Etiket arşivi: rüstem garzanlı

Müslüman Gününü Nasıl Değerlendirmelidir?

Bir Müslümana sorulan suallerden en mânasız olanlarından birisi, “ boş vakitlerinizde neler yaparsınız?” şeklindeki sualdir. Çünkü Müslümanın boş vakti olmaz.

Tembel insanın arkadaşı şeytandır. Hiç bir şey yapmayan insan, şeytanın dediklerini yapmaya başlar. Cenab-ı Allah (cc) biz insanların gafil ve cahil olduğunu bildiğinden, bizleri ikaz etmek için  şöyle ferman buyurur: “Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve yalnız Rabbine yönel” 1

Müslüman, yaptığı işlerinde sadece Allah rızasını gözetir. Dolayısıyla Mü’min, ömür sermayesinin değerini bilen ve zamanını iyi değerlendirendir. Mü’min, elindeki işi bitince, yeni bir iş veya ibadetin başlama zamanı geldiğini bilir. Burada bazı müfessirler bitirilen işi, bazıları da başlanacak işi “ibadet” olarak yorumlamışlardır. Bu yorumların ortak noktası, dünya ve ahiret arasındaki dengeye dikkat edilmesi gereğinin vurgulanmış olmasıdır.

Âhir zamanın müceddidi, varisü’l- Enbiya Bedîüzzamân Hazretleri’nin dört günde, günde üç saat mecmuu on iki saatte mu’cizat-i Ahmediye olan on dokuzuncu mektubu yazdırmasının sırrını,“bast-ı zaman” hakikati ile izah edileceği gibi, zamanın israf edilmediği durumlarda ne kadar bereketlendiğini buradan anlamak mümkündür.

Zamanın önemini veciz bir şekilde ifade eden, Tabiînin imâmlarından Amr ibn Abd-i Kays kendisiyle konuşmak isteyen birisine “Güneşi tut!” diyerek zamanın geçip gittiğini ve bir şekilde değerlendirmesi gerektiğini istemiştir.

Bin dört yüz seneden beri beşere rehberlik ve muâllimlik yapan Efendimiz (asm)’e zamanın nasıl kullanılacağı konusunda da insanlığa örnek olmuştur. Peygamberimiz, (asm) ziyaretleri belli bir sınırda ve belli bir plân içinde tutması bizim için de önem taşımaktadır. Hem kendisine tevdi edilen tebliğ vazifesini yapmış, kulluk vazifesini en ileri derecede ifa etmiş, hem nafakası için çalışmış, hem de gerektiğinde düşmanla savaşmıştır.

Cenab-ı Allah (cc) “Geceleyin uyumanız ve gündüzün onun lütfundan istemeniz de, O’nun delillerindendir. Şüphesiz bunda işiten bir toplum için ibretler vardır” buyurur. 2

Uyku, zaman açısında önemi çoktur. Gün boyunca çalışan bir kalp, yorulan bir bedenin elbette dinlenmesi ve istirahat etmesi gerekir. Bu yorgunluk ancak uyku ile giderilebilir. Günde beş saat uyku yeterli olduğu söyleniyor. Bediüzzaman Hazretleri yarım saatlik bir kaylûle iki saat gece uykusuna bedel olduğunu belirterek, bu sayede günlük ömre bir buçuk saat kazandırabileceğini söylemiştir.

Geceyi sabaha kadar televizyon dizileri, spor oyunları ile geçirenlerin, gündüzü de pek verimli olamaz. Allah’a ve âhiret gününe inanmış bir mü’min, Kur’ân’ın emrettiği kurallar dâhilinde hareket etmelidir. Kur’ân’ın emirlerine dayanan hem dünya hem de ahiret işlerini düzgün yürütür ve böylece huzurlu olur.

Ailesinin nafakasını temin etmek ve helâl dairede çalışmakta bir ibadettir. Bu nedenle her bir peygamber, her bir veli geçimlerini temin etmek için meşguliyetleri olmuştur. Zaten peygamberlerin ekseri, (as) bir san’at ve mesleğin piri olmuşlardır.

Meselâ “… Süleyman Aleyhisselâm gibi iki aylık yolu bir günde git! İsâ Aleyhisselâm gibi en dehşetli hastalığın tedavisine çalış! Hz. Musa’nın asası gibi taştan ab-ı hayatı çıkar, beşeri susuzluktan kurtar! İbrahim Aleyhisselâm gibi ateş seni yakmayacak maddeleri bul, giy! Bazı Enbiyalar gibi Şark ve Garpta en uzak sesleri işit, suretleri gör! Davut Aleyhisselâm gibi demiri hamur gibi yumuşat, beşerin bütün sanatına medar olmak için demiri bal mumu gibi yap! Yusuf Aleyhisselâmın birer mu’cizesi olan saat ve gemiden nasıl istifade ediyorsunuz; öyle de, sair enbiyanın size ders verdiği mu’cizelerden dahi, o saat ve sefine gibi istifade ediniz, taklitlerini yapınız”

“İşte buna kıyasen, Kur’an her cihetle beşeri, maddî ve manevî terakkiyata sevk etmek için ders veriyor, üstad-ı kül olduğunu ispat ediyor.”

Hulâsa, mü’minin önemli vazifelerinden biri, Kur’ân ahlâkını yaymak ve bu yolda mücadele etmektir. Efendimiz (asm) “Dünya ile benim misalim, bir ağacın altında gölgelenip sonra terk edip giden yolcunun misali gibidir.” Zamanın sur’atle geçtiğine işaret buyurmuşlardır. Demek ki akıllı insan zamanını boşa harcamaz, bütün gücü ile dünya ve ahirette ona lâzım olacak şeylerin tahsiline çalışılmalı, bir ibadetten başka ibadete; bir meşru işten başka meşru işe koşmalıdır.

Rüstem Garzanlı

www.NurNet.org

08.06.2015

Dipnotlar:

1- İnşirah, sûre,94, Ayet 7–8
2-Rum, sûresi, ayet 23,
3 Hutbe-i Şamiye say. 335, (Eski Said Dönemi)

Dünden Bugüne Köyüm!…

Genellikle ziraatla uğraşan, meskenleri ve yaşayışları ile belirli bir hayat tarzı yansıtan yerleşim birimlerine köy denir.

İşte ben de böyle bir köyde doğdum, büyüdüm. Okul, memuriyet ve içtimaî hayatın taallûkatı bir nebze beni köyden uzaklaştırmışsa da, fırsat buldukça sılayı rahim yapmak üzere köye gider gelirim. Küçüklüğümde havasını teneffüs ettiğim köyümün suyu, ekmeği, tereyağı, yoğurdu, yumurtası, bağı ve bostanı güzeldi; genetiği değiştirilmiş gıdası yoktu…

Köyün mesaisi sabah ezanı ile başlardı. Kimi bağa bostana; kimi öküzünü alıp çift sürmeye; kimi hayvanları otlatmaya; kimi İşlek’ine yüklettiği birkaç ölçek buğday ile su değirmenine giderdi. Herkesin işi ayrı, uğraşı ayrı; ne siyaset vardı ne de zengin olma hırsı…

Seherden öten horozlar, kanat çırpan kuşlar; meleyen kuzular; güm, güm sesi ile yankı yapan yayıklar! Her biri ayrı bir sadâ ile uyandırırdı bizi. Mevsim bahar, zemin yemyeşil… Gelincikler, zambaklar, nergisler, papatyalar resmigeçitle selâmlıyordu bêriye (süt sağmaya) giden, Bêrivan’ları! Her gün ayrı bir güzellik ayrı bir şenlik vardı, Şenköy’ümde…

Yazın, geceleri evlerin damları serin, gökyüzü masmavi, âdeta koca bir umman. Bir yandan semanın simasını süsleyen yıldızlar, diğer yandan yıldızların yanından geçer gibi uçan tayyareler… Köyün dört bir yandan fonograflardan okunan türküler, günün yorgunluğunu unuttururdu. Yarına yapacak birçok iş hayalleri evin damında tasavvur edilirdi. Şendi, ne güzeldi Şenköy’üm.

Mahzen ve sarnıçları, çıkrıklı su kuyuları… Amerikan bezinden yapılan torbalara yoğurt koyup, torbanın ağzı bağladıktan sonra, su kuyusuna bırakılırdı. Akşamları evin damında, ay ışı altında; buram buram kokan sıcak tandır ekmeği ile içilen bir tas soğuk ayranın keyfinden geçilmezdi…

Köyde, birkaç ineği, koyunu, keçisi olan bahtiyardı. Köylünün yağı, eti, yumurtası, kavurması, kendi ürettiklerinden karşılanırdı. Sonbaharda mahsulünün fazlasını satar, eline geçen para ile bir senelik zarurî ihtiyaçlarını temin ederdi. Köylü her hâli ile sâde yaşardı, idare ve iktisat ile geçinir, zaruret dışına çıkmaz, borcu harcı pek sevmezdi…

Yukarıda inek bahsi geçince, eski bir hatıram aklıma geldi: 9-10 yaşlarında iken, zaman zaman sabahları inekleri köyün etrafında bir iki saat otlattıktan sonra, sağım için tekrar eve götürürdüm. İnekleri hem otlatırdım, hem de tımar işini de ihmal etmezdim. Tabi ücretimde peşindi, o günün yoğurt kaymağı benimdi.

