Etiket arşivi: Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Her Çocuk Kendi Oyununun Hükmedicisidir.

Birçok anne baba, günlük işlerini daha rahat halledebilmek için çocuklarını oyuna teşvik etseler de bir çocuk için oyunun anlamı, asla “Hadi, git biraz oyna” emrinin karşılığı değildir.

Oyun konsantre olmayı gerektirir.
Oyun, çocuk ile oyunun ruhunun bütünleşmesini gerektirir.
Oyunda, çocuk kendisine ait bir dünya oluşturur/hayal eder.

Birçok anne baba çocukları ile “oyun oynar gibi” yapar. Halbuki bir çocuğun en tahammül edemediği şey, kendisi ile “oyun oynar gibi” oyun oynayan kişilerin varlığıdır.

Çocuğun hayal dünyasını kavramadan, çocukla oyun oynamaya kalkmak, çocuk açısından sıkıntıdan başka bir şey oluşturmaz. Her ne kadar anne baba kendilerini kandırmak için “Bak seninle bir saattir oynuyorum” dese de çocuk için böylesi geçen bir saat
oyun değil; ancak “oyalanmak”tır.

Tüm bu gerçeklerden yola çıkarak diyebiliriz ki oyun, “Çocuğun fantezi dünyasına girip onun dünyasındaki gizli kahramanlarla tanışmak ve onun hayal dünyasındaki kuralları öğrenerek o kurallara tabi olmaktır.” Yoksa çocuğun yanında bulunup onun arabalarından birini alıp masanın üzerinde “düüt düüt” diyerek araba sürmek, çocukla oyun oynamak anlamına gelmez.

Oyunun püf noktası, “Her çocuk kendi oyununun hükmedicisidir.” kuralıdır. Siz her ne kadar anne baba da olsanız, anneliğiniz ve babalığınız kendi evinizde geçerlidir. Çocuğun fantezi dünyasında annelik ve babalık hükümsüzdür… Orada hüküm ve kurallar çocuğa aittir.

Çocukla oynamayı kabul ettiyseniz kuralları siz koymamalısınız. Çocuğun kurallarına uymalısınız.

Çocuk oyuna başladığında ne bir amacı vardır, ne de daha önce yazılmış bir senaryosu. Her şey bir anda gelişir. Bu durum çocuğun bir yandan hayal dünyasını olağanüstü hızla geliştirirken diğer yandan çocuğun sorunları çözme kapasitesini de artırır. Oyun sırasında hiç beklenmedik bir sorunla karşılaşan çocuk, anlık bir karar verme ile (kendince) o sorunu çözebilme kabiliyetini elde eder. Örneğin küçücük araba ile hız yapan bir çocuğu durduran (hayali) trafik polisi, “Neden hız yapıyorsun?” diye sorduğunda çocuğun vereceği her bir alternatif cevap, çocuğun analitik düşünme gücünün artmasına neden olacaktır.

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

ÇOCUK TERBİYESİNDE DOĞRU BİLİNEN YANLIŞLAR Kitabından bir alıntıdır.

Çocuğun “Bağlanma Çabası”

Bir çocuğun en belirgin davranışı “bağlanma çabası”dır.

Bebek kendisini henüz dünyaya getiren annesine tutunma gayretindedir.

Bağlanmayla alakalı psikolojide farklı farklı tanımlar yapılsa da bağlanmaya en basit hâliyle “Çocuğun güven içinde kendini bir duygusal yakına bırakabilmesidir” diyebiliriz.

Burada “bırakabilme” hâli, bağlanmayı anlatan en belirgin özelliktir. Zira ancak kendini bırakabilenler bağlanabilirler. Bağlanabilme, bırakabilme becerisi elde etmektir.

Bütün çocuklar doğduklarında annelerine bağlıdır. Bu bağ öyle güçlüdür ki anne çocuktan azıcık uzaklaşacak olsa büyük tepkiyle karşılaşır. Bu simbiyotik bir bağdır.

Çocuk annesini kendisinin devamı zanneder, onu her an görmek ister. Annesi bir an gözden kaybolsa kaygılanır, ağlamaya başlar, korkar, yalnızlığını hisseder. Birçok anne ise çocuğunun kendisine bu kadar kuvvetli bağlanmasına anlam veremez, çocuğunun anormal şeyler yaşadığını düşünür. Bağlanmanın önemini bilmeyen pek çok anne bebeğinin kendisine bağlanma çabasından ürker, çekinir. Çocuğunun kendisine bağlandıkça kopamayacağını zanneder. Hâlbuki yeni doğan bebek annesine ne kadar engelsizce erişirse kendini o kadar emniyette hisseder, ne kadar emniyette hissederse de annesinden o kadar kolay ayrılır.

Çocuklar doğumdan itibaren iki yaşın sonuna kadar anne ile bağlanma dönemindedirler. Çocuk ilk iki yıl annesine ne kadar kolay erişir ve kendisini ne kadar onun yakınında hissederse ikinci yılın sonunda o kadar sağlıklı bir “ayrılma” dönemine girer.Bebeğin kendisine bağlanma döneminde anne de çocuğuna bağlanmalıdır. Bağlanma bu şekilde çift yönlü gerçekleşmezse iki yılın sonunda çocuğun anneden ayrılması zor olur. Çocuk bağlanmakla elde edeceği güveni henüz tamamlayamadığı için annesinden kopamaz,bir bağımlılık ilişkisi belirmeye başlar.

Birçok anne çocuğuna yakın durdukça onun kendisine bağımlı olacağını zanneder. Hâlbuki bağımlılık bir doyamama hâlidir. Çocuk annesinden ruhsal doyum elde edemediği kadar ona bağımlı olur.

Anne-çocuk bağlanması insan yaşamındaki en önemli ayrıntıdır. Çocukluk döneminde edinilen bu kazanım yaşamın diğer alanlarında bağlanmayı becerebilme gücünü ortaya çıkartır. Annesi ile bağlanamayan çocuklar yaşamın ilerleyen yıllarında gerçekleştirecekleri bağlanmalarda sorun yaşamaya adaydır.

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

“Çocuktur Unutur”

Hani hep bildik bir teselli vardır ya “çocuktur unutur” diye…

Yetişkinler bilirler ki çocuk ne kadar zarara uğratılsa da ertesi gün yine gelecek ve coşku dolu hali ile kendisini inciten yetişkinin etrafında dönüp duracaktır.

Çocuğun bu hali yetişkini yanıltır, çocuğun dünü unuttuğu zannedilir…

Halbuki çocuğun aklı unutsa da hisleri unutmaz…

Zira çocukluk dönemi, “akıl” ile öğrenme dönemi değil, “his” ile kişilik kazanma dönemidir.

Örneğin, karanlıktan korkmak “akıl” ile ilgili değildir, ruhun incinmişliğidir… Ya da tırnak yemek akılla izah edilemez, ruhsal zayıflığın dışa vurumudur. Veya öfkesine yenik düşen bir çocuğun akli nasihat ile durdurmanız zordur; zira o, içsel sıkıntılarını şiddet ile dışa vurmaktadır.

Ve bütün bu hisler çocukluk yıllarında oluşur.

Çocuk küçük düşürülürse kendini küçümser, suçlanırsa kendini suçlar, ona değersiz davranılırsa kendini değersizlik hissi ile geliştirir.

Çocuk zihninin savunması yoktur, çocuk ne yaşarsa o olur…

Değer verilen çocuk değerli olur… Ve çocuğa değer vermek ona bir lütuf değil, insan olarak onun en doğal hakkıdır…

Gelecek, “çocuk deyip geçmeyen” ebeveyn ve eğiticilerle inşa edilecektir.

— Çocuk Deyip Geçmeyin kitabından bir alıntıdır.—

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Fanatizm ve Günümüz Çocuklarının İhtiyacı Olan Spor Dalları

Stadyumda bağıran, çağıran, gol yediğinde gömleğini yırtan, oturakları koparıp hakeme fırlatan veya sokakta hiç tanımadığı karşı takımın taraftarlarının yolunu kesip elindeki bıçağı onların üzerine sallayan kişinin tek derdi “futbol” değildir.

Böylesi kişiler daha çocukluk yıllarından itibaren yaşadıkları aşağılanmaları, uğratıldıkları zararları, kalplerdeki nefretlerini “fanatizm” ile dışarı vurmaktadırlar.

“Sınırsızlığı” ve kural tanımazlığın hazzını “futbol” bahanesi ile doyasıya yaşama eğilimindedirler.

Şiddet toplumlarında futbol, “kişilik bozukluğu taşıyanların” içlerindeki “sapkınlıkların” dışa vurulduğu bir alana çok çabuk dönüşüyor. Çocukların terbiye adına “dövülebildiği”, okullarda eğitim adına “aşağılanabildiği” ortamlarda yetişenler, yetişkinlik yıllarında “futbol fanatikliğine” daha yatkın oluyorlar.

Ebeveynler yaşama dair rehberlik ettikleri çocuklarını yanıltmamalı, onları zarara düşürücü bağımlılıklar kazandırmamalıdır.

Çocuğun bir takım tutması, o takıma “ölesiye” bağlı olması, o takım ile kendi kişiliğini özdeşleştirmesi, belki bir baba için “sanki” keyif verici durum olsa da duyarlı bir çocuk terbiyesi yöntemi değildir.

Eğer maksat spor ise günümüz çocuklarının en çok ihtiyacı olan spor dallarından biri “okçuluk”tur. Zira okçulukta “öfke” ve “nefret” değil, “sükunet” ve “sakinlik” vardır…Gözlemlerimiz o ki futbol fanatizmi içine düşmüş çocuklar okullarda oldukça yoğun bir şekilde “dikkat dağınıklığı” yaşarken, “dingin” bir spor olan okçuluk eğitimi alan çocukların “konsantrasyon”güçlerinin üstün olduğunu görüyoruz.

Ya da biniciliğe yönlendirilmeli çocuklar. Bir canlı ile yapılan yegane spor dalıdır binicilik… Pedagojik açıdan bakılırsa at ile duygusal bir iletişim kurma çabasına giren çocuğun duygu dünyasının nasıl açıldığını ve nasıl “güven” duygusu içerisine girdiğini görüyoruz. İçe kapanık ve güvensiz çocukların “at terapisi” ile kendilerini nasıl toparladıklarına da şahit oluyoruz.

Veya yüzme… Ruhun bütün hallerini fizik ve su yardımıyla uyaran, kişinin insan olma fonksiyonlarını canlı tutan bir spor dalıdır yüzme… Hırs ve nefreti, kin ve şiddeti suyun içinde eriten mucizevi spor dalına yönlendirilmeli çocuklar…

Futbol ancak çocuğun kendinin de içinde olduğu bir spor etkinliği ise üzerinde konuşulabilir. Koşması, topa vurması, yere düşmesi ile çocuk bir spor yapmanın kazanımlarını elde edebilir. Yoksa çocuğu bizzat kendisinin yapmadığı bir spor dalında zarar verici insanlarla aynı ortamda buluşturmak doğru bir ebeveyn tutumu olmasa gerek…

— “Çocuk Deyip Geçmeyin” kitabından yapılan bir alıntıdır. —

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Çocuğun Çocuksu Davranışlarını Tebessümle Karşılayabilmek Bir Ebeveyn Zaferidir

Kişinin en kıymetli yanı insan olmasıdır. İnsan bir başkasının kabul etmesi ile değil, insan olduğu için insandır.

İnsan, insan olduğu için saygı görür; bir takım koşulları yerine getirdiği için değil. Kişiye saygın bir şekilde davranılmıyorsa, saygı görmeyen kişinin saygınlığını değil, o kişiye saygı göstermeyen kişinin saygın bir kişi olup olmadığını düşünmek gerekir. Zira kendisine saygın kişi, başkalarına da saygı gösterir. Kendini değersiz bulan kişiler ise başkalarına değer veremez.

Çocukluk yıllarında çok hırpalanmış, aşağılanmış, küçük düşürülmüş ve böylece kendi saygınlığını oluşturamamış bir kişinin kendi çocuklarına saygıdeğer davranması ancak bu kişinin kendi trajik durumunu fark etmesi ve değişmesi ile mümkündür.

Çocuğun çocuksu davranışlarını tebessümle karşılayabilmek bir ebeveyn zaferidir.

Birçok yetişkin, çocuğunun zaten insan olmaktan kaynaklanan bu saygın halini görmezden gelip, ona ancak bir takım koşulları yerine getirdikçe değer vermeye çalışması, acınacak bir ebeveyn tutumudur.

Çocuk yanlış yapabilir. Çocuk hatalı davranabilir. Eğitimi zaman zaman aksayabilir; zayıf not da alabilir, yüksek not da. Çocuk coşku dolu hali ile ebeveynlerini yorabilir de. Bütün bunlar yaşanması gereken durumlardır.

Kimi ebeveyn bu dalgalanmaları sükunetle karşılarken kimisi de düşük not alan çocuğunun yakasına yapışmayı bir marifet zannederek aşağılıyor, ona saygısız davranabiliyor. Bu durum çocuğa haksızlıktır. Bir çocuğun gördüğü değer, derslerindeki başarıya göre değildir. İnsan olması çocuğu değerli kılan en önemli unsurdur. Çocuğun insan olması gibi çok özel durumu göz ardı edip, ayaklar altına alıp,, yüksek not almayı daha değerli hale getirirseniz, bir süre sonra o çocuğun kendine olan saygınlığını da yitirdiğinin şahidi olursunuz.
Çocuk kendine saygısını yitirirse utanma duygusu kaybolur.

Utanma duygusunu kaybeden bir çocuk yalan söylerken utanmaz, yüzü kızarmaz.
Çocuk değerini başka yerlerden edindiğini gördükçe, genel kabul gören değerleri değerli olarak kabul etmek yerine kendine değer verilen alanlarda değer aramaya başlar.

— Bu yazı “Doğal Ebeveynlik” kitabından yapılan bir alıntıdır.—

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş