Etiket arşivi: Prof. Dr. Mustafa Nutku

“-Yuh olsun!..”

Bir cenazeyi uğurlarken Batı’lı gayrimüslim bir müzisyenin bestelemiş olduğu bir “Cenaze Marşı” eşliğinde yavaş yavaş yürümenin, uğurlanan cenazeyi topluca alkışlamanın, ağıtlar okumanın, onun vefatının yıldönümlerinde kulakları tırmalayıcı tiz sesli sirenler çalmanın, saygı duruşlarında bulunmanın, vb, İslâm’ın kaynaklarında tavsiye edilmemiş şeyler yapmanın o cenazeye faydası olur mu? Bu mevzudaki bir kıssadan hisse çıkarabilmek faydalı olur.

* * *

Bir küçük yerleşim yerinde, bir vefat eden olduğunda o yerleşim yerinin meczubu olarak bilinen birisi ekseriya cenaze alayının geçeceği yol kenarında yüksekçe bir yere çıkar ve cenaze önünden geçerken;

“-Yuh olsun!..”

diye yüksek sesle bağırırmış”

Bilhassa o cenazenin yakınları o meczuba, bu yaptığından dolayı çok kızarlar ve meczuba;

“-Bizden evvel ölürsen, senin bu yaptığını biz de sana yapacağız”

derlermiş.

Nihayet, o meczubun da eceli gelmiş ve vefat etmiş. Onun cenazesi de, o yerleşim yerinde diğer cenazelerin geçirildiği yoldan geçirilerek götürülürken, o meczubun daha önce kendi akrabalarına yaptığını bu defa onun kendisine yapmak için bazıları, o meczubun hayattayken yol kenarında durduğu yüksekçe yerde toplanmışlar ve meczubun cenazesi tam önlerinden geçerken onlar da;

“-Yuh olsun!..”

diye meczubun cenazesinin ardından hep birlikte bağırmışlar!.

Böylece, daha önce vefat etmiş akrabaları için söylemiş olduğu “Yuh olsun!..” sözünü o meczuba iade edip intikamlarını aldıklarının rahatlığı içine girmek üzereyken, hiç beklemedikleri bir şey olmuş ve meczubun eller üstünde taşınan tabutunun kapağı açılmış! Meczub, tabutunun içinde ve kendisinin dünya hayatının sona ermesinin ardından “Yuh olsun!..”diye bağırmış olanlara doğru oturmuş halde, onların tümünden de daha yüksek sesle:

“-Eğer ben de dünyadan, sizin vaktiyle dünyadan ayrılmış olan akrabalarınız gibi ayrılıp gittiysem; bana da yuh olsun!..”  

diye bağırmış ve tekrar tabutunun içine boylu boyunca yatmış!.

             * * *

              Bu kıssanın ardından;

“-Böyle bir vak’a gerçekten olmuş mu?”

sorusunun üzerine lüzumsuz şekilde odaklanıp, herhalde bundan alınabilecek çok mühim bir hakikat dersine kayıtsız kalmamak gerekir.

Prof.Dr.Mustafa Nutku

Sen rahat uyu

Bazıları tarafından bazen birisinin vefatının haberi verilirken onun “ebedî istirahatgâhına tevdi edildiğinden” bahsedilir; bazen de vefat edenin ardından “Sen rahat uyu..” gibi sözler söylenir!.

O sözler vefat eden herhangi bir insanın veya o sözlerle kastedilen belli bir insanın “ebedî bir uykuya yattığı” (!) şeklindeki yanlış bir iddiayı da zımnen (açıkça olmaksızın) ihtiva etmektedir. 

Herhangi bir iddiada bulunmak ise, “o iddiayı ispat etmek” mükellefiyetini de yüklenmek demektir. Ölen birisinin ardından bazıları tarafından bazen söylenen o sözlerin dayanağı ve delili/delilleri  nedir? Bir insanın vefat etmesi onun “ebedî bir uykuya dalması” olabilir mi? O “ebedî uyku” (!) hangi yatakta ve hangi bedenle uyunmaktadır? Vefat eden insanlar toprağa gömülüp, bedenleri zamanla toprağa karışmıyor mu?

Dünyada kendi memleketinden başka bir ülkeye göç etmiş olanların, kendi memleketlerine bir vesile ile geldiklerinde, göç etmiş oldukları ülkeden bahsettiklerine rastlanır; fakat Peygamberimiz (s.a.v.)’in Mi’rac-ı Nebevîsi hariç, dünyadan ayrılıp sonra da tekrar dünyaya dönüp âhiret âlemini anlatan var mıdır?

O Mi’rac-ı Nebevî ile Peygamberimiz’e (s.a.v.) zaman içinde de yolculuk yaptırılarak, Cennet ve Cehennem ve oradakiler ona gösterilmiştir; gittiği âlemlerde gördüklerini dünyaya tekrar dönüşünde anlatmış ve o anlattıkları hadis kitaplarında geniş şekilde yer almıştır.

“İnsanların öldükten sonra ebedî bir uykuya daldığını” ima eder gibi o yanlış sözleri sarf edenler, Peygamberimiz’in (s.a.v.), insanların dünyadaki vefatlarından sonraki hallerinin ne olacağından da  bahseden  hadis kitaplarını ve Kur’an âyetleri ile hadislere dayanılarak yazılmış diğer muteber dinî kitapları inceleyerek o yanlış zanlarını düzeltmeyi niçin düşünmüyorlar? O yanlış zanlarının neticesi olan o yanlış sözleri söyleyenlerin, o sözleriyle zımnen iddia etmiş olduklarını ispat etmek mükellefiyetlerinden haberleri yok mu?

 Halbuki vefat ile bu dünya hayatından ayrılmak, bu dünya hayatının en büyük gerçeğidir, bu gerçeği saptırmağa çalıştırıcı beyanlardan kaçınmak da insanlar için çok mühim bir görevdir.

İnsanların çok büyük ekseriyeti tarafından çok daha önemsiz şeyler öğrenilmeye çalışıldığı halde, öldükten sonra neler olacağını araştırıp öğrenmeye çalışmayarak bu mevzuda delilsiz, dayanaksız yanlış sözlerle öncelikle kendisini aldatmaya çalışmak, büyük bir gaflet halidir ve bu gaflet hali içinde dünyada yaşayarak hazırlıksız, azıksız, sermayesiz olarak bu dünyadan ahirete göç edenlerin sayısı çoktur..

Bu gerçekler sebebiyle, vefat eden birisinin ardından “Sen rahat uyu..” sözlerini sarf edenler o sözleriyle sanki kendilerinin o mevzudaki gaflet uykusu içindeki hallerine ve kendilerinin o gaflet hallerini teşhis edemeyenlerin gaflet uykusu içindeki hallerine dikkatleri çekmeye çalışıyorlar gibidir

Prof.Dr.Mustafa Nutku

Yattığı yerde ışığı bol olsun..

Benim merakımı mucip olan ve bana üzerinde durup açıklamasını yapmak, yorumlamak ihtiyacını duyuran konulardan biri de şudur: 
        Dünya hayatları sona eren (vefat eden) insanların başka bir hayata geçtiklerine dair inançlarıyla ilgili hiçbir sözleri ve davranışları görülmeyen bazıları, tanıdıkları birisinin vefat haberi üzerine niçin “yattığı yerde ışığı bol olsun..” (?) veya benzeri sözler sarf etmektedirler?
Halbuki, insan bedeni başlangıçta topraktan yaratılmıştır; insanlar vefat ettiklerinde toprağa gömülürler ve -çok nadir bazı istisnaları hariç- zamanla toprağa karışırlar. Maddî gözle bakıldığında ise, vefat edenlerin bedenlerinin gömüldükleri toprak içinde ne ışık kaynağı vardır, ne de ışık!..
Bu bilindiği halde, vefat edenlerin ardından, onu tanıyan bazıları tarafından niçin yukarıda bahsedilen veya onun benzerleri gibi sözler söyleniyor?
Bunun açıklaması bence belki şöyle yapılabilir:
İnsanlar ebedî hayat için yaratılmaktadırlar.  İnsanları Yaratan, onlara ebedî hayat vereceği için, ebedî hayat isteğini de içlerine koymaktadır. Çünkü, bir düşünürün Risale-i Nur’da da nakledilen sözündeki gibi, insanı Yaratan“Vermek istemeseydi, istemek de vermezdi”. 
        Bu sebeble, hem kendilerinin ve hem de bazı tanıdıklarının vefat etmelerinden sonra bedenlerinin toprağa gömülüp zamanla toprağa karışmaları ile -asıl varlıkları olan ruhları ölmediği halde- varlıklarının tamamen yok olduğu fikrini vicdanları kabul edemeyenler, ya akıllarını çeşitli uyuşturucular vasıtasıyla bu mühim konuyu düşünemez hale getirmek veya insanların dünya hayatları sonunda tamamen yok olmayacağını ima eden, yukarıda bir örneği verilen gibi sözler sarf etmek ihtiyacını duymaktadırlar!..
Prof.Dr.Mustafa Nutku

Steve Jobs’un  Düşündürdükleri

Bu fanî dünyaya gelen insanlar cami, bina, köprü, kitap, makale, hatırât, roman, resim, fotoğraf, evlad, torun, mal, mülk, arazi, vd çeşitli cins ve miktarlarda “eser” bırakarak, bakî âhiret âlemine göçüyorlar.

17-18 Ekim 2018 tarihlerinde, İstanbul’da Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’ndeki çok sayıdaki kuruluşun katıldığı  “MMG 3. AR-GE, INOVASYON ZİRVESİ VE SERGİSİ”ne davet edilmem üzerine, ben de kısmen katılmıştım. Bu daveti alışımın sebeblerinden birinin, “inovasyon” kelimesiyle ilgili en çok hatırlanan isimlerden biri olan Steve Jobs’un ölümünden sonra 2011 yılında yazdığım, bir internet sitesinde yayınlanan ve içinde “inovasyon” kelimesinin çok defa geçtiği mühim bir yazımın kısa zamanda 25000 defa açılmış olmasıyla da ilgili olduğunu zannettiğimden, “Mesnevî-i Nûriye” adlı eserde yer alan ”Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.” cümlesinin hakikatine dikkati çektiği için, o yazımın burada tekrarında fayda olabileceğini düşünüyorum:

            “Dünyada her gün yaklaşık 300 000 kişi ölürken, Amerika’da Steve Jobs (1955-2011) adlı bir kişinin ölümü bütün dünya medyasında yer aldı. Birçok devlet idarecisi, onun ölümüyle ilgili beyanatta bulundular. Bir gazete, onun ölüm haberini manşet olarak resimleriyle verirken ‘İyi ki doğdun’ demiş. Onun insanlara faydalı bazı teknolojik gelişmelere katkısı yönünden, yanlış bir söz sayılmaz; fakat herşey bunlardan ibaret değil; daha mühim şeyler de var!.

            Steve Jobs; Apple Macintosh, iphone, ipad gibi teknolojik araçlarla birlikte hatırlanmağa devam edilen bir isim. Kendisini başkalarından farklı kılan önemli bir kabiliyetinin ‘inovasyon kabiliyeti’ olduğu, hakkında yazılanlardan anlaşılıyor.

‘İnovasyon kabiliyeti’ doğuştan olabileceği gibi, sonradan da kazanılabilen bir kabiliyet. Halkın anormal gördüğü geç konuşan veya ders çalışmayan, ‘Yaygın Gelişimsel Bozukluk’ (okullardaki çocukların %9’u bu durumdadır) raporu olan ve ‘Kaynaştırma Eğitimi’ tavsiye edilen çocuklar vardır ki, bunların zeki olanlarına (Albert Einstein gibi) da rastlanabiliyor. Bu çocuklar, farklılıkları görebiliyorlar ve iyi bir eğitim alırlarsa, farklılıkları görebilmek kabiliyetleri ile buluş da yapabiliyorlar. Kendileriyle çocukken gereği gibi ilgilenilmez ve iyi bir eğitim almazlarsa ‘Takıntılı-problemli’ denilebilecek insanlar oluyorlar. ‘İnovasyon kabiliyeti’, bu mevzudaki özel eğitimle de kazanılabiliyor.

Steve Jobs, bilgisayar ve iletişim teknolojisinde ‘inovasyon kabiliyeti’ ile temayüz etmiş; insanlığın istifadesine halen çok yaygın olarak kullanılan gelişmiş bilgisayar ve cep telefonu olarak faydalı ve önemli teknolojik araçlar sunmuş bir kişi. Ancak, ölümünden birkaç yıl önce kendisine ‘pankreas kanseri’ teşhisi konulduğunda, Amerika’daki bir üniversitenin mezuniyet töreninde yaptığı ve internet ortamında bulunan konuşmasında söylediklerinde (son halini bilmiyoruz), doğruları yanında yanlışları da var!

O konuşmasındaki sözleri arasında belki en doğrusu, 17 yaşındayken duyduğunu naklettiği ‘Her gününü son günün gibi yaşarsan, sonunda kârlı çıkarsın.’ cümlesidir. Fakat kendisi, bu sözüne uygun olarak her gününü ‘son günü’ gibi yaşayıp, gerçekten ‘sonunda kârlı çıkanlardan’ olabilmiş midir?

Onun ayni konuşmasındaki en yanlış sözleri de, konuşmasının en sonunda sözünü bitirirken, belki kendisinin dünyevî başarılarının temelindeki ‘inovasyon’a dikkati çekmek amacıyla söylediği, fakat insanlar tarafından çeşitli yanlış manâlara da çekilebilecek esnek ifadeli şu cümleleridir: ‘En önemlisi, kalbiniz ve sevgilerinizin yolundan gidecek cesarete sahip olun. Kalbiniz ve sevgileriniz, ne yapmak istediğinizi bilirler. Bunun dışındaki herşey, ikinci planda.’(!)

Onun o konuşmasındaki bu son mesajını dinleyip kendine göre anlayan bir insan; ‘kalbim ve sevgim bunu istiyor’ diyerek, aslında yapmaması gereken şeyleri de yapabilir.

Bunun yanında, o konuşmasında hayatın en büyük gerçeği olan ölümü ise çok küçümseyerek, sadece ‘dünyaya başka insanların da gelebilmesi için dünyayı terk etmek’ ve ‘ölüm sadece entellektüel bir kavramdır’ demesinin yanlışlığı da dikkati çekiyor.

            Risale-i Nur Külliyâtından ‘Mesnevî-i Nuriye’ adlı eserde; İslâm inancı olanların üzerinde önemle durması gereken şöyle bir cümle yer almaktadır: ‘Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.’

İslâm inancının gereği olarak, kendisi hakkında hüküm vermeyi elbette Allah’ın adaletine havale ederiz; ancak Allah’ın ve Resulü’nün (s.a.v.) bize bildirdiklerini ölçü olarak alarak, bu mevtanın hayattayken söylediklerinin internetle de yayılmış olanlarının, yanlış ve doğrularına dikkat çekmeyi de vazife biliriz.

Prof.Dr.Mustafa Nutku

Ebedi hayat kimler için vardır

İnsanda ebedî yaşamak arzusu vardır; bazıları sanki bu arzuları dünyadayken gerçekleşebilirmiş gibi, dünyada ebedî yaşamanın çarelerini boşuna ararlar! 

Halbuki, insan ebed için yaratılmıştır ve onu Yaratan tarafından ona ebedî hayat verilecektir.

İnsanı yaratan Allah, ona ebedî hayat vereceği için, onu yaratırken ebedî hayat arzusunu da içine koymaktadır. Risale-i Nur eserlerinde bahsedilen “Vermek istemeseydi, istemek vermezdi” sözü de, insana âhirette ebedî hayat verileceğini çok kısa olarak ifade eden bir vecîzedir.

“Ebedî hayat kimler için vardır?” sorusunun cevabı –eğer gayb âlemini hariç tutarsak– “âlem-i şehadet” denilen bize görünen âlemdeki varlıklar arasında, tüm fertleriyle olmak üzere, sadece insanlar için vardır.

Bazı meşhur kişilerin bazı gazete, dergi, kitap, afiş  gibi  yerlerdeki resimlerinin altında onların isimleri ve isimlerinin yanında  -parentez içinde- doğdukları yıl ve onun yanında (-) işareti ve onun yanında da o kişinin ölüm yılı yerine “yatık 8 rakkamı” şeklinde gösterilen “sonsuz işareti“ne  rastlanıyor ve oradaki “sonsuz işareti”,  o kişinin sonsuza kadar yaşayacağını ifade etmek için kullanılıyor!

Halbuki, dünya fanîdir ve dünyada sonsuza kadar yaşanamaz. Ancak dünyadan sonraki hayatta sonsuza kadar yaşamak vardır ve o da sadece meşhur bazı kişiler için değildir; her insan içindir. O sonsuz hayattan feragat etmek de mümkün değildir.

Böyle bir durumda, insan için asıl mühim olan da, bu dünyadaki hayatından sonra gideceği âhiret âleminde sonsuza kadar yaşamasının hangi şartlarda olacağıdır.

O şartların, dünya hayatları esnasında  âkil-bâliğ ve mükellef olarak,  Allah ve Resûlünün bildirdiklerine son nefeslerine kadar uyarak yaşayanlar için cennet ve bunun aksi şekilde aykırı olarak yaşayanlar için de cehennem olacağını âlemlerin Rabbi  olan Allah gönderdiği Kur’an adlı kitabıyla ve Resulü Muhammed (s.a.s.) vasıtasıyla bize bildirmiştir.

Âhirette, cennet ve cehennemden başka, doğrudan ne cennete ne de cehenneme  gönderilecek olanların da geçici veya ebedî olarak, a’râf denilen, cennetle cehennem arası bir yerde yaşayacaklarından dinî kaynaklarımızda bahsedilmektedir.

Bekir Topaloğlu ve İlyas Çelebi’nin “Kelâm Terimleri Sözlüğü”nde a’râf hakkında şu bilgiler verilmektedir:

A’râf “Sur, kale burcu, dağ ve tepenin en yüksek kısmı’ manâlarına gelen urf  kelimesinin çoğuludur. Bilmek manâsına gelen irfân kökünden türediğini söyleyenler de vardır. Kur’an’da ashâbü’l-a’râf (el-A’râf 7/46, 48) şeklinde geçmektedir. A’râfın cennetle cehennemi birbirinden ayıran bölgedeki surun yüksek kısmının adı, sırat üzerinde yüksek bir yer veya cennetle cehennem arasında bir mevki olduğu belirtilmiştir. Burada bulunacaklar konusunda da şu görüşler ileri sürülmüştür: 1– İyi ve kötü amelleri eşit olan müminler. Bunlar a’râfta bir müddet bekletildikten sonra Allah’ın lutfuyla cennete girecek olan kişilerdir. 2- Âhirette müminler ile kâfirleri yüzlerinden tanıyacak olan melekler. 3- Cennet ve cehennem ehlini birbirinden ayırarak haklarında şehadette bulunacak olan peygamberler, şehidler ve âlimler gibi yüksek şahsiyetler. 4- Müşriklerin buluğ çağından önce ölen çocukları, ayrıca mecnunlar gibi cennet veya cehenneme girmeyi gerektirecek durumda olmayan kişiler.

Kur’an’da a’râfta bulunanların cennete girmeyi şiddetle arzu edecekleri halde oraya girmeden cennetlikleri selamlayacakları, gözleri cehennem ehline çevrilince de “Rabbimiz, bizi bu zalimler zümresiyle beraber bulundurma!” diye dua edecekleri (el-A’râf 7/46, 47) bildirilmektedir. Bu da söz konusu dört görüşten, daha çok birincisini doğrular mahiyettedir.

Kur’an’da Nebe’ (Amme) Sûresinin son âyetlnde Allah (mealen) şöyle diyor 

40- Biz, sizi, yakın bir azap ile uyardık. O gün kişi ellerinin ne takdim edeceğine bakacak ve kâfir diyecek ki. “Ah ne olurdu, keşke ben de toprak olsaydım”.

Bazı müfessirlere göre, o âyette geçen “toprak” kelimesi hakikî manâsında kullanılmıştır. Şöyle ki; âhirette hayvanlar toprak olacaklarından dolayı, dünyada insan olmanın hakkını veremeyenler ve mesuliyetlerini yerine getiremeyenler de o gün hayvanlar gibi toprak olmak isteyeceklerdir.

Hayvanlar da diriltilip mahşer meydanında toplanacaklar; böylece boynuzsuzun hakkı ona eziyet vermiş olan boynuzludan alınacaktır (1).  Bu durum hadis-i şerifte ifade edilmektedir.  Daha sonra bu hesaplar bitince, o hayvanlara, “Toprak olunuz” emri verilecektir. İşte o anda kâfir, kendisinin de onlar gibi toprak olarak Allah’ın azabından kurtulmayı arzu edecektir (2).

Gerçek böyle olduğundan, yukarıda da söylediğimiz gibi, bazı meşhur kişilerin resimlerinin altında  ve isimlerinin yanında, doğum tarihleri yazıldıktan sonra ölüm tarihlerinin yerine “sonsuz işareti” konulmuş olduğunu gördüğümüzde bu bilgileri hatırlamalıyız.

Prof.Dr. Mustafa Nutku

——————————————————————————————————–

(1) Müslim, birr 60; Tirmizî kıyâmet 2.

(2) Câmiu’l-Beyân; el-Câmiu li Ahkâmi’l -Kur’an.