Köy deyince akla tavuk, yumurta gelir. Eskide misafirin hazır yemeği yumurta idi.  Hele yumurta sadeyağı ile tavada kızartılmış ise ve yanında da soğuk kuyu suyu ile yapılmış yayık ayranı varsa, lezzetine doyum olmazdı.

Kış aylarında köylerde misafirperverlik başka bir güzeldi. Televizyon yoktu. Bazı evlerde arı kovanı büyüklüğünde ahşap kasalı radyolar vardı. Erkekler akşamları o evlerde toplanır, “ajans” dinlerlerdi. O uzun gecelerde masallar anlatılırdı. Hele köyün dışından misafir gelmişse, o zaman bambaşka bir sevgi ve muhabbet olurdu o evde. Köyün büyükleri misafirin yanına gelir, akşam yemeğini birlikte yerlerdi. Köylü misafirperverdi. Misafir rızası ile gelir, evin sahibinin rızası ile giderdi. Yemekler sâde, ama lezzetliydi. Sabah kahvaltısı çorba; akşamları da bulgur pilavı ve benzeri… Misafir, kaşa bakar, aşa bakmazdı, ne kadar güzeldi o günkü misafirlik ve misafirperverlik.

Bugün köyümde mera yok, koyun, keçi yok, ne bêri ne de bêrivan yok; buram- buram kokan tandır ekmeği de kalmadı, ne misafir ne de misafirperverlik… Artık köylüler de günlük siyasetle meşgul oluyorlar, hükümet devirip hükümet kuruyorlar. Maç seyredip, ekran başında oyunculara taktikler veriyorlar. Televizyon, telefon, internet, insan ilişkileri kaldırmış. Çocukların bütün zamanı evlerde bilgisayar başında, telefon oyunları ile meşgul, köy meydanında oynayan çocuk yok. Çocuklar çamurla oynamıyor, ayakları toprağa basmıyor, yeşil otlar üzerinde koşup oynamıyorlar.

Bizler ne kadar mutluyduk, köy çocuğu olarak! Rahatça oynayabiliyorduk köy meydanında, ne oyunumuzu bozan vardı, ne de müdahale edenler. Bağıra, bağıra avazımız çıkıncaya dek oynardık kimse karışmazdı işimize. Sevinçliydik, mutluyduk. Akşamdan yarın ki oyunları hayal ederdik, böylece hür büyüdük, dünkü “Şenköy’ümde…

Rüstem Garzanlı

02.06.2015

Berat Kandiliniz Mübarek Olsun!

1 Haziran 2015 Pazartesiyi- Salıya bağlayan gece, Berat Kandilidir. Berat, Kişinin bir yükümlülükten borçtan, hastalıktan, suç ve cezadan kurtulmak anlamına gelmektedir. Dini yönden ise: Günahlardan arınmak, temize çıkmak, ilahî af ve rahmete nail olmak manasındadır. Berat gecesi, Allah’ın affı ve bağışlaması ile mü’minlerin günahlardan arınmasına ve kurtuluşlarına bir vesiledir.

Allah (c.c.) Âyet-i Kerime’de mealen şöyle buyurur: Apaçık olan Kitab’a and olsun ki, biz onu “Kur’an’ı” mübârek bir gecede indirdik. Elbette biz insanları uyarmaktayız.” Duhan 2,3

Ayet’te geçen, mübârek geceden maksat, Berat gecesi olduğu söylenmektedir. Rivayetlere göre: Kur’an-ı Kerim’in tamamı, bu gecede Levh-i mahfuz’dan dünya semasındaki Beyt-i Ma’mur’a indirilmiş, sonra da Kadir gecesinden itibaren Cebrail (a.s.) vasıtasıyla Peygamber Efendimize (s.a.m.) peyderpey indirilmiştir.

Berat gecesinde birçok hayırlı olayların meydana geldiği, Mü’minlerin idrak ettikleri feyizli, İlâhî af ve rahmete nail olma gecesidir. Bu gece, ilâhî emirlerin Levh-i Mahfûz’dan yazılmasına başlanır. Kâtip melekler bu geceden, gelecek seneki aynı geceye kadar olan olayları yazar, rızıklara ait nüsha Mikâil, (a.s.) Musibetlere ait nüsha Âzrail, (a.s.) harp, zelzele ve yıldırımlara ait nüsha ise Cebrail (a.s.)’e teslim edilir.

Peygamberimiz (a.s.m.) bu gecede çok ibadet ve çok dua ederdi. Konu ile ilgili hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:

Hz. Âişe validemiz, “Yâ Resulüllah! Allah’ü Teâlâ seni günah işlemekten muhafaza buyurduğu halde, neden Berat gecesinde çok ibadet ettin?” diye sordu. Efendimiz buyurdu ki: ”Şükredici kul olmayayım mı?”

Bu yıl içinde doğacak her çocuk, bu gece deftere geçirilir. Bu yıl içinde öleceklerin isimleri, bu gece özel deftere yazılır. Bu gece herkesin rızkı tertip olunur. Bu gece herkesin amelleri Allah’ü teâlâya arz olunur. Gunye,

Berat gecesi göklerin kapıları açılır, melekler mü’minlere müjde verir ve ibadete teşvik ederler. Nesai,

Berat gecesinde Cenab-i Allah buyurur ki: “Af isteyen yok mu, affedeyim. Rızk isteyen yok mu, rızk vereyim. Dertli yok mu, sıhhat, afiyet vereyim. Ne isteyen varsa, istesin vereyim” Bu hâl, sabaha kadar devam eder. İbni Mace,

Rahmet kapıları dört gece açılır. O gecelerde yapılan dua, ret olmaz. Ramazan ve Kurban bayramının birinci gecesi, Berat ve Ârefe gecesi. İsfehani,

Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bu gece Rabbine şöyle dua etmiştir: Allah’ım, azabından affına, gazabından rızana sığınırım, Senden yine Sana iltica ederim. Sana gereği gibi hamd etmekten acizim. Sen Kendini sena ettiğin gibi yücesin.” Ettergi,

Bediüzzaman Berat kandili ile ilgili şöyle buyurur:

Aziz, Sıddık kardeşlerim, bu Medrese-i Yusufiye’de ders arkadaşlarım!

“Bu gelen gece olan Leyle-i Berat, bütün senede bir kudsî çekirdek hükmünde ve mukadderat-ı beşeriyenin programı nev’inden olması cihetiyle Leyle-i Kadr’in kutsiyetindedir. Her bir hasenenin Leyle-i Kadir’de otuz bin olduğu gibi, bu Leyle-i Berat’ta her bir amel-i sâlihin ve her bir harf-i Kur’an’ın sevabı yirmi bine çıkar. Sair vakitte on ise, şuhur-u selâsede yüze ve bine çıkar. Ve bu kudsî leyali-i meşhurede on binler, yirmi bin veya otuz binlere çıkar. Bu geceler, elli senelik bir ibadet hükmüne geçebilir. Onun için elden geldiği kadar Kur’an’la ve istiğfar ve salâvatla meşgul olmak büyük bir kârdır.” Şualar, 14. Şua

İşlenen sevaplı amellerin değeri başka zamanlarda on ise, Berat Kandilinde yirmi bindir. Bu bakımdan tam bir ihlâsla çalışıp ihyasına gayret gösterebildiğimiz takdirde, Berat Kandili elli senelik bir ibadet hayatının sevabını bir gece içinde bize kazandırabilir. Elden geldiği kadar Kur’ân ve istiğfar ve salâvatla meşgul olmak büyük bir kârdır. Gecenin manevi değeri münasebetiyle Kur’ân tilaveti, zikir, tesbih ve istiğfarla geçirilmesi büyük bir kazançtır.

İlâhi Yâ Rabbi! Rahmetin aktığı bu Berat gecesinde mü’minlerin gönlünden geçirdikleri bütün samimi dualarını dergâhından kabul et. Âmin…

Berat Kandiliniz mübârek olsun.

Rüstem Garzanlı

31.05.2015

www.NurNet.org

Türbelerden Medet Beklenmez!

Memleketimizin birçok yerlerinde, Mayıs ayın ilk haftasından başlayarak Haziran ayına kadar sürdüren geleneksel türbe ziyaretleri adeta şenlik ve şölen alanı haline getiriliyor. Gezmek niyetiyle gidenler olduğu kadar; dua ve dileklerde bulunan, türbenin civarındaki ağaçlara bez-çaput bağlayan, dilek taşına taş yapıştıran, türbenin toprağından şifa arayanlar da vardır. Bu tür maksadı aşan batıl dua ve dilekler, kimseye faydası olamayacağı gibi, berzah âlemin (türbe)’deki ruhanilere de bir nevi sıkıntı veriliyor.

Keza, Kur’an’ın Ayetlerini belirli bir sayıda (Ayetü’l- Kürsü, fatiha-i şerife, İhlâs süresi) bir gayeye maksat yapılarak okuyanlar da vardır. Bu niyetle okuyup dileği yerine gelmediğinde inanç ve itikadı kırılıyor. Dolayısıyla Kur’an Ayetlerini dilek niyetiyle değil; esbab-ı kabul dairesinde dua ve ibadet niyetiyle okunmalıdır. Aksi takdirde türbe ve dilek taşlarından medet beklemek veya Kur’ân ayetlerini isteklere maksat yapmak ahmaklıktır.

Şark’ta darbı mesel bir söz var: “Huda dağı saman yapabilir. İşlek’in başını da içine koyabilir. Amma yapmadığı şeyi yapmaz” dolayısıyla esbab-ı kabul dairesinde yapılmayan, lüzumsuz ve malayani dualar, boşuna çene çalmaktan ibaret olur.

Bediüzzaman, dua hakkında şöyle diyor: “Duanın tesiri büyüktür. Özellikle dua devam ederse netice vermesi galiptir, hatta âlemin yaratılış sebebinin birisi de duadır. Cenab- ı Allah tarafından kâinat halk edildikten sonra insan nev’i, onun başında İslam âlemi ve hepsinin başında da Peygamber-i Zişan (asm)’ın duası, bu âlemin yaratılış sebebi olmuştur. Yani Hâlık-ı Âlem, gelecekte Peygamberimizin (asm) insan nev’i adına belki tüm mevcudat hesabına sonsuz bir mutluluk isteyeceğini bilmiş, o gelecek duayı kabul etmiş ve kâinatı halk etmiştir.

Duanın bu kadar büyük ehemmiyeti vardır. Asr-ı saadetten bu güne kadar, her vakitte insanlar, cinler, melekler ve ruhlar âleminde yaşayan varlıklar ve hesaba gelmez mübarek zatlar tamamıyla Peygamber aleyhissâlatü vesselâm için Cenab-ı Allah’tan rahmet ve sonsuz mutluluk istemiş, bu istek kıyamete kadar da devam edecektir. İstenen bu geniş ve kapsamlı dualar mümkün mü kabul olmasın, reddedilsin?”

Devamında, Bediüzzaman şöyle diyor: “Dua bir ibadettir. Abd, kendi aczini ve fakrını dua ile ilân eder. Zahiri maksatlar ise, o duanın ve o ibadet-i duayenin vakitleridir; hakiki faydaları değil. İbadetin faydası, ahirete bakar. Dünyevi maksatlar hâsıl olmazsa, “ O dua kabul olmadı” denilmez. Belki Daha duanın vakti bitmedi” denilir. 1

Rüstem Garzanlı

www.NurNet.org

25.05.2013

Dip notlar:

1-Mektubat, 24.Mektubun zeyli

Ahde Vefa

Büyüklerimiz, “eskide söz vardı güven vardı, ahde vefa vardı. Ah ne güzeldi, o günler!” diyorlar. “Vefa asr-ı hazırın ihmal ettiği duygulardan biridir” ifade buyuran asrın müceddidi Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, vefanın günümüzde ne kadar ihmal edildiği gerçeği bu sözü ile ortaya koymaktadır.

Evet, eskide fen ve felsefenin cerbeze oyunları bugünkü kadar yoktu. İnsanların çoğu avam oldukları için kimi ailesinden, kimi çevresinden aldığı İslâmi ve insani terbiyeyi sosyal ve içtimai hayatında da tatbik ederdi. Anne-baba, kardeş, akraba ve dostlarla ilgi ve alaka vardı. İyilikler kesinlikle karşılıksız bırakılmazdı, yardımlaşma ve dayanışmanın esası olan vefa böylece tesis edilirdi.

Her insanda vefanın bulunması gereken önemli bir özelliktir. Çünkü hayat-ı beşerîyenin ruhu ahde vefa ile olur; vefasızlık ise şahsi menfaat ve bencilliği öne çıkarır. Dolayısıyla sosyal hayatın temel prensipleri olan güven, itimat, samimiyet ve hürmet de ortadan kalkar.

Gerek Allah’ın (cc) yanında, gerekse insanların yanında vefa kişinin itibarını ve şerefini artırır. Vefa, insana şeref veren, baş üstünde taşıyan mücevherlerle bezenmiş bir taçtır. Allah’ın takdirine ve insanların da sevgisine ulaştıran güzel bir meziyettir. Cenab-ı Allah (cc) Kur’an’ı Kerim’de meâlen:“Allah’a verdiğiniz ahdi tutun.” 1, Ahde sadık kalmayı emretmiştir.

Mü’minler günde beş farz namaz öncesi günahlardan tövbe eder, bundan böyle kötülük etmeyeceğim diye vaatte bulunur. Her yapılan bir tövbe Allah’la kesin bir akit bir ahit ve bir sözleşmedir. “Allah’ım, bundan böyle emirlerine bağlı kalacağım” diyor. İşte bu ahde bağlı kalma ahde vefadır; ahde bağlı kalınmadığı zaman vefasızlık, sadakatsizlik ve yalancılıktır. “Allah’a verdiğiniz ahdi tutunuz,” gerek Allah’a, (cc) gerekse başkasına verilen söz mutlaka yerine getirilmelidir.

Sadakat ve ahlakta numune misal olduğu kadar, vefada da en ileri olan Peygamberimiz (asm) sözüne, ahdine ve kefaletine de son derece bağlı idi, birine söz verdiği zaman mutlaka onu yapardı, daha Peygamberlik gelmeden önce, Abdullah B. Ebi’l-Hamsa (r.a.) ile bir yerde buluşmaya karar veriyorlar.

Abdullah (r.a) verdiği sözü unutuyor, aradan üç gün geçtikten sonra hatırlıyor ve buluşacağı yere gidiyor. Bakıyor ki Hz. Muhammed (a.s.m.) orada bekliyor.

Efendimiz (asm) “Abdullah nerede kaldın? Üç gündür seni burada bekliyorum.” buyurur. İşte Peygamberimizin üç gün boyunca her gün söz verdiği saatte gelip Abdullah’ı beklemesi, söz ve ahdi bütün insanlara bir mesaj olsa gerek.

Bilinmesi gereken önemli bir vefa de, anne ve babaya karşı vefadır. Onlara itaat ve hürmet etmektir. Anne babaya itaat etmek, hürmette bulunmak ve ihtiyaçlarını temin etmek dinîn gereğidir, insaniyettir, vicdanî bir görev ve mes’uliyettir. Maişetin darlığı, onlardan uzakta bulunmak vs. Bahanelerle insan kendini aldatmasın. Evladın şartları ne olursa olsun anne ve babaya yardım etmek, hizmet edip ihtiyaçlarını gidermek ve onlara yardımcı olmak, evlat için farzdır.

Allah (cc) ayetlerinde meâlen şöyle buyurur: “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi ana babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti, onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine “of!” bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.” 2 Çocuklarını kendine karşı itaatkâr görmek isteyen, ebeveynlerine karşı itaatte kusur etmemelidir.

Rahman ve Rahim olan Allah, (cc) önce zatından başkasına kulluk etmemeyi ve ardında da ana babaya ihsanda bulunmayı emrediyor. “Annenin doğum sancısında çektiği acıyı, evlat annesini hayatı boyunca sırtında taşımasına mukabil gelmez.” Anne ve babadan sonra elbette akraba, komşu ve dostların hak ve hukukuna riayet etmek gelir, onları zaman zaman ziyaret etmek, hal hatırlarını sormak, hayırlı dualarını almak güzel bir kadirşinaslık ve vefadır.

Bediüzzaman, Rusya’da esarette iken, Kosturma’da tatarlardan görmüş olduğu insani yardımdan dolayı “Bütün Tatar kabilelerini beş vakit duama dâhil etmişim.” 3, İşte bu sadakat ve samimiyet, “ Neden ahde vefa?” sorusuna cevap olsa gerek.

Rüstem Garzanlı

www.NurNet.org

21.5.2015

Dipnotlar:

1-En’am Suresi, ayet, 152.

2-İsra Suresi 17/23

3-Tarihçe-i hayat