Etiket arşivi: Sema Maraşlı

Evlilik Okulu: Herkes Kendine Baksa

Bazen genç kızlarla eğitimlerimiz oluyor. Eş adayında aradıkları özellikleri soruyorum. “İyi bir mesleği olsun, yakışıklı olsun, dindar olsun, kadın ruhundan anlasın, odun gibi olmasın,  ahlakı güzel olsun, iyi bir ailesi olsun, evi olsun, arabası olsun…”

En az beş kriter istiyor kızlar. “İyi, tamam. Pek siz bunları istiyorsunuz da sizde neler var? Siz neler vereceksiniz ona? Siz iyi bir eş olma hususunda bir kadın olarak ona neler sunacaksınız?” diye sorduğumda genellikle şaşırıyorlar. O güne kadar bu soruları kendilerine hiç sormamışlar. Oysa bu soruları sormak ve cevaplamak lazım.

Bu erkekler için de geçerli. Eş adayında aradıkları özelliklere karşı kendilerinde neler var? Onlar evlilik için ne sunacaklar?

Tabii sadece bekarlar değil; evli çiftler de bu soruları kendilerine sormalı. Çünkü kişi eğer mutsuzsa, eşinin yaptıklarından ya da yapmadıklarından dolayı mutsuz olduğuna inanıyor çoğunlukla. Kendi neleri yaptığını ya da yapmadığını sormak çok kişinin işine gelmiyor. Kendi eşinin yaptığı kadar yaptı mı, verici oldu mu, bunları düşünen az.

Aldığımız zaman mutlu olacakmışız gibi bir şartlanmışlık var çoğumuzda. Oysa Yaradan, insanı aldığı kadar değil, verdiği kadar, başkalarını mutlu ettiği kadar mutlu olmak üzerine programlamış. Almakta hırs vardır genellikle ve hep daha fazlası istenir;  bu yüzden de insan aldığında doyasıya bir mutluluk yaşayamaz, hep bir eksiklik hisseder.

Oysa vermekte fedakarlık vardır ve verici olduğunuzda  karşınızdakinin mutluluğu size de sirayet eder, bu daha tatlı bir mutluluktur. Gerçek mutluluk verebilmektedir. Bu yüzden “eşim beni mutlu etsin” diye beklemek yerine, eşinin sevdiği şeyleri yapıp onu sevindirmek ve sevinci paylaşmak muhabbet için daha doğru bir adımdır.

Yalnız verici olurken dikkat edilmesi gereken bir kaç husus vardır. Birincisi karşıdakinin verici olmasına engel olmamak. Hep siz verdiğinizde eşinizi almaya alıştırır ve bencilleştirirsiniz. O da verici olmanın mutluluğunu yaşamalı. Buna müsade etmeli ve kapı açmalısınız. (Çocuklar için de geçerli. Küçük yaştan itibaren onlar da aileleri için bir şeyler yapma mutluluğunu tatmalılar. Hep anne-babadan almaya alışmamalılar.)

İkinci önemli husus ise yaratılışınıza uygun bir vericilik içinde olmanız. Kapasiteyi zorlamamak lazım.

Mesela kadın evin bütün yükünü yüklenmiş; hem ev işi, hem çocukların bakımı hem onların eğitim işi (çocukların anneliğini de babalığını da kadın yapıyorsa) hem alışveriş, hem dışarının işleri, yani kadın hem erkek hem kadın işlerini üstlenmişse, erkeğin aile reisi olarak yaptığı bir tek para kazanmaksa orada ciddi bir problem var demektir.

Ya da erkek hem dışarıda çalışıp hem de evde sürekli ev işi yapıyorsa, karısının işlerini de üstlenmişse orada da ciddi problem var demektir.

“Olsun ben her şeyi yaparım” demek eşinizi bencilleştirmekten ve tembelleştirmekten başka bir işe yaramaz. Bu yüzden verici olmalı fakat ölçüleri yaratılış özelliklerini göz önünde tutarak belirlemeliyiz.

Üçüncüsü, gerektiğinden fazla verici olur, onun sorumluluklarını da alırsanız, eşiniz sizin davranışlarınız karşısında ezilir ve içten içe suçluluk duymaya başlar.  Ezikliğini gizlemek ve suçluluk duygusunu örtmek için yaptıklarınızı beğenmemek gibi sizi incitmeye yönelik  davranışlara yönelebilir. Bu yüzden iyilikte de itidal gereklidir.

Evlilikte de hayatta da mutlu olmaya odaklanmak insanı mutsuz eder. Herkes yapması gereken işleri yapar, sorumluluklarının bilincinde olur ve eşinden beklentilerini azaltıp, kendi yapması gerekenlere odaklanırsa aile saadeti için çok daha doğru bir yol olur.

Sema Maraşlı / www.cocukaile.net

Genel Kültürün Evliliğe Katkısı

Okumuş; gerek dini tahsil almış, gerek üniversite eğitimi görmüş dindar kızlara karşılık; onların kültürel anlamda dengi olacak sayıda dindar erkek olmaması konusu yıllardır dile gelir. Özellikle evlilik konusunda.Bence de böyle bir gerçeğimiz var. Geçen aylarda da bu konu bazı gazetecilerin köşelerinde tartışma konusu oldu.

Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı Kur’an Kurslarında ve özel Kur’an kurslarında yüz binlerce genç kız eğitim gördü ve görmeye devam ediyor. Dindar ailelerin lise ya da üniversite eğitimi almayan kızları bir kurs hayatı görür genellikle. Kimi kısa süreli kimi uzun yıllar ciddi dini eğitim alırlar.

Buna karşı kurs eğitimi alan erkek sayısı azdır. Erkekler ya okul hayatında olurlar yada okumayacaksa da bir işe başlarlar. Bu yüzden dini eğitim alan kız ve erkek sayılarında ciddi bir fark ortaya çıkar. Bu da elbette evlilik zamanı kendini gösterir.

Yalnız dini eğitim alan kızların ve erkeklerin hepsi şuurlu olmuyor. Bir kısmı “şu kurs hayatından kurtulsam da bir cozutsam” diye dört gözle beklerler ve buldukları ilk fırsatta da aldıkları eğitimin tam tersi bir hayat yaşarlar. Aldıkları eğitim istikametinde yaşamayı tercih eden kızlar; kurs, vakıf, dernek, parti, hayır çalışmalarında hizmete adarlar kendilerini. Aynı eğitimi almış erkekler ise ilerde ev geçindirme mecburiyetleri yüzünden kurs hayatından sonra çalışma hayatına geçerler.

Üniversite eğitimi alan dindar gençlere gelince burada da kız-erkek farklılığı yine ortaya çıkar. Kızlar kitap okumaya daha çok vakit ayırırlar, seminer, panel kültürel faaliyetleri daha çok takip ederler.

Erkekler de ise; okuyan, ilme değer veren, kültürel faaliyetleri takip edenler var elbette fakat sayıca kızlara göre daha az görünüyor. Erkekler memleket meseleleri ve siyasetle ilgilenmeyi tercih ediyorlar. Gündemi takip etmek onlar için daha öncelikli olabiliyor. Bu yüzden de kültürel anlamda kızlardan biraz daha geride kalabiliyorlar. Kızlarda siyasi konularda erkeklerden geride kalıyorlar. Bunda da abartılmadığı sürece bir anormallik yok. Herkes fıtratına uygun olana meylediyor.

Kızların erkeklerden daha çok okuması, daha çok kültürel faaliyet takip etmeleri onlara bir üstünlük sağlamıyor. Esas mesele kızların kendilerini bilgi olarak geliştirmelerinin ilme dönüşüp dönüşmediği. Öğrendikleri bilgilerin hava atıp, ukalalık etmek dışında bir işe yarayıp yaramadığı. Peygamber efendimiz: “Faydasız bilgiden Allah’a sığınmıştır.” Öğrendiklerimizin toplum ve aile hayatında ne kadar işe yaradığı önemlidir.

Maalesef ki Kur’an kurslarımızın çoğunda kızlar da erkeklerde evlilik hayatına hazırlanmıyor. Gençlere evlenmeyeceklermiş gibi bir eğitim sunuluyor.  Üniversite eğitiminin de evlilik hayatına bir faydası yok. Dindarlığı sadece ibadet ya da tesettür zanneden ve eş adayında kültürü önceleyen ve işin ahlaki boyutunu göz ardı eden bir zihniyete sahip olunca okumuş dindar gençler, evlilik hayatında daha çok problem yaşıyor. Bilginin afeti de kibir olunca işler daha da içinden çıkılmaz hale geliyor.

Sonuçta evlilik hayatı, bir kültür yarışma programı değil.Evlilik hayatı içinde; eşin genel kültürünün, süper bilgilerinin, zekasının iyi anlaşmaya, mutlu olmaya bir katkısı olmuyor. Tak aksi bazen her şeyi düşünüyor da beni neden düşünmüyor gibi bir fazladan bir sinir olmaya bile sebep olabiliyor.

Son dönemde dindar gençler daha zor evleniyor. Evlenmek isteyen pek çok dindar kız ve erkek olmasına rağmen birbirine benzer sebeplerden evlenemiyorlar: Kızlar, evlenecek kültürlü erkek yok diye şikayet ederken, erkekler de kızların ukalalığında, maddi külfetlerinden, hiç bir şey beğenmeyen tavırlarından şikayetçi.

Bir de bekarların evlilikle ilgili düşüncelerini etkileyen evlenmiş arkadaşları oluyor. Kafelerde neşeli kahkaha atan kültürlü kızlarımızın evlendiklerinde kocayı ve hayatı kontrol etmeye kafayı takmış bir cadıya dönüştüğünü gören erkekler, doğal olarak evlenmekten kaçıyorlar. Aynı şekilde evlendikten sonra kocasının sorumluluktan kaçtığını, evliliği için hiç bir çaba göstermeyen mızmız bir adama dönüştüğünün şikayetini arkadaşlarından duyan kızlar da evlenmekten korkuyorlar.

Velhasıl durum iki taraf içinde zor. Diploma, kurs eğitimi, genel kültür ve bilgi evlilik hayatında işe yaramıyor, kimse bununla övünmesin. Bizim bir evlilik kültürü oluşturmamız lazım. Eş adayının evlilik ile ilgili bilgisine, inançlarına bakmak lazım. Evlilik kültürü üzerine devam edeceğim inşallah.

Sema Maraşlı / Vahdet Gazetesi

Zeka, Akıl ve Mutluluk Bağlantısı

Doktor genç kız, doktor nişanlısından ayrılma sebebini şöyle anlattı: “Beni doktor olduğum için tercih etti; fakat benden beklentisi hem mesleğimi yapıp hem de bir ev hanımı gibi olmamdı. Bana hiç bir zaman evimize bir yardımcı almayacağımızı çünkü annesinin bugüne kadar evlerine hiç yardımcı almadığını bütün işi annesinin yaptığını kendisinin de eve yardımcı alırsa bunun annesini inciteceğini söylemiş. Annesi her sabah kapıda oğlunun ayakkabılarını çevirir ve onu dua ile uğurlarmış, eşinden de böyle hizmet beklermiş.”

Genç kız da bütün bu beklentileri karşılayamayacağını anlayınca ayrılmış.

Doktor beyin hanımı da kendi ile aynı mesleği yapacak fakat akşam eve gelince o yorgunum diye ayağını uzatıp yatacak karısı da; yemek, bulaşık, çamaşır, ütü, temizlik gibi evin bütün ihtiyaçlarını yapacak ve ayrıca bütün akşam onun etrafında pervane olacak.

zekaŞimdi bu doktor bey, tıp fakültesini başarılı bir şekilde bitirdiğine göre zekasından bir şüphemiz yok fakat belli ki aklı yeterince gelişmemiş. Ev hanımı annenle, akşama kadar dışarıda çalışan bir kadını nasıl kıyaslayabilirsin! İnsan hiç düşünmez mi bu kadın robot mu, akşama kadar dışarıda çalışacak fakat evde de bir ev hanımı gibi her şeye yetişip hiç bir işi aksatmayacak. Git fabrikaya robot siparişi ver! Ev işlerinde düzen istiyorsan bir ev hanımı ile evlen. İnsan bu kadar aklını kullanabilmeli.

Çalışan hanım istiyorsan da ihtiyaç olduğunda yardımcı tutacaksın, yardım edeceksin ve aksayan işleri görmezden geleceksin. Nasıl onun kazancı evin geçimine destek oluyorsa sen de onun işlerine destek olacaksın.

Maalesef ki çok zeki insanlar çok da akıllı olmayabiliyorlar. Akıl düşünme kabiliyetidir. Çocukken düşünme yeteneği geliştirilmeyen kişiler, aklını yeterince kullanmayı öğrenemiyorlar. Doğruyu ve yanlışı ayırt etmek, insanları ve olayları değerlendirip analiz etmek ve ona göre davranabilmek ancak akıl ile mümkündür.

Mesela; akıllı insan kıyas yapmaz.  Her durumu kendi gerçekliği içinde değerlendirir. Baştaki misalden hareketle, çalışan hanımı, ev hanımı ile kıyaslamak yanlış; fakat çalışan hanımla kıyaslamak da yanlış. Hem çalışıp hem de bir ev hanımı gibi her işini yapan hanımlar da var. Onlara bakıp “benim hanım da yapsın” demek çok mantıksız. Zira herkesin taşıyabileceği yük farklıdır. Bekarken ev işi yapmaya alışmış bir hanım, bütün işlerin rahatça üstesinden gelebilecekken, sadece ders çalışmış ya da ailesinin maddi imkanı iyi olduğu için evlerine sürekli yardımcı almaya alışmış birinin ev işlerinde zorlanmamasını beklemek ahmaklık olur.

Yüksek zeka, kişinin mutluluğunun önünde en büyük engel olabiliyor. Kişi zekayı ve başarıyı kendinden bilirse, Allah’ın ikramı olduğunu gözden kaçırırsa kibre düşer. Kibir ise aklın önünde en büyük engeldir. Kişi kibirlendiğinde doğru düşünme yeteneğini kaybeder.

Muhammed İbni Hüseyin: “Az ya da çok insanın kalbine kibir girdiğinde o miktar da aklından noksanlaşır.” demiş.
Kibir, kişiyi bencilleştirir; bencillik de zalimleştirir. Kendini çok değerli gören, başkalarını değersiz görmeye başlar, bu da adalet terazisini bozar.

Hz. Peygamber: “Bir kimse kibirlene kibirlene sonunda zâlimler gürûhuna kaydedilir. Böylece zalimlere verilen ceza ona da verilir.” buyuruyor. Rabbim korusun.

Maalesef günümüz eğitim sistemi zekayı putlaştırıyor. Okulda başarı tamamen not odaklı. Ne kadar bilirsen, ne kadar çok test çözersen, ne kadar başkalarını geride bırakırsan o kadar başarılı sayılıyorsun. Çocukların gençlerin düşünme yetenekleri hiç geliştirilmiyor.  Okul başarısı düşük olan kendini aptal sanıyor; çünkü öyle zannettiriliyor. Oysa öğrencinin zihin başarısı düşük olabilir; fakat merhametli, insanlığı yüksek, akıllı biri olabilir.

Zekaya tapan bir sistemde, kibri köpürtülen ve bireysellik gazı ile benliği putlaştırılan insanların evlilik gibi bencillikten arınarak yürütülebilecek bir sistemi başarı ile götürmelerini beklemek zaten safdillik olur.

Ki dini eğitimler bile, maalesef sadece zihin odaklı ve ezber üzerine. Aklı geliştirme üzerine bir eğitim yok, bilgi yükü var. Bir Kur’an Kursu hocası hanım ile kocası, boşanma aşamasında bana danışmışlardı. Kocanın dini eğitimi yoktu, sadece ibadetlerini yapacak kadar dini bilgi sahibi idi. Erkek aralarındaki problemi şöyle özetlemişti: “Beni cahilsin diye hor görüyor, kendi ilim sahibi olduğunu söylüyor da şeytan da ilim sahibi idi fakat ona bir faydası olmamıştı.” Erkek karısından daha az bilgi sahibi olmasına rağmen, aklını karısından daha iyi kullanıyordu. Ayrıca adam onu ilim sahibiyim diye kandırmamıştı. Her ne olursa olsun evlilik öncesi kabul ettiğin şeyi, sonradan başa kakmak çok ayıp zaten.

Evlilikte mutluluk için, yüksek zekaya değil (normal hayatını sürdürecek kadar zeka yeterlidir)  akla ihtiyaç vardır. Kendi hatalarını görmek, eşini tanımak, onun istek ve beklentilerini göz önünde tutmak, değer verdiğini göstermek, yaşanan tatsızlıklar üzerine düşünüp analiz yapıp kim neye çok sinirlendi bunun sebebini bulup aynı hataları yenilememek, hataları telefi etmeye çalışmak, eşini mutlu edecek şeyleri düşünüp yapmak…

Evlilik hayatında zeka ve tahsil eşe bir övünç sebebi olmamalı. Bir hanım “Eşim bana sürekli “Ben Boğaziçi Üniversitesini bitirdim’ deyip hava atmaya çalışıyor, bu beni çok sinirlendiriyor.” demişti. Kocasının hangi üniversiteyi bitirdiği değil, ne kadar iyi koca olduğu önemli kadın için.

Karı-kocanın zeka, bilgi ya da tahsil yarıştırması evlilik hayatını ciddi olarak zedeliyor. Evlilik bir yarışa, birbirini susturma ve kazanma savaşına dönüyor. Bilgi arttıkça geçinmek zorlaşıyor. Bakıyorsan yüksek tahsil yapmamış olanlar, birbiri ile daha iyi geçiniyor.

Tahsil yükseldikçe kibri yükseltmemek için tevazu elbisesini giymek lazım. Sonuçta bize verilen her şey emanet. Nice zeki insanların sonu akıl hastanesinde bitiyor. Emanet ile övünmek, hava atmak aptallıktan başka bir şey değildir. Şeytan da çok zeki ve bilgili idi fakat çok büyük aptallık etti. Zeki ve aptal olmak hem Allah’ın rahmetini kaybetmeye sebep olur, hem de sevdiklerimizi kaybetmeye sebep olur. 

Sema Maraşlı / Vahdet Gazetesi

Dindarlığı Doğru Anlamak

Bir önceki yazımda dindarların evliliğinde mutsuzluklarının sebepleri üzerine yazmıştım.

Yazı yayınlandıktan sonra konuya ortasından başladığımı fark ettim. Öncelikle dindarlığın ne olduğunu irdelemeliydi.

Allah Rasulü evlenecek erkeklere: “Kadın dört şeyi için nikâh edilir; malı, soyu, güzelliği ve dini. Sen dindar olanını seç ki elin bereket bulsun.” diye tavsiyede bulunuyor.

Sevgili Peygamberimiz bu hadîs–i şerîfte, bir erkeğin evleneceği kadında araması gereken temel şartın dinine bağlılık olduğunu belirtmiş. Dinine bağlılık dindarlık olarak çevriliyor. Fakat dindarların çoğu evliliğinde mutsuz. Allah Resulü yanılmayacağına göre biz yanılıyor olmalıyız. Ya kelimeyi doğru çevirmiyoruz ya da bizim dindar tanımımız yanlış.

Kimdir dindar? Bazı ibadetleri yapan kişiler toplumda dindar olarak tanımlanıyor. Kadın tesettürlüyse, erkek de görünür bazı ibadetlerini yapıyorsa hemen dindar sayılıyor. Bu doğru bir tanım mıdır?Allah Resulü dindar derken sadece belli ibadetleri yapanları mı dindar diye tanımlamıştır?

Kötü ahlaklı biri dindar olabilir mi? Beş vakit namazlı, nafile oruçları bile tutuyor, zekatını da veriyor fakat kötü ahlakından ailesi bile bezmiş durumda birine dindar denilebilir mi? Ya da pür tesettür fakat kocasına ya da onun ailesine eziyet eden bir kadına dindar denilebilir mi? Vakıf ve deneklerde hizmet diye koşturup evine gelince eşinin hakkını yerine getirmeyen hatta ona zulmeden kadın ya da erkek dindar mıdır?

İslamın beş şartını yerine getiren fakat kul hakkı yiyen, yalancı, sahtekar, huysuz, geçimsiz, sadece kendini düşünen bencil, kibirli insanlar dindar mıdır?

Din nedir, dindar nedir? Dini sadece namaz, abdest, oruç, zekat gibi bazı ibadetlerden müteşekkil zannedersek , elbette dindar deyince de sadece bazı ibadetlerini yapan kişiler akla gelir.

Din hayattır, dindarlık da bir hayat tercihidir. Bütün hayatı kapsar. Sadece belli ibadetlerden oluşmaz. Özellikle belli ibadetler diye de bir ayırım yaptım zira çoğunlukla ibadet  deyince aklımıza sadece namaz, abdest, zekat gibi çok bildiğimiz ibadetler gelebiliyor.

İbadetin anlamı: Allah (c.c) a bağlılık, kulluk görevi, saygı, tazim, hürmet, Allah’ın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmaktır. Bu yüzden namaz, abdest, oruç, zekat birer ibadet olduğu gibi iyilik yapmak, günahtan kaçınmak, gülümsemek, birini sevindirmek, yolda başkalarının ayağına takılabilecek bir taşı kaldırmak, bir yetimin başını okşamak da ibadettir. Karı-koca muhabbeti de ibadet kapsamındadır. Haram ile değil helal ile birlikte olduğu için.

Güzel ahlakı tamamlamak için gönderilen bir peygamberin ümmetiyiz. Güzel ahlak olmadan bazı ibadetleri yaparak dindar olamayız. Sadece ibadet ve  güzel ahlak da yetmez. Dinin bütün hükümlerini kabul etmemiz lazım.

Yapamadıklarımız olsa da.

Allah’ın bir hükmünü bile reddeden kişi dinden çıkar. Böyle baktığımızda Müslümanlar dinin hükümlerini iyi bilmiyorlar. Bazen farkında olmadan inkara bile gidebiliyorlar.

Evlilik konusunda da evlenmeden önce hatta ergenlikten itibaren gençlere dinimizin aile ile hükümlerini öğretmek gerekir.

Erkek; iyi bir kavvam olmak için ailesinin idaresini şefkat ve adaletle yapacak şekilde yetiştirilmeli.

Kızlar ise; itaatkar, sevecen ve saliha bir eş olmak üzere yetiştirilmeli.

Fakat maalesef ki kendini dindar diye tanımlayan kişiler aile ile ilgili âyetleri ya bilmiyor ya da işine gelmediği için kafasına göre yorumluyor. Ki bu ayetleri açıklayan pek çok da hadis-i şerif olduğu halde. Dinin hükümlerini inkara kadar gidebiliyorlar. “Bu devirde yok öyle şey, benim aklım almıyor, niye erkekler reis olacakmış, niçin kadınlar erkeklere saygılı olmalılar…” diyenler var. “Allah (c.c) emretmiş, inandım iman ettim fakat ben yapmakta zorlanıyorum, nefsime ağır geliyor.” dersin yapmazsın günahını ve hesabını kabullenirsin o ayrı bir şey. Fakat inkar edersen, Allah’ın hükümlerini beğenmezsen dinden çıkarsın.

Bu yüzden dindarın tarifini iyi yapmalıyız. Dinin hükümlerini inkar edene dindar denmez. Onun önce dine girmesi gerekir. 

Sema Maraşlı

Dindarlar Evliliklerinde Daha mı Mutsuz?

Dindar hanımlardan: “Evlenirken malına mülküne parasına puluna bakmadım, dindar diye evlendim fakat kadın ruhundan hiç anlamıyor, kendimi yalnız ve mutsuz hissediyorum.”

Dindar erkeklerden de: “ Dindar diye (hafız diye, babası hoca diye, Kur’an Kursu eğitimi almış diye, ilahiyatçı diye…) evlendim boy pos güzellik aramadım fakat çok mutsuzum, karım bana çok saygısızca davranıyor, beni hiç dinlemiyor, itaat etmiyor.” şikayetleri çokça geliyor.

Dindar insanlar arasında özellikle Diyanet camiasında da çok fazla boşanma var. Sebepleri üzerine biraz kafa yoralım.

1- İlk hata dindarlığın yanlış anlaşılması diye düşünüyorum: Dindar deyince ibadetlerini yapan kişiler aklımıza geliyor. Dindar demek: Dini hayat tarzı olarak benimsemiş, seve seve yaşamaya çalışan kişi demektir. Sadece ibadet ederek kişi dindar olmaz. Kişinin ilim sahibi ya da hacı, hoca olması da dindar olduğunu göstermez.
“Damat-gelin adayı dindar” denildiğinde aklımıza dürüst, güvenilir, güzel ahlaklı, oturmasını kalkmasını bilen biri gelmeli değil mi? Bu yüzden eş adayında namaza, abdeste bakıldığı kadar onun ahlakına ve hayat tarzına da bakılmalı. Evlilik öncesi dindarlık deyince sadece ibadete evlilik sonrası dindarlık deyince de sadece güzel huya bakmak ancak hayal kırıklığına uğratır.  

2- Dindarların evlilikten beklentileri daha yüksek: Bu çağda kadın ve erkek arasında beklentiler medya sebebi ile zaten çok yükseltilmiş durumda. Dindar insanlar hem medyanın dayattığı beklentilere sahip oluyorlar hem de eşlerinin dindar olmasının getireceğine inandığı beklentileri var. Dindar kadınlar, Peygamber efendimiz gibi eşleri ile ilgilenen, güzel ahlak sahibi bir koca bekliyorlar, dindar  erkekler de Hz.Hatice gibi itaatkar, güzel huylu, fedakar bir kadın bekliyorlar. Beklediklerini bulamadıklarında da çok büyük bir hayal kırıklığı yaşıyorlar.
Fakat kendine bakan az. Oysa herkes önce kendinden sorumludur. Erkek, “Ben Allah’ın emrettiği gibi eşime kavvam olabiliyor muyum, olmak için neler yapmalıyım.” diye kendini sorgulamalı, kadında “Ben Allah’ın emrettiği gibi saliha itaatkar bir eş olabiliyor muyum, olmak için ne yapmalıyım.” diye kendini sorgulamalı ve Allah’ın emrettiği gibi olmak için gayret göstermeli değiller mi? Herkes gözünü eşine dikmiş onun iyi bir eş olmasını bekliyor. Beklentisi gerçekleşmeyen eşler diğerine kızgınlık içinde davranmaya başlıyor ve onun sahip olduğu iyi özellikleri de görmez oluyor. Öyle oluyor ki dini hiç yaşamayan birisi kişinin gözünde eşinden daha değerli hale gelebiliyor.

3- Dindar insanlar birbirini daha çok yargılıyor. İbadetini daha dikkatli yapan kendini kurtulmuş zannediyor ve eşi ile uğraşıyor. Bir hanım kocası ile namazlarını ilk vakitte kılmıyor son vakte bırakıyor diye bu yüzden çok tartıştıklarını söylemişti.”Neden onun namazları ile uğraşıyorsun?” dediğimde “Cennete birlikte gidelim.” diye dedi. Kendi garantilemiş cenneti de kocası gelemez diye kavga ede ede adamı da götürmeye çalışıyor. Bu zihniyet maalesef pek çok dindar insanda var. Oysa yargılamak Allah’a aittir, bizim haddimize düşmez. Ancak yaratan ve her şeyin iç yüzünü bilen Allah (c.c) yargılayabilir. Ayrıca cenneti ümit etmek ayrıdır, ben garanti giderim kibrine düşmek ayrıdır. Zira kibir öyle kötü bir huy ki şeytanın Allah’ın rahmetinden mahrum kalmasına sebep oldu. Ayrıca kadınlar kocalarından sorumlu değillerdir onların ibadet ile ilgili hesaba çekilecek değillerdir, bu yüzden Allah’ın onlara yüklemediği sorumluluğu üstlenmesinler. Fakat erkekler evin reisi oldukları için hanımları namaz kılmıyorsa, dini konuda eksikleri varsa onları öğretmek zorundadır. Eğer hanımı ile ilgilenmemişlerse bundan hesaba çekilecekler. Bunun yolu bağıra çağıra kadını iyice dinden soğutarak değil elbette. Güzel sözlerle ona ibadeti sevdirmeye çalışması gerekir. Zira erkekler, eşleri ile ilgilenmek ve onlara güzelce tebliğ yapmak zorundadırlar.

4- Karı-koca ilişkisinin dinin bir parçası olduğunun göz ardı edilmesi de sebeplerden biri: Ahlaki anlamda müminin mümine yapması yasaklanmış olan davranışlar karı-koca arasında da yasaklanmıştır. Birbirine kötü davranmak gibi. Tavsiye edilen sevaplı davranışlar da karı-koca arasında da sevaptır. “Gülümsemek sadakadır.” Karı-kocanın birbirine gülümsemesinde de sadaka sevabı vardır. Müminlerin birbirlerine muhabbetli davranması tavsiye edilmiş, karı-kocanın birbirlerine muhabbetli davranışları da Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya sebeptir. En yakınlarına yapılanın sevabı daha çoktur. İyiliğe en yakınlarımızdan başlamamız emredilmiş.

5-İsteklerde haklı olunsa da üslup konusunda çok hatalar var: Dindarlar gerek çocuk eğitiminde olsun gerek karı-koca ilişkisinde olsun bir üslup problemi yaşıyorlar. Bu güzel dini güzel anlatıp, güzel öğretemiyoruz. Karı- koca ilişkisinde de üslup hatası iletişim kazalarına sebep oluyor. Kişi haklı da olsa üslup problemi yüzünden haksız durumda kalıyor. Neyi nasıl söyleyeceğimizi bilmiyoruz. Eşler, eşinin onu üzen davranışları hakkında ne hissettiğini anlatmak yerine; sürekli onu suçluyor, yargılıyor ve ne istediğini söylüyor. İki taraf da sadece istediklerini söyleyince ikisi de diğerinin istediklerini yapmıyorlar, önce sen yap diye bekliyorlar, inatlaşıyorlar.

Erkek “Sen bana itaat etmek zorundasın” diye emrederek karısını itaatkar bir eş yapamaz, kadın da “Sen nasıl Müslümansın, biraz Peygamber efendimizi örnek al onun gibi bir eş ol.” diyerek kocasını iyi bir eş yapamaz. Gel ikimiz de öğrenelim hatalarımızı düzeltelim ve Allah’ın istediği gibi bir eş olalım, muhabbetli bir yuvamız olsun diyerek okumak, öğrenmek ve gayret göstermek lazım. Çağın problemleri dindarları da etkiliyor. Özellikle fıtri bozulmalar. Bunlar da göz ardı edilmemeli. Bireyi suçlamadan toplumsal bozulmaları görebilmek, çözüm için daha doğru adımlar atmaya sebeptir.

Elbette başka sebepler de vardır. Ben ilk aklıma gelenleri yazdım. Din başlı başına mutluluk sebebidir. Dindarlar evliliklerinde daha mutlu olmaları gerekirken dünyevi yaşayanlara göre daha mutsuzsa bu konu daha çok irdelenmeli diye düşünüyorum.

Sema Maraşlı