Etiket arşivi: Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Ergen çocuğa karşı ailesi ve öğretmenleri neye dikkat etmelidir?

Komşumun ortaokula giden oğlu okulda öğretmeni tarafından dövülmüş ve çocuk  bu şiddetin tesiri ile eve gidememiş, hırsını yenememiş. Ailesinden uzak kalmak için bir yakınının yanına giderken kaybolmuş, parası bitmiş ve en son noktada eve geldiğinde korkudan evin çatı katında saklanmış. Böylesi durumlarda ne yapılmalı?

Bir öğretmen çocuğu döverek aslında nelere yol açmış… Özellikle öğretmen arkadaşlara ya da velilere sesleniyorum; Allah rızası için gitsinler öğretmenlerle konuşsunlar… Ergenliğin ilk döneminde olan bir çocuğu dövmek, çocuğa vurmak, onu küçük düşürmek çok kötü durumlarla neticelenebilir ve anne-baba farkına bile varamaz. Çünkü çocuk ergenlik döneminde çok onurludur. Onuru kırıldığı sırada nereye gittiğini bilmeden, hangi otobüse bindiğini fark etmeden, önüne kimin çıkacağını düşünmeden şaşkına dönmüş halde bir yerlere savrulur.

Ergenlik döneminde genç kızların veya genç delikanlıların karşısında öğretmenlik vazifesi ile duran kişilerin oldukça dikkatli olması gerekir. Ergen çocuk veya ergenliğe girecek çocuk gururludur. Burnundan kıl aldırmaz. Onunla ilgili biraz aşağılayıcı, hafife alıcı, dalga geçici bir şey söylemiş olsanız gururunu zedelemiş olursunuz. Örneğin;

”Kavak gibi boyun olduğu halde aklın bir türlü bu işlere ermiyor.” deseniz… O sırada siz de dahil olmak üzere tüm sınıf gülse; çocuğun o sivilceli yüzü birden bire kızarmaya başlar ve çocuğun içinde büyük bir deprem olur. Siz çok basit bir şey söylediğinizi düşünebilirsiniz ve biraz sonra öğretmenler odasında çayınızı, kahvenizi yudumlarken aklınıza dahi gelmeyecek.

”Kavak gibi boyun olduğu halde aklın bir türlü bu işlere ermiyor.” demekle çocuğun fiziğiyle dalga geçmiş ve hafife almış oldunuz. İşte bu çocuk artık sizin derslerinizde muhtemelen ya ezik bir vaziyette ya da size karşı şiddetli bir vaziyette olacaktır. Çünkü ergen çocuk gururludur; eğer o gurura dokunacak ufacık bir şey söyleseniz dahi, duyuları çok hassas olduğundan farklı manalar üretebilir.

Bir kız çocuğuna seslenmiş olsanız ve sivilcelerine dikkat çekerek;

”Yüzüne galiba pudra sürdün sen, sivilcelerin de alttan baya kendini göstermiş.” deseniz… Boyunun kısalığına, saçlarını tarama biçimine ya da yeni yeni terleyen bıyıklarına vurgu yapsanız;

”Bıyıkların da maşallah baya güzelmiş.” deseniz ergen çocuğa… Arkadaşları içerisinde söyleyeceğiniz tüm bu sözler çocuğun içerisinde büyük bir öfkeye, büyük bir depreme yol açar. Dolayısıyla ergen bir çocuğa öğretmenlik yapan kişinin ergenin fiziksel özellikleri, kıyafeti, konuşması gibi gururuna dokunacak olan noktaları asla dillendirmemeli.

Ufacık dokunmayı ya da sözel olarak bir şey söylemeyi bırakın, bir de arkadaşları içerisinde döven bir öğretmen muhtemelen o çocuklarla arasındaki bağı koparır… Sonra nasıl becereceksin o öğretmenliği? O sınıfın içerisine hangi yüzle gireceksin? Dayak attığın çocuğa ertesi gün nasıl ders anlatacaksın? Peki bu çocuk nasıl öğrenecek? Dayak yediği birisinin anlattıklarından bir şeyler öğrenir mi hiç çocuk? Lütfen biraz empati kurun çocuklarla…

Hangi yöntem ve hangi kural ile bir başkasının tenine, vücuduna, canına uzanabiliyorsunuz? Hele ki birer şefkat abidesi gibi, çocuğa bir şeyler verebilmek için kendinden fedakarlık yapması gereken bir öğretmenin bunu asla yapmaması lazım… Hayalinden bile geçirmemeli… Böyle bir yöntemin var olduğunu dahi düşünmemeli…

Okulda işler yolunda gitmediği için bir delikanlı ve ailesi yanıma gelmişlerdi. O delikanlı ile konuşurken bana şöyle bir soru sordu:

”Benim kulaklarım büyük mü gerçekten?”

Baktım, normal bir kulaktı. Kendisine:

”Hayır, normal bir kulak. Belki benim kulaklarım senden büyüktür ama seninki büyük değil.”

Bunu neden merak ettiğini sorduğumda; arka sıradaki kızların önde oturan bu delikanlıya ”Kepçe kulakların var. Kocaman kulakların var.” şeklinde söylemlerinin olduğunu belirtti. Çocuk o günden sonra mümkün olduğunca kulaklarını şapkayla kapatmaya başlamış, aynada da ilk baktığı yer kulağı olmuş, kardeşinin kulağını ölçmeye çalışmış, annesinin kulağına bakmak istemiş. Neden? Çünkü ergen çocuk komplekslidir. Desen ki;

”Senin gözlerin küçük”

Çocuk gerçekten gözlerinin küçük olduğunu zanneder. Parmaklarının inceliğinden bahsetseniz, parmaklarının ince olduğunu düşünmeye başlar.

Yine başka bir gün 35 yaşlarında bir kişi ile konuşuyorduk. Çocukluk yıllarında alınan yaralarının büyüklüğünden bahsederken şunu söyledi:

”İlkokuldayken bir gün şiir okumak için öğretmenimin beni tahtaya çağırdığı sırada, arkadaşlarımdan bazıları benim yürüyüşüme eğri bacak diyerek dalga geçtiler. Sonrasında da aynı şekilde hitap ettiler hep. Bu yaşa geldim, hala bu hissi üzerimden atamadım. Diyelim uzağımdaki kişiye doğru yaklaşıyorsam, bacaklarımın hep eğri eğri yürüdüğünü zannediyorum ve bu yüzden çok eziklik hissediyorum.”

Ne zaman oldu bu olay? 8-9 yaşlarında, şimdi 35 yaşında…

Aradan 20-25 yıl geçmiş, hala mı bu acı duruyor? Evet…

Çünkü çocukluk yıllarında duygulara alınan darbeler insanın bütün bir yaşamını etkiler. Ergen çocuk komplekslidir. Ergen çocuğun kompleksleri hakkında konuşulmaz. 6-7 yaşında bir kız çocuğuna bacağın eğri diyorsun, ergenlik döneminde de onu bir hatırlatırsan, çocuk birden bire yıkılır, yürümesini şaşırır.

Ergen çocuklara öğretmenlik yapacak, anne babalık yapacak, rehberlik yapacak kişiler!

Aman, dikkat!

Çocuğun kompleksleri ile ilgili bir imada dahi bulunmayın… Çünkü ergen çocuklar eleştirileri kendi kişiliği ile, kendi kimliği ile bağdaştırır; o eleştiriyi de eleştiri olarak kabul etmeyebilir. Çünkü duygu dünyası yeni yeni inşa ediliyordur. Oluşmamış olan duygu dünyasına en ufak bir hatalı dokunuş, çocuğun içerisinde ciddi arızalara sebebiyet verebilir.

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Çocuk Deyip Geçmeyin Bölüm 235/ Kısım 1

Kardeşler arasında adaletli olmanın önemi ve ideal yaş farkı

Yaşları 8-10-12 olan üç tane erkek çocuğum sürekli birbirlerini kızdırıp kavga ediyorlar. Böylesi durumlarda nasıl davranmamız gerekiyor?

Çocuklarınıza eşit davranmayın; birbirlerine karşı çekememezlik, hırçınlık, kıskançlık oluşturur.

”Peki ayrıcalıklı mı davranmalıyız?”

Evet, çocuklarınıza ayrıcalıklı davranmalısınız. Çünkü her çocuk ayrı bir dünyadır. Eşit davranalım derken adalet hissini zedelemiş olursunuz. Burada anne-babanın görevi adil olmaktır.

Örneğin; iki tane çocuğunuzun olduğunu düşünelim. Çocuklardan biri çok sosyal, ötekisi de çok duygusal bir çocuk olsun. Sosyal olan büyük çocuk vurdumduymaz, küçük ise bir şey söylendiğinde alınganlık göstersin. Bunlar evin içerisinde oynarken birbirlerini iteleyip vazoyu düşürmüş olsunlar. Yanlış olmasına rağmen siz de birden sinirlendiniz ve eşit davranacağım düşüncesiyle ikisine de; ”Gelin bakalım” diye seslendiniz. Küçüğe sordunuz:

”Ne oldu burada?”

”Abim beni iteleyip yere düşürdü”

Aynı soruyu büyüğe de sordunuz.

”O da beni tekmelemişti, şunu yapmıştı, bunu yapmıştı” şeklinde kendini savundu. Böylece kaotik bir ortam oluştu.

Siz de bu durumda, ”Gidin! Yarım saat odanızdan dışarı çıkmayın.” diyerek ceza verdiniz. Burada bir parantez açarsak; insan cezayla terbiye olmaz, vicdanıyla terbiye olur. Maalesef günümüzde birçok ebeveyn çocuğu cezayla terbiye etmeye çalıştığı için bu örneği kullandım.

Eşit davranmayı düşündüğünüz bu durumdan en çok kimlerin etkilendiğine bir göz atalım. Duygusal olan çocuğun kapısını aralayıp bakacak olursak; çocuğun kendini yatağın üstüne atmış, kafasını yastığın altına koymuş ve ayaklarını da karnına doğru toparlamış şekilde, annesinin ona bağırmasına ve ceza vermesine ağladığını görürüz.

Diğer çocuğun kapısını açtığımızda ise; muhtemelen kulağında kulaklık, odasının içerisinde halay çektiğini görürüz.

Şimdi siz bu çocuklara eşit mi davranmış oldunuz?

Çocuklardan biri yastığın altına gömülmüş ağlıyor; diğeri ise odasında halay çekiyor.

Olur mu böyle bir şey?

Anne-babalar, bu yüzden çocuklarına ince bir sanatın sahibi olan sanatkar gibi davranmalılar. Adalet hissiyle çocuklarına yaklaşmaları lazım ki; kullandıkları her bir kelimenin diğer kardeşte nasıl bir tesir oluşturacağının hesabını yaparak davranmış olsunlar. Yoksa eşit davranacağız diye çocukları perişan ederler. Sonradan her ne kadar kendi vicdanlarını teselli etmeye çalışsalar da; çocuklardan birinin yıpranmasına, diğerinin vurdumduymaz olmasına sebep olurlar.

Evde 2-3 çocuk var ise; ebeveynler her çocuğa ayrı şekillerde hitap ederek, kendilerini farklı karakterlerin terbiye edicisi olarak görmeleri gerekiyor.

Kardeş sahibi olması açısından iki yaş aralığı çok uygun bir yaş değildir. Çünkü çocuklarda kıskançlık krizleri çıkıyor. Çocuk daha emerken anne yeni bir çocuğa hamile olmuş oluyor. Anne-çocuk iletişiminin en yoğun olduğu ve çocuğun tüm isteklerinin yerine getirilmesi gereken bir zamanda, anne gittiği hastaneden kucağında bir çocukla geri dönüyor. Şimdi bu büyük olan çocuk, küçük olanı kabul eder mi? Bilhassa 2,5-3 yaş civarı minik ergenlik dönemiyken… Bir de bu yaş döneminden sonra üçüncü çocuğun gelmesi ve onunla da iki yaş aralığı olmuş olması, anneyi zorlayan bir durumdur.

Böylesi bunaltıcı atmosferin içerisindeki bir hanımefendiden de sağlıklı bir annelik beklemek, eşlik beklemek yanlış olur. Hormonal dengeleri alt üst vaziyettedir zaten .

Dolayısıyla burada karşımıza çıkan ilk yardımcı ve terapist; babanın varlığıdır. Baba, annenin sırtındaki yükleri hafifletebilecek başarıda bir duruşla annenin yanında yer almalı ki; anne üç çocuğun verdiği ezilmişliği ve yıpranmışlığı kendi üzerinden atabilsin.

Çocuk Deyip Geçmeyin Bölüm 2 Kısım 1

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Mizaç, fıtrat, karakter ve kişilik nedir? Aralarında nasıl bir ilişki vardır?

“Mizaç(huy) değişmez, karakter değişir.” diyorsunuz, bunu biraz açar mısınız?

Mizaç ve huy kişinin nüvesidir, özüdür. Yaratılışta bardağın içine damlatılan iksir aslında… İlk var olduğu anda kendisini yönetecek merkez kısımdır. Atomun çekirdeği gibi, insanın çekirdeği de huyudur. O huy ve mizaç herkeste farklıdır. Herkeste farklı olan bu mizaç, kişinin ileride nasıl bir ruh haleti durumunda olabileceğinin ilk yapı taşlarını oluşturur. Dolayısıyla mizaç doğuştandır ve kişinin daha çok duygu durumunu ifade eder.

Çocuğun var olduğu hali ile kendini ortaya koyabilmesi için zemin oluşturmak gerekir. Çocuğa saygın davranabilmeli ve onu aziz bir misafir gibi kıymetlendirebilmeli ki; çocuğun içerisinde var olan o öz ortaya çıksın. Böylece çocuk varlığı ve yaratılışın ilk damlası ile şekillenmeye başlayacak. Coşku dolu bir halde ise, o hal ile kendini ortaya koyacak. Çocuğu “Zıplama, koşma, gülme, günah olur…”  sözleriyle şekillendirip, bir kimliğe bürünmesini sağlayan o halin önüne geçersek, çocuk huyunu ortaya koyamamış olur. Mizacını yani duygu dünyasını dışarıya yansıtamamış olur. O huy içinde barınsa da, sergileyemez. 30-40 yaşına gelip “Ben hiç çocukluğumu yaşayamadım.” dediğimiz şey var ya; işte özün kendini ortaya koyamaması ve engellenmesidir. Yahut gizli tutulması ile çocuğun yeni bir kişiliğe doğru gittiği haldir.

Fıtrat ise bütün insanların ortak özelliğidir. Mizaç ve huy insanların özel hali iken, insan olmanın özel hali fıtrattır…

İnsan onurludur, kişiliklidir, iyidir, değerlidir… Bunların hepsi tüm insanlığa ait, insan olmanın vasıflarıdır.

Kuşun fıtratında uçmak vardır, kedinin fıtratında miyavlamak vardır. İnsanın fıtratında da iyilik yapmak vardır. İnsan neden iyilik yapmıyor? Çünkü fıtratını ortaya koyamıyor. Fıtratı kaygılanıyor… Çocuğun özü, iç dünyası, benliği tehdit içinde kalıyor. Bir bakıyorsunuz ki; kişi insan fıtratının haricinde işler yapmaya başlıyor. Çünkü fıtratını ortaya koyarken engellemeler, baskılar ve zorlamalar ile karşı karşıya geliyor.

İnsanın sürekli ve iradi yaptığı davranışlara karakter denir. Örneğin; iyilikseverlik ya da namaz kılmak onun karakteri olmuştur.

Bir davranışın karakter haline gelmesi için, uyanıklık şarttır. Namaz kılarken robotik hareketler yerine; duyarak, hissederek kılmak uyanık olmayı sağlar. Uyanık olma haline de iradi hal diyoruz. İradi hal; kişinin kendi tercihleri ve direnci ile bir davranışı yapıyor ya da yapmıyor olduğu haldir. Yalan söylememek yani dürüstlük bir karakter örneğidir.

Karakter sonradan oluşur ve en çok da baba figürü etkilidir. Baba dirençli, kararlı, yapabilme-vazgeçebilme, sorumluluklarını yerine getirebilme hali ile, kendini gözlemleyen çocuklarına karakter edindirir. Çocuk babaya bakarak karakter sahibi olur. Anne karakter üzerinde kısmen etkili olsa da, çocuk anneden daha çok kişiliği edinir. Kişilikte ise kendi duygu dünyasını ifade etmesi üzerine olan bir hal vardır. Dış dünyaya yansıttığı kendi iç halidir esasen. Kişinin dışarıya karşı yüzüne taktığı maske ile kendi iç dünyası arasında ne kadar fark varsa, o derece kişilik bozukluğuna sahiptir. Kişi iç dünyasında öfkeli; ancak dış dünyasında sakinlik içindeyse bir arıza vardır. İç ve dış dünyası ne kadar örtüşüyorsa ruhen o kadar sağlıklıdır.

Mevlana Hazretleri’ nin şu sözü en güzel kişilik tarifidir;

Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol…”

Bu hali yakalayabilmek de çocuğun duygusal olarak beslenmesine bakar. İç dünyasını ortaya koyarken duygusal destek edinmişse, güven duygusu içindeyse; ancak böylesi bir çocuk kaygısız olarak iç alemini yansıtır. Güven ve duygusal yakin elde edebilmek, daha çok anneyle alakalıdır. Çünkü ruhsal olarak iç içe geçme hali, babadan ziyade anne ile sağlanır. Kişilik bir edinme halidir, öğrenme değildir. Öğrenilmiş kişilikler sahtedir. Edinilmiş kişilikler de, çocuğun anneyi kendi ruhuna sindirmesiyle olur. Anne ne ise, çocuk ona dönüşür.

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Çocuk Deyip Geçmeyin Bölüm 366 Kısım 2

Allah, ölümle çocuğa tanıtılmaz

4,5 yaşındaki kızım ölmemizden korkuyor. Ben de ”Dua edelim, Allah bize uzun ömür versin.” dedim. Doğru mu yaptım?

Doğru bir cümle… Allah, tüm çocuklara anne-babaları ile uzun ömürler versin.

Ancak yaşamın nasıl şekillendiğini biz bilemiyoruz. Eğer ölümleri çocuğun erken döneminde Allah’ a bağlarsak, çocuk annesini kaybettiğinde, ” Annemi niye aldın? ” diyerek muhatap olarak Allah’ ı kabul eder. Belki de Allah’ a muhabbet duyacağı yerde tepki gösterebilir. Halbuki Allah, insanın canını kendisinin değil, Azrail (AS)’ in alıyor olması ile kendisine yönelecek olan isyanı perdelemiş oluyor. Allah, ölümle çocuğa tanıtılmaz.

Ölüm haktır. Çocuk;

” Anne ben ölürsem, anne siz ölürseniz… Ben ne yaparım o zaman?” diye sorular sorabilir. Çocuğun bu soruları üzerinde fazla durmamak lazım.

” İnşallah ölmeyiz, inşallah hep beraber yaşarız. Ölmüş olsak da çok problem değil, inşallah ahirette birlikte olacağız.” demekte fayda var.

Sizin söylediğiniz tasavvufi bir bilgi, çocuğun içerisinde bulunduğu yaş itibariyle bakıldığında, ileride Allah’ a karşı tepkiselliğe götürebilir. Dini dahi öğrenmeden, Allah’ ın azap, gazap ve can alıcı bir sıfatı ile tanıtılmış olması doğru olmaz.

Çocuğun her sorusuna cevap vermek gerekmez. Bazı soruları çok derinlemesine işlemeden geçiştirmekte fayda var.

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Çocuk Deyip Geçmeyin Bölüm 364 Kısım 5

Bir kadının pamuk ellerinin içinde aslan pençesi gizlidir

Eşim bana çok kırıcı sözler söylemekte. Yaptığım yemeği ya da kurduğum sofrayı beğenmiyor.

Kadınlar, erkeklere rağmen çok daha duygusallar ve kendilerini ifade ettikleri birkaç yer vardır.

Bunlardan birisi de; yemek masaları…

Aslında bir kadın yemek masasını hazırlarken, kendisine hazırlıyordur demektir. Sofranın üzerine bir bardak çay koyarken, bir peyniri tabağa dilimlerken, zeytini kasenin içine koyarken, ekmekleri dilimler ve masanın bir tarafına doğru yerleştirirken aslında ortaya koyduğu kendi kişiliğidir. Hani eski kilimlerin üstündeki nakışlar incelenirken, o nakışların renkleri ve dizilişleri o kilimi yapan kişinin iç dünyasını yansıtır diye devamlı anlatılır ya… Elle yapılan halılarda, kilimlerde genç bir kızın hikayesi gizlidir. O iç dünyasını, duygularını resmetmiştir. Aynen bunun gibi bir kadın, eşine, çocuklarına bir sofra hazırlarken o özene bözene hazırladığı sofranın içine kişiliğini yansıtmaktadır. Kadının sofrası, kıyafeti kişiliğidir. Özensiz konuşulmaması lazım. Kişiliğe laf söylemekle kişinin kişiliği olarak algıladığı yere laf söylemek arasında fark yoktur. Kadının bedeni de kişiliğidir. Burnu uzun, kulakları kepçe, dişi eğri olabilir, Allah onu öyle yarattı. Her şey bitti de, Allah’ ın yerleştirdiği dişe mi kaldı tüm sözleriniz? Bir kadın duyarsızlaşmaya ya da erkekleşmeye başladıkça erkeğin başına bela olur. Kadının duyularını yitirmemesi lazım, ama acıyı duya duya yitirdi hislerini. Gün gelir sana resti çekebilir.

Bir kadının pamuk elleri içinde aslan pençeleri saklıdır.

Pamuk elleri varken onu özenti içinde tutman lazım ki, evlilikteki sistem yürüsün, herkes kendi fıtratını korusun. Ama bir erkek, bir kadını savunmak zorunda bırakırsa; kediyi köşeye sıkıştırdığın gibi üstüne sıçrar. Hadi çık bakalım işin içerisinden… Kalkmıyor sabah, kahvaltı da yapmıyor, yaptırmıyor da, çok da umurunda değil. Üstünü başını, kıyafetlerini de toplamıyor, evi de toplamıyor, hadi toplat bakalım… Yüzü gülmüyor, akşam geldiğinde kapıyı çocuklar açarken kadın mutfakta duruyor. Niye durmasın ki?

Kadın, duygularına çabuk esir olur. Onun belki de isteyeceği şeylerden bir tanesi de, eşi tarafından sevildiğini, değer gördüğünü hissetmek. Duyarlılığını kaybeden kadının anneliği kaybolur. Bak bu kadın niye çocuğuna saldırıyor böyle? Yeter diye niye bağırıyor evin içerisinde? Gidiyor, o çok sevdiği çocuğun yakasından tutup niye fırlatıyor içeriye? Bıktım artık sizden diye niye koşuyor camın yanına öyle? Niye bu kadın depresyon ilaçları içiyor böyle? Değer görmüyor ki… Bir insanın en değerli hali, değer gördüğü halidir, var olduğu halidir. Eğer bir kadına var olduğu haliyle saygı duyulamazsa, o kadınla baş etmek çok zordur, birlikte yaşamak zordur. Evin içini de kendi yaşamını da cehenneme çevirir. Çünkü kadın duygusaldır. Duyularına karşılık bulmadığı zaman erkeği evde zor barındırır. Erkek eve girerken ayakları geri geri gider.

Kadının sofrası, onun kişiliğidir. Mahçup olmak lazım… Bir hizmetçi gibi size bir bardak çay getirdiğinde sofrada oturan kişinin mahçup olması lazım… Utanması lazım. Evin içerisinde birlikte iş yapmadığından dolayı mahçup yahut önüne bir bardak çay getiren eşine karşı ” Estağfurullah, ben kendim alırdım, niye zahmet ettin” demesi lazım. Ki kadının coşabilsin.

Kadının duyarlılığı erkeğe, aynı zamanda erkeğin duyarlılığı da kadına bağlıdır. Aile sisteminin işlenmesi eşlerin birbirine duyarlı olması ile mümkündür.

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş