Etiket arşivi: Sema Maraşlı

Kendini Dinle!

Son dönem bedeni ve ruhi hastalıkların sebepleri üzerine merak sardım. Konu ile ilgili epeyce kitap okudum. Hastalıklara bakış açım değişti. Şunu gördüm ki hastalıkların pek çoğunun altında baş edemediğimiz duygularımız var.

Çoğumuz kendimizi doğru düzgün tanımıyoruz. Duygularımıza bakışımız çok yüzeysel. Genellikle ne hissettiğimizle ilgilenmiyoruz. Karşımızdakinin bize ne yaptığı ile ilgileniyoruz. İyi, tamam. O bunları yaptı da ben ne hissettim? Ona karşı tepkimin sebebi neydi? O bende neyi tetikledi? Hangi duygumu açığa çıkardı? Niye bu kadar kızdım ya da üzüldüm? Sormuyoruz bu soruları kendimize. Çaresizlik mi hissettim, suçluluk mu hissettim….

Kendimizden korkuyoruz galiba. İçimizden dökülecek şeyleri görmeye cesaretimiz yok gibi. Bu yüzden de kendimizle yüzleşemiyor olabiliriz. Aslında kendimizle yüzleşmeyi öğrendiğimizde, kendimizi aldatmaktan vazgeçtiğimizde, beden ve ruh sağlığımız daha iyi olacak gibi duruyor.

Ayrıca manevi yolculuğumuz için iyi bir ilerleme kaydederiz. Hayat imtihanında en büyük problemimiz yaşadıklarımızı kabul edememe değil mi? İyi-kötü yaşadıklarımızı kabullenmeliyiz ki kendimizle barışabilelim. Kendimizi görebilelim ki tövbe lazımsa tövbe, özür lazımsa özür, af lazımsa af, davranışı değiştirmek lazımsa onu yapalım.

Kendimizi görmekten korkuyoruz çünkü hepimiz feci halde kendimizi beğeniyoruz. Bu da bizi kendimize karşı kör ve sağır yapıyor. Zayıflıklarımızı görmek istemiyoruz, hele zayıflıklarımızı başkalarının görmesinden acayip çekiniyoruz.

Acziyet. Hepimizin en büyük korkusu değil mi? Oysa hepimiz aciziz, kuluz. Yaradan’ dan yardım istemek için bile kendimizde ne var ne yok onu bilmemiz lazım.” İlim ilim bilmektir ilim kendin bilmektir.”  diyor Yunus Emre. Hepimiz çok güçlü görünüyoruz. Yaralarımız var; fakat yokmuş gibi davranıyoruz. Başkalarına yaralarımızı zaten gösteremiyoruz da bari kendimiz bakmaya cesaretimiz olsa.

Yaşadığımız sıkıntılardan dolayı kendimizi dış etkenlerin kurbanı gibi görüyoruz. Hele hastalık. Sanki Allah’ın bir cezası. Oysa ceza zannettiğimiz şey belki de bilinçaltından kendi tercihimizdir.

Hastalığı Allah’ın bir cezası gibi görme yanılgısından kurtulmalı. Hastalık bize ne söylemeye çalışıyor onun sesini duymalı. Sürekli konuşup bir şeylerden şikayet ediyoruz. Oysa biraz susup kendimizi dinlesek, bakalım bedenimiz bize ne söylüyor. Bedenimizin dilini okumak çok da zor değil.

Beden, sadece bizi taşıyan bir kalıp; fakat biz beden değiliz. Beden bilgisayar ekranı gibi bir gösterge. Bedende bir ağrı, sıkıntı, bir rahatsızlık varsa bunun bir nedeni var? O nedeni bulmaya çalışmalıyız. Ne var orada? Bastırılmış saldırganlık, kızgınlık, öfke, üzüntü, utanç…

Biz ne yapıyoruz? Hastalığın bize verdiği mesajları görmek yerine, hemen hastalık belirtilerini bastırmaya, yok etmeye çalışıyoruz. İlaçlarla bedeni bir süre susturuyoruz fakat duygu durumlarımız ile ilgili problem çözülmediği için bir süre sonra hastalık yeniden hortluyor.

Vücut rahatsızlık alarmı verdiğinde bu basit bir baş ağrısı da olabilir, ciddi bir hastalık da olabilir; kendimize sorular sorarak nedenini bulabiliriz.

Mesela: Eğer midenizde bir ağrı hissediyorsanız kendinize şu soruyu sorun.” Bu rahatsızlık ne zaman başladı ve ben o zamanlar ne yaşadım? Neye üzüldüm, neyi hazmedemedim?

Omzunuz ağrıyorsa “Hayatınızda neyi taşımak zor geliyor?” Yastığı yorganı suçlamaktan vazgeçin ve gerçek sebebi bulun ve yüzleşin .

Boğazınızdan sürekli rahatsızlık mı çekiyorsunuz? Kime neyi söylemek istediniz de söyleyemediniz, neyi yutmak zorunda kaldınız?

Ya da niye bu kadar yemek ve tatlı ihtiyacı hissediyorsunuz? Hayatınızın tadı mı yok? Bir eksikliği mi doldurmaya çalışıyorsunuz?

Çok ilginç şekilde rahatsızlık hissettiğimiz organın görevi ile baş edemediğimiz duygu arasında bir anlam ilişkisi var. Bu ilişkiyi çözmeye başladığımızda kendimizi de tanımaya başlıyoruz. Rahatsızlık sebepleri ile yüzleşerek, yaşadıklarımızı kabullendiğimizde kendimizle barış imzalamış oluyoruz. Problemlerimizin çözümü de kendiliğinden geliyor. Zaten kendimizle kavgamızı bitirdiğimizde başkaları ile geçinmemiz çok daha kolay oluyor.

Sema Maraşlı

Cocukaile.net

Neye Göre Kime Göre?

Bir arkadaşım anlattı. Üçüncü katta oturan yakını olan hanımla onun birinci katta oturan komşusunu ziyarete gitmişler. Konuşurken yakını olan hanım bir ara iç çekmiş. “Ah ah insanoğlu kuş misali. Daha bir saat önce üst kattaydım şimdi buradayım.” demiş.

Ben de uçakla şehir ya da ülke değiştirdiğimde bu duyguya kapılırım. Bir saat önce İstanbul’ da bir saat sonra Antalya’da. Kuş misali.

Hepimizin elinde kendi oluşturduğumuz tartılarımız ve ölçü birimlerimiz var. Her şeyi kendi tartımızla ölçüyoruz. Aynı şey için birimizinki metre iken diğerimizin ki kilometre olabiliyor. Ya da birine kendini değerli hissettiren bir davranış başka birine kendini değersiz hissettirebiliyor. Kişinin zihnindeki tartı ne ise ona göre ölçüyor.

Ortak bir tartı yok. Ölçü birimimiz; kendi kişiliğimizden, ailemizden, çevremizden gördüklerimizden, okuduklarımızdan, medyanın dayattıklarından… Bir şekilde oluşuyor. Ve herkese göre kendi tartısı en doğru tartıyor. Karşısındakinin tartısı kendi tartısından farklı tarttığında bu problem olarak görülüyor.

Mesela kadınların evlilikleri ile şikayetlerinde en çok kullandıkları cümle değerle ilgilidir. “Eşim bana değer vermiyor.” Kime  göre? Kadına göre. Eşine göre ise çok değer veriyor.

Bir kadın, eşi doğum gününü unuttuğunda kendini değersiz hissederken başka bir kadın ise, eşi akşam gelip bilgisayardan başını kaldırmadığında kendini değersiz hissediyor. Erkeğin elindeki tartı da ise bunlar değersizlik ölçüleri değil. Unutmuş ya da akşam kafasını dinlendiriyor.

Ya da erkek açısından bakarsak bir erkek eve geldiğinde karısını göremiyorsa kapıyı karısı açmıyorsa kendini değersiz hissediyor başka bir erkek evi dağınık gördüğünde ya da yemek olmadığında ya da yatakta reddedildiğinde. Yani herkesin ölçüsü farklı.

Kendimizi değerli ya da değersiz hissettiren şey karşımızdaki kişinin davranışı değil, bizim elimizdeki tartı. Hele tartımız bozuksa, çocukluk ayarlarımızla oynanmışsa, içimizde aşağılık kompleksi varsa karşımızdaki ne yaparsa yapsın kendimizi değerli göremeyiz.

Mesela, bir kadının kocası bütün ev işlerinde yardımcı oluyor fakat bir gün cam silmedi için, benim sözlerimi önemsemiyor, diye kadın küsüyor kendini değersiz hissediyor (örnekler gerçek hayattan)  başka bir kadın ise yorgun ya da hasta olduğu bir gün kocası eve hazır yemek getirdiğinde ya da çay demlediğinde kendini çok değerli görebiliyor.

Bu yüzden “bana değer vermiyor sözü” herkes için yanlıştır. Ancak “Bana göre bana değer vermiyor” denilebilir. Bir de ona göre bakmak lazım. Eşinizin değer kavramı ailesinde nasıl oluşmuş ya da oluşmamış mı? Onun elindeki tartı ne? O neye göre ölçüyor. Belki onun değer ölçülerinde siz çok kıymetlisiniz de sizin tartı fazla hassas.

Bir de eşinizin, çocuklarınızın, anne-babanızın değer ölçüleri ile bakmaya çalışın kendinize. Terazinin bir gözüne altın, bir gözüne demir koyup tartarsanız çok yanlış sonuçlar elde edersiniz. Kendinizi ve eşinizi doğru değerlendiremezsiniz. Mesela siz altınsınız da o size demir muamelesi mi yapıyor? Ya da siz demirsiniz de altın muamelesi mi bekliyorsunuz. Ölçüleriniz neye göre, kime göre? Ve eşinizin ölçüleri neye göre kime göre?

Sema Maraşlı

cocukaile.net

İbretlik

Hangi konuyu yazmaya niyetlensem bu günlerde basit geliyor Filistinli kardeşlerimizin halini düşününce. Dünyanın gözü önünde katliam yapılıyor fakat ne hikmetse insan haklarına çok kıymet verdiğini her fırsatta söyleyen Batı’dan bir müdahale yok.

Her biri kendi derdinde ya da keyfinde olan İslam ülkelerinden ise kınamadan başka bir şey yok.

Sosyal ağlar Gazze’ yi gündemde tutmaya yarıyor fakat ne kadar etki gücü var net belli değil.

Oturduğumuz yerden ağlaşmanın kimseye faydası yok. Ne yapılmalı ya da ne yapılmamalı ona bakmak lazım. Önce bolca dua lazım elbette. Bir de güvenilir yardım kuruluşları ile maddi yardım göndermek lazım. Yiyecek, içecek ve ilaç gibi acil ihtiyaçlarını gidersinler diye. Hem bu dönemde hem de ilerleyen günlerdi savaşın enkazını kaldırmak, yaraları sarmak için maddi yardıma çok ihtiyaçları olacak. Pek çok insan evsiz kaldı. Yalnız yardım kuruluşlarına dikkat etmek gerek, güvenilirliği kanıtlanmış ihlasla çalışanları seçmek lazım.

Bir de protesto konusu var. Yahudi ürünlerini protesto etmek gerekli. Sadece bu dönemde değil sürekliliği olmalı. Ne kadar kaliteli dense de ben yıllardır onların yaptığı hiç bir ürüne güven de duymuyorum, ürünlerini satın alarak desteklemek de istemiyorum. Kendi adıma elimden geldiği kadar dikkat etmeye çalışıyorum.

İnternet ortamında paylaşılan kanlı fotoğrafların kimseyi daha duyarlı yaptığı yok, sadece insanları duyarsızlaştırıyor. Çünkü insan ne ile çok muhatap olursa ona karşı duyarsızlaşır. Ayrıca bu fotoğraflar bizim çocukların yüreğine korku salabilir. Paylaşılacaksa şehitlerin gülümseyen fotoğrafları paylaşılsın ki çocuklarımız şehadete özensinler.

Bizler onlara acıyoruz fakat manevi durumumuza; çocuklarımızın, gençlerimizin haline bakıldığında esas bizlerin hali acınacak durumda. Kendi halimiz için de neler yapmalıyız diye kafa yormamız gerek bu arada.

Filistin de yaşananlar her açıdan ibretlik. Filistin halkının kadın ve çocuklar da dahil cesareti Müslümanlara örnek olmalı. Rabbim Filistinli kardeşlerimize zafer nasip etsin, bizlere de bir uyanış ve gafletten sıyrılmaya vesile olsun inşallah.

Sema Maraşlı

cocukaile.net

El Ne Der?

Toplum olarak en büyük problemlerimizden biri “el ne der” kaygısıdır. “Allah ne der” in çok daha önündedir çoğu zaman. Allah (c.c) emrinin, rızasını önüne geçen her şey puttur oysa. El putundan kurtulmak lazım.

Evler elin ne diyeceğini dikkate alarak döşenir, çeyizler el için yapılır. Evin en güzel odası, el için her daim temiz ve bakımlı tutulur, ev halkına kullandırılmaz.

Eş seçerken bile başkaları ne der kaygısı güden çok kişi var. EI gün “bula bula bunu mu buldu” der diye beğendiği adayı kabul etmeyenler var. Ya da sırf el tarafından kınanmamak “Buna mı vermiş kızını ya da bunu mu almış oğluna” sözünü duymamak için çocuklarının kısmetine engel olanlar, evladını sevdiğine vermeyenler var.

Genç yaşta dul kalmış fakat ” el ne der” kaygısından evlenmeyen hanımlar da çok var. Oysa “ne der” diye çok değer verdiği eller kapısını kapattığında o yalnızlığı ile baş başa kalır fakat bunu düşünmez. Düğünler, nişanlar, elden “aferin almak” için çok gösterişli yapılır. “Bu yaptığım israf mıdır Allah razı mıdır” diye düşünülmez. Üzüntülerimiz, sevinçlerimiz çoğu zaman el kaygısı ile belirlenir.

Geçen gün bir profesör canlı yayında karısını azarlamış. Aman aman o kadın neden boşanmıyormuş da o adamla yaşamaya devam ediyormuş. Feministler baskıyla kadını boşanmaya teşvik ediyor. Elbette yapılan hoş bir şey değil, erkek karısını başkalarının önünde rencide etmemeliydi fakat bu o iki kişiden başka kimseyi ilgilendirmez ki. Sırf el gördü diye kadın neden bir olaya bakıp yuvasını yıksın ki? Bu da açıkça bir el baskısı.

Allah ve rasulü ne der, ben ne diyorum, eşim ne der, çocuklarım ne der, anne babam ne der.” Bunlar elin ne dediğinden çok daha önemlidir.

Küçük yaştan itibaren anneler-babalar farkında olmadan çocuklarına elin her şeyden daha önemli olduğu mesajı veriyorlar. Bir kaç misal “Evi dağıtmayın bir gelen olursa ne der! Kalk kızım evi temizleyelim komşu gelse dilinden kurtulamayız. Hareketlerine dikkat et bize laf getirme kızım. Oğlum öyle yapma millet ne der!…

Mesela hoca çocuklarının çoğunun dini yaşantı ile problemleri vardır. Çünkü pek çoğu “Sen hoca çocuğusun, babana- annene laf getirme, sen imam kızısın-oğlusun öyle yapma…” diye büyütülmüştür. Davranışın sebebi din üzerinden ele bağlanınca çocukta tepkiyi dine karşı duyabiliyor.

Aslında çocukların uyarıldığı konuların çoğu gerçekten yapılması ya da yapılmaması gereken şeyler fakat sebep olarak başkalarını göstermek çok hatalı. Davranış el için yapıldığında elin görmeyeceği duymayacağı yerde her şey yapılabilir hissi oluşabilir çocukta. Çocukları eğitirken ve öğretirken davranışlarının ölçüsünü el üzerine kurmamaları için ellerine “el ne der” terazisi vermeyelim.

Onların yaşlarına uygun, anlayabilecekleri şekilde, inancımız doğrultusunda, güzel, mantıklı açıklamalar yapmak gerek. “Bunun yerine daha doğru nasıl bir hareket ne olabilir? Bu davranışın sonunda bir düşün bakalım ne gibi problemler çıkabilir? Sen bunların sonuçlarına razı mısın? Yaptığın davranışın sonucu başkalarını da etkilediğinde bunun sorumluluğunu almaya hazır mısın?” gibi. Onları düşünmeye, doğru davranışı yapmaya sevk eden cümleler olması daha iyi olur.

Tabii ki belli bir ölçüde el önemlidir. Herkes yaptığıyla başkasına örneklik oluşturuyor. Yapılan meşru olmayan bir davranışsa yayılmasına sebep olmamak gerek. Ya da başkalarının anlamasının zor olduğu bir durum ise boş yere dedikoduya kalmamak için dikkatli olmak gerek. Bundan daha fazla değil. Hayatını elin övgüsü ya da yergisi üzerine kurmamak gerek.

El kaygısını attığımız zaman üzerimizden büyük bir yük kalkacak. “Elin ağzı torba değil ki büzesin” demiş atalarımız. Ne yaparsan yap elin ağzını kapatamazsın. Yapılan davranış iyi ya da kötü kimi övecektir kimi yerecektir. Herkes kendi elindeki teraziye göre tartacaktır. Önemli olan bizim elimizdeki terazinin doğru tartması.

İşin bir de başkalarına karşı el tarafında olma boyutu vardır. Başkalarının hayatı hakkında konuşmak, ahkam kesmek, kınamak doğru bir davranış değil. Bu bizi gıybet iftira gibi manevi hayatımız için vebali çok, hesabı zor sözleri söylemeye götürebilir, bundan da sakınmaya gayret etmek lazım. En doğrusu başkaları ile değil kendimizle uğraşalım. Kendi hatalarımıza kendi kusurlarımıza bakalım, onları düzeltmeye çalışalım.

Sema Maraşlı

cocukaile.net

Peygamber Efendimiz Nasıl Bir Eşti?

Sevgili Peygamber’imizin eşlerine muamelesi nasıldı? Onlara nasıl davranırdı?

Hemen söylemeli ki eşlerine karşı çok sabırlıydı. Allah’ın elçisi kadınlara iyi davranır ve kadınlara iyi davranmaları hususunda erkekleri uyarırdı:

Siz onları Allah’ın bir emaneti olarak alıp, namuslarını yine Allah’ın emriyle helal edindiniz. O hâlde Allah’ın emaneti (haksızlık ve kötülük) hususunda Allah’tan korkunuz.”

İman bakımından Mü’minlerin en kâmili, ahlâkı en güzel olandır. Sizin en hayırlınız kadınlara karşı hayırlı olanınızdır.” buyurmuş, kendisi de çok güzel örnek olmuştur.

Allah Resûl’ü eve selam ve güler yüzle girerdi:

Nur Sûresi 61. Âyet-i Kerîme:

Evlere girdiğiniz zaman Allah tarafından bereket ve güzel bir sağlık dileği olarak kendi(ev halkınıza, kimse yoksa kendi kendi)nize selam verin.

Peygamber’imiz, Hz. Enes’e:

Ey oğulcuğum! Ailenin yanına girdiğinde selam ver, sana ve evdekilere selam ver…” buyurmuştur.

Peygamber’imizin eşinin yanına girdiği zaman selam vererek söze başladığı, hanımına yaklaşıp elini omzuna koyduğu, öptüğü, onunla sohbet ettiği, onun dertlerini dinlediği nakledilmektedir.

Her sabah ve ikindi vakti bütün eşlerine tek tek uğrar, onlara hâl-hatır sorar ve değer verdiğini belli ederdi.

Eşlerine karşı çok sabırlıydı: Hiçbir eşine tek fiske bile vurmamış, kötü söz söylememişti. Eşlerinin bazen sabahtan akşama kadar Peygamber’imize küstükleri olurdu. Peygamber’imiz onların huysuzluklarına tahammül ederdi.

Eşlerine son derece yumuşak davranırdı…

Hz. Âişe anlatıyor: “Bir gece hanımlarına mı gitti diye vesveseye düşüp, Resûlullah’ı yoklamıştım. Elim saçlarına girdi. Meseleyi anlayan Resûlullah ‘Sana yine şeytan gelmiş olmalı…’ dedi.

Peygamber’imiz, eşini azarlamadan ona hatasını göstermiştir.

Hz. Safiye anlatıyor: “Resûlullah bir gece yolculuğunda beni devesine almıştı. Yolda uyuklamaya başladım. (Uyumamı önlemek için) bir taraftan beni okşuyor bir taraftan da ‘Ey Huyeyy’in kızı, ey Safiye!’ diyordu…”

Peygamber’imiz bir gün Hz. Âişe’ye, hırçın ve sanki sert bir kömür parçası gibi siyah bir deve verdi. Ona dokunup bereket getirmesi için dua etti. Sonra şöyle dedi:

Bu deveye bin ve ona yumuşak davran. Şüphesiz bir şeyde yumuşaklık varsa, onu süsleyip güzelleştirir. Bir şeyde yumuşaklık çekilip alınırsa onu lekeler.”

Eşlerinin kusurlarını görmezden gelir, iyi huylarını överdi:

Bir gün Resûlullah Muhâcir ve Ensâr’ın teşkil ettiği bir topluluk önünde ganimetleri taksim ederken eşi Zeynep Binti Cahş söze karıştı. Hz. Ömer onu azarladı. Peygamber’imiz: “Ömer, onunla uğraşma. O evvâhe(yumuşak huylu, yufka yürekli ve çok dua eden)dir.” dedi. Eşinin hatasını söylemek yerine onun güzel huyunu söylerdi.

Şakacı ve güler yüzlüydü.

Hanımlarıyla şakalaşır, onların şakalarına iştirak ederdi:

Hz. Âişe bir gün bulamaç pişirdi. Peygamber’imiz sofraya eşlerinden Hz. Sevde ile birlikte oturdu. Peygamber’imiz iki hanımının ortasında oturuyordu. Hz. Sevde bulamacı yemiyor, Hz. Âişe yemesi için ısrar ediyordu. Hz. Sevde ise yememekte ısrar ediyordu. Hz. Âişe “Yemezsen yüzüne sürerim.” dedi. Sevde yememekte ısrar edince Âişe bulamacı onun yüzüne sürdü. Bunun üzerine Peygamber’imiz Sevde’nin elini alıp bulamaca batırdı. “Sen de ona bulaştır .” dedi. Daha sonra onların hâlini gülerek seyretti.

Peygamber’imizin hanımlara gösterdiği hoşgörü ve müsamahakârlık örnek alınmalı. Karı- kocanın şakalaşmaları aile muhabbetini artırır, kalbe sevinç ve ferahlık verir.

Allah resûl’ü eşlerinin gönüllerini hoş edecek şeyler yapardı.

Hz. Âişe anlatıyor:

Peygamber’imiz oturuyordu. Birden insanların ve çocukların gürültüsünü işitti. Bir de baktık ki bir Habeşli dans ediyor, insanlar etrafını sarmışlar. Bana, ‘Âişe, gel bak.’ dedi. Yanağımı omzuna koydum, iki omuzu arasından bakmaya başladım. ‘Doymadın mı Âişe?’ demeye başladı. Ben de bana verdiği değeri anlamak için ‘Hayır…’ diyordum. Yorgunluktan ayaklarını değiştirdiğini, bir birine, bir ötekine bastığını gördüm.”

Peygamber’imiz Hz. Âişe ile koşu yarışı yapardı. Bazen o, Peygamber’imizi; bazen Peygamber’imiz onu geçerdi.

Hatalarına karşı onlara kin tutmaz, affedici davranırdı:

Hz. Ebûbekir, kızının kapısına geldiğinde Hz. Âişe’nin Peygamber’imizle tartıştığını duydu ve içeri girince Peygamber’imizi üzdüğü için kızına vurmaya yeltendi. Hz. Âişe Peygamber’imizin arkasına geçerek babasından saklandı. Peygamber’imiz onu korudu ve Hz. Ebûbekir gidince “Gördün mü ya, seni adamın elinden nasıl kurtardım?” diyerek ona tatlı bir ihtarda bulundu.

Hatalar karşısında bazen suskun kalır, eşinin hatasını anlamasını beklerdi:

Bir sefere eşleri Hz. Safiye ve Ümmü Seleme ile beraber çıkmıştı. Ümmü Seleme’ nin hevdeci (semer sepeti) sanarak Safiye’nin hevdecinin yanına gitti. Konuşmaya başladı. Onun Safiye olmadığın anlayınca Ümmü Seleme’nin yanına geldi. Ümmü Seleme kendi gününde Peygamber’imizin Safiye ile konuşmasını bile kıskanmıştı.

Resûlullah’a “Allah’ın elçisi olduğun hâlde benim günümde Yahudi’nin kızıyla konuşuyorsun!” dedi.

Peygamber’imiz suskun kaldı.

Ümmü Seleme söylediğine pişman oldu ve “Ey Allah’ın elçisi, benim için af dile! Beni böyle yapmaya kıskançlık sevk etti.” dedi.

Eşlerine kıymet verdiğini davranışları ile gösterirdi:

Hz. Âişe, Peygamber’imizle birlikte bazı seferlere çıkmıştı. Bir seferde Hz. Âişe’nin gerdanlığı kopmuştu. Peygamber’imiz gerdanlığın bulunması için yerinden ayrılmamıştı. Ashap da ayrılmayıp orda kaldı. Orada su olmadığı gibi yanlarında da su yoktu. Ashap Hz. Ebûbekir’e gelip: “Nedir bu kızın Âişe’nin ettiği? Resûlullah’ı ve bizi burada beklemeye mecbur etti, su da yok!” dediler.

Hz. Ebûbekir kızının yanına geldiğinde Peygamber’imiz Âişe’nin dizlerinde uyuyordu. Kızına dönüp “Resûlullah’ı ve diğer insanları alıkoydun. Üstelik su da yok.” dedi. Ona epeyce laf saydı, hatta eliyle böğrünü dürtmeye başladı. Peygamber’imizin başı dizlerinde olduğu için Hz. Âişe hareket edemiyordu. Peygamber’imiz sabah namazına kalktığında su yoktu, bunun üzerine teyemmüm âyeti indi:

Eğer su bulamazsanız temiz toprakla teyemmüm ediniz. Ondan yüzlerinize ve ellerinize sürünüz.” (Nisâ Sûresi / 43)

Âişe üzerine bindiği deveyi gönderince gerdanlığı onun altında buldu.

Kolay kolay öfkelenmezdi:

Kadınlardan biri, Peygamber’imizin eşlerinden Ümmü Seleme’ye: “Resûlullah öfkelendiği zaman ne yapardı?” diye sordu.

Ümmü Seleme: “Öfkelendiği zaman yanakları kızarırdı. Resûlullah öfkelendiğinde onunla konuşmaya Ali’den başkası cesaret edemezdi.” diye cevap verdi.

Az kızdığı için, öfkelendiğinde eşleri karşısında konuşmaya cesaret edemiyorlardı.

Çok söyleme, arsız edersin…” atasözünde olduğu gibi gerekli gereksiz her şeye kızmazsa erkeğin sözü çok daha fazla tutulur.

Peygamber’imiz, sevgisini söylemekten ve davranışları ile göstermekten hiç çekinmezdi:

Bir gün Hz. Âişe, Peygamber’imize sordu:

“Yâ Resûlallah, bana olan sevgin nasıldır?”

Peygamber’imiz:

“Kördüğüm gibidir.” diye cevap verdi.

Hz. Âişe arada bir sorardı:

“Kördüğüm nasıldır?

Peygamber’imiz:

“İlk günkü gibidir.” diye cevaplardı.

Gece ibadete kalkarken eşinden izin isterdi.

Peygamber’imizin yaptıklarını yapmak sünnet değil midir? Peki, siz karınıza onu sevdiğinizi en son ne zaman söylediniz? Onun güzel yanlarını sayıp ona ne zaman iltifat ettiniz? Bineğe binerken hanımları dizlerine bastıran Peygamber’i örnek alarak, en azından arabaya binerken kapıyı açıp eşiniz arabaya binince kapıyı kapatarak yerinize geçtiğiniz oldu mu hiç?

“Gecelerde kadınların hakkı vardır.” diye ibadete kalkarken bile eşinden izin isteyen Peygamber’e bakıp kaç akşam geç kaldığınızda haber verdiniz? Haklı olduğunuz hâlde kaç kez öfkenizi yuttunuz? Kızdığınız zaman sevginizi keserek cezalandırmak yerine affederek onu utandırdınız? Karınız sevgi ve merhametinizi ne kadar hissetti?..

Saygı erkeğin, sevgi kadının en büyük hakkıdır. Kadının hataları olabilir. Bir tarafın hata yapması diğer tarafın kendi üzerine düşeni yapmamasının mazereti olamaz. Dünyada hak peşine düşmeyelim; ama öyle bir gün var ki her hak sahibi hakkını isteyecektir.

Allah Resûl’ü davranışları ile erkeklere örnek olurken Hadîs-i Şerîfler ile de kadınlara kocalarına nasıl davranmaları gerektiğini anlatmıştır.

Not: Bir Mevlid Kandili gününe gidecek en iyi yazı Allah Resûlü”nün güzel ahlakını hatırlamak olurdu diye düşündüm ve  “Sevmek Bu Kadar Güzelken” kitabımdan bu bölümü sizlerle paylaşmak istedim. Rabbim nice kandillere sevdiklerinizle kavuşmayı nasip etsin.

Sema Maraşlı

cocukaile.net