Nuh Aleyhiselam, İdris (A.S)’dan sonra gönderilen Peygamberlerin büyükleri olan ve kendilerine «Ülü’l-Azm» denilen 6 peygamberden ikincisidir.
Bu 6 büyük peygamber şunlardır, Hz. Adem, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve peygamberimiz Muhammed Mustafa (S.A.V.)
Allah korkusundan daima ağladığı için adına, çok ağlayan, inleyen manasına gelen “Nuh” denilmiştir.
İnsanlar putlara tapmaya başladıktan sonra, gün geçtikçe aralarında, zulüm, zorbalık, fitne, ahlâksızlık gibi kötülükler artıp yayıldı. Hazret-i Nuh, böyle bir cemiyet içinde çocukluğundan beri doğru yolda bulunan, Allahü Teâlâ’ya ibadet eden Salih bir kul idi. Sulama işleriyle, çiftçilikle, hayvan yetiştirmekle, marangozluk ve ev inşasında çalışıyordu. Doğru yoldan ayrılmış olan insanların kötülüklerinden de tamamen uzak duruyordu. Elli yaşında iken, Allahü Teâlâ, onu insanlara peygamber olarak gönderdi. Kendi zamanında yaşayan bütün insanlara Peygamber olarak gönderilen Nuh aleyhisselam, ömrünün sonuna kadar insanları Allahü Teâlâ’ya iman etmeye, O’nun emirlerine uymaya, dâvet edeceğine söz verdi. Ona yeni bir din ve kitap verilmeyip, kendinden önceki peygamberlerin dinlerindeki hükümleri dokuz yüz elli sene insanlara bildirdi, onları hidayete çağırdı. Kur’ân-ı kerîmde “Muhakkak ki biz, Nuh’u(aleyhisselam) kavmine resûl olarak gönderdik” buyrulmaktadır.
Zulüm ve zorbalığa alışmış ve başkalarını tahakküm altına almak isteyen insanlar inanmadılar ve ona düşman oldular. Nuh aleyhisselam onlara nasihat ederek: “Ben size doğru yolu göstermek, zulmü kaldırıp, adâleti yaymak için Allah tarafından gönderildim. Herkesin putlara tapmaktan vaz geçip bir olan Allah’a ibadet etmesini, kulluk yapmasını bildiriyorum” dedi. Kavmi ise bu dâvete uymadıkları gibi, Nuh aleyhisselamı kendilerine doğruyu, hakkı anlatırken dinlememek için parmakları ile kulaklarını tıkıyorlar, onu görmemek için elbiseleriyle başlarını kapatıyorlardı. Bir taraftan da ona inananlara zulüm ve işkence yapıyorlardı.
Yıllar sürüp gidiyor, Nuh aleyhisselam ise tebliğ vazifesini devamlı olarak yapıyordu. Çok az kimse iman etmişti. Bir türlü kötülüklerini anlayıp, azgınlıktan vazgeçmiyorlardı. İsyanları sebebiyle Allahü teâlâ onlara gadap etti. Senelerce yağmur yağdırmadı. Malları, hayvanları helak oldu. Bağları bahçeleri kuruyup, servetleri kayboldu, nesilleri kesildi. Son derece muhtaç ve fakir hâle düştüler.
Onların bu hâli karşısında Nuh aleyhisselam; “Ey kavmim başınıza gelen bunca belâlar günahlarınız sebebiyledir. Allahü teâlâ size gadap etti. Rabbinizden günahlarınızın bağışlanmasını isteyin, sizi affedip üzerinize rahmet yağmuru göndersin. Size mallar ve evlatlar ihsan ederek imdat etsin. Nihâyet bir gün ölüp kabre gireceksiniz. Rabbiniz sizi bir müddet kabirde beklettikten sonra diriltecek ve amellerinizin cezasını ve mükâfatını verecek…” diyerek daha birçok hususu iyice anlatıp onlara ehemmiyetle nasihat etti. İsyandan vaz geçmezlerse daha ağır azaplara düşeceklerini bildirdi.
Nûh aleyhisselam asla yılmadan, tebliğ vazifesine devam ettiği hâlde, onların bir türlü imana gelmeyeceklerini iyice anladı. Bunun üzerine mealen şöyle dua ettiği Kur’ân-ı Kerim’de bildirilmektedir:
“Nuh (aleyhisselam) dedi ki: “Ey Rabbim! Yeryüzünde, hareket eden hiçbir kâfiri bırakma! Eğer sen onları bırakırsan, kullarını dalâlete, sapıklığa sürüklerler. Hem bundan sonra onların çoluk çocuğu olmaz. Olsa bile çocukları fâcir ve küfürde pek ileri kimseler olurlar. Ey Rabbim! Beni, anamı, babamı, mümin olarak evime girenleri, erkek, kadın bütün müminleri mağfiret eyle, bağışla, zâlimlerin (kâfirlerin) ise ancak helâk ve hüsrânlarını arttır.” ve “(Nuh aleyhisselam dua edip) dedi ki: Yâ Rabbi! Gerçekten kavmim beni tekzip etti. Beni yalanladı. Artık benimle onların arasındaki hükmü sen ver. Beni ve berâberimdeki müminleri kurtar.”
Nuh aleyhisselamın bu duası üzerine, Allahü teâlânın şöyle vahy ettiği bildirilmektedir:
“Nuh’a vahy olundu ki; kavminden daha önce îmân etmiş olanların dışında hiç kimse îmân etmeyecek. O hâlde sen, kavmin seni yalanladıkları için ve sana ezâ verdikleri için mahzûn olma, kederlenme ki; onlardan intikam alma vakti gelmiştir. Nezâretimiz altında ve vahy ettiğimiz, bildirdiğimiz şekilde bir gemi yap! Zâlimler (kâfirler) hakkında bana dua etme. Zîrâ onlar (suda) boğulacaklardır.”
Nuh aleyhisselam kendisine gönderilen vahiy üzerine hemen bir gemi yapmaya başladı. Geminin yapılmasında Cebrâil aleyhisselam, Allahü telânın emri üzerine yardımcı oluyor ve nasıl yapılacağını tarif ediyordu. Nuh aleyhisselam ve iman eden müminler de geminin yapılmasında çalıştılar. Geminin inşasını gören putperestler; “Şimdi de marangozluğa mı başladın?” diyerek alay ediyorlardı.
Hz. Nuh gemicilerin ve marangozların piri sayılır, çünkü bu işleri Allah’ın ihsanıyla ilk defa o yapmıştır.
Nuh aleyhisselam. “Ey insanlar! Ben size doğru yolu göstermek için Allah tarafından görevlendirildim. Allahü Teâlâ’ya itaat ediniz. Ben sizin hayır ve iyiliğinizi istiyorum. Siz bilmiyorsunuz ama,Allah’ın azabı en kısa zamanda büyük bir tufan şeklinde gelecek. Bildirdiklerime inanmayan herkes helâk olacaktır. Şu yaptığım gemi, iman edenlerin binip kurtuluşa ereceği gemidir. Allah’a iman etmeyen âsiler suda boğulacaktır. Kurtulmayı isteyen iman etsin ve benimle yolcu olsun. Bu benim, herkesin duyması gereken son sözümdür.”
İnsanlar; “Ey Nuh, uzun yıllardan beri bu sözleri söylüyorsun. Şimdi de kuru bir çöl ortasında büyük bir gemi yaptın. Bizi tufanla korkutuyorsun biz sana da söylediklerine de inanmıyoruz.” dediler.
Nihâyet geminin yapımı tamamlandı. Hazret-i Nuh’un yaptığı ve üç katlı olduğu rivayet edilen bu geminin ateş yanarak kazanı kaynayıp hareket ettiği Buharlı bir gemi olduğu Kur’ân-ı kerîm’de açıkça bildirilmektedir.
“Nihâyet helak etme emrimizin azâbımızın vakti geldiği, tennûrun(fırının) taşıp fışkırdığı (yâhut gemi kazanının kaynadığı) zaman biz Nuh’a şöyle emreyledik ki, kendisinden faydalanılan hayvanların her cinsinden erkek ve dişi birer çift hayvanı gemiye koy. Üzerlerine boğulma emri takdir edilenler hâriç âile halkınla bir de îmân edenleri gemiye yükle. Zâten Nuh’a îmân edenler pek az idi.”
Gemiye binecekler hazır olunca hazret-i Nuh onlara, Allahü Teâlâ’nın ismiyle gemiye binmelerini söyledi. Bütün müminler, o azgın kâfirlerin gözleri önünde Hazret-i Nûh ile gemiye bindiler.
Nuh aleyhisselam her hayvandan birer çift alıp, iman edenlerle birlikte gemiye yerleştikten sonra, gökten çok şiddetli bir yağmur yağmaya ve yerden de sular fışkırmaya başladı ve her şey suya gark oldu. Sular dağları aştı. Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında kaldı. Nuh aleyhisselama inanmayan putperest kavim boğularak helak olup gitti.
Tufan başladığı sırada Nuh aleyhisselam îmân etmeyen oğlu Yâm’a (Kenan), iman edip gemiye binmesini söyledi ise de oğlu; “Dağa çıkar sudan kurtulurum.” deyip binmedi. Bir dalga gelip onu da boğdu.
Nûh (A.S.), Allah Teâlâ’ya; “Rabbim! oğlum benim ailemdendi. Doğrusu senin va’din haktır. Sen hükmedenlerin en iyi hükmedenisin” diye seslenerek, oğlunun başına gelenlerin hikmetini öğrenmek istemişti. Allah Teâlâ, bir peygamber dahi olsa, kan bağının hiçbir şey ifade etmediğini, insanların birbirinden olmalarının yegane ölçüsünün akide olduğunu; “Ey Nûh! O senin ailenden değildir. Çünkü o, çok kötü bir iş işlemiştir. Öyleyse bilmediğin şeyi benden isteme” ayetiyle Nûh (A.S.)’a bildirerek, ortaya koymuştur.
Boğulanlar arasında hazret-i Nûh’un hanımı da vardı. O da iman etmemişti. Tufan altı ay devam etti. Altı ay sonra Allahü Teâlâ’nın “Ey arz! Suyunu yut ve ey gök suyunu tut...” emriyle yağmur kesilip sular çekildi. . Buna “Tufan” olayı denir ki, rivâyete göre Hz. Âdem’in yaratılışından 2242 sene sonra olmuş.
Risale-i Nur, gemi mucizesi de dahil olmak üzere, peygamberlere verilen mucizelerle ilgili olarak Kur’an-ı Azimüşşan’ın verdiği şu mesaja dikkatleri çeker: “Ey insanlar! Bana tam abd olan bir hemcinsinize, onun nübüvvetinin ismetine ve saltanatının tam adâletine medâr olmak için, mülkümdeki muazzam mahlûkatı ona musahhar edip konuşturuyorum… Öyle ise, herbirinize de mâdem gök ve yer ve dağlar, hamlinden çekindiği bir emânet-i kübrâyı tevdî etmişim, halîfe-i zemin olmak istidadını vermişim; şu mahlûkatın da dizginleri kimin elinde ise, ona râm olmanız lâzımdır. Tâ Onun mülkündeki mahlûklar da size râm olabilsin; ve onların dizginleri elinde olan Zâtın nâmına elde edebilseniz ve istidadlarınıza lâyık makama çıksanız.” Böylece her mucize ilmin nihai sınırlarını çizerek insanlara ilim ve irfan yolunda büyük bir hedef gösterilmiştir.
Nuh aleyhisselamın gemisi Muharrem ayının onunda aşûre günü Irak’ta Cûdi Dağı üzerine oturdu. Bundan sonra insanlar Nuh aleyhisselamın üç oğlundan türedi. Bu bakımdan Nuh aleyhisselama ikinci Âdem denildi. Nuh aleyhisselam bin yaşında vefat etti. Nuh aleyhisselamın Sâm adlı oğlundan Arap, Fars ve Rum kavmi, Hâm adlı oğlundan ise Hindistan, Habeş ve Afrika halkı, diğer oğlu Yâfes’ten de Asyalılar ve Türkler meydana geldi. Nihâyet insanlar zamanla çoğalıp, Asya’ya, Avrupa’ya, Okyanusya’ya ve Berring Boğazından Amerika’ya geçerek bütün yeryüzüne yayıldılar.
Nûh Tûfanından sonra insanlığın soyunun kimden devam ettiği konusunda farklı görüşlerde vardır.
Konuyla ilgili bazı âyetler vardır.
“Hem o (Nûh)un neslini bâki kalanlar kıldık.”
“Ey Nûh’la beraber gemiye taşıyarak kurtardığımız kimselerin soyundan olanlar!..”
Bazı tefsir ve tarih kitaplarında, Kitab.ı Mukaddes’teki bilgiler doğrultusunda bütün insanlığın sadece Nûh’un Sâm, Ham ve Yâfes isimli üç oğlunun soyundan gelişip yayıldığı belirtilir. Buna göre Nûh tûfanından kurtulan başka insanların soyu tükenmiş; bütün yeryüzünde sadece Nûh’un soyu devam etmiştir. Tefsirlerde buna karşılık iki farklı görüşten daha söz edilmektedir:
a) Şevkânî’nin aktardığı bir görüşe göre âyetteki “Nûh’un soyu”ndan maksat, onunla birlikte tûfandan kurtulan müminlerdir. Nitekim İsrâ süresinde Nûh ile birlikte taşınanların soyundan, Hud sûresinde de Nûh ile birlikte olan gruplardan, milletlerden söz edilmektedir. Buna göre Nûh ile birlikte kurtulanların soyu da devam etmiştir.
b) Tûfanın bütün dünyayı kapladığı, dolayısıyla yeryüzünde Nûh’un gemisinde bulunanlardan başka kurtulan kalmadığı, görüşü yaygın olmakla birlikte Nûh’un, Hz. Muhammed gibi bütün insanlığa gönderilmediği, sadece kendi kavminin peygamberi olduğu, şu halde burada ve diğer ilgili âyetlerde verilen tûfanla ilgili bilgilerin de bu sınır dahilinde anlaşılması gerektiği kanaatinde olanlar da “tûfan bölgeseldir; Nûh’un davetinin ulaşmadığı, tûfanın dışında kalan bölgelerdeki insanların nesilleri de devam etmiştir”, demektedir
Kur’ân-ı kerim’deki sûrelerden biri de Nuh sûresi olup, bu sûrede Nuh aleyhisselamdan bahsedilmektedir. Nuh aleyhisselam hakkında Peygamber efendimiz hadis-i şeriflerde buyurdu ki:
“Melek-ül mevt (Azrail aleyhisselam) Nuh’a (aleyhisselam) geldiğinde dedi ki: “Ey Nuh ey peygamberlerin en büyüğü (en yaşlısı) ey uzun ömürlü ve ey duası kabul olunan! Dünyâyı nasıl gördün?” Nuh (aleyhisselam) dedi ki: “Şöyle bir kimse gibi ki, kendisine iki kapısı olan bir ev yapılmış da birinden girmiş diğerinden çıkmıştır.”
Nuh aleyhisselamın kavminden bir fırka gelip, oturdukları beldedeki büyük taşları toprak yapmasını istemişlerdi. Allahü Teâlâ Cebrail aleyhisselamı gönderip, “Resulüme söyle, o taşlara eliyle işaret etsin.” buyurdu. Nuh aleyhisselam da buyrulduğu gibi yapıp eliyle işaret edince, o beldede bulunan bütün taşlar birden toprak oldular. Bunun üzerine on iki kişi iman etti.
Nuh (AS) Uzakta bulunan ve gözle görülemeyecek şeyleri görüp haber verirdi,Susuz yerlerden su çıkarırdı,İşaretiyle ağaçlar kökünden sökülüp başka yere geçerdi, Duasıyla kuru ağaçlar hemen meyve verirdi, Duasıyla bulutsuz olarak yağmur yağardı,Kum, toprak, kil gibi şeyler, onun duasıyla yiyecek maddeleri hâline gelirdi,Eliyle yere diktiği bir ağaç fidanı o anda çeşitli renklerde meyve verdi.
Gemisi Cudi Dağının üzerine oturunca, insanlar açlıktan kurtulmak için yiyecek istediklerinde dua edince, bir miktar toprak ve kum yiyecek hâline geldi ve bunu yediler.
İman ederek, gemisine girip tufandan kurtulan insanlar çok az olmasına rağmen, onun duasıyla çok kısa zamanda çoğalarak arttılar.
Tûfanın bütün yeryüzünü kaplayıp kaplamadığı hususunda değişik rivâyetler vardır. Suların en yüksek dağları bile aşmasından dolayı yeryüzünün her tarafını kapladığı görüşünde bulunan âlimler varsa da, ağırlıklı ve umumun kabul ettiği görüş, Tûfan’ın bütün Dünyayı değil sadece Nûh aleyhisselamın kavminin yaşadığı bölgeyi kaplamış olmasıdır. Çünkü Hikmet cihetiyle bakıldığı zaman Nûh Tûfanının, sadece Nûh kavminin yaşadığı bölgeleri içine alacak şekilde meydana gelmiş olması beklenir. Nitekim, bu kavimden sonraki Lût, Âd ve Semud kavimlerine gelen musibetler de, sadece o kavimlerin yaşadığı bölgelerde görülmüştür. Eldeki veriler, getirilen yorumlar ve genel kanaat, Nûh kavminin Lût Gölü çevresi ile Mezopotamya arasında olduğu yönündedir. Dolayısıyla Nûh Tûfanın da bu bölgeyi içine alacak tarzda meydana gelmesi muhtemeldir. Gerçeğini Allah Tealâ Hazretleri bilir.
Nûh (A.S.)’ın adını taşıyan ve onun kıssasının anlatıldığı sûrede bu durum şöyle anlatılır: “Nûh dedi ki: “Rabbim! Doğrusu ben, kavmimi gece gündüz çağırdım. Fakat benim çağırmam, sadece benden uzaklıklarını artırdı. Doğrusu hem senin onları bağışlaman için kendilerini her çağırışımda parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, direndiler, büyüklendikçe büyüklendiler. Sonra, doğrusu ben onları açıkça çağırdım. Sonra onlara açıktan açığa, gizliden gizliye de söyledim. Dedim ki: “Rabbinizden bağışlanma dileyin; doğrusu O, çok bağışlayandır. “Nûh, “Rabbim! Doğrusu bunlar bana baş kaldırdılar ve malı, çocuğu Kendisine sadece zarar getiren kimseye uydular. Birbirinden büyük hilelere başvurdular” dedi. İnsanlara; “sakın tanrılarınızı bırakmayın; Ved, Suva’, Yağûs, Yeûk ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin” dediler. Böylece bir çoğunu saptırdılar. Rabbim! Sen bu zalimlerin sadece şaşkınlığını artır. Nuh dedi ki; “Rabbim! Yeryüzünde hiç bir inkarcı bırakma. Doğrusu sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar; sadece ahlâksız ve çok inkârcıdan başkasını doğurup yetiştirmezler”.
Allah Teâlâ, bu kavme helaki umumi kıldığı gibi, Nûh (A.S.) da bunun umumî olmasını istemişti. Çünkü asırlar süren daveti neticesinde anlamıştı ki; bunlardan kalan nesil, yine onlar gibi inkârcılar olacaktı. İbn İshak şöyle demektedir: “Bir sonraki asır geldiğinde o nesil, bir öncekinden daha berbat oluyordu. Sonra gelen nesiller; “Bu adam babalarımızla, dedelerimizle birlikte yaşamıştı ve onun hiç bir sözünü kabul etmemişlerdi. Bu deliden başka biri değildir” diyorlardı”.
Yeryüzünde ilk defa fesat çıkararak, zalimlerden olan bir toplumu cezalandırmak için Allah Teâlâ’nın takdir etmiş olduğu vakit yaklaşmakta idi. Allah Teâlâ, Nûh (A.S.)’a Tufanın gelişini haber veren alâmet olarak, tandır (tennûr)’dan suların kaynamasını göstermişti.
Allah’a isyanda direten ve O’nun elçisine olmadık eziyetleri reva gören ve asırlar boyu, gidişatında hiçbir değişiklik yapmayan zalim bir topluluk, sonraki nesillere, inkârcı zalimlerin sonunun ne olduğunu anlamaları için, bu şekilde, tufan ile helak edilmişti.
Nûh (A.S.), gemiden indikten sonra, Semânîn diye isimlendirilen bir yerleşim yeri inşa etmişti. Bu yer ve Cûdî dağı; Ceziretu İbn Ömer (Cizre)’in yakınında bulunmaktadır.
Diğer bir rivayete göre de Nûh (A.S.) gemide 150 gün kalmış, Allah Teâlâ, gemiyi Mekke’ye yöneltmiş; gemi kırk gün Beytullah etrafında dönmüş ve sonra da Cudi’ye yönelterek orada durdurmuştu. Geminin kalıntıları muhtemelen bu dağın üzerinde hâlâ bulunuyor olmalıdır. Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerîm’de, insanlara ibret olsun diye onu, bulunduğu yerde bıraktığını zikretmektedir: “And olsun ki Biz, o gemiyi bir ibret olarak bıraktık; öğüt alan yok mudur”.
Hz. Nuh’un Evlatlarına Vasiyeti
Bunlardan ikisini bırakmayınız, ikisini de yapmayınız
1. La ilahe illallah
2. Sübhanallah vebi hamdihiy’dir
3. Gavurluktan (sakinin)
4. Kibir (‘den sizi nehyederim)»
Nuh (AS) öldüğünde de Mescid-i Haram’a yakın bir yere defnedilmiştir.
Çetin KILIÇ
www.NurNet.Org
Kaynaklar:
Kuranı Kerim meali
Risalei Nur Külliyatı
Elmalılı, Hak Dini; Diyanet, Kur’an Yolu
Dinimizislam
sorularlarisale