Etiket arşivi: Üstad

Mustafa Sungur Ağabey ve Hatıralar

Mustafa Sungur ağabey 1929 Eflâni doğumludur. Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsünü bitirmiş ve kendi köyünde bir müddet muallimlik yapmıştır. 1946 senesinde Külliyatta adları geçen; Muallim Ahmed Fuat, Mustafa Osman, Hıfzı Bayram, Mehmed Feyzi (R.H. aleyhim ecmain) ağabeyler vasıtasıyla Risale-i Nurları tanıdı ve okumaya başladı. 1947’de Emirdağ’ında Bediüzzaman’ı ziyaret etti. 1948’de Afyon mahkemesi münasebetiyle hapishaneye girdi. 1953’de Samsun Büyük Cihad gazetesine gönderdiği bir yazı yüzünden Samsun’da tekrar hapse alındı. 1954 senesinde Isparta’da şimdi müze olan evde Üstad Bediüzzaman’ın yanında temelli kalmaya başladı. Defalarca mahkemeye verildi, hapis yattı. Bediüzzaman Hazretlerinin en yakın hizmetkâr ve talebelerindendir.

ANKARA- Emek Mahallesi 15 AĞUSTOS 1972

15 Ağustos 1972 Ankara’da talebeyiz. Sungur ağabey dershanemize geldi. Tashih etmesi için hatıraları yazdığım defteri kendisine verdim. Sungur ağabey evvelâ defterimin başına kendi el yazısı ile verdiğim kırmızı ve yeşil mürekkepli dolmakalemlerle eski hurufla:“Bir sohbetteki konuşmamın kaleme alındığını gördüm. Baktım: O kadar değişmiş ki; zaman-ı mâzi, zamân-ı hâl değişmiş gibi geldi bana. M.Sungur” yazdı ve sonra lütfedip tashihatı yapıverdi. Sungur ağabeyimizin bu ihtarını Allahın izniyle hiç unutmadım. Ve inşallah ciddi bir hata yapmadan, hassasiyetle işin mesuliyetinin farkında olarak senelerce bu kayıtları muhtelif şekillerde yaptım.. Ö.Özcan

Sungur Ağabey şeyhle çekişince

Sungur ağabeyi Üstad Ankara’ya gönderiyor. Sungur ağabey orada (mütemadiyen) bir şeyhle çekişiyor, Ona kabul ettireceğim diye uğraşıyor. Üstadın yanına gelince, Üstad “sana manevî bir tokat vuracaktım, fakat Rahmet-i İlâhiye mâni oldu” diyor.

Menderes seni maarif nâzırı yapsa…

Üstad, Sungur Ağabey’e diyor: “Menderes seni maarif nazırı yapsa.

Mekteplerde Nurları okutacaksın dese, fakat arada sırada bazı meselelerde bizim dediğimiz gibi olacak dese, sen de kabul etsen… Nurdaki ihlâs bunu reddeder.”

Üstadı, cama dayanmış kavak ağaçlarını seyrederken gördük

Bir gün Üstadı cama dayanmış pencereden kavak ağaçlarını seyrederken gördük. Üstadımız bizi görünce: “Yüzer sinemadan, tiyatrodan on defa ziyade bunları seyretmek nefsimin hoşuna gidiyor” dedi.

Zübeyr ağabeyden bir tavsiye

Bir kardeş Zübeyir ağabeyden notlar yazmış, çok hoşuma gitti. O notlarda Zübeyr ağabey “Külliyatı iki kere hızlı okuyun, sonra lûgata bakın. Ne var ne yok önce görün” demiş. Zaten biz de ilk defa öyle yapmıştık.

Barla hayatım benim en saadetli günlerimdi

1947’de Üstad Barla’ya gidiyordu. Ben, Zübeyr ağabey ve Ceylan yanındayız. Üstad gitmeyle alâkalı bir şeyler söyledi fakat ben tam anlayamadım. Zübeyr ağabeylere “Üstad beni de yanına çağırdı mı? Yanına gideyim mi?” diye sordum onlar da anlayamamışlar.

Ben Üstadın yanına gittim. Üstad beni görünce : “Yahu sen niye geldin? Ben yirmi sene evvel gezdiğim Barla’yı tek başıma gezmek istiyordum. Benim hayâlim kuvvetli olduğu için yeniden o günleri yaşamak istiyordum… Barla hayatım benim en saadetli günlerimdi” demişti.

Sahiplerinden ziyade bunlardan istifade ediyorum

Isparta’da üzümlerin olduğu zamandı. Üstad bir gün şöyle ayağa kalkıp bağlara üzümlere tefekkürle baktı baktı ve: “Sahiplerinden ziyade bunlardan ben istifade ediyorum” dedi.

Celal Bayar Ramazanda halkın önünde rakı içince

Adnan Menderes’e yazılan mektup okunurken “Hem şimdi birisi hem Ramazan-ı Şerif’e, hem şeair-i İslâmiyeye, hem bu dindar millete büyük bir cinayet yaptığı vakit, muhaliflerinin onun o vaziyeti hoşlarına gittiği görüldü” cümlesi bittiğinde, Sungur ağabey izah etti. “O zaman ki Cumhurbaşkanı Celal Bayar Ramazanda halkın önünde rakı içiyor, gazeteler de bunu yazmıştı.. Solcu gazeteler hararetle yazmıştı. İşte Üstadımız bundan bahsediyor.”

Cihad-ı Manevi

Üstad Isparta’da iken, Diyarbakır’dan Mehmed Kayalar’dan bir mektup geliyor. Mehmed Kayalar gördüğü bir rüyayı anlatıyor Üstad’a. Rüyada dört halife, Gavs-ı âzam hazeratını görüyor. “Yâ Resulullah maddî cihad zamanı” diyor. Mehmed Kayalar bundan maddî cihad zamanı geldiğini düşünüyor ve Üstada yazıyor. Üstad cevaben Mehmed Kayalar’a şöyle bir mektup yazıyor: “Rüyanızı tebrikle beraber, sakın yanlış anlama, maddî cihad ‘Tabiat Risalesi’ndeki gibi küfre karşı manevî kılınçla yapılan cihaddır.” 

Afyon hapsinde Üstadın gözü soğuktan kapanmış.

Üstad Hazretleri Afyon hapsinde. Kışın çok soğuk, Üstad 60 kişilik koğuşta tek başına tutuluyor. Baktım gözü soğuktan kapanmış. Beni görünce “sobayı yak” diye işaret etti. Fakat odun yok ki yakayım. O zamanlar Afyonda (–20) derece soğuklar oluyordu.

Aynı Üstad, Rusya’da kumandana ayağa kalkmamış; Hurşit Paşaya ‘Şeriatın bir hakikatine bir ruhum olsa feda ederim’ demiş; M.Kemal’e ‘namaz kılmayan hâindir’ demiş vs.. Böyle bir Üstada bakın asayişi muhafaza için nelere sabrediyor.

Asayişi muhafaza

Afyon hapsinde Re’fet Bey, Kerem isminde bir Afyonlu köylüye Risale veriyor. Sonra Kerem hastalanıyor, 15 gün tebdil-i hava veriyorlar. Kerem de ‘hadi giderken Üstadın elini öpeyim de öyle gideyim’ diyor. Üstad 80 yaşına yakın. Üstadın elini öperken Kerem’e ‘niye öptün?’ diye tokatlıyorlar. Bunu Üstad bize anlattı ‘benim yerime onu dövdüler’ dedi. Bunlara sabrettiğini, ‘asayişi muhafaza için menfi hareket etmiyorum, onlara beddua bile etmiyorum, yeter ki Risale-i Nur’a zarar gelmesin, gelen nesillerin imanı kurtulsun diye sabrediyorum’ dedi.

Şeyh Celal

Bir gün Üstadımızla konuşuyorduk. Kastamonu’dan Mehmet Feyzi ağabeyin konuşması Üstadımızın konuşma tarzına çok benziyor. Bunu bir vesîle ile Üstadımıza arz ettiğimizde, Üstadımız dedi: “Siirt’te Şeyh Celâl var, o beni daha güzel taklid eder” dedi. Biz Üstadımız böyle dedikten sonra orada asker iken gittik, o Şeyh Celâl’i ziyaret ettik. O takva bir zat, hem de münzevi, 60 yaşından sonra evlenmiş.

Buyurdu ki:“Bir zaman Seydanın yanına gittim. 120 kadar mollaya Van’da ders veriyordu. Bir gün baktım, “Divan-ı Harb-i Örfî” yi okutturuyor Üstad talebelerine, çok taaccüp ettim, bu yüksek ilim medresesinde niye bunu okutuyor? diye. Bir gün Seyda bana dedi: ‘Yoksa sen bunu beğenmiyor musun?’ ‘Mahkemende bir müdafaan olmuş onu burada okutuyorsun, ne mânâsı var ki’ gibi bir üslûpla itiraz ettim. Seyda birden rovâlverini çıkardı ‘yoksa sen bana muhalif misin?’ dedi. Üç gün küs durdum, yanıma geldi dedi: ‘Şeyh Celâl sen nasıl bana itiraz edersen, ben Tiflis gitmişem, esir düşmüşem..’ diye anlatınca. Ben de dedim: ‘Seyda sen oralara giderken ben de senin üzerinde tayerân ediyordum’ dedim.

Ömer Özcan / Cevaplar.org

Dünyadaki Maddi Felaketlerin Sebepleri

Yüce kitabımız Kuran-ı Kerimin önemli bir kısmı peygamberlerin kıssalarından ve bu peygamberlerin hak yoldan sapan kavimleri ile ilgili Allahın gazabından bahseder. Bu kıssalarda peygamberlerin Allahın emirlerine uyma hususunda tebliğ vazifesini yerine getirirken karşılaştığı zorlukları ve bu zorluklar karşısındaki tavırları insanlara ibretlik bir şekilde anlatılır.

Bu kısalarda, özellikle helak olan kavimlerin başına gelenler aktarıldığında insanın içine korku ve ürperti giriyor.Bunların en önemlileri Hz Nuh,Hz Lut ve Hz Salih’in kıssalarıdır.Bu kıssalardaki kavimlerin işledikleri suçlar karşısında başlarına gelenleri hatırlamaya çalışalım.

Hz. Nuh kavmi peygamberlerine uymadıkları için büyük bir tufan yani sel ile helak olmuştu.Bunların içinde Hz Nuh’un oğlu da vardır.Hz Salih’in Semud kavmi ise şiddetli bir ses ile helak olmuştu. Cebrail aleyhisselam onlari bir sabah vakti sayha ile azablandirdi. Semud’un muhkem binaları bile kendilerini kurtaramadı ve sayhanın şiddetinden hepsinin ödleri patlayarak helâk oldu.Hz. Lut kavminin helakı daha da ibretlikti. Kuranı Kerim Ayetlerde, kavmin helakini şöyle tarif ediliyor:

Derken,tan yerinin ağarma vaktine girdiklerinde onları (o korkunç ve dayanılmaz) çığlık akalayıverdi. Anında (yurtlarının) üstünü altına çevirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taş yağdırdık. Elbette bunda ‘derin bir kavrayışa sahip olanlar’ için gerçekten ayetler vardır. O (şehir de)gerçekten bir yol üstünde (hâlâ) durmaktadır.(Hicr Suresi, 73-76)

 

Böylece emrimiz geldiği zaman, üstünü altına çevirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık; Rabbinin katında ‘belli bir biçime sokulmuş, damgalanmış’ olarak. Bunlar zalimlerden uzak değildir. (Hud Suresi, 82-83)

Sonra geride kalanları yerle bir ettik. Ve üzerlerine bir yağmur yağdırdık; uyarılıp-korkutulanların yağmuru ne kötü. Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler. Ve şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır esirgeyendir. (Şuara Suresi, 172-173)

İnsan yukarıdaki bu ayetleri okuyunca titriyor.

Dünyada meydana gelen bu zulümler ve günahlar karşısında helak olan bu kavimlerin başına gelenler günümüz toplumlarına da gelir mi ? diye düşünüyor.

Aslında kurandaki helak olan kavimlerin kıssalarındaki cezaların aynısı gelmese de şiddet olarak az şiddetlileri dünyanın çeşitli yerlerinde yaşanmaktadır.Bunlar deprem, tsunami ,sel ve bazen de kasırga olarak değişik şekillerde kendini göstermektedir.

Geçen yıl Uzak doğu Asya da meydana gelen tsunami tam bir ibretlik olaydır.Japonlar ne kadar ileri teknoloji kullansalar da teknolojileri onları Allahın gazabından kurtaramamıştır.

Yine birkaç gündür ABD’yi etkisi altına alan sandy kasırgası böyle bir gazaptır.Ne kadar önlem alınmasına rağmen yine yüzlerce ölü ve kayıp. Yıkık şehirler ve büyük bir enkaz bırakmıştır.Bir de en önemlisi ölüm korkusunu yaşayan milyonlarca insan bırakmıştır.

Bir televizyonda ABD’de kasırga ile haberi izlerken gözüme benzin sırasına girmiş insanlar dikkatimi çekti.Bana 2003 yılında ABD’nin Irak işgalinden sonra benzin kuyruğunda bekleyen Iraklıların görüntülerini hatırlattı.Iraklıların başına gelenlere Amerikalılar sebep olmuştu.Amerika’daki bu benzin kuyruğuna giren insanların başına gelenler de sanki Amerikalıların dünyadaki yaptığı yanlışların bedeli olarak Allahtan bir gazap olarak gönderilmişti.Ölüm korkusu ve tedirginliği Amerikalıların gözlerinden okunuyordu.

Düşünebiliyor musunuz ? Gücünün her şeye yettiğini sanan süper güç ABD’nin 17 eyaletinde günlerdir elektrik yok,su yok,akaryakıt yok .En önemlisi insanlık yok.Niçin insanlık yok diyorum. Çünkü halk açlık nedeniyle marketleri yağmalamaya başladı.

Hasılı kelam üstad Bediüzzaman’ın dediği gibi ‘’Beşer zulm eder kader adalet eder.’’Dünyada meydana gelen maddi felaketler, bazılarının dediği gibi sıradan bir doğa olayı değildir.Bu olaylar bazıları için ilahi bir ikaz; bazıları için de Allahın bir gazabıdır.

Vesselam….

Hamit Derman

Bediüzzaman Hazretlerinin Defterinde Yazılı olan 33 Hadisi Şerif

Üstâdımız Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, 3. Defa girdiği Afyon Medrese-i Yusufiyyesinde, şu gelen 33 hadis-i şerifeyi kendi evrak defterinde yazmış, bilâhare bâzı Nur talebeleri de, kendi defterlerinde kaydetmişler.Bunların bâzılarını, Üstâdımız kendi kalemiyle tashih edip, bâzı Arapça ve Türkçe hâşiyeler ilâve etmiştir. Risâle-i Nur’un talebe-i ulûm şerefini kazandıran ve ilim içinde hakikata bir yol açan mesleğini, bu hadis-i şerifler beyân etmektedirler.Bu hakikatı ifâde için, merhum mualla üstâdımız, Emirdağ-1, sf. 90′da: “Ehli velâyetin amel ve ibâdet ve süluk ve riyâzet ile gördüğü hakikatler ve perdeler arkasında müşahade ettiği hakik-ı imâniye, aynen onlar gibi Risâle-i Nur; ibâdet yerinde ilim içinde hakikata bir yol açmış, süluk ve evrad yerinde, mantıkî bürhanlarla, ilmî hüccetler içinde, hakikat-ül hakaika yol açmış ve ilm-i tasavvuf ve tarikat yerinde, doğrudan doğruya ilm-i kelâm içinde ve ilm-i akide ve usul-üd din içinde bir velâyet-i kübra yolunu açmış ki, bu asrın hakikat ve tarikat cereyanlarına galebe çalan felsefî dalâletlere galebe ediyor.” diye beyân buyurmuşlardır.

Mustafa SUNGUR

1. “İlmi öğreniniz. Çünkü onun öğrenilmesi, Allah’a karşı haşyettir. Talebi ibâdettir. Müzâkeresi tesbihtir. Ondan bahis ise cihaddır.”

2. “Bir âlimin yatağına yaslanarak ilmine

…(kitabına) bir saat bakması, yetmiş saat ibâdetten hayırlıdır.”3. “İlmin tâlibi (talebesi), RAHMAN’ın tâlibidir. İlmin talipçisi, İslâm’ın rüknüdür. Onun ser-ü mükâfatı, Peygamberlerle beraber verilir.”4. “İlim talep etmek, Allah’ın katında nâfile namaz, oruç, hacdan ve fiy-sebiylillah olan cihaddan efdaldir.”

5. “İlminden menfaat görülen bir âlim, bin abidden hayırlıdır.”

6. “Din ile dünyayı talep edenlere veyl olsun.”

7. “Bir ademin bir hikmet kelimesini işitmesi, duyması, bâzen olur ki, ona bir sene ibâdetten hayırlı olur ve bir saat ilim müzâkeresi yanında oturmak, bir köle azad etmekten daha hayırlıdır.”

8. “Cenâb-ı Hak, bir ademi senin elinle (vasıtanla) hidâyete getirmesi, güneşin üzerine doğduğu her şeyden daha çok sana hayırlıdır.”

9. “Cenâb-ı Hak şu ümmetin üstünde hem deccalın kılıncını, hem de büyük harbin kılıncını beraber cem etmeyecektir.” ( Mülâheme-i Kübrâ olan ikinci Harb-i Umumi, alem-i İslâm’ı hırpalamadığı işaretiyle, İslâmlar içinde bir deccâl, alem-i İslâm’ı başka bir surette hırpalayacak.)

10. “Hilâfet-i İslâmiyye, babamın kardeşi amcam Abbas’ın oğullarından zâil olmayacak. Tâ onu deccala teslim edinceye kadar.”

11. “Ulemânın mürekkebiye Şühedâ kanı muvâzene edilse, muhakkak ki Allah yanında, ulemânın mürekkebi, Şühedânın kanından râcih gelecektir.”

12. “Şedid, kuvvetli, kahraman o değildir ki, insanları mağlup etsin. Belki kahraman odur ki, gadap ve hiddet ânında, nefsini mağlup eder.”

13. “Bir müslümanın, bir müslüman kardeşinin hidayetini artırıp, kötülüklerden onu alıkoyan bir hikmet kelimesi soylemesi ; ona bir hediye ihda etmesinden daha hayirlidir.”

14. “Halk-ı Ademden (A.S) tâ kıyâmete kadar, âlem-i insaniyyet arasında, deccâl hâdisesinden daha büyük bir umur, mes’ele yoktur.”

15. “Bir ilim talebesi, ilim tahsil ederken eceli gelse, vefât etse, onun derecesiyle Enbiyâ derecesi arasında, bir peygamberlik mertebesi kalır.”

16. “Kim ki ilimden (yâni ilm-i imânî ve tahkikîden) bir bâb, bir mes’ele taâllüm ederse, onunla amel etsin etmesin, bir rek’ât nafile namazdan efdaldir. Eğer öğrenmekle beraber amel de ederse, yâhut onu başkasına da öğretirse, o zaman tâ kıyâmete kadar, onun o büyük sevabı ve onunla amel edenin sevabı onun olacaktır.

17. “Kim ki İslâmı ihyâ etmek niyetiyle ilimden bir bâb tahsil ederse, onun derecesiyle peygamberlik derecesi arasında, yalnız bir kalmış olur.”

18. “Bir mü’minde dört şey, dört ahlâk içtimâ ettiği zaman Cenâb-ı Hak, o dört ahlâkıyla ona cenneti vâcip etmiş olur:

Lisanında SIDK. ( Doğruluk.Yâni yalan söylememek.)
Malda SEH. (Yâni cömertlik.)
Kalpte meveddet, SEVGİ.
Hazırda ve gaybda olanlara NASİHAT etmek.

19. “Mütekellimden birisi gelecek, Kur’an’ı (Kur’an’ın hakikatlarını) öyle bir tarzda ders verecektir ki, ondan sonra, onun gibi o ders ve talimi veren olmayacaktır.”

20. “Bir ilim talebesi ilim tahsil etmekteyken ölüm ve ecel gelse, vefât etse şehiddir.”

21. “Kur’an’ın hamelelerine ikrâm, hürmet ediniz.” (Kur’an’ın hameleleriyse, ya Kur’an’ı hıfzedenlerdir, veyâhut Kur’an’ın hakikatlarını yaşayanlardır.)

22. “Ulemâya hürmet ediniz, ikrâm ediniz. Çünkü ulemâ, peygamberlerin vârisidir.”

23. “İlmin efdali imân ilmidir. Bu ilimle az olan amel, ilim ile olduğu için menfâât verir. Fakat çok amel cehil ile olsa menfââtsizdir.”

24. “Cenâb-ı Allah (C.C), mü’min kulunu tecrübe ve imtihan için, musibet ve belaya giriftâr eder. Fakat, O’nun bu iptilâi ve denemesini, o mü’min kulunun üstünde kerâmât ve ikrâmını izhâr içindir.”

25. “Said, fitnelerden uzak kalmış kimse, musibet ve fitneye giriftâr olduğu hâlde, sabreden kimsedir. Böyle adam ise, çok garip ve pek nâdirdir.”

26. “Muhakkak fitne gelmektedir. İbâdı (insanları) parça parça edecektir. Ancak âlimler ondan kurtulurlar.”

27. “Ahir zamanda, şiddetli ve dehşetli bir belâ gelecek. Herkese isâbet edecek. Ondan kurtulan olmaz. Ancak Allah’ın dinini bilen ve ona göre lisânıyla ve kalbiyle mücâhede eden bir adam kurtulacak. O ise, ona geçmişlerin mesleği sebkât etmiştir. Bir de, Allah’ın dinini bilip, tasdik eden birisi kurtulacak.”

28. “Benî ademin en cömerti, en kerimi ve en sâhisi benim. Benden sonra, onların en kerimi, en cevâdı ise, bir recul, bir ademdir ki; o adem (hususi) bir ilim bilecek ve o ilmini neşredecektir. Kıyâmet gününde müstakilen bir cemaat hâlinde baas olunacaktır.”

29. “Kur’an’ı öğrenen ve öğreten, içindeki hakaikını ders veren bilmiş olsunlar ki; kıyâmet gününde onların cennete girmelerine, sâik ve delil ben olacağım.”

30. “Sakın bid’atlara yanaşmayınız. Çünkü, bütün bid’atlar dalâlettir. Bu dalâletler de, ceheneme dayanacaklardır.”

31. “Bizden gayrısına kendisini benzeten, bizden değildir. Sakın Yahudi ve Hıristiyanlara kendinizi benzetmeyiniz.”

32. “Cihâdın en efdali odur ki, eğri yolda olup, Hakka karşı mümânaat gösteren en cebbâr hükümdarlara, kumandanlara karşı hak söz söyleyendir.”

33. “Cihâdın en faziletlisi, kişinin kendi nefsi ve hevâsına karşı mücâhade etmesidir.”

Namazın Hukuku İçin (Şiir)

Kur’ana dair eserler okudukları için
Ve imâni konuları sırf yazdıkları için

Hiçbir suçları olmadan hepsi tutuklandılar
Talebelerle beraber elli dört kişiydiler

Cümlesini koymuşlardı Afyon Cezaevine
Savunma zor olmamıştı katiyen hiç birine

Üstad Bediüzzaman ve tutuklu talebeler
Şahane savunma yapıp cevapları verirler

Son oturumlardan biri yine uzun sürmüştü
Hem de akşam namazının tam da vakti girmişti

Hâkimin ara vermeye hiçte niyeti yoktu
Çünkü sırada bekleyen talebe daha çoktu

Bediüzzaman yerinden hemen ayağa kalktı
Mahkeme heyetindeki görevlilere baktı

“Müsaade ederseniz ben namaz kılacağım
Böyle devam edecekse farzı kaçıracağım”

Hâkim Savcıyla beraber biraz homurdandılar
“Olmaz efendim, usule aykırıdır” dediler

“Sonra kaza edersiniz müsaade etmeyiz
Devam eden mahkemeye şimdi ara vermeyiz”

O an Üstadın gözleri şimşekler gibi çakar
Celalli bir bakış atıp onlara şöyle bakar:

“Katiyen kaza olamaz ben hemen kılacağım
Farz namazın edasını burada kılacağım

Namazın hukuku için burda bulunuyoruz
Onun müdafaasından başka yoktur suçumuz”

Ve Üstad yürüdü gitti serdi seccadesini
Mahkeme koridorunda kıldı farz namazını

Mahkemeye de mecburen ara verildi biraz
Üstadın talebeleri de hemen kıldılar namaz

Ahmet TANYERİ – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Gençlerde Allah Korkusu ve Ahirete İmanın Önemi

Dindar nesil tartışmalarının süregeldiği bir ortamda sanki dindar bir nesil yetiştirmenin ne kadar önemli ve gerekli olduğunu kanıtlayacak bir çok haber ve görüntüyü raslıyoruz. Adeta gençliğin acınacak halleri bize gösterilmeye çalışılıyor.

İnternette gezinirken bir eğitimci olarak beni şok eden bir videoya rastladım. Bu video görüntüsü İstanbul’da bir lisede çekilmiş. Sınıfta Öğretmenin olduğu bir sırada çekilmiş. Görüntülerde  kız ve erkek öğrenciler kendinden geçmiş bir şekilde bira içip şarkı söylüyorlar.İşin acı tarafı Öğretmen sınıfta masasında oturmuş bir şeylerle uğraşıyor.Sanki sınıfta hiçbir şey yokmuş gibi umursamaz bir tavır içinde.Bu görüntüleri izlerken bu gençlerin ne kadar boş bir şekilde yaşadıklarını ve toplumun geleceği olarak gördüğümüz bir gençliğin ne kadar acınacak hallerde olduğuna bir kez daha düşündüm.Ancak başka bir duruma daha şaşırdım.Masum bir şekilde İbadetlerini  yapan gençleri büyük bir suç işlemiş gibi gösteren sözüm ona dürüst! Habercilerin bu öğrencileri neden haberlerinde özel haber olarak yayınlamadıklarına şaşırdım.

Yakın bir zamanda yine lise öğrencisi 3 genç kız feci bir şekilde hayata veda etti. Birincisi ilimizde Ceylanpınar ilçesinde sözde erkek arkadaşı tarafından kendisine hakaret ettiği için öldürülen bir genç kız.Düşüne biliyor musunuz  ?Basit bir nedenden dolayı genç kızın boğazını keserek katledecek kadar canileşmiş bir ruh hali.

Diğer olay da Osmaniye de sevgisine karşılık bulamayan bir genç kendisine ilgi duymayan kızların üzerine canice rastgele ateş açıyor ve ömrünün baharında iki genç kızın ölümüne sebep oluyor.  Onunla da kalmıyor kendiside intihar edip hayatına son veriyor.

Gençlerimizi bu kadar cani olabilecek duruma getiren nedir? Sorusuna manevi eğitim yoksunluğu cevabını verebiliriz.Çünkü bu gençler nefis yönünden bütün istekleri tatmin edilmiş olsa bile ruhları bir boşluktadırlar.Bu boşluğu bazen mecazi aşklarda aramaya çalışırlar fakat bu arayışları karşılık görmeyince ruhlarındaki boşluk daha da derinleşir. Bu durum ruhi bunalıma sebep olur.Bu bunalım sonucu kimisi sevgisine karşılık vermeyen mecazi sevgiliden intikam almaya çalışır.Kimisi de nefis ve ruhun savaşında yenilgiyi kabul eder intihara teşebbüs eder.

Bu gençliğin yaşadığı feci olaylar Bediüzzaman Hazretlerinin Meyve Risalesindeki Sekizinci Meselenin Bir Hülâsasında aktardığı tespitlerini birebir destekleyen olaylardır.

‘Nev’-i insanın üçten birisini teşkil eden gençler, hevesatları galeyanda, hissiyata mağlub, cür’etkâr, akıllarını her vakit başına almayan o gençler, âhiret imanını kaybetseler ve Cehennem azabını tahattur etmezlerse; hayat-ı içtimaiyede ehl-i namusun malı ve ırzı ve zaîf ve ihtiyarların rahatı ve haysiyeti tehlikede kalır. Bazı bir dakika lezzeti için bir mes’ud hanenin saadetini mahveder ve bu gibi hapiste dört-beş sene azab çeker, canavar bir hayvan hükmüne geçer. Eğer iman-ı âhiret onun imdadına gelse, çabuk aklını başına alır. “Gerçi hükûmet hafiyeleri beni görmüyorlar ve ben onlardan saklanabilirim, fakat Cehennem gibi bir zindanı bulunan bir Padişah-ı Zülcelal’in melaikeleri beni görüyorlar ve fenalıklarımı kaydediyorlar. Ben başıboş değilim ve vazifedar bir yolcuyum. Ben de onlar gibi ihtiyar ve zaîf olacağım.” diye birden, zulmen tecavüz etmek istediği adamlara karşı bir şefkat, bir hürmet hissetmeye başlar.’ 

Evet Üstad Hazretlerinin tespitleri doğrultusunda bu gençler dini bir eğitim almış olsalardı.Allah korkusu , Ahrete iman , hesap günü ,cennet ve cehennem fikriyatıyla yaptıklarının bir hesabı olduğu düşüncesiyle hayatlarına yön verirlerdi.Çünkü Allah korkusu ve ahrete iman gençlerin iç kontrol mekanizması olan vicdanını harekete geçirir.Böylece bu gençler aile ve çevrelerine bir yük değil; olumlu bir  katkı sağlamak için uğraşırdı.

Hamit DERMAN