur. Herkesin her konuda ‘tıpkısının aynısı’ olması gibi bir şey. Böyle bir dünya hayal edin. Yaşamanın hiçbir anlamı, hatta imkânı kalmadığı bir dünya.

O halde ötekileştirmeyi değil, onu kötü kılan ve onun çağrıştırdığı kötü unsurları ortadan kaldırmak gerekir. Ötekinin haklarını ve en başta da hayat, düşünce ve inanç hakkını tanımama… İşte kötü olan bu. Ve İslam adına kötü olan şey, aslında ötekileştirmeden ziyade, ötekileşmedir, yabancılaşmadır.

Allah ilk insanı yaratırken onun ‘ötekisini‘ de yaratmıştır, Şeytan. Çünkü senin ‘sen‘ olabilmen için bir ötekinin olması gerekir. Aslında ötekileştirmeye karşı olduklarını söyleyenler de paradoksal olarak bunu yapanları ‘öteki’ kabul ederler. Ötekileştirenler ve ötekileştirmeyenler.

O halde ötekisiz var olma mümkün değildir. Mesele, bir öteki kabul etmeme meselesi değil, Allah Rasulü’nün ifadesiyle ‘her hak sahibine hakkını tastamam verme’ meselesidir. İslam’da adaletin tanımı da budur.

Kur’an-ı Kerim daha ilk sayfalarında müminleri ve ötekileri zikretmekle başlar: Kâfirler, münafıklar ve fasıklar. Ve daha önce de değindiğimiz gibi, Hz. Peygamber müminlerin en küçük detaylarda bile ötekine benzememelerini öğütler. Mesela:

‘Yahudiler pabuçlarıyla ibadet etmezler, siz bazen pabuçlarınızla namaz kılarak onlara muhalefet edin… Onlar sadece Muharrem’in onuncu günü oruç tutuyorlarsa siz dokuzuncu ve onuncu gün tutun ve onlardan ayrılın. Müşriklerin de sakalı var, diyenlere, o halde siz sakalınızı boyayın ve onlar gibi olmayın. Saç tıraşınızda başkalarına benzemeyin. Kadın erkeğe, erkek kadına özenip benzemesin’ gibi pek çok hadisi şerif vardır. Basit gibi görünen bu detaylar aslında birer varoluşsal meseledir.

Ötekileştirme, ya da kendisi için bir öteki kabul etme biraz da güçle ve kendi başına ayakta durabilme ile alakalı bir durumdur. Kimlik açısından zayıf olanlar, ötekileştirme yapılmasın derken aslında, bizi de kendinizden sayın, dışlamayın, biz de sizden olalım demiş olurlar. Ötekiler ise kendilerini farklı gördüklerinden buna itiraz ederler. Avrupa Birliği ile bizim ilişkimiz böyle bir ilişkidir. Onlar kendilerini güçlü saydıkları için biz onlara göre ötekiyiz. Bizi terbiye edip kendileri gibi yapmaya çalışırlar. Biz de kendimizi terk edip ötekileşmeye çalışırız.

Din demek, kendini bilmek, Rabbini tanımak, O’nu tanımayanları tanımak ve onlardan olmamak demektir. Kur’an-ı Kerim bize sürekli olarak, ‘Şeytana uymayın, kâfirlere, zalimlere uymayın’ der. Allah Rasulü’nün hayatı hep bağımsız bir kimlik oluşturma ve bunun için Müslümanların en küçük detaylarda bile başkalarına benzememeleri öğütleriyle doludur.

Din, ötekileri tanımak ve onlardan olmamaktır. Bütün dinler böyledir.

Prof. Dr. Faruk Beşer

Prof. Dr. Faruk Beşer : “Bu Ateş Herkesi Sarar!”

2005’te bendenizden Hoca Efendi’nin fıkıh anlayışına dair bir makale yazmam istendiğinde bunu Hak adına kabul etmiştim. Sonra onu bir kitapçığa çevirdiler. Şöyle düşünmüştüm: Bu insan Allah için hizmet yapıyor. Eğer haddim olmayarak benim bu kadarcık desteğim de işe yarayacaksa, kim ne derse desin, bunu yapmalıyım.

Yanlış yapmadım, beni hayal kırıklığına uğratanlar yanlış yaptılar.

Şimdi de aynı duygularla diyorum ki, on yıldır Tayyip Erdoğan’ın ve temiz arkadaşlarının yaptığı hizmetler ortada. O halde Haktan yana olmayı gaye edinen partili partisiz herkes, kendi kametine bakmadan ona destek olmalıdır. Müminse, ayrıca gece gündüz dua da etmelidir. Sadece ülkesini seven birisi ise o da teşekkür etmelidir. Eğer böyle yapmazsa nankörlük etmiş olur.

Dur durak bilmeden bütün bir millet için bütün bir ümmet için hayatını ortaya koymuş, kelle koltukta koşturuyor. Biz kahvaltımıza başlarken bir yerde konuşmasını canlı izliyor, yatarken bir başka yerdeki nutkuna şahit oluyoruz.

Ekonomik kalkınma mı dersiniz, sağlık mı dersiniz, belediyecilik mi dersiniz. Yoksa garibanların, inananların, dindarların kendilerini yeniden insan hissetmeye başlamalarını mı, önlerinin açılmasını mı söylersiniz, özgürlükleri, demokratik açılımları mı sayarsınız. Dış itibarımızı mı hesaba katarsınız.

Son on yılda Hakka hizmet adına, halka hizmet adına hükümetin yaptıklarıyla, cemaatin otuz yılda yaptıkları kıyaslanırsa insaflı olanların farkı görmemesi mümkün değildir. Kaldı ki, bu son on yılda cemaatin katlanarak gelişmesini sağlayan da yine hükümettir.

İçinde olmasam da cemaati genellikle takdir eden, Hoca Efendi’yi seven birisi olarak hep şöyle eleştirilerle karşılaşıyordum: Cemaatin ABD ile, CIA ile MOSSAD ile çalıştığı iddia ediliyor, bunu nasıl izah edersin? Ben de şöyle diyordum: Dediğiniz doğru olabilir, ama siz dünyaya açılıyor ve bir dünya aktörü oluyorsanız yollarınız başka aktörlerle çakışacak. Win, win deyip yürüyeceksiniz. Üç verip beş alırsanız kârlısınız. Ya dünya ölçeğinde bir ufkunuz ve iddianız olmayacak, ya da buna mecbur kalacaksınız.

Ama şimdi görüyorum ki, şeytana parmağını kaptıran kolunu da kaptırır sözü çok anlamlı imiş. Sizi dış dünyaya açanlar, içte bunun bedelini, hem de fazlasıyla isteyebilirlermiş.

Cemaatin Allah rızasından başka bir şey düşünmeyen saf ve temiz bir erler ordusu var. Gel denince gelen, git denince giden, boğaz tokluğuna hizmete koşan hasbî insanlar. Ama yukarılardaki ilişkilerden kuşkulanmakta artık herkes haklı.

Şu top sakallılarla, tesettürlü yazarlara kirli diyen güruhla, kimin tarafı olduğu ve kimlerin neden kurduğu belli olmayan gazete ile koçlarla çakallarla, Gezicilerle aynı safta, omuz omuza olanlardan ve bunu yaparken de aslında hizmeti tüketenlerden endişelenmemek safdillik olur.

Ricciardone’nun ellerini ovuşturarak, ‘imparatorluğun çöküşünü izleyeceksiniz‘ demesi kanımıza dokunuyor, onurumuzu kırıyor. Benim tanıdığım cemaat bu safta ve saflıkta olamaz.

Şu anda sağır sultan dahi biliyor ki, Türkiye’nin bu kadar büyümesinden, gelişmesinden rahatsız olan güçler onu tökezletmek için planlar yapıyorlar. Haksızlığa uğramış olsa bile bu kumpasla birlikte olmak asla affedilemez.

Keşke hükümet bu tuzağa, dershaneleri kapatma gibi savunulması zor bir yolla karşılık vermeseydi.

Varsa yolsuzluklar da hükümetin beynindeki urlardır. Umarım bu vesile ile bu urlara da operasyon yapılır ve gövde tekrar eski sağlığına kavuşur. Ama bu durum, Hz. Ali’nin dediği gibi, hiçbir zaman hak bir sözün batıl için söylenmesini meşru kılmaz.

Hakan Fidan’a, Beşir Atalay’a İrancı suçlamaları duyuyor ve bunun şifresini çözemiyordum. İrancı olsalar ne yapacaklar, Türkiye’ye Şiilik mi getirecekler diye merak ediyordum. Meğer işin içinde başka şeyler varmış, Türkiye İran ve Kuzey Irak’la ABD ve İsrail’in işine gelmeyecek çok büyük ekonomik ilişkilere giriyormuş. Meğer Türk istihbaratının kendi başına hareket etmesi birilerini fena rahatsız ediyormuş.

Ben Hoca Efendi’nin bedduasını da şöyle anlamak istiyorum:

İsim vermediğine göre şunu kastetmiş olabilir:

Dini mübini İslam’a karşı tuzaklar kuran, bu milletin kalkınmasını istemeyen, birliğini ve dirliğini bozmak isteyen, Kur’an ifadesiyle, ‘süvarileriyle ve piyadeleriyle’ saldıran, içte ve dışta gaflet ve dalaletleriyle bu oyuna ortak olan, tüyü bitmemiş yetimin hakkını gasp eden ne kadar hain varsa, Allah’ım, sen onların ocaklarına ateş sal...’.

Böyle ise ben de buna âmin diyorum.

Ayrıca zayıf bir ihtimal de olsa, Hoca Efendi’ye hala bazı ilişkilerin olduğu gibi anlatılmadığını düşünüyorum. Yoksa elinde dosyalarla bunu anlatmaya giden önemli bir zatı New York’ta havaalanından FBI neden derdest geri çevirsin?

İnananlar olarak kolumuzun kanadımızın daha çok kırılmaması için eğer kabul buyururlarsa hala kendilerine bir âkıl heyetin gönderilmesinin faydalı olabileceğini düşünüyorum. Yoksa bu yangın hepimizi saracak, ortak düşmanımız kârlı çıkacaktır. ‘Sulhta hayır vardır‘.

Prof. Dr. Faruk Beşer

MU Ilahiyat Fakultesi / Islam Hukuku