Etiket arşivi: Şeyma Gür

Arka Sıra Değil Orası

Haklısın; Allah’ın sevdiği, çok sevdiği, daha çok sevdiği ve  hiç sevmediği kulları vardır, evet..

Doğrudur; iman eden ve takvaya sarılanları;

Namazını hem de ilk vaktinde kılanları

Zekatını dosdoğru verenleri

Dahası varlıkta da yoklukta da bağışta bulunanları

Öfkesini yutanları

İnsanları bağışlayanları

Günahta ısrar etmeyip tevbe edenleri sever, çok sever.

Senin tabirinle ön sıralarda oturanlar, gözde olanlardır onlar.

Ve fakat acaba bu gözde kullar her dâim bir elleri yağda bir elleri balda mı yaşarlar?

Acaba hiç sıkıntı yüzü görmezler mi?

Duâları dâima ve ayniyle mi kabul görür hep?

Ne isteseler olur mu?

Dünya onlara kesintisiz güler mi?

Bilakis..

En büyük sıkıntıları, en sevgili olanlar; peygamberler ve Allah dostları çekmiştir hep.

Dert kötü bir şey olsa Allah onu sevdiklerine vermezdi.

İyidir dert..

Ruhun inkişafına vesile olur..

Rahmet-i İlahiyenin kucağına atar

Kalbi inceltir

Dünyaya bedel âhirete baktırır

Temizler, paklar, parlatır duyguları

Zaten Allah dostunun Allah ile pazarlığı olmaz. Muhabbeti koşullu değildir. Ondan gelen hoştur, baş-göz üstünedir.

Yakup’tur Allah dostu; yıllarca Yusuf’unun hasretiyle yandıktan sonra Bünyamin’ini de kaybedince tıpkı Yusuf’u yitirdiğinde dediği gibi “Bana düşen güzel bir sabırdır”diyebilendir.

Oğlu, peygamberliğine biat etmediği halde (hâşâ) Rabbisine küsmeyen Nuh’tur.

Babası iman etmediği halde tebliğ vazifesinden vazgeçmeyen İbrahim’dir.

En sevgili amcasının hidayetine vesile olamayan Muhammed’dir sallalahu aleyhi vesellem.

Onlar Rablerinin rahmetini ittiham etmediler. Merhametinden, hikmetinden kuşkuya düşmediler. Kendi merhametlerini, onun merhametinden ileriye sürmediler. İmtihanlarının ağırlığından şekva etmediler.

O Allah’tır bildiler.. Abes iş yapmaz, zulmetmez!.. Rahmeti her şeyi, herkesi kuşatır.

Bir hasene işleyene onun on misli veya daha fazlasını veririm. Bir fenalık edene de onun bir misli verilir yahut mağfiret ederim. Bana bir karış yaklaşana ben bir arşın ve bir arşın yaklaşana da bir kulaç yaklaşırım. Bir kimse bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak gelirim, teveccüh ederim. Bana şirk koşmayan bir adam yer yüzünü dolduracak günah ile bana kavuşsa, ben o kimseyi o kadar mağfiret ile karşılarım” buyuran bir Rabbimiz var. Hiç merhametinden şüphe olur mu?

Şimdi sana bir bakalım;

Hayr-ı mahz olan vücud libasını giydirmiş, yokluktan varlığa çıkarmış.

Hassasiyetli bir hayat ve onun bütün levâzımatını vermiş

Rûy-i zemin kadar büyük bir sofra-i nimeti, bir temaşagâhı gözünün, kulağının, midenin, aklının, önüne sermiş,

Kocaman bir kalb vermiş sana; kâinat kadar sevebilir..

Seni insan etmiş, hem de ne güzel bir insan..

Ve bütün nimetleri nimet eden imanı ve islamiyeti nasip etmiş

Hem de hiç beklenmeyen şerâit dahilinde..

Üstelik bütün nimetlerin fevkinde olarak muhabbetini tattırmış, daha ötesi var mı?

Sen ki “Allah böyle buyurmuş” dendi mi akan suları durdururdun..

O oturduğun yer arka sıralar olabilir mi?

Seni gözden çıkarmış, seni sevmemiş olabilir mi?

Sevmiş hem nasıl ki hidayetiyle rızıklandırmış..

Bu kadar nimetlere karşı “niçin duâm hemen şimdi ve benim istediğim gibi kabul olmadı?” denilebilir mi?

Senin hakkın naz değil niyazdır nazlıcık..

Üstelik de her duâya cevap verdiğini, hiç bir duayı zâyi etmediğini bilirken..

Kesin bilgi: bizim için nasıl hayırlısı ise öyle olduruyor iken..

Zaten duâ edebilmek asıl güzellik ve bizâtihi  nimet iken..

İşte canım  evlatcık, duâ gibi bir hazine-i rahmetin anahtarı ve tükenmez bir kuvvetin medarı olan bir vesileyi elden bırakma, ona yapış, a’lâ-yı illiyyin-i insaniyete çık!

Ne dünyaya gelişinden, ne Allah’a abd olmaktan, ne duâlarından pişmanlık çekme!

Duâlarına cevapların çok hikmete binâen tehir edilmekliğinden küsme!..

“Kuşluk vaktine ve sükûna erdiğinde geceye yemin ederim ki  Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı.” Duhan: 1-3

Şeyma Gür – Nuraniyyat

Gencecik Delikanlı “Namaz” Diye Diye Vefat Etti..

Önce “vefat etmiş” bilgisi eşliğinde gözyaşları ile  izledim videoyu. Bir ambulansın içinde boyunda boyunluk ile hareketsiz yatıyordu.

Gencecik…

Hani şu herkesin dünyaya perestiş ettiği yaşlarda..

Hani kuvvelerin, insanın damarlarında dolu dizgin aktığı yaşlarda..

Hani ölümün  sisler arasında bir efsane gibi algılanıp  çoook ama çok uzaklarda sanıldığı yaşlarda…

Öylesine genç…

Yanında tatlı şivesi ve titreyen sesiyle onu sakinleştirmeye çalışan, salavat getirmesini telkin eden ama yatandan daha telaşlı bir başka genç.

Yatan sakin. Telâşsız bir sesle mütemadiyen soruyor:

“Siz kimsiniz?”

“Namazı nasıl kılacağız abi?”

“Nerdeyiz?”

“Namaz vakti geçmiyor değil mi?”

“Annemgilin haberi var mı?”

“Namazları nasıl kılacağız?”

“Adınız neydi?”

“Namazı nasıl kılacağım şimdi?”

“Silvan nereye bağlıydı?”

“Çok şükür… Allah razı olsun.”

“Namaz…”

Kazanın şoku, belki bir beyin travması. Sorular tekrarlanıyor ama namaz hep merkezde. Bir namaz kaçırma endişesidir gidiyor…

Refakatçi genç sorularına cevap verirken bir yandan da onun yorulacağı endişesiyle daha fazla sormasına mani olmaya çalışıyor. Onu, namaz vaktinin geçmediği ve salavat getirmesinin daha iyi olacağı konusunda ikna etmeye çalışıyor.

İkna oluyor:

“Namaz vakti geçiyor mu? Son soru..”

Son sorusu, birinci endişesi namaz olmak!…

Bir ambulansın içinde, hareketsiz yatarken, belirsizliklere doğru yol alırken, kafası karışmış bir halde, hem o kadar genç… ve aklı fikri namazda olmak…

Allahımmm…

Vay bizim gafletimize!..

Vay bizim isteksiz, suhre gibi veya usançla, yarım yamalak kılınan namazlarımıza!

Vay bizim dünyayı ebedî, kendimizi de lâyemut  zannetmelerimize!

Vay bizim gafletle geçen gençliğimize!

Kardeşim! Sen hayatının dersini verdin. Hayatının başka hiçbir semeresi olmasa idi de şu verdiğin tek ders ile huzur-u İlâhiye huzur-u kalp ile çıkar ve necat bulurdun inşallah.

Dünyadan ayrılmadan o çok sevdiği ümmetine son son namazı hatırlatan, “Aman namaza dikkat edin” diye diye teslim-i ruh eden  Sevgili Peygamberin şefaatine ererdin.

O namazı ikame etme endişen senin elini tutardı da mahşer’de senet ve berat, Sırat Köprüsü’nde nur ve burak olurdu.

Ve biz mü’minler de sana şahitlik ederdik, ederiz.

Son haberler ölmediğin yönünde çok şükür ki…

Rabbim sana belli ki kalbinin gıdası, ruhunun âb-ı hayatı ve lâtife-i Rabbaniyenin hava-yı nesimi olan namazı doya doya kılabileceğin, sonunda da bir Mabud-u Bâki’nin, bir Mahbub-u Sermedî’nin çeşme-i rahmetine namaz ile teveccüh edeceğin uzuuun bir ömür nasip etsin.

Gerçi böyle bir hayat kısa da olsa uzundur; değil mi ki Bâki-i Sermediyeye müteveccihtir…

Şeyma Gür

******************

Olayın Haberi:

Risale-i Nur talebesi olmak işte böyle birşey!

Sedyede sürekli “namaz” diye sayıklayan kardeş, benim 12 yaşındaki oğlumun dershaneden abisi olan Önder Sert kardeş; cemaatteki adi ise Bekir. Bu kardeşimiz, buradan birkaç kardeşle birlikte Abdülkadir Badıllı ağabeyin cenazesine gitmişti. Cenazeden sonra, “Abdullah Yeğin ağabey ile birkaç gün daha beraber olalım, buradaki medreselerde derslere katılalım” düşüncesiyle, 16 yaşındaki Fatih Kazdağlı kardeşle beraber orada kalmışlar.

Son gün, akşam üzeri Hilvan’daki dersten çıkıp Siverek’e bir başka derse giderken, yolda önlerine köpek çıkmış. Arabayı kullanan vakıf ağabey direksiyonu tarlaya çevirmek zorunda kalınca takla atmışlar. Fatih kardeş bu sırada başını taşa çarparak vefat etmiş, Bekir kardeş de yaralanmış. Diğerlerinde ise hafif yaralar varmış. Hadisenin asıl ibretli kısmı bundan sonra başlıyor:

Fatih kardeşin anne ve babası da o sabah umreden dönmüşler. Kardeşler de akşam uçağıyla Ankara’ya dönmeyi planlıyorlarmış; böylece Ankara’daki dershanelerine dönecekler, bu arada Fatih kardeş de ailesine kavuşacakmış. Fakat takdir başka türlü cereyan etmiş ve Fatih kardeşin bahtına bir şehitlik düşmüş.

Fatih kardeşin anne ve babası da Risale-i Nur talebesi; Risale-i Nur’un iman dersleri de işte böyle zamanlarda tesirini gösteriyor. Kaza sırasında arabanın şoförlüğünü yapan vakıf ağabeyin çok üzüldüğünü duyar duymaz, Fatih’in babası ona telefon etmiş ve “Üzülme kardeş,” demiş. “Senin bunda bir kabahatin yok. Allah’ın takdiri; O emaneten vermişti, yine O aldı.

Hattâ, Abdullah Yeğin ve Said Özdemir ağabeyler arayıp “Oğlunuz şehit oldu, Üstada arkadaş oldu” diyerek taziyede bulununca, “Elhamdülillâh, Üstadın vekili beni arayıp bunları söylüyor; Cumhurbaşkanı arasa bu kadar sevinmem” demiş ve şöyle devam etmiş:

Ama ucb da yok, yeis de. Allah bize de hüsn-ü hâtime versin. Rabbimize iyi bir kul olma gayretine devam edeceğiz.”

Ayrıca, aralarında benim oğlumun da olduğu diğer kardeşlere hitaben de “Artık Fatih’in hizmetini de siz yapacaksınız. Hizmet size emanet, siz de benim evlâtlarımsınız” demiş.

Bilge Aksen

yazarumitsimsek.com