Etiket arşivi: Yusuf Levent

İffetiniz Kadar İbadetten Zevk Alırsınız!

“İffet insanda günahların temel noktasıdır. Bu konudaki günah sair günahların tetikçisidir. En önemlisi de bu konudaki günah kişiyi ibadetten uzaklaştırır. O bakımdan iffet ibadet için önemli bir noktadır. İffetiniz kadar ibadetten zevk alırsınız ve ibadet etmekte zorlanmazsınız.”

Yazar Nuriye Çeleğen, Hz. Hacer’i anlattığı “Aşk-ı Sükun” kitabında kullandığı uslup ile damaklarda çok hoş bir tat bırakmıştı. İtiraf etmeliyim ki Çeleğen, Hz. Meryem’i anlattığı yeni kitabı “İffet-i Kalp”te kullandığı uslup ve kurgu ile damaklarda tarifi imkansız bir tat bırakmaya devam ediyor. Kitabının her bir sayfası altı çizilmesi gereken cümlelerle dolu…

İffet-i Kalp, günümüzde sadece “namus” boyutuna indirgenmiş iffet kavramına yeni açılımlar getiriyor. Çeleğen kitabında aynı zamanda kulluğun iffeti, düşüncenin iffeti, kalbin iffeti gibi kavramlardan bahsediyor. Bu yeni kavramları sorduğumuz Çeleğen, ilginç ve düşündürücü cevaplar verdi.

Kitabınızın ismiyle başlamak istiyorum: İffet-i Kalp… Hz. Meryem için yazılan bir kitaba daha farklı ve kitabın konusunu yansıtan isimler verilebilecekken bu ismi tercih etmenizin sebebi nedir?

Bu şimdiye değin kullanılmamış bir terkip. Kalp, ayine-i Samed’dir. Oraya O’ndan gayrı olan herşey namahremdir. Kalbe giren her namahrem iffet-i kalbe halel verir. Bu namahremin geniş bir yelpazesi var. Bir su-i zan, bir haset, bir kin; bunlar da kalp için namahrem olan duygulardır. Her insana verilen ömür denen gizli sırda iffet-i kalbe ulaşıp O’nunla olan ilişkimizde araya giren tüm namahremleri bertaraf ederek O’na yakınlaşmaktır asıl mesele. 70 bin hicapların temel açılım ve kaldırılım noktasının iffet-i kalple başladığını düşünüyorum.

Bir önceki yazdığınız romanınız Aşk-ı Sükun’da Hz. Hacer vardı ve anneydi. Yeni kitabınız İffet-i Kalp’te Hz. Meryem de anne. İki anneyi yazarken neler hissettiniz? İki peygamber annesini yazmak sizde nasıl duygular oluşturdu?

Onlar kulluk sınavları büyük iki önemli hanım. Beni onları yazmaya sevkeden husus onların hayat sınavlarındaki duruş şekilleri ve kulluk bilinçleri oldu. Yazma süreci her ikisini de yakinen ve daha detaylı tanımayı netice verdi. Bu annelerimizi tanıdığımızı zannediyordum, ama kifayetsiz olduğunu gördüm. Tanımak hayata geçirmeyi netice veriyor. Onların ruh halini yakalamaya çalışmak gibi bir güzellik oldu.

Kişi düşündüğüyledir. Düşüncenin gücü var. Yoğun bir şekilde düşündüğün kişiyle hemhal olabiliyorsunuz. Şunu gördüm, onlar manen hayattalar. Onlarla ilgilenmek irtibat sağlatıyor. Her ikisini yazarken farklı duygular ön plana çıktı. Mesela Hacer’de sabır, tevekkül ve teslimi daha çok hissedip hayatımda yaşamıştım. Hz. Meryem’de ise ibadet, tesettür ve kaçınma hisleri daha çok kendini aşikâr etti.

İki peygamber annesinin ortak özellikleri var mıydı? Hangi noktalarda birbirleriyle buluşuyorlardı?

Ortak noktaları ikisinin de niyetinin kulluk olması. Dünyayı dünya cihetiyle önemsememeleri. Dünyayı imtihan yeri olarak görmeleri. Musibete karşı sabır etmeleri, tevekkül ve teslim içerisinde olmaları. Dünyanın olayları karşısında acz hissetmemeleri, aczlerini Rablerine karşı hissetmeleri. Çok konuşmamaları. Hz. İbrahim’e, Hacer’i Mekke’ye götürürken yol boyu konuşmaması söyleniyor. Hz. Meryem için de aynı şey oluyor. Hz. İsa’nın doğumunda konuşmaması emrediliyor. Dünyaya karşı kıyl-u kalleri yok. “Neden bu böyle oldu”, “keşke” gibi sözcükleri yok. Rablerinin kendilerine verdikleri ve yaşattıkları karşısında ölü gibiler.

İki hayatın en önemli ortak noktası tam tevekkül sırrına eren kişiyi Allah’ın zayi etmiyor olması gerçeği. Kemalatın musibet ve hayattaki imtihanlarla yakın orantılı olduğu ortaya çıkıyor bunların hayatlarında.

Kur’an-ı Kerim’de Hz. Meryem’den bahsedilirken “İffetini (muhkem bir kale gibi) koruyan Meryem’i de yad et!” denilerek Hz. Meryem’in iffetine vurgu yapılıyor. Bu ayetten günümüz insanının alması gereken dersler nelerdir?

Bana göre her dönemden daha çoktur bu dönemin bu ayete ihtiyacı. İffet çok geniş bir yelpazesi olan kavramdır, yalnız kadın için geçerli değildir. Ama kadın, erkeğin iffeti için de muhkem bir kaledir. Kur’an’da iki iffet kıssası vardı. Bu kıssanın sahipleri birisi erkek, birisi kadındır. Ama Kur’an iffette öncelikli olarak Hz. Meryem’i örnek alır.

Günümüz insanın bilhassa kadınlarının içtimai hayatın her kesiminde bulunması ve rahat olması Hz. Meryem’i daha ziyade öğrenmek ve hayatını takip etmemiz zaruretini getiriyor. “Bunlar eskide yaşanmış” diyerek, “O zaman öyleydi” diyerek ötelenmesini yanlış buluyorum. Nefsin kaçamağı olarak düşünüyorum.

Hz. Meryem’in iffetini koruması çok zor şartlarda oluyor, onun için günümüz insanının bu örneğe daha çok ihtiyacı var. Hz. Meryem, 400 erkeğin yaşadığı bir ortamda tek bir kız olarak yaşarken hiçbirini görmemesi, hiçbirine görünmemesi, günümüz insanı için önemli bir iffet modelini sunuyor. Demek ki içtimai hayatın içinde bu gerçekleşebilir. Kalplerde başlayan iffet kalesini muhkem oluşturursak iffetin sahibi Rabbimiz Hz. İbrahim’i ateşin içerisinde koruduğu gibi bizleri de içtimai hayatın içinde koruyacaktır. Bu bakımdan günümüz insanının Hz. Meryem modelini çok iyi bilmesi ve hayatına geçirebilmesi bakımından bu ayete ihtiyacı var.

Kitabınızda iffetin değişik hallerine değiniyorsunuz. Kalbin iffeti, düşüncenin iffeti, kulluğun iffeti gibi. Oysa günümüzde iffet sadece “namus” kavramına indirgenmiş durumda. Diğer kavramları nasıl oldu da hayatımızdan çıkardık? Önemsiz oldukları için mi?

Güzel bir soru. İffet konusu İslamî yaşayış hasasiyetinden uzaklaşınca yalnız toplumsal değerler bölümüyle kaldı. Toplumsal değerlerde adı namustur, manevî değerler olarak adı iffettir. Bence ikisi çok farklıdır. Namus olarak bakıldığında yalnız cismin muhafaza edilmesidir aslolan. Günah olarak, Rabbin emri olarak kaçınma yoktur. Oysaki manevî değerler olarak bakıldığında iffetin en alt derecesidir ten muhafazası. Daha ileriki aşamaları duyguların, kalbin, hayalin, fikrin iffetidir. Bediüzzaman Hazretleri’nin hayale günah işletmemek tabiri vardır. Hayalin iffetidir bu sır.

Hayatımızdan nasıl çıkarttığımız meselesine gelince hayatımızdan bir anda çıkartmadık. Uzun ve sistemli çalışmaların neticesinde oldu. Romanlarla başladı bu süreç. Televizyonla devam etti ve hız kazandı. Bunlar farkına varmadan normale döndürdüler, düşünceler “olabilir”e hazırlandı ve “olmalı”ya kadar gelindi. Bu aşamaya nasıl gelindiğinin temeline indiğimizde Aşk-ı Memnu’ların niçin yazıldığına bakmak gerekir.

İffet insanda günahların temel noktasıdır. Bu konudaki günah sair günahların tetikçisidir. En önemlisi de bu konudaki günah kişiyi ibadetten uzaklaştırır. O bakımdan iffet ibadet için önemli bir noktadır. Dikkat ettiğimizde de Hz. Meryem’in hayatında iki esas var: İffet ve ibadet. İffetiniz kadar ibadetten zevk alırsınız ve ibadet etmekte zorlanmazsınız. Şimdi gençler neden bu denli namaza başlamak, devam etmek konusunda sorun yaşıyorlar ve zorlanıyorlar. İffet-i kalpte sorun varsa onun ilk yansıdığı amel namazdır.

Hz. Meryem’den bütün ümmetin ve özellikle hanımların alması gereken dersler nelerdir?

En önemli özellik kulluk bilinci olmalıdır. Bunun devamında açılım olarak tesettür kavramı ve iffet var. Günümüz mümin hanımlarının ciddi bir tesettür sorunu yaşadıklarını düşünüyorum. Tesettürlü hanımlarda tesettür kavramı tezahür olarak netice veriyor. Tesettür setr iken izhara yardımcı bir boyut kazandı. Günümüz hanımlarının tesettüründe Hz. Meryem’e ihtiyaçları var. Zekeriya peygamberle hem de o kadar yaşlı birisiyle perde arkasında görüşen bir Meryem yakın dünyamıza misafir olmalı. Meryemî ruh, dünyamıza çekilmeli ve Meryemî ruh sırrının incelikleri araştırılmalı.

Tabi baştan beri dediğimiz gibi Meryem eşittir iffet. O bir iffet abidesi. Allah onun iffetini övüyor ve Kur’an’da onu bize örnek gösteriyor. Daha başka ne düşünülebilir ki. Özelliğini bize Kur’an belirtiyor.

Günümüz kadınları için en önemli özelliği dünyaya bakmaması, dünyaya değer vermemesi. Dünyevililiğin merkeze alındığı bu dönemde önemli bir husus olmalı.

Hz. Meryem’in en önemli özelliğinden biri de çocuk yetiştirme konusudur. Bilhassa annelerin Hz. İsa gibi çocuklar için Meryem gibi karakterler ve huylar edinmeleri gerekir diye düşünüyorum. Herkes Meryem olarak doğamaz ama Meryem ahlakı edinebilir. Hayatı değiştirmek yerine ahlakı değiştirmeyi baz almak gerekir. Şimdiki hanımların isyankâr dünyalarına Hacer ve Meryem sükûnetinin değmesi gerekir. Dünyaya koşan hanımlara, tam bir terk-i dünya ederek hem dünyayı hem ahireti bulan bu şahsiyetlerin gönül dünyalarını günümüz hanımlarının biraz çalmaları gerekir diye düşünüyorum.

Günümüz kadınları maddî ve psikolojik olarak dünya için çok hırpalanıyorlar. Dünya koşuşturmalarından biraz silkinip bu annelerimizin ellerinden tutmaları kendileri için hem dünyevî hem uhrevî getirisi fazla olacaktır. Bilhassa örneklerin peşinde çokça takılan kadın dünyasının, günümüzde yanlış örneklerin farkına varmadan çevreden, çalışma hayatından ve medyadan edindikleri bu kötü örneklerden uzaklaştırıcı bu şahsiyetlerin, hayatlarının tanıtılması ve bu mübarek annelerimizin günümüz kadınları için tabiri caizse güncellenmesi gerektiğini düşünüyorum.

Günümüzde bir tesettür mücadelesi olmakla birlikte iffet kavramının algılanması nasıldır? İffet kavramı günümüz insanı tarafından doğru bir şekilde hayata tatbik edilebilmekte midir?

Tesettür ve iffet ayrıdır. Belki tesettür iffet için bir koruyucu ve destekleyici olabilir ama ikisi farklıdır. Hz. Meryem’in en önemli özelliği iffet ve tesettürüdür. İkisi bir olunca güzelik olur, Meryemvari hal tezahür eder. Şu anki anlayışta “tesettür varsa tamam” zannedilen bir yaklaşım var. Tesettür herşey değildir. Tesettür herşey için bir adımdır, basamaktır; fakat iffetsizliği hiçbir tesettür örtemez.

İffet kavramının günümüzde yaşayış alanlarında sorunlar var. İçtimai hayatın getirdikleri ve bunların zorunluluk olarak kabul edilmesi, bazı davranışların medeniyet icabı, adab-ı muaşeret gereği diye telkin olunması, yaşantıda iffeti korumak adına koyduğunuz sınırlamalar, asosyal olmakla itham edilmesi, kişilerde iffet konusunun yara almasını netice verdi. İffet öyle bir şey ki o kısımda olan sorun kalbî inkişafatta ve kişinin kulluğunda aksamalarla hemen kendini göstermektedir.

İffet kalbin manevî bir örtüsü gibi tüm kalbi kuşatmıştır. Onda olan zedelenme kalbin diğer latifelerine hemen sirayet ediyor. Mesela iffette olan sorun hemen edepte sorunla ortaya çıkıyor, hepsi birbirini tetikliyor.

Söylediğimiz gibi Kur’an’da iki iffet örneği var: Hz. Yusuf ve Hz. Meryem. Kadının da erkeğin de iffetinin ne derece önemli olduğunu öğretiyor Rabbimiz bu iki örnekle. Fakat iffetin kadından erkeğe taşınması çok daha güzel bir hal. Çünkü kadın annedir. Çocuk için iffeti muhkem bir anne çok önemlidir. Çünkü çocuğun ahlakî, manevî halleri annenin iffetiyle oluşur. Hz. Meryem’in iffeti Hz. İsa gibi bir çocuğu netice vermiştir.

Günümüzde çocuk yetiştirmedeki problemlerde temele inilmiyor. Çocuk terbiyesi asırlar öncesinden başlar. Bu silsilede iffet sorunu olan bir anne veya bir nine çocuğun istemediğimiz davranışlarının temelini oluşturur. Nitekim Efendimiz (a.s.m.) gibi bir şahsiyetin 500 tane iffeti muhkem ninelerin soyundan olduğu siyer-i nebevilerin üzerinde önemle durduğu hususlardandır.

Günümüz çocuklarındaki hiperaktivitenin, doyumsuzluğun ve sair sorunların temelinin bilhassa annenin manevî sorunlarından olduğunu düşünüyorum.

İffette önceliğin kadında olması ve erkeği o konuda koruması gerekir. Çünkü kadın iffet sırrını yakalarsa toplum iffetli olur. İffet-i kalp, iffet-i toplumu netice verir.

Hz. Hacer’le başlayıp Hz. Meryem’le devam eden roman serinizin üçüncü ayağında kimi yazmayı düşünüyorsunuz?

Şu an çalışmakta olduğum romanıma konu olan şahsiyet bir hanım değil.

Yusuf Levent

Moral Dünyası Dergisi / www.moraldunyasi.com

Stephan Hawking inkar ederken aslında Allah’ı ispatlıyor!

Hawking, kitabında ‘Tanrı, evrenin nasıl var olduğunu anlayamayanların uydurduğu mitolojik bir kahraman. Modern bilim evrenin bir yaratıcıya ihtiyaç olmadan var olabileceğini açıklıyor. O halde Tanrı’ya gerek yok.’ tezini savunuyor. Hawking kitabının tamamını bu tezi ispat etmek için yazmasına rağmen, farkına varmadan, birçok yerde tezini çürütüyor aslında.”

Zamanımızın Einstein’i olarak da bilinen meşhur fizikçi Stephan Hawking’in Tanrı’nın varlığına ihtiyaç olmadığını iddia eden son kitabı dünya genelinde çok tartışılmıştı. Yazılı ve görüntülü medyada haftalarca kitaptaki bazı argümanlar konuşulmuştu. Türkçe’ye “Büyük Tasarım” olarak çevrilen kitapla ilgili ilginç bir tartışmayı da Dr.Furkan Aydıner son kitabına taşıdı.

Etkileşim Yayınları arasında çıkan “Seküler Bilimin Tanrıları” isimli kitabında, Dr. Aydıner, Stephan Hawking’in son kitabında kendini ayağından vurduğunu ve yanlışlıkla Tanrı’nın varlığını birçok yerde ispat ettiğini yazıyor.

Hawking’in son kitabını genel olarak nasıl buldunuz?

Bildiğiniz gibi, bu kitap Hawking’in ilk kitabı değil. Hawking, çok genç yaşta felç geçirmesine rağmen bilimsel çalışmalarını büyük bir özveriyle devam ettirip alanında zirve yapması herkesin takdirini topladı. Tıpkı bir pop sanatçısı kadar küresel boyutta şöhrete kavuştu. Hawking, bu ilgiyi paraya çevirmek için şimdiye kadar birkaç kitap yazdı. Kitapları milyonlarca insana ulaştı. Beni rahatsız eden, Hawking’in önceki kitaplarında kendini inanan biri olarak takdim etmesidir. Oysa, medyadan öğrendiğimize göre, bir önceki eşi onun eskiden beri ateist olduğunu söylüyor. Demek ki, daha geniş kitleye ulaşmak için inançsızlığını gizlemekle kalmamış, kendini inançlı gibi lanse etmiş. Hatta “Zaman’ın Kısa Tarihi” kitabında eğer dört çekim kuvvetini açıklayacak tek bir model geliştirilirse kozmolojik sırlar çözülür ve “Tanrı’nın ne düşündüğünü” sormaya başlarız diye yazmıştı. Aynı Hawking bu son kitabında inançsızlığını ilan etmekle kalmıyor, inançsızların peygamberliğine soyunuyor.

Hawking’in son kitabındaki temel argümanı nedir sizce?

Hawking, kitabında kısaca şu tezi savunuyor: Tanrı, evrenin nasıl var olduğunu anlayamayanların uydurduğu mitolojik bir kahraman. Modern bilim evrenin bir yaratıcıya ihtiyaç olmadan var olabileceğini açıklıyor. O halde Tanrı’ya gerek yok.

İlginçtir, Hawking kitabının tamamını bu tezi ispat etmek için yazmasına rağmen, farkına varmadan, birçok yerde tezini çürütüyor aslında. Hawking gibi zeki birinin bu kadar basit hataları farketmemesi bile Tanrı’nın varlığına delil olarak zikredilebilir.

Nasıl yani?

Demek ki, Tanrı var ki, Hawking’i şaşırtmış. Yoksa bu kadar zeki birinin kendini ayağından vurmasını baska nasıl izah edeceğiz. Hawking’le beraber kitaba katkıda bulunan ikinci bir isim daha var. Anlaşılan ikisi de bu hataları fark etmemiş. Kitabı okuyan editör de fark etmemiş. Demek ki, Tanrı var ki, onların hepsini şaşırtmış.

Bu çok ilginç bir nokta.  Hangi yanlışlarla Tanrı’nın varlığını ispat ediyor kitap? Bir misal verebilir misiniz?

Birçok misal verebilirim. Evvela kitabın ismi “Grand Design” (Büyük Tasarım) çok büyük hata. Hawking, çok açık olarak kainatın büyük bir tasarım eseri olduğunu kabul ediyor. Ancak, her tasarım, onu yapan tasarımcıya delildir. Dünyadaki en basit bir tasarım bile akıl ve ilim sahibi bir tasarımcının elinden çıkmıştır. Çok muhteşem bir sarayın tasarımını görüp takdir edip onu çizen mimarı görmemek körlüktür. Aynen öyle de, Hawking hem kitabın başında hem içerisinde kainatın çok muhteşem bir tasarım eseri olduğunu kabul ediyor. Bunun birçok misallerini sunuyor. Hatta, kitabın önsözünde muhteşem kainatın akılları hayrette bıraktığını, bilim kurguları geride bıraktığını yazıyor. “Felsefe ölü artık” diyerek felsefecilerin hayallerinin bile hakikatı anlamada yetersiz kıldığını anlatıyor. Azıcık tahkik ehli olan biri böyle muhteşem bir sarayın ustasız olabileceğini nasıl kabul edebilir?

İlginç bir tespit. Başka ne tür misaller var.

Hawking kitabının birçok yerinde “şans” olmadan bugünkü evrenin olamayacağını yazıyor.  “Bizim güneş sisteminin şanslı bazı özellikleri var. Onlar olmasaydı yeryüzünde hayat mümkün olmayacaktı.” diyor. Hawking örnek olarak Kepler’in dünyanın yörüngesiyle ilgili ölçümünü zikrediyor. Kepler, dünyanın güneş etrafındaki yörüngesinin tam daire olacağını öngürüyor. Ancak, yaptığı ölçümler yörüngenin tam daire değil yüzde 2 sapma ile eklips olduğunu gösteriyor. Kepler bunu bir türlü kabullenemiyor. Bir yerde hata yapmış olmalıyım diye tekrar tekrar hesaplar yapıyor. Ancak hep aynı sonuç çıkıyor. Oysa, yörüngenin eklips olması hata değil, Hawking’in tabiriyle, bizim için “büyük bir talih” olduğu sonradan anlaşılıyor. Yörüngesi mükemmel daireden yüzde 20 sapan gezegenler var. Orada sıcaklık 200 derecenin üzerinde. Yazları aşırı sıcak, kışlar ise aşırı soğuk. Bu durumda, Hawking’e göre, sular ya sürekli buz kalacak ya da tamamen buharlaşıp uçacaktı. Mükemmel daire olsaydı dört mevsim olmayacaktı. Hawking’e göre, birçok konuda olduğu gibi bunda da şansımız yaver gitmiş. Hedefi tam 12’den vurmuşuz. Yörüngedeki yüzde 2’lik tesadüfi sapmayla bugünkü evimize kavuşmuşuz. Ne güzel bir misal! Kulağa hoş geliyor ancak akıl kabul etmekte zorlanıyor. Bence, aklını birazcık kullanıp Hawking’in verdiği bu misaller üzerinde düşünen, kainatta çok hassas dengeler üzerine kurulu birbirine bağımlı binlerce sistemin tesadüfün değil sonsuz kudret sahibi bir ilahın eseri olduğunu kolaylıkla anlayacaktır.

Hawking gibi zeki biri nasıl bunları düşünememiş?

Doğrusu ben de anlamadım. Bunun gibi birçok örnek var kitabında. Bar bar Allah’ı anlatıyor. Kitabın sonuna gelince okuduğum teşekkür notu sözkonusu hataların bile tesadüfi olmadığı konusunda bana kesin kanaat verdi. Bence Hawking kendine en büyük darbeyi bu“teşekkür” notuyla vurmuştu: “Tıpkı evren gibi kitap da bir dizayn eseri. Ancak, evrenin aksine, kitap kendiliğinden yoktan var olamaz. Kitap bir yazarı gerekli kılar. Ancak yazara yardımcı olanlar onun yükünü azaltıyorlar. Ben de bu kitabın yazılmasında katkısı olanlara çok teşşekkür ederim.” Hawking, bu notuyla hem kainat kitabının Katibi’nin varlığını hem de O’na teşekkür edilmesi gerektiğini gösteriyor akıl sahiplerine.

Nasıl yani?

Hawking’e göre Latin alfabesinin 26 harfi rastgele bir araya gelip bir kitap şeklinde dizilemez. Bunun için zeki bir değil birkaç dizayncıya ihtiyaç var. Peki o halde, içiçe farklı alfabelerle yazılı kainattaki hadsiz kitaplar kendi kendine dizayn edilmiş olabilir mi?

Kainat ve kitabı temel unsurlarının dizilişi noktasında birbirine benzetebiliriz. Örneğin, Hawking’in kitabı 26 harfin dizilişinden ibarettir. Bu harflerin çok sayıda tekrarı var kitapta. Muhtemelen Hawking’in son kitabı 400 bin karakterden (harften) oluşuyor. Yani 26 harf toplamda 400 bin defa kullanılarak bir dizilim yapılmış, neticede Grand Design isimli kitap ortaya çıkmış. Dijital kitap yerine lego şeklinde olan harflerin dizimiyle kitap yazdığımızı düşünelim. Elimizde 400 bin harf kalıbındaki lego parçası olsa onları belirli şekilde dizerek Grand Design kitabını oluşturabiliriz. Şimdi böyle bir dizilim akıl, şuur ve ilim sahibi olmayan bir tarafından yapılabilir mi? Elbette yapılamaz.

Hawking, teşekkür notunda diyor ki, sakın ha bu dizilim kendi kendine oldu diye düşünme. Birçok zeki insanın emeği var bunda. Peki kainat dediğimiz nedir? Element alfabesi, kristal alfabesi, molekül alfabesi, hücre alfabesi gibi farklı alfabelerin dizilimleriyle yazılan şaheserler bütünüdür. O halde, bu kadar sayısız harikulade kitaplar kendi kendine dizilmiş olabilir mi?

İlginç tespitler. Başka neler var Hawking’in kitabında.

Kitaptaki argümanlardan biri de 11 parallel evrenin olduğuyla ilgili. Hawking, bu konudaki bilimsel iddiaları hayli kuvvetli buluyor. Bizim dört boyutlu evrenimiz diğer evrenlerin bir nevi gölgesi konumunda diyor. Malum paralel evrenler düşüncesi hayli popüler modern fizikçiler arasında. Bence Hawking bu konuda da topu kendi kalesine atıyor. Çünkü, paralel evrenler fikri Tanrı’nın varlığını çürütmediği gibi daha da zorunlu kılıyor. Kaldı ki, bütün Müslümanlar 1400 yıldır “âlemlerin Rabbi” diye namazlarında okuduğu Fatiha suresiyle âlemlerin birden fazla olduğunu söyleye gelmiş. Dolayısıyla paralel evrenler olması İslam’ın öğretilerle çelişmediği gibi belki destekliyor denilebilir. Daha da ilginci, Hawking, bizim âlem dediğimize bir nevi izdüşümü/gölgesi diyor. Ontolojik olarak bizim evrenin varlığını diğer evrenlere dayandırıyor.

“Gölge” tabirini kullanıyor mu Hawking?

Evet. Biliyorsun bazı Müslüman âlimler asırlardır varlıkların bir nevi “gölge” olduğunu söylüyor. Eşyanın hakikatı Allah’ın isimlerine dayanır ve oradan gelir. Yani varlıklar İlahi isimlerin tecellileri veya gölgeleri hükmünde. Bence daha da ilginç olanı Hawking’in sicim teorisi çerçevesinde ortaya atılan “görünüveren parçacık” (emergent particle) kavramını kullanarak evrenin kendi kendine olabileceğini söylemesidir. Kitaptan anladığım kadarıyla Hawking, Tanrısız evren argümanına en güçlü delil olarak bu parçacıkları gösteriyor. Doğrusu bunu okurken çok hayret ettim. Bu kadar zeki biri bu kadar bariz bir hatayı nasıl yapabilir diye sordum kendime.

Neymiş hatası?

Hawking diyor ki biz eskiden 13.6 milyar sene önce yoktan var olup sonra bir kısım doğa kanunlarıyla işleyen bir evren anlayışına sahiptik. Oysa, Kuantum fiziği yoktan var olmanın atom altında devamlı gerçekleştiğini söylüyor. O halde, diyebiliriz ki, şu anda olduğu gibi 13.6 milyar önce de evren yoktan kendi kendine var olmuştur. Evrenin ustasını aramaya gerek yok diyor.

Siz ne diyorsun bu argümana karşı?

Saçmalardan seçmeler diyorum. Hawking’in bu görüşünün saçmalığını bir örnekle açıklayayım müsaade ederseniz. New York şehrinde binlerce senedir var olan ancak nasıl var olduğu bilinmeyen binlerce taklidi imkansız saraylar olduğunu varsayalım. İnsanlar binlerce yıl bu sarayları inceleyip nasıl var olduklarını merak ederken acayip bir gelişme oluyor. Birisi bu sarayların göründüğü gibi sabit olmadığını, gözle farkedilmeyecek süratte her an yeniden inşa olduklarını keşfediyor. Daha da ilginci New York gibi milyarlarca başka şehirlerde benzer sarayların aynı şekilde var olduğu anlaşılıyor. Bunun üzerine akıllı geçinen birisi ortaya atılıp sarayların ustasını merak edenlere şunu söylüyor: “Şu anda kendiliğinden yoktan var oldukları gibi bundan 5000 sene önce de kendiliğinden yoktan var olmuştur”. Sence bu iddia sahibinin dahi olması söylediğinin doğru olma ihtimalini artırır mı? Kesinlikle hayır! Her insan kendi tecrübe ve gözlemiyle bilir ki, bir iğne bile ustasız olmaz. Taşlar yığını basit bir kulubecik bile ustasız vucut bulmaz. O halde her an yenilenen ve taklidi imkansız harikulade saraylar nasıl ustasız olsun ki? Sarayların sürekli yoktan icatları ustasız olduklarına değil, ustasının tek ve sonsuz kudret sahibi olduğuna şehadet eder. Çünkü, bu derece hadsiz sarayları hadsiz süratle yenilemek kudretin nihayetsizliğine delildir. Mantıken nihayetsiz kudret tek Bir ustada olabilir. O halde, sonsuz kudret ve ilim sahibi her an herşeyi var edip varlıklarını devam ettiriyor.

İlginç ve güzel bir sohbet oldu. Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim.

Asıl ben teşekkür ederim…

Yusuf Levent’in Moral Dünyası dergisinde Dr. Furkan Aydıner ile yaptığı röportaj