Kategori arşivi: Biyografi

Zübeyr Bin Avvam (R.A.) Kimdir?

Zübeyir bin Avvam (r.a.) 586 yılında Mekke’de doğmuştur.Annesi Safiyye binti Abdulmuttalib, Peygamber Efendimizin (asm) halası; babası Avvam’da Hazreti Hatice (ra)’ın kardeşidir.

O’nu annesi yetiştirdi. Hz. Safiy­ye, oğlunun terbiyesinde çok titiz davranıyordu.Annesiyle beraberliği uzun sürmedi Hazreti Zübeyr (r.a.) küçük yaşta yetim kaldı.

On beş yaşındayken Hazreti Ebubekir’in (ra) daveti ile Müslüman oldu müslüman olanların dördüncüsü veya beşincisidir.

İslamla şereflendiğinde diğer müslüman olan sahabeler gibi Hazreti Zübeyr(ra)’de müşrikler tarafından muhtelif işkence ve eziyetlere maruz kaldı. Bizzat amcası kendisini ateşe sokup çıkartarak ona iş­kenceler ediyor dininden dönmesi için zorluyordu,her türlü işkenceye rağmen Hazreti Zübeyr(ra) “ebediyen küfre girmem”diye sebat etmiş, Resul-i Ekrem (asm)’in yanından hiçbir zaman ayrılmamıştır. Zaten Peygamber Efendimize (asm) tabi olurken, ölümüne kadar sadık kalacağı şeklinde vaatte bulunmuştu.

Hazret Zübeyr(ra) boylu poslu, güçlü kuvvetli fedakâr, azimli, son derece temiz kalpli,temiz ahlaklı, muttaki, zahid, hak­kı takip eden bir hakperest, cömert, alicenap, merhametli, yumuşak kalpli, çok yüksek kıymetli mert bir zat idi.

Emanete riayetiyle meşhurdu. Sahabiler en kıymetli şeylerini Hazret Zübeyr(ra)’e emanet ederlerdi.

Hazreti Zübeyr(ra)’in annesinden aldığı çekirdek mahiyetindeki terbi­ye, haya­tına aksetmiştir. O ne emirlik yapmış nede cizye toplamıştır. O sadece Allah yolunda savaşmıştır.

Hazreti Zübeyr(ra) cesareti ve kahramanlığı ile tanınmıştır. Kahramanlığı sebebiyle “Eşca’u’n nas yani insanların en şecaatlisi en cesuru” diye ün yapmıştır. Peygamberimiz(sav) Hazreti Talha(ra) ile Hazreti Zübeyr arasında din kadeşliği tesis etmiş,”Talha ile Zübeyr cennette komşularımdır” buyurarak kıymetlerini ortaya koymuştur.

İslam tarihinde küffara karşı ilk kılıç çeken, Hazreti Zübeyr(ra)’dir. Hazreti Ali (ra) Hazreti Zübeyr (ra) kılıcı için “Öyle bir kılıç ki, vallahi sahibi daima onunla Resuullah(sav) den tehlikeleri uzaklaştırmıştır ” buyurmuştur.

Geçimini ticaretle sağlayan Hazreti Zübeyr(ra) zengin sahabi­ler­­dendi. Bununla birlikte, son derece cömert ve eli açık, kerem sahibiydi. Birçok fakir Müs­lüman’ın geçimini üzerine almıştı. Onların her türlü ihtiyacını görürdü. Borç isteyenlere yardım eder, mücahitleri cihada hazırlar, teçhiz ederdi.

O kadar bol serveti ve malı olmasına rağmen son derece sade yaşar, mütevazi giyinirdi. Zaten bütün davranış ve yaşayışında Peygamberimiz(sav)’i örnek almıştı.

Allah ondan razı olsun malı ve canını mukaddes için sebil etmiştir. Şahadeti çok arzulayan, Allah yolunda ölmeye sevdalı olan birisiydi, şehid olmaları ümidiyle çocuklarına şehid olan sahabelerin isimlerini koymuştur. Münzir, Urve, Hamza, Cafer, Musab, Halid.

Uhud’da dayısı Hazreti Hamza(ra)’nın cesedini zalimce parçaladıklarını görünce kılıcının kabzasını sımsıkı kavradı dişlerini birbirine kenetledi, fakat aklından geçenleri gerçekleştiremedi, çünkü Allah Resulu(sav)’e müslümanları sadece intikamı düşünmekten alı koyan ayet nazil olmuştu.

Resul-i Ekrem (a.s.m.) onun için: “Her peygamberin bir havârisi (yardımcısı) vardır. Benim de havârim Zübeyir’dir” buyurmuştur. Resul-i Ekremin (a.s.m.) katıldığı tüm savaşlarda bulundu.

Hazreti Zübeyir (r.a.) “Re­sû­lul­lah ile beraber katıldığım savaşlarda yara almayan hiçbir yerim yok­tur”buyurmuştur. Hattâ bu yaralanmaların edep yerine kadar vardığı da kaydedilmekte­dir

Bedir Savaşı’nda sadece iki at vardı. İki süvariden birisi de Hazreti Zübeyr(ra)’di, başına sarı bir sarık sarmıştı. Hazreti Muhammed(sav) “Meleklerin, sarı başlıklarla Zübeyr’in suretinde indiklerini görüyordum” buyurmuştur.

Hazreti Zübeyr(ra) hisli birisi idi “Muhakkak sen de öleceksin, muhakkak onlarda ölecekler, sonra hepinizin kıyamet günü davalarınız görülür“(zümer:30) ayeti kerimesi indiği zaman Hz Zübeyr (ra) Resulu Ekrem (sav) efendimize;

– Ya Resulullah! (sav) bu dünyada görülen dava ve husumetlerimiz de tekrar kıyamette ruyet olunacakmı?

Allah Resulu(sav) efendimiz

– Evet bunlar kıyamette tekrar görülecektir, ta ki her hak sahibine hakkı verile, demiştir.

Hazreti Zübeyr(ra);

– Allah’ın emri ne kadar şiddetli imiş, diyerek haşyetullahı bütün kuvvetiyle duymuştur.

Hazreti Zübeyr (ra) Peygamberimiz (sav) efendimizin”Kim benden yalan bir söz naklederse, cehenemde yerini hazırlasın” sözü üzerine O’nun yanından hiç ayrılmamasına rağmen kendisinden çok az hadis-i şerif rivayet etmiştir.

Uhud’da şehid olan Hazreti Hamza(ra)’yı kefenlemek için annesi Safiyye tarafından getirilen kefenin biri büyük biri küçük olduğunu görünce kura çekerek bir başka şehidi kefenleyecek kadar eşitlik esasına bağlı idi .

Fustat muhasarasında hayatının tehlikeye düşmesinden bir an bile tereddüt etmeden kale duvarına tırmanıp kapıyı açmış ve orduyu içeri alarak aylardan beri süren kuşatmanın zaferle sonuçlandırmasına vesile olmuştur. Diğer gazve ve kuşatmalardada bundan aşağı kalmayacak kadar kahramanlıklar göstermiştir.

Hazreti Zübeyr(ra) ailesine ve çocuklarına olan muhabetiylede tanınırdı.

Mekke’nin fethi sırasında İslam ordusunun sancaktarlığını yaptı. Mekke halkının bir kısmı toplanmış, İslam mücahitlerine tazimde bulunuyorlardı. Bu sırada Hazreti Zübeyr(ra) at üzerinde geldiler. Sevgili Peygam­berimiz(sav) elbisesinin ucuyla yüzündeki tozu sildi.

On bin kişilik bir ordunun başında Mısır’a, Mısır’ın fethi için gönderildi.

Suriye ve Mısır topraklarının İslam beldesi hâline gelmesinde Hazreti Zübeyr(ra) gi­bi müm­taz sahabilerin büyük payı vardır.

Serveti çok büyüktü fakat islam için tümünü harcadı ve borçlu olarak öldü, can verirken oğlu Abdullah’a borçlarını ödemesi için vasiyet etti, şöyle dedi; “Borçlar sana ağır gelirse sahibimden yardım iste “Abdullah sordu;

 – Sahibin kim?

– Allah… O sahiplerin ve yardım edenlerin en iyisidir!

Sonraları Abdullah şöyle diyordu “vallahi borcunu ödemekten dolayı bir zorlukla karşılaşmadım

Hazreti Zübeyr(ra)’in kullandığı gümüşle süslü kılıç tarihi bir kıymet kazanmıştır.

Hazreti Osman(ra) devrinde devlet işlerine karışmayıp sükûnet içinde yaşayan Hazreti Zübeyr(ra), Mısır’dan gelen isyancılara karşı halifenin korunması maksadıyla oğlu Abdullah’ı görevlendirdi. Halifenin şehit edilmesinden sonra Hazreti Ali'(ra)ye biat etti.

Hazreti Ali(ra)’nin halife olmasından sonra, Hazreti Talha(ra) ile birlikte müracaat ederek, Hazreti Osman(ra)’ın katillerinin cezalandırılmasını istedi. Daha sonra meyda­na gelen Cemel Vakası’nda Hazreti Âişe tarafında yer aldılar.

Hazreti Ali(ra) niçin kendisine karşı çıktığı­nı sordu ve Peygamberimiz(sav)’in bir hadisini hatırlattı:

Hatırlar mısın, bir gün Resûl-i Ekrem’le (a.s.m.) birlikte gidiyorduk. Sana rastladık. Resûl-i Ekrem sana, ‘Sen bir gün Ali’yle haksız yere savaşacaksın.’ de­mişti.

Bu ikazı duyan Hazreti Zübeyr(ra) hakperestlik gösterdi. Ve şöyle dedi:

Evet, hatırladım. Bunu daha önce hatırlamış olsaydım, yerimden kımıldamazdım. Ye­­min ederim ki, ben seninle savaşmam!” diyerek oradan ayrıldı. Da­ha sonra Hazreti Âişe’nin yanına gitti, savaştan vazgeçtiğini söyledi.

Hazreti Zübeyr(ra) oradan ayrılırken peşine “Amr bin Cürmüz” adında bir adam düştü. Yanına yaklaştı. Bir-iki soru sormak istedi. Adam silahlıydı. Hazreti Zübeyr(ra) bir ara namaza durdu. Bunu fırsat bilen Amr bin Cürmüz, Hazreti Zübeyr(ra) tam secdeye va­rınca kılıcını çıkardı. Büyük sahabiyi şehit etti.Cürmüz, Hazreti zübeyr(ra)’i şehit ettiği haberini Hazreti Ali (ra) haber verdiğinde Hazreti Ali(ra) “Safiyyenin oğlunu öldürene cehennemi müjdeleyin“demiş.

Cenaze namazını bizzat hazreti Ali (ra) kıldırmıştır.

658 yılında vaad olunduğu gibi Peygamber Efendimiz(sav)’e komşu olmak üzere cennetteki makamına varan Hazreti Zübeyr (ra)’dan şefaat diliyor onun gibi bir kul olabilmemiz için Yüce Mevlamamıza niyaz ediyoruz.

Çetin Kılıç/LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

1)Kütübü Sitte

2)Sevgi kutupları

3)Ümmetin Yıldızları

4)Hayattüs Sahabe

Talha Bin Ubeydullah (R.A.) Kimdir?

Talha Bin Ubeydullah (RA), 598 Mekke’de doğdu. Orta boylu, geniş göğüslü, geniş omuzlu ve iri ayaklı idi. Esmer benizli, sık saçlı fakat saçları ne kısa kıvırcık ne de düz ve uzundu. Güler yüzlü, ince burunlu idi. Saçlarını boyamazdı. Yürüdüğü zaman süratli yürür, bir yere yöneldiği vakit tüm vücudu ile dönerdi.

Şam’ın Busra kasabasında karşılaştığı bir rahipten, Mekke’den bir peygamber çıkacağını ona uymasını ona uyanların kurtuluşa ereceklerini öğrenir. Dedeleri kardeş olan Hazreti Ebu Bekir(ra)’e gidip olanları anlatır. Hazreti Ebu Bekir “ben Hazreti Muhamamed(sav)’in getirdiği dine onun peygamber olduğuna inandım iman getirdim” deyip birlikte Hazreti Muhammed(sav)’in yanına giderler. Hazreti Muhammed(sav) ona İslam’ı anlatınca hemen kelime-i şahadet getirip iman ederek, kurtuluşa eren kutlu gruba girmiş oldu. İlk iman edenlerin sekizincisidir.

İslamiyet’e girdikten sonra onu dininden vazgeçirmek isteyenler tarafından ve en yakın akrabaları dâhil olmak üzere Mekke müşriklerinden işkence gördü. Evlerine hapsedilmiş, günlerce aç ve susuz bırakılmıştır. Kardeşi Osman da Hazreti Talha(ra) vasıtasıyla iman etmiş, bu işkencelere o da tabi tutulmuştur. Hele namazlarını eda edecekleri zaman çektikleri sıkıntı ve kendilerine reva görülen işkence tahammülü mümkün olmayan cinstendi.

Talha(ra), Peygamber(sav) Efendimizin bacanağıydı. Hanımlarından dört tanesi Resulullah (s.a.v.)’ın zevcelerinin kız kardeşleriydi.

Talha (ra) erkek çocukların her birine bir peygamber ismi vermişti. Muhammed, İmran, Musa, Ya’kub, İsmail, İshak, Zekeriyyâ, Yusuf, İsâ, Yahya, Salih.

Kur’ân-ı Kerim’i hıfzedip usul ve kaidesine uygun okuyan ve “Kurra Hafızları” olarak adlandırılan ilk hafızlardandır.

Günlük geliri bin altın idi. Öksüzleri gözetir; fakirlerin ihtiyaçlarını görür, biçarelere yardım eder. Paraya ihtiyacı olanlara para verirdi. Teymoğullarının bütün muhtaçları, onun yardımları altında idi. Hz. Talha bunların dullarını evlendirir, borçlularının borçlarını öderdi.

Bir gün bir Bedevî, Hazreti Talha(ra)’ya gelerek akrabalık iddiasında bulunarak yardım istedi. Hazreti Talha(ra) bu akrabalık bağının çok önemli olduğunu söyleyerek, bir arazisinin olduğunu ve isterse onu almasını, isterse satıp parasını vermeyi teklif etti. Bedevî parasını almayı isteyince, Hazreti Talha(ra) araziyi satıp parasını Bedevî’ye verdi.

Hz. Talha çok büyük bir zenginliğin içinde bulunmasına rağmen gayet az yer, son derece sade giyinirdi, israf etmez ve israf edenleri sevmezdi. Bazen de çok güzel elbiseler giyerdi.

Servetinin büyük bir kısmını, cihat ordusuna sarf etmesi için Resûlullah’a getirdi ve: “Bunlar size Talha’nın küçük bir hediyesidir.” dedi.

Talha(ra)’ya cömertliği sebebiyle “el-Fayyâd” denirdi.

Çok cesur idi. Bütün gazalarda Allahü teâlâ’nın dinine hizmet ve şehitlik mertebesine ulaşmak için kahramanca savaşmış, Uhud’da kahramanlık destanları yazmıştır. Canını Peygamber efendimizi korumak için tehlikeden tehlikeye attı.

Uhud günü bir anlık dağılan İslam ordusunu gören müşrikler bunu fırsat bilip Hazreti Muhammed (sav)’in olduğu yöne doğru hücum ediyorlardı. Resûlullah (sav) tıpkı, askerî bir birlik gibi, sebat etmekte yerinden ayrılmamakta idi. Hazreti Talha(ra) “Düşmanın en şiddetli saldırıları karşısında Resûlullah’ın bir karış bile gerilediğini görmedim” buyurmaktadır.

İşte bu şiddetli günde yedisi muhacirlerden, yedisi ensardan olmak üzere on dört Sahabe de onunla birlikte sabır ve sebat gösterdiler. Peygamberimizin ( sav ) yanında bulunan ensardan on iki sahabe bu şekilde şehâdet şerbetini içtiler, Resûlullahın ( sav ) yanında Hazreti Talha bin Ubeydullah(ra)’dan başka kimse kalmadı. Hazreti Talha (ra) bir aralık Peygamber( sav) efendimize baktığında yüzünün kanlar içerisinde olduğunu gördü Peygamber( sav) efendimizin etrafını sarmış olan müşrikleri yara yara Peygamber (sav)Efendimizin yanına vardılar. Ona gelen oklara ve kılıç darbelerinin önünde set olarak O’nu korumaya çalışıyordu, Peygamber (sav) efendimizin güvende olmadığını gören Talha (ra), Peygamber(sav) efendimizi daha emin bir yere taşımıştır. Talha(ra) bu savaşta yetmiş yerinden fazla yara almış parmaklarının bazıları kılıç darbeleri sonucu kopmuştu.

Yeryüzünde Cennetlik bir kimse görmek isteyen Talha bin Ubeydullah’a baksın” hadisi şerifine mazhar olmuştur.

Hazreti Muhammed(sav)efendimiz; “Uhud günü yeryüzünde sağımda Cebrail solunda Talha bin Ubeydullah’dan başka bana yakın bir kimse bulunmadığını gördüm” buyurmuşlardır

Ûmmü Ebbân binti Utbe kendisiyle evlenmek isteyen başka sahabeler olmasına rağmen Hazreti Talha(ra)ile evlenmişti, Ümmi Ebbân hatun’a Talhâ bin Ubeydullah’la evlenme sebebi sorulduğu zaman; .

Onun ahlâkını bilirim. Evine girerken güler yüzle girer, evinden çıkarken mütebessim çıkar, Kendisinden istenildiğinde verir, kendisine bir iyilik yapıldığı zaman teşekkür eder. Bir kusur görünce affeder” diye cevap vermiştir

Şûra meclislerinin mümtaz ve değişmeyen âzalarından biridir. Müslümanlar birçok meselede kendisine müracaat ediyordu.

Hicret haberini alınca, bütün mallarını ve kazancını bırakarak Medine’ye göç etti. Peygamberimiz(sav) onunla Ubey bin Kâb (r.a.) arasında kardeşlik tesis etti.

Hazreti Ebu Bekir (ra) kendisinden sonra halifeliği kime bırakacağının istişarelerini yapıyordu. O’na, Hazreti Ömer(ra) bu makâma en çok lâyık olan zâttır. Cenâb-ı Hak sana; “Müslümanların işini kime terk ettin?” derse, açık bir alınla ve müsterih olarak; “Ömer(ra)’e bıraktım” dersin, diye tavsiyede bulunmuştu.

Hazret-i Ömer'(ra)in halifeliği zamanındada yerine aday olabilecekler arasında Talha bin Ubeydullah (r.a.)’ı göstermiş olmasına rağmen bundan feragat ederek Hazret-i Osman’ın (r.a.) halife seçilmesini destekledi ve biat etti. Bu dönemde münafıklar tarafından Müslümanlar arasında çıkarılan fitneler sırasında Hazret-i Osman’ın (r.a.) yanında yer aldı. Asilere karşı mukabelede bulunarak Hazret-i Osman’ı (r.a.) korumaya çalıştı. Hazreti Talha(ra) O’nu korumak amacıyla Hazret Ali (ra) ve Hazreti Zübeyr (ra) gibi oğullarını gönderdi. Oğlu Muhammed şiddetli şekilde âsilere mukabelede bulundu. Asiler tarafından Hazret-i Osman’ın (r.a.) şehid edilmesinden büyük üzüntü duydu. Hazret-i Zübeyr (r.a.) ile birlikte yeni halife seçilen Hazret-i Ali’den (r.a.) katillerin bulunup cezalandırılmasını istediler. Hazret-i Ali(ra), durumun çok karışık olduğunu, biraz beklemek gerektiğini ve daha sonra gerekenin yapılacağını kendilerine söyleyince, yanından ayrıldılar.

Cemel Savaşı’na doğru giden süreçte taraflar arasında bir içtihad farkı vardı. Hazret-i Ali(ra) adalet-i mahza ile devam edilmesinden yanaydı. Yani-daha önceki halifeler döneminde uygulana geldiği gibi “bir masumun hakkı bütün insanlar için, çoğunluğun selameti adına feda edilemez. Cenâb-ı Hakk’ın yanında hak haktır, küçüğüne-büyüğüne bakılmaz. Küçük hak, büyük hak için iptal edilmez. İnsanın rızası olmadan, hayatı da hakkı da feda edilemez.” fikrini savunuyordu.

Diğer taraf ise, adalet-i izafiye yani, çoğunluğun selameti için ferdin hakkının feda edilebileceği kanaatinde idiler. Cemaatin selameti için ferdin hakkı nazara alınmaz. Onlara göre İslâm coğrafyası çok büyümüş ve adalet-i mahzanın tatbiki mümkün değildir. Her iki taraf da halifenin katli ve kargaşaya sebep olup, Müslümanlar arasında nifak çıkaranların cezalandırılmalarından yana idiler. Hazret-i Ali (r.a.) bu konuda çok hassas davrandı. Çünkü adalet-i mahzanın uygulanabileceği bir durumda adalet-i izafiyenin uygulanması zulümdü.

Hazret-i Ali (r.a.) içtihadında haklı olmakla beraber, karşı tarafta Hazret-i Aişe (r.a.), Hazret-i Talha bin Ubeydullah (r.a.) ve Hazret-i Zübeyr (r.a.) gibi aralarında cennetle müjdelenen ve sahabelerin ileri gelenlerinin olmaları ve kesinlikle art niyet taşımamaları nedeniyle, onlara karşı ağır sözler sarf etmek İslâmî ölçü ve hassasiyetlerle bağdaşmaz. Hem vefat edip ahiret alemine göç eden insanları zemmetmenin gereği yoktur. Gereksiz kusurlarını, lüzumsuz ve zarara sebebiyet verecek şekilde beyan etmek, Ehl-i Beyt muhabbetinin gereği de değildir.

Talha (ra), Uhud Harbi’nden Mekke’nin fethine kadar geçen süre içinde yapılan bütün gazvelere katılmıştır.

Talha bin Ubeydullah 656 yılında kasım ayında İslam Devleti’nde yaşanan ilk iç savaş olan Cemel savaşında şehit olmuş 64 yıllık şeref ve haysiyet dolu bir ömrün sahibi olarak hayatta iken müjdelendiği üzere cenneti alaya göç etmiştir.

Hazreti Ali(ra) harp meydanını gezerken Hazreti Talha(ra)’yı ölenler arasında görünce çok üzüldü, pek çok ağladı. Kucağına aldı. Yüzündeki toprakları sildi ve “Ey Ebû Muhammed (Talha) semanın yıldızları altında seni toprağın üzerinde serilmiş olarak görmek bana pek ağır geldi, beni kalbimden vurdu. Keşke yirmi yıl önce öleydim” buyurdu. Hazreti Ali/ra), Hazreti Talha(ra)’nın namazını kendi kıldırdı.

Vefat ettiği zaman, miras olarak bir hayli gayrimenkul, nakit para ve değerli eşya bırakmıştır

Vefatından yirmi yıl sonra kızı Âişe bir gece rüyasında Hazreti Talha(ra)’yı gördü ve Ona “Yâ Aişe kabrimin bir tarafından sızan su bana eziyyet veriyor, beni buradan çıkar da başka yere defn et” diye tenbih buyurdu. Bunun üzerine kızı Âişe çok üzüldü ve akrabalarından bazılarını alarak kabr-i şeriflerini açtılar. Sızan sudan dolayı vücûdunun bir tarafı hafif yeşillenmiş ise de, diğer yerleri yeni defin edilmiş gibi ve bir kılına dahi zarar gelmemiş olduğu halde buldular. Başka bir kabre naklettiler.

Çetin KILIÇ /LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar: Kütübü Sitte,Sevgi Kutupları,Kevser,Talha Bin Ubeydullah,Ehli Sünnet Büyükleri.

Hz. Ebu Bekir Sıddık (R.A.) kimdir?

571 Yılında Mekke’de doğdu, Babası Kureyş’in Teym boyundan Ebu Kuhafe Osman, Annesi Sahrin kızı Ümmül Hayr Selma’dır. Asıl adı Abdül Kabe idi müslüman olduktan sonra Hz Muhammed (sav) ona Abdullah adını verdi, ayrıca Atik, Sıddık Yarı- gar sanlarıylada anılır. Müslüman olan ilk erkektir.

Mekke’de Kureyş’lilerin kan davalarına bakardı, daima uygun ve yerinde karar veren bir hakemdi.

Hz Muhammed(sav)’in atalarının dininden başka bir dinden söz ettiğini duyunca Resullulah’ın yanına giderek bizzat

-Ya Ebel Kasım sen kavminin , atalarının dinlerini kınıyor ve yeriyormuşsun öylemi?

Peygemberimiz(sav);

– Ey Ebu Bekir(RA) ben, sana ve bütün insanlara Allah’ın Resulüyüm, insanları bir olan Allah’a davet ediyorum şahadet getir; Deyince Ebu Bekir (RA) hiç irkilmeden, düşünmeden, dili sürçmeden, dolaşmadan Kelime-i Şahadet getirerek Sıddıkiyet makamına giden caddeye girmiş oluyordu.

Müslüman olmadan öncede Peygamber(sav) ile yakın dostluğu vardı, müslüman olunca bu dostluk erişilmez bir dostluğa bürünmüştür.

Zengin bir tüccardı, kırk bin dirheminin otuzbeş binini müslüman olan kölelerin hürriyetini kazanmaları için fidye olarak ödemiştir. Hz Bilal( RA) fidyesinide Hz Ebu Bekir (RA) vermiştir.

Yoğun baskılar neticesinde müslümanlar Habeşistan’a göçtüğünde o Peygamberimiz( sav) yanında kalan bir kaç müslümandan biri idi.

Hz Ebu Bekir (RA) “Allahım! Ahiret günü benim vücudumu o kadar büyütki cehennemde benden başkasına yer kalmasın!” diye dua etmiştir.

Asırlar sonra gelen son asrın müceddidi Said Nursi Hazretleri’de “Bir kişi için cehennemde yanmaya hazırım” diyecektir.


Hz Ebu Bekir Kur’an-ı Kerim okurken ağlardı. (bizlerde ağlayamıyorsak ağlayamadığımıza ağlamalıyız). Hicrette Peygamberimiz(sav)’e arkadaşlık edeceğini duyduğundada sevincinden ağlamıştır.

Üç gün kaldıkları Sevr mağarasına ilk giren Hz. Ebû Bekir (RA) dir, mağarada keşif yaptıktan sonra Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) içeri girmiştir.

Mağarada iken ayağını bir yılan soktuğunda ve ayağı acıdığında o sırada dizine yatıp uyumuş olan Hz. Muhammed Mustafa (sav)’yı uyandırmamak için sesini çıkarmaması, ağlarken Hz. Muhammed’in uyanıp ne olduğunu sorduğunda, “Anam-babam sana fedâ olsun ya Rasûlullah” demesi olayı Ebû Bekir’in Hz. Muhammed’e olan bağlılığının örneklerinden sadece biridir.

Kur’an-ı Kerim’de onun için”İkilerin ikincisi“Vasfı zikredilmiştir.

Hz Ebu Bekir(RA) hayatında hiç içki kullanmamıştır.

Peygamber (sav) insanların iyi huyları üç yüz altmış tanedir, hepsi Ebu Bekir(RA)’da vardır buyurmuştur.

Mescid-i Haram’da Peygemberimiz(sav) ve diğer müslümanlarla birlikteydi. Orada bulunan müşriklere Allah’a ve Resulüne inanıp bağlanmalarının gereğini anlatıyordu, müşrikler ona ve diğer müslümanlara saldırdılar ortalığı alt üst ettiler Hz Ebu Bekir (RA)’i kanlar içinde bırakıp tanınmayacak hale gelene kadar dövdüler ta ki Teyme oğulları gelip Onu yarı ölü vaziyetinde evine götürene dek.

Akşama doğru ancak kendine gelen Hz Ebu Bekir (RA) “Hz Muhammed (sav)nasıl ?” Diye sormuş ve illa görmek istemiştir. Hava kararıp ortalık tenhalaşınca Ümül Cemil ve Annesine dayanarak Resulallah(sav)’ı görmeye gitmiştir. Burada Allah’ın Resulü(sav)’nü görünce kendisine sarılmış, öpmüştür, orada bulunan müslümanları da kucaklayan Ebu Bekir (RA), burada annesinin müslüman olması için Allah Resulü(sav)’nden dua etmesini istemiş,annesi de orada müslüman olmuştur.

Hudeybiye antlaşmasının şartlarının ağırlığını gören sahabeler antlaşmanın yapılmasına taraftar değilken Hazreti Ebu Bekir (RA) Peygamberimiz (sav)’e bağlılığını bir kez daha ortaya koyarak hiç itirazda bulunmamıştır.

Hazreti Ebu Bekir (RA) ak benizli, ince yapılı ,zayıf yüzlü, çukur gözlü ,seyrek sakallı, çıkık alınlı, kuru parmaklı idi. Peygamber(sav)’in emirlerini harfiyen yerine getirmek hususundaki gayretlerini izah etmek adeta imkansızdır.

Hz Ebu Bekir (RA) imanda, amelde, cömertlikte, ihlasta, ahlakta, her yönüyle bütün faziletlerde insanların en üstünüdür.

Bir gün içerisinde oruç tutup, cenaze uğurlayıp, fakir doyurup, hasta ziyaret ettiğinde, Allah Resulü(sav) “Bunlar bir kimsede toplandımı o muhakkak cennete girmiştir.”Buyurdular.

Bedir harbinde oğlu Abdurrahman’la çarpışmak isteyince Allah Resulü(sav) “Sen benim işiten kulağım, gören gözümsün” diyerek çarpışmalarına musaade etmemiştir.

Peygamberimiz(sav)’in ebediyete göçeceğini ilk fark eden, herkesten önce sezen ve göz yaşı döken Sıddık-ı Ekber’dir.

Peygamberimiz(sav) çok hastalandığında namazı kıldırması için Hazreti Ebu Bekir'(RA)i tayin etmiştir.

Kırk bin dirheminin on binini gece, on binini gündüz, on binini gizli, on binini aşıkare tasadduk etmiş. Allah’ın “Mallarını gece ve gündüz ve aşikare sarfedenler işte onlar Rab’lerinin yanında ecirleri sırf kendilerinindir ve onlara korku yoktur ve mahzun değildir onlar” buyurduğu Ayet-i Kerime’nin müjdesine mazhar olmuştur .

Hazreti Ali (RA)’de bu ayet indikten sonra sahip olduğu dört dirhemin birini gece, birini gündüz, birini gizli, birini aleni tasadduk etmiş, niçin böyle yaptığını soranlara “Ayet-i Kerime’nin müjdesine bende mazhar olmak istedim” diye cevap vermiştir.

Hazreti Ebu Bekir (RA), iki yıl, üç ay ve bir kaç gün halifelik yapmış ve islamı sonsuz düzlüğe çıkarma başarısını göstermiştir. Ayrıca, Kur’ân âyetlerinin toplanmasını sağlamıştır. Hz. Muhammed (S.A.V.) zamanında peyderpey inen vahiy, kâtiplerce ceylan derilerine, beyaz taslara, enli hurma dallarına yazıldığı gibi, ashâbın çoğu da Kur’ân hâfızı idi. Ebû Bekir, Zeyd ibn-i Sâbit’in başkanlığında bir heyet teşkil ederek, herkesin elindeki âyetleri getirmesini emretti. Böylece bütün âyetler toplandı ve “Mushaf” meydana getirildi. Bu Mushaf Ebû Bekir’den Ömer’e, ondan da kızı Hafsa’ya geçti ve Hz. Osman zamanında çoğaltılarak Dârü’l-İslam’ın bütün vilâyetlerine dağıtıldı.

Yine; İki yıllık halifelik döneminde iki büyük zafer kazanmış İran ve Filistin O’nun zamanında feth olunmuştur.

Yediği bir zehirli yemeğin tesirinden 63 yaşında 23 ağustos 634 yılında Medine’de ahiret alemine göç etmiştir.

Kızı Hz Aişe’nin ifadesi “Vefat ettiğinde tek kuruş bırakmamıştır.”

Hazreti Muhammed Mustafa(sav) ümmetinin cennete ilk girenlerindendir.

Mubarek naaşı Allah Resulü(sav)’in irtihalinde kullanılan sedye üzerine konulup, cenaze namazını Hz Ömer (RA) kıldırmıştır. Kainatın Efendisi Hz Muhammed( sav )’in göğüsleri hizasına defnedilmiştir.

Kabre oğlu Abdurrahman (RA),Hazreti Ömer (RA),Hazreti Osman (RA) ve Hazreti Talha (RA) indirmiştir.

Allah Rahmet etsin bizleri Şefaatine mazhar etsin amin..

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

Sevgi kutupları

Kütübü sitte

kimkimdir.gen.tr

Not: Ümmetin Yıldızları ve En Güzel Örnekleri Olan Sahabelerin Hayatları İçin Tıklayınız

Son Söz Olarak (Barihudâ Tanrıkorur)

İlk duyduğunda annem, müslüman olduğuma çok üzülmüştü. Türkiye’de, yabancı bir ülkede tek başıma olmamdan rahatsız oluyordu. Annem her Pazar kiliseye giderdi. Oradaki papaza, benim müslüman olduğumu söyleyince, papaz da benim için Allah’tan af dilemeye başlamış. Eski dinime dönmem için birlikte nice duâlar etmişler.

Ben de annemin hidâyete ermesi için çok duâ ettim, ama bu iş, istemekle olmuyor. Allah’ın takdiri… Peygamber Efendimiz, öz amcasını bile istediği hâlde hidâyete getiremediği gibi…

Memleketimde aradığım huzuru bulamayınca İstanbul’a geri döndüm. Dönüşte bana Kur’ân-ı Kerîm ve Hadis öğretecek hocalar ayarlamışlardı. İngilizce tercüme yapacak birisi de vardı. Âdeta kendimi bir hanımlar tekkesinde bulmuştum. Sorularıma istediğim gibi tatminkâr cevaplar bulabiliyordum. İlk defa Kur’ân-ı Kerîm’i hatmettim. Kur’ân-ı Kerîm okumayı çok zor öğrendim, bir türlü dilim dönmüyordu. Ama yavaş yavaş, büyük bir sabırla öğrettiler.

Türkiye’de herşeyi yavaş yavaş öğreneceğimi anladım. Yine anladım ki, insanlara ve makamlara takılmamak lâzım!.. Mevlânâ’nın dediği gibi renksiz makama, berrak makama ulaşıncaya kadar hiçbir şeye takılmamak lâzım!..

Süleyman Dede, benim çektiklerimi gördükçe:

“-Bir mevlevînin çilesi binbir gündür. Kızım, senin çilen ne kadar uzun sürdü. Allah seni neye hazırlıyor, bir türlü anlamıyorum!..” diyordu.

Süleyman Dede, bana sık sık:

“-Şu anne-babana mektup yaz; onlar iyi olmasaydı, sen böyle iman edemezdin!..” diyordu.

Türkçe’yi iyice öğrenmiştim. İlk hatmimi indirdikten sonra, hatim duâmda hocam anne-babam için dua etti… Aradan bir hafta geçmemişti ki, Süleyman Dede’yle beraber Amerika’ya dâvet edildik. Orada dört gün kaldık. Oradan da onu, annem ve babamın yeni göçtükleri şehre (Miami’ye-ABD) götürdüm.

Annem-babam, onu görür görmez:

“-Bu, bizim Tevrat ve İncil’de okuduğumuz Süleyman ve İlyas peygamberlerin nûrunu taşıyor.” demişlerdi.

Annem-babam çok bilgili insanlardı; özellikle Tevrat’ı çok iyi bilirlerdi. Onların bu teveccühü de beni Süleyman Dede’ye ayrı bir şekilde bağlamıştı.

Süleyman Dede, orada namaz kıldı. Babam, bizzat yemek yaptı. Herkes onu çok sevdi. Süleyman Dede de, onları Türkiye’ye dâvet etti.

Âilem, 3 yıl sonra Türkiye’ye geldi. Süleyman Dede’yi ziyaret ettiler. Bu vesileyle tanıştıkları Türkleri de çok sevdiler.

Teslim Olmayı Öğrenene Kadar

Süleyman Dede ile tekrar Türkiye’ye döndüm. Bir ara, ona döndüm ve:

“-Ben, daha ne kadar Türkiye’de kalacağım?” diye sordum.

O da:

“-Aklından neden ve niçin sorularını çıkarana kadar!.. Herşeyi sorgulayan Batı kafasından kurtulup teslim olmayı öğrenene kadar…” diye cevap verdi.

Aradan bir hayli zaman geçti. Artık eskisi gibi tereddüt ve endişeler, beynimi kemirip durmuyordu. İşte o zaman Süleyman Dede:

“-Artık gidebilirsin!..” diye izin verdi.

Ama bu sefer de ben gitmek istemedim. Süleyman Dede’ye:

“-Ben, Allah’a gitmek istiyorum, ölmek istiyorum!..” dedim. O ise itiraz etti:

“-Kızım, sen daha otuz yaşlarındasın!.. Evleneceksin, beyine hizmet edeceksin. Allah rızâsını kazanacaksın!..”

Konya’da Hazreti Mevlânâ’nın Şeb-i Arus (Düğün Gecesi) kutlamasında 17 Aralık 1981’de bir semâ âyini vesilesiyle Cinuçen Tanrıkorur Bey ile tanıştım. Birkaç ay sonra da kendisiyle 28 Ağustos 1982’de evlendim. Sonra öğrendiğime göre, ikamet etmekte olduğumuz evlerimiz birbirine çok yakınmış. Yine beyimin vefatından sonra, günlüğünden okuduğuma göre de, rüyasında ona benimle evlenmesini tavsiye etmişler.

Süleyman Dede, bu evlilikten üç yıl sonra, 1985 yılında vefat etti. Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun.

Son Olarak Okuyucularımıza Söylemek İsterim ki…

Gençler, kültürünüzden, dininizden ve tarihinizden kaçmayın!.. Bunları öğrenin ve onlarla gurur duyun!.. Eğer sahip olduğunuz bu değerlerden kaçmaya çalışırsanız, yok olmaya mahkum olursunuz. Özünüze dönün.

Değerli okuyucularıma da şunları söylemek isterim. Türkiye’ye ilk defa geldiğim 1976 yılındaki ülkenizle şimdiki Türkiye arasında maalesef çok fark var. Müthiş bir Batı hayranlığı, sizi esir almış. Batının teknolojisini alın, ama onun esiri olmayın. Batının kokuşmuş hayat tarzı; sizin dininizi, âile hayatınızı ve örflerinizi alıp götürmesin!.. Buna izin vermeyin!.. Âile hayatının özenle korunması lâzım… Yaşadığınız toprakların altında bir çok evliyâullâh var. Onlar, sizin en büyük yer altı hazineniz!.. Onların ruhları, bu mekânları muhafaza ediyor. Ama siz de onların kıymetini bilmelisiniz.

Batı dünyası bu mâneviyattan mahrum… Toprakları da, ruhları da, mânevî hayatları gibi kurak ve çorak…

Teknoloji geldi, rahatlık arttı, ama huzurunuz kayboldu. Dışarıda aradığınız huzur, içinizde… Birçok kişi yoga ile meditasyonla o huzuru arıyor. Tıpkı benim İslâm’dan önceki çırpınmalarım gibi… Ben de İslâm’la tanışmadan önce, beyhûde yere huzuru oralarda aradım. Ama nafile… Gelin, siz de değerli vakitlerinizi boş yere kaybetmeyin… Huzuru, bulamayacağınız yerlerde aramayın. Huzur, sizde, sizin içinizde, sahip olduğunuz mukaddes değerlerinizde…

Son söz olarak biz de; bu duygu ve ibret yüklü hayat ve hatıralarını bizimle paylaşan Barihuda Tanrıkorur Hanım’a minnet ve şükranlarımızı sunuyoruz.

Halime Demireşik

Şebnem Dergisi

Konya’da Sekiz Yıl (Barihudâ Tanrıkorur)

Şimdi Süleyman Dede ile karşılaştığım için çok şükrediyorum. Eğer beni müslüman bir memlekete dâvet etmemiş olsaydı, İslâm’ın yaşanmadığı bir ülkede o ilk çile yıllarımı atlatamazdım. Amerika’da olsaydım, beni koruyan bir toplum olmayacaktı.

Burada bir çocuk, ilk doğduğu andan itibaren müslüman bir çevrede büyüyüp yetişiyor. Ben ise, bambaşka bir toplumda doğmuştum. Herşeye en başından başladım: elimi yıkamak, abdest almak, çamaşır temizlemek (şartlamak) vb… Yirmi dokuz yaşımdaydım, ama âdeta yeni doğmuş birisi gibiydim. Bana Süleyman Dede’nin âilesi, Ferişte Teyze her şeyi öğretti. Bizi hamama götürdü, temizliği ve guslü öğretti.

Süleyman Dede, yeni müslüman olan erkeklerle bizzat ilgilenir, onlara ilk anda gerekli olan herşeyi, en ince teferruatına kadar öğretir; sonra da Kur’ân-ı Kerîm okumasını, akaid, hadis ve ilmihâlini iyice öğrenmesi için bir hocaya teslim ederdi. Böylece onlar akıllarına takılacak her şeyi sorup İslâm hakkında daha geniş bilgi sahibi olabilirlerdi.

1976 yılında, Konya’da olmak çok zordu. Halk o zaman çok daha muhafazakârdı. Orada Selçuk Üniversitesi de henüz açılmamıştı. Benim hakkımda:

“-Bu kız, burada tek başına ne yapıyor?” diyorlardı.

Hatta bazıları benim bir casus olduğumu düşünüp beni sağa-sola şikâyet etmişlerdi. Şeyh, müridinin mânevî babası oluyor ya, Süleyman Dede de:

“-Bu kız evlenene kadar, ondan ben sorumluyum!..” der ve bu tür insanlara karşı hep beni himaye ederdi. Hatta zaman zaman bana da:

“-Eğer ben vefat ettiğimde sen hâlâ bekâr kalmış olursan, babanın evine döneceksin!.. Burada tek başınasın. Yeni müslüman olmuşsun. Kalbin temizlenmiş, arınmış. Şimdi kim sana ne söylerse inanıyorsun. Toplumu, gerektiği gibi tanımıyorsun.” diye tembih ederdi.

Konya’ya ilk geldiğimde bir müddet otelde kaldım. Daha sonra dul bir hanımla kızının yanında vakit geçirdim. Daha sonra yatılı bir Kur’ân kursunda, küçücük çocuklarla beraber kaldım. Ama hâlâ Türkçe bilmiyordum. Bu yüzden çok zorluklar çektim. Bazen üstü akan, kerpiç evlerde gecelediğim oldu.

Nihayetinde hepsi Allah rızâsı içindi. Tam 8 sene Konya’da kaldım ve sonunda evleneceğim kişiyle tanıştım.

Her Gün Bir İncelik, Bir Güzellik

Nicholson’un 6 ciltlik Mesnevî tercümesini yanımdan hiç ayırmıyordum. Her sabah kalkınca tefe’ül yapıyordum. Yani rastgele bir bölümünü açıyor, okuyor ve:

“-Bakalım, bu gün bana Mevlânâ ne diyor?” diye kendime ders çıkarıyordum.

Yeni müslüman olan bir hanımın en büyük problemi, bütün zorluklarla tek başına boğuşmasıdır. Ancak müslüman bir âile veya müslüman bir çevre içinde olunca, bu dertler büyük oranda azalıyor. Aynı Peygamber Efendimiz’in ashâb-ı kirama en basitinden en önemlisine kadar her merhalede her şeyi öğretmesi gibi, müslüman bir çevre de insana her konuda büyük bir lütuf oluyor.

Konya’da geçirdiğim ilk Ramazan ayını hiç unutamam. Çevremizdeki komşular:

“-Bu kız, bizim memleketimizde misafir. Biz, ondan sorumluyuz!..” derler ve gönlümü almaya çalışırlardı.

Bir yandan da:

“-Sen, burada ilim öğreniyorsun. Eğer gurbet elde ölürsen, şehit sayılırsın!..” diyerek sürekli teşvik ederlerdi.

Ramazan ayında zengini-fakiri, hepsi nesi var, nesi yok bizimle paylaşırdı. Peygamber Efendimiz’in “komşuluk” hakkındaki hadis-i şeriflerini âdeta yaşayarak öğrettiler bana… Çocuklarını sallarken, uyuturken “Huuu!.. Huuu!..” diye ninni söylerlerdi. Bunların hepsi benim için çok güzel birer örnekti.

Ali Kemal Belviranlı hocaya sık sık giderdim. İngilizce bildiği için bana namazı çizerek-yazarak öğretti. Namaz için gerekli bütün duâ ve sûreleri ezberletti.

Konya’da ne yaptıysak kalma problemini çözemedik. En sonunda İstanbul’a gittim. Konya’da yaşamak da hayli zorlaşmıştı. Konya’daki hanımlar genel olarak İngilizce bilmedikleri için onlardan dinî bilgiler açısından istifade edemiyordum. Ancak onlardan dikiş-nakış, oya vs. öğrendim. Çeyiz bile yapmaya başlamıştım.

Bir de yaptığım bazı şeylerde hanımlar sadece:

“-Günah!..” diyorlardı.

Ben de acaba “gelenek-görenek” mi, yoksa “Allah’ın kesin bir emri” mi diye soruyordum. Bana kesin bir cevap veremiyorlardı. Hep sabrediyordum. Hemen her gün Mevlânâ’yı ziyaret ediyordum. Süleyman Dede de beni böyle üzgün görmeye dayanamıyordu. Sonunda İstanbul’a gittim.

Binbir Günü Geçen Çileler

İstanbul’a her geliş gidişimde biraz daha rahatlıyordum. Bir ara memleketime de gittim. Ama bir tuhaf olmuştum. Kendimi hâlâ Konya’da zannederek herkese güveniyordum. Birşey aldığımda, paranın üstünü kontrol etmiyordum. Halbuki Anadolu’da insanlar, Allah’tan korktukları için paranın üstünü kuruşu kuruşuna ödüyorlardı. Halbuki mesela Newyork’ta herkes birbirini nasıl kandırabileceğini düşünüyordu. İki dünya arasındaki fark, gece ile gündüz gibiydi..

( Devam Edecek.. )

Halime Demireşik

Şebnem Dergisi