Vakit gelince ertelenmez, keşke bilseydiniz

Günün Ayet-i Kerime meali…

Bismillahirrahmanirrahim

Allah’a ibadet edin. O’na karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin ki sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir vakte kadar ertelesin.

Şüphesiz, Allah’ın belirlediği vakit gelince ertelenmez.

Keşke bilseydiniz.

“Nûh Sûresi 3 ve 4. Ayet Mealleri”

..…….

Günün Hadis-i Şerif’i…

Bismillahirrahmanirrahim

Resûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem buyurdular ki:

Bir kimseye Allah (c.c.) bir nimet verirse “Elhamdülillah”ı çoğaltsın.

Kimin kaygısı artarsa “Estağfirullah” desin.

Rızkı geciken de, “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” sözünü artırsın.

(Hadis-i Şerif Meali – İbni Asakir)

.…….

Risale-i Nur’dan;

İbadