Etiket arşivi: Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Çocuklar Kitap Okumayı Nasıl Sever?

Çocukların her türlü davranışının zeminini duyabilmesi ve hissedebilmesi oluşturmaktadır.

Kitap okumada da bu durum geçerlidir. Çocuk okuduğu kitabı zihninde canlandırabilmesi ve orada geçen kelimelerin kendi ruhuna dokunacak bir kıvamda olabilmesi lazım ki, yani çocuk önce duyarlılığı kazanabilmiş olması lazım ki, ondan sonra okuduğu kitaplar çocuğa keyif verir. Dolayısıyla bu birinci kısım çok önemlidir. Ancak yeterli değildir.

İkinci kısımda pratik bir şeyler yapmak lazımdır. Onu da şöyle tarif edeyim; anlayarak okuma… Öğretmenler maalesef çocuklara hızlı okuma ve dakikada şu kadar kelime okuma çalışmaları yaptırırken, çocuklar kelimeleri ve harfleri yutarken aslında anlayarak okuma kısmını atlıyorlar. Halbuki okumanın en temel motivasyonu; anlayarak okumadır… Kişi anladığı satırların bir sonraki satırını okumaya motivasyon kazanır. Çocuğa bir bakıyoruz, hızlı hızlı, kelimeleri yuta yuta bir şeyler okumaya çalışıyor, iki satır öncesi ile ilgili bilgi soruyorsun çocuğa, cevap alamıyorsun. Tüm bunların hepsi neden yapılıyor? Sınava hazırlamak için. 80 dakikada 80 soruyu çözebilmesi için öğretmenler hızlı okuma egzersizleri yaptırırken,bir şey kayboluyor ortada, çocuk anlamıyor ki… Çocuk olması lazım yerine olmaması lazım cümlesini anlıyor, böyle değil yerine böyle nasıl olur anlıyor, soruyu anlama yerine zihninde uyanan şeyle cevap veriyor. Bir de bakıyorsunuz ki, denemelerde başarılı olan çocuk sınavlarda yuta yuta ve tahmin ederek okuduğundan dolayı kaybediyor. Okuduğundan da keyif almıyor. O yüzden okumanın en temel motivasyonu; anlayarak okumadır. Anlayarak okumanın temelinde de yavaş okuma vardır. Metin analizi yapar gibi, kelime analizi yapar gibi, az ama öz okumadır. Bir ritim içerisinde okumadır sanki… Sükunet içinde okumadır sanki…

Eğer çocuk anlayarak okur, anlayarak okur ise ondan sonra belki hızlı okuyabilir. Hızlı okuma, anlayarak okumanın bir devamıdır. Anne-babalar ya da öğretmenler, okumada üstünlük kazanmış kişilerin bir sayfayı birkaç saniyede okumalarına bakıp da, anlayarak okuma kısmını henüz çocuğa kazandırmadan hızlı okumayı kazandırmaya çalışırlarsa sınavda hepsi dökülüyor işte.

“Ya oğlum bu soruyu yüz kere çözdük, neden cevaplandıramadın? ”

Sınav sırasında bir de o kaygıyla hızlı okurken çocuk okuduğu şeyi anlayamadı ki…

Çocuğunuzla birlikte oturup ve sadece 2 paragrafı karşılıklı olarak mukabele eder gibi, 10-15 dakika anlayarak okuma yaptıktan sonra çocuğunuzu özgür bırakın. Gitsin oynasın. Aradan 2-3 saat geçtikten sonra “Oğlum bir bakar mısın, gazetenin spor sayfasında bir yazı denk geldi, şunu birlikte okuyalım mı?” deseniz ve yine bir paragrafı 10-15 dakikalık süreçte analiz ederek, “Nasıl olmuş? Ha, şu futbolcu şunu söylemiş, teknik direktör de şu transferi gerçekleştirmiş…” şeklinde tam anlayarak okumayı yapsanız ve bunu da çocuğu bir yere hapseder gibi değil de, çocuğunuzun okumaya elverişli bir ruh halinde olduğu zaman dilimini seçerek uygulamalısınız.

Üçüncü kısma gelirsek…Çocuklar bildikleri bir şeyi okurlarsa keyif alırlar. Alacağınız hikaye kitabını önce siz bir anlatın. Mesela tarihi hikayelerimizden anlatabilirsiniz. Anlattığınız hikayenin kitabını da çocuğunuza hediye ederseniz, çocuk sizin anlattığınız hikayenin kitabını okurken zevk alır. Çocuklar okuma alışkanlığı kazanırken bildikleri bir şeyi okumaktan keyif alırlar. Okumaya yeni başlamış bir çocuğa anlamını kavrayamayacağı, yabancı kelimelerin çok olduğu, cümlelerin uzun olduğu kitaplar kendi başına okutturulursa çocuk sıkılır, bunalır… Anlamıyor ki… Filmi yapılan kitaplar var piyasada. Sinemasını izletip kitabını alabilirsiniz. Böylece çocuk kitabı o izlediği sinemayı izler gibi okuyor. Çocuk bu şekilde okumanın ilk bariyeri olan anlam kısmını sinemadan kapıyor, okuma kısmını ise kitabın satırları arasında buluyor.

Dördüncü kısımda ise şunu görüyoruz; çocuk okurken hayal edebiliyor ve zihninde yoğunlaştırabiliyorsa, bu çocuk okumada derinlik kazanır. Ama çocuk hayal edemiyor, zihninde birleştiremiyor, aklında derinleşemiyor ise, anlamları birleştiremeyeceğinden dolayı sıkılır çocuk. Alınan kitabın çocuğun yaş dönemine hitap ediyor olması da kitap okumada önemli bir etkendir. İçeriğin çocuğun ilgisine ve beklentisine göre olması, ebeveynlerin dikkat etmesi gereken hususlardan biridir.

Çocuğa kitap okuma alışkanlığı kazandırmada yapılacak faaliyetlerden birisi de; radyo tiyatrolarıdır. Eskilerde köylerde köy odaları olurdu. Ya da büyükler bir araya geldiklerinde birbirlerine hikayeler, geçmişte olan olayları, peygamber kıssaları anlatırlardı. Herkesin sükunet içinde dinlediği olayları sanki canlandırır gibi anlatırlardı. İşte tüm bu canlandırma, hayal etme, hayal ettirme, çocuğun zihninde bir olayı belirginleştirme okumaya da katkı sağlayacaktır. Günümüzde köy odaları yok. Günümüzde 3-5 beyefendinin bir araya gelip çocuk merkezli konuşmaları da yok. Peki bunu nasıl yapacağız? Radyo tiyatrolarını evinizin içinde bir gelenek haline getirin. Akşamları lambaları kapatın, gözlerinizi de kapatarak yere ya da koltuğa uzanın ve o tiyatrodan gelen sesleri dinleyin, zihninizde canlandırın. Çocuk böylelikle zihnen takip etme ve konsantrasyon yeteneği kazanıyor. Bu yetenekler de zamanla kitap okumada hayal edebilmeyi ve zihnen yoğunlaşabilmeyi oluşturuyor.

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Çocukla ilgili problemlerde hangi uzmandan hangi yardım alınabilir?

Zaman zaman birçok anne baba, çocukları ile ilgili yaşadığı sorunlara doğru çözümler üretebilmek için uzman desteğine ihtiyaç duyarlar.

Kimi zaman okulun “çocuğunuzu bir uzmana gösterseniz iyi olur” tavsiyesi, kimi zaman “ben bu çocukla baş edemiyorum” çaresizliği profesyonel yardım arayışını başlatır…

Peki, hangi durumda hangi uzmana gitmeli? Psikiyatr mı, psikolog mu, pedagog mu? Bunların birbirlerinden farkı nedir?

İşte bu yazıda, anne babalar, kısa ve öz olarak hangi uzmandan nasıl yardım alabileceklerini bulabilirler.

Psikiyatr, zor ve uzun bir tıp eğitiminden sonra elde edilen “hekimlik” mesleğidir. Psikiyatr doktordur, ruh sağlığı doktoru. Akıl hastalıklarından ağır kişilik bozukluklarına kadar geniş bir alanda görev yaparlar. Gerek kalıtsal, gerek sinir sistemi ve gerekse de vücut kimyasında meydana gelen anormalliklerin yol açtığı bozukluklar psikiyatrinin ilgi sahasına girer… Psikiyatrlar tıp doktoru oldukları için, “tanı” koyma, “tedavi” etme ve gerekirse hastanın hastanede yatması için “rapor verme” süreçlerini yönetirler. Hastalıkların tedavisinde kullandıkları ilaçlar “yeşil reçete” ile satılan, içinde “narkotik” etkiler bulunabilen ve bağımlılık yapabileceği için doktor kontrolünde alınması gereken ilaçlardır. Çocukların okul ve ders problemleri, kardeş kıskançlıkları, ebeveyn çocuk çatışmaları gibi birtakım hafif düzeyde “davranış problemleri” için değil, muhtemel bir ruhsal rahatsızlıkta psikiyatrın kapısı çalınmalıdır. Psikiyatr ile yardım alan kişi arasındaki ilişki,  “hasta-doktor” ilişkisidir.

Psikologlar, genelde psikiyatrlarla oldukça sık karıştırılırlar. Psikologlar doktor değil, terapisttir. Terapistler, birtakım “psikoterapi” yöntemleri kullanarak sorunların çözümünde rol oynarlar. Psikologlar ilaç yazmaz, konuşarak ve telkinde bulunarak çözüm elde ederler. Hekimliği ilgilendiren, ruh hastalıkları hariç olmak üzere, her türlü psikolojik sorunların çözülmesinde yetişkinlere destek olurlar. Çocuk sahasında uzmanlaşan psikologlara, “çocuk psikoloğu” denir. Alt ıslatmadan tırnak yeme problemine kadar geniş bir alanda danışmanlık hizmeti verirler. Psikolog ile yardım alan kişi arasındaki ilişki, “danışman-danışan” ilişkisidir.

Pedagoglar, çocukluk döneminden yetişkinliğe erişinceye kadar “kişilik gelişiminde” rol alan uzmanlardır. Çocukların “okul ve eğitim” problemlerinden “davranış bozukluklarına” kadar geniş bir alanda görev yaparlar. Kullandıkları birtakım terapi yöntemleri ile problem davranışa yol açan “kök probleme” erişip sorunun çözülmesine katkı sağlarlar. Hekim değildirler, ilaç yazmazlar. Çocuklarda görülen problemler genellikle dış etkenlerle oluştuğu için, pedagoglar aynı zamanda “aile danışmanı” veya “eğitim danışmanı” olarak da rol oynarlar. Pedagog ile yardım alan kişi arasındaki ilişki, “danışman-danışan” ilişkisidir.

Çocuk problemlerinde arzu edilen çözüm önerisi “ilaç kullanmadan” ve “kök probleme” erişerek olmalıdır. Zira çocuk, henüz küçüktür ve ilaç kullanmadan çözülebilecek bir sorunda onu ilaca yönlendirmek “çocuk hakkı ihlalidir.”

Ancak, genelde ilaçsız çözümler uzun sürdüğü ve kök problemler kimi zaman anne baba hatalarını, kimi zaman da eğitim kusurlarını ortaya çıkarttığı için pek tavsiye edilmemektedir maalesef.  İlaç kullanarak çözüm elde etmek pratik olduğu için, “çocuğunuzu bir uzmana gösterin” tavsiyesinden sonra genelde “ilaç kullansa iyi olur” diye de ilave edilmektedir.

Çocuk, ebeveyne emanet edilmiş bir aziz misafirdir.

Kendi üzerinde tasarrufta bulunamayacak kadar bilgisizdir. Onun adına gerçekleştirilecek her eylem, ebeveynin bilgi düzeyi ve vicdanına emanettir.

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş – Aksiyon

Din Eğitimindeki Yanlışlar ve Birkaç Çözüm Önerisi

Ülkemiz eğitim uygulamaları içinde en sorunlu olanı “din eğitimi” olsa gerek. Din eğitimi derken, çocuğa Kur’an öğretilirken dayak atılmasını kastetmiyorum. Zira bu, pedagojik değil, insani bir sorundur…

Benim kastettiğim, ‘pedagojik uygunluk’ adına din eğitiminin zarara uğratılması.

Örneğin, çocuk hareket ederken daha kolay öğrenir. Durağanlık öğrenmeyi zorlaştırır. Mesela, çocuğa “Bu gün yağmur yağdı / Ben sokakta sek sek oynadım / Annem bana seslendi / Haydi, oğlum içeri…” şeklinde bir şiirin ezberlenmesine yardımcı olunacaksa, bu sözlerde geçen her bir ‘davranışı’ harekete dönüştürmek, öğrenmeyi kolaylaştırır. Yani, ‘Bugün yağmur yağdı’ derken eller yukarı kaldırılıp aşağı doğru yağmur taklidi yapmak… ‘Sek sek oynadım’ derken, sek sek zıplamak… ‘Annem bana seslendi’ derken seslenme işareti yapmak öğrenmeyi kolaylaştırır.

‘Hareket ile öğrenme’ var olan ve kullanılan bir pedagojik yöntemdir.

Ancak hareket ile öğrenme Kur’an eğitiminde kullanılamaz.

Zira oyuna çevrilmiş hareketlilik ile Kur’an ezberlemek, Kur’an eğitiminden beklenilen “tasavvufi derinliğin” oluşmasını zorlaştırır. Çocuk, şarkılaştırdığı, oyuna dönüştürdüğü Kur’an ile “iç derinliği” elde edemez. Bu yöntemle öğrenilen Kur’an’ın insan için bir huzur kaynağı olmasının önüne geçilmiş olur.

Peki, doğru yöntem nedir? Kur’an, ‘hareket’ ile değil, ‘kıraat’ ile öğrenilir.

Kur’an’ın kendine has bir “melodisi” vardır ve çocuklar melodi taklidinde oldukça başarılıdır. Hatta öyle ki sürekli dinledikleri sanatçıları aynı ses tonu ile taklit edebilecek kadar yeteneklidir çocuklar. İşte çocuğun bu yeteneğine tutunarak Kur’an öğrenmesini sağlamak doğru bir pedagojik yöntemdir. Çocuk, bir Kur’an hafızının 4’er dakikalık sure okuyuşlarını sürekli dinlerse, bir süre sonra o okunuşu taklit edeyim derken, farkına bile varmadan ve tasavvufi derinliği kaybetmeden Kur’an ezberini gerçekleştirebilir, hem de o hafızın kıraati ile…

Sadece Kur’an ezberlemede değil hatalar… Kur’an harfleri öğretilirken de çocuğa eziyet ediliyor maalesef…

Örneğin, ‘elif’ harfi öğretilirken, elmanın ‘e’si diye tanıtılıyor. Elif harfi, elif sembolü ile gösterilmelidir, elma ile değil. Çünkü elif, elma değil, eliftir. Bir harfin kendi ismi varken, onu bir başka isimle anlatmak, kulağı tersten göstermekten başka bir şey değildir.

Yerimiz olsa da ülkemiz çocuklarının din eğitiminde nasıl da zarara uğratıldığını tek tek yazsam.

Son bir tane daha yazayım…

Kur’an harflerini öğrenmiş çocuklar bir sonraki aşamaya geçtiğinde, bu harfleri birbirine bağlamayı öğreniyorlar. Ancak görüyoruz ki harfler birbirine bağlanırken, güncel yaşamda hiç kullanılmayan ve çocuğun hiç duymadığı harf grupları tercih ediliyor elif cüzlerinde.  Örneğin; EBEDE, EDEBE, VECEDE, BEDELE… Bu harf grupları belki Kur’an’da geçen kelimeler olsa da çocuk için henüz bir bilinmezlik ifade eden bu kelimelerle Kur’an öğrenmek, hem sıkıcıdır hem zordur… Hâlbuki Kur’an harfleri ile çocuğun zaten günlük yaşamda kullandığı kelimeler yazılsa, çocuk bildiği kelimeleri okusa öğrenme daha heyecan verici ve kolay olur. Örneğin: ARABA, ŞEMSİYE, BEBEK, ANNE, BABA…

Bu yöntem Osmanlı’da ne de güzel şekil almış…

Osmanlı, Kur’an harfleri ile güncel yaşamda geçen kelimeleri yazmış, çizmiş, okumuş… Çocuk harfleri öğrenirken zorlanmamış, zaten doğduğundan beri duyduğu kelimeleri yazı dili ile kolayca öğrenmiş gitmiş…

Şu an kullanılan klasik elif cüzleri belki yetişkin eğitimi için kullanılabilir, ancak çocuklar için ‘pedagojik elif cüzlerine ihtiyaç var ülkemizde…

Dedik ya, eğitim uygulamaları içinde en sorunlu olanı maalesef din eğitimi…

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş – Aksiyon

İnanç eğitiminin temel prensipleri

Pedagojinin en karmaşık iki konusu vardır; biri “Mahremiyet Eğitimi”, diğeri de “İnanç Eğitimi”…

Karmaşık olmasına rağmen yazmaya çalışacağım…

Fransız Devrimi ve aydınlanma hareketinin öncüsü Voltaire’in, “Ya yıldızların her biri bir mühendistir veya onları yapan bir mühendis var.” sözünü bilirsiniz…

Sıradan gibi görünen bu etkili söz, aslında oldukça önemli bir pedagojik prensibi de içinde barındırır… Bu prensip, çocuklarda inanç eğitimi “zattan sıfata” değil, “fiilden zata” olmalı prensibidir.

Bu ne demek?

Şöyle ki: Birçok yetişkin, çocuklara Allah’ı anlatırken, onun “iyi” ve “güzel” olduğundan yola çıkar… Bu anlatım pedagojik olarak yanlıştır… Zira burada, iyi olma sıfatını basamak ederek zat olan Allah anlatılmaya çalışılmaktadır… Hem Allah’ın varlığı hem de “iyi” ve “güzel” soyut kavramlardır ve bir soyut kavramı bir başka soyut kavram ile izah etmek hem zor hem de dolambaçlı bir yoldur…

Hele ki bu çocuksa…

Çocuklara soyut kavramlar, somut kavramlardan yola çıkılarak anlatılır…

Eğer bir soyutun, gözle görülür somut icraatları varsa, anlatımlar, bu fiili somut icraatlardan yola çıkarak yapılandırılmalıdır.

Örneğin; yazmak bir fiildir, yazar bir zattır… “Bir kitap kendi kendine yazılabilir mi? Onu bir yazan olması gerekir…” şeklinde izah, yazma fiilinden yola çıkarak o kitabı yazana eriştiren doğru bir pedagojik anlatımdır…

Ya da “Nasıl ki küçücük bir iğne dahi ustasız olmaz…” diye başlayan bir anlatımla, iğne yapımı “fiilinden” yola çıkarak, onu yapan ve fakat o anda orada görünmeyen “ustanın” varlığına erişilebileceği gibi, Allah’ın varlığı da onun icraatları üzerinden, bir başka deyişle, fiilleri üzerinden gerçekleşirse pedagojik olarak doğru olur…

Örneğin; cansız cansız ağaçların bir kurallar dizini içinde rengârenk meyve vermesi, o ağaçların bir yaratıcısının var olduğu bilgisine eriştirir… Gökyüzündeki yıldızların bir düzen içinde akması, o yıldızların bir sahibi olduğunu çağrıştırır…

İnanç eğitiminde yapılan yaygın hatalardan biri de Allah’tan yola çıkarak peygamberlerin anlatılmasıdır.

Yani, Allah’ı ve peygamberleri merak eden çocuklara işin daha başında “Allah insanlara iyilikleri ve güzellikleri anlatması için peygamberler gönderdi” diye başlamak “pedagojik olarak” yanlıştır…

Doğru olan, peygamberlerden yola çıkarak Allah’ı anlatmaktır… Bir başka deyişle, somuttan yola çıkarak soyutu anlatmaktır…

Bunun yanı sıra, peygamberlerin anlatımları ise hem sıfattan yola çıkarak zatı anlatma ve hem de fiilden yola çıkarak zatı anlatma prensipleri uygulanabilir…

Yani; peygamber bir zattır… Onun sıfatları iyilikler ve güzelliklerdir…

Çocuğa peygamberlerin insan, ağaç, kuş, karınca sevgisinden yola çıkarak anlatılması pedagojik olarak doğrudur…

Bununla birlikte, yine peygamberleri anlatırken, “fiilden zat” anlatımı prensibi de kullanılabilir. Örneğin, peygamberlerin, zengin insanlara, fakirlere yardım etmesi için tavsiyelerde bulunduğu; insanların birbirlerinin haklarına saygılı olması için onlara eğitim verdiği; peygamberlerin insana huzur veren bir tebessüm sahibi olduklarından söz edilebilir…

Özetle; Allah’ı fiilden-sıfata anlatmak…

Peygamber ile Allah’ı anlatmak…

Peygamberi “sıfattan-zata” veya “zattan-sıfata” anlatmak, doğru pedagojik yöntemlerdir.

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş / Aksiyon

Bu Tatil Başka Tatil Olsun

Tatilde ne yapmayı planlıyorsunuz bilmiyorum; ama yapmamanız gereken en önemli şey, çocuğunuzun tatilini zehir etmek.

Her gün tekrar etmeyin örneğin “Kaç gün oldu hâlâ hiç ders yapmadın!” diye.

Zira tatil, ders yapma zamanı değil, ders yapmama zamanıdır. Korkmayın, okulda öğrendiklerini unutmaz çocuk. Aksine, pekiştirir tatilde. Ama ders yaparak değil, öğrendiklerini uygulayarak…

Mesela, matematik kitabına bırakın okulda çalışsın ama uygulamasını sokakta yapsın. Verin parayı, gitsin markete. 10 yumurta, 2 süt, 1 ekmek almaya… Hesap etsin kendince, parasını denk getirmek için. Göreceksiniz odada yalınız başına ders yapmaktan daha keyifli gelecek matematik ona.

“Tatil bitti, sen bir sayfa bile kitap okumadın!” demektense, alın çocuğunuzu gidin bir ören yerine, coğrafya dersinde anlatılan konuları orada görsün çocuğunuz. Heyecanlansın, çokbilmişlik taslasın, size anlatsın derste duyduklarını oraları gezerken. Keyif alın onu dinlerken. Baba olmanın tadını çıkartın. İşte tatil bu, fırsat ayırın kendinize…

Hem evde rahatlamak ister insan; konuşmak, gülmek, sohbet etmek, dinlenmek ister…

İzin verin istediği saate kadar yatsın örneğin. ‘Hadi kalk kahvaltı yapacağız’ diye başlamayın hemen söylenmeye tatilde de.

Genişleyin biraz…

Özgürlüğünü hissetsin sizin genişliğinizle. Bilirsiniz, özgürlük iyi gelir insana.

Sallapati dolaşsın evin içinde örneğin. ‘Atletin görünüyor elbisenin altında, ne biçim çekmişsin pantolonunu!’ demeyin hemen.

İnsan umarsız olmak ister arada bir, bazen de kuralsız…

Kaygılanmayın, her çocuk biraz öyledir, bazen sakar, bazen beceriksiz… Söylenmek yerine, bu sefer bir kez de tebessüm edin çocuksu hâline. Göreceksiniz iyi gelecek bu ilişkinize. Çocuklar unutmuyor tebessüm ettiklerinde anne babalarının hatıralarını…

Sinemaya gittiklerini de unutmuyor…

Hesap edin, en son ne zaman sinemaya gittiniz ailecek?..

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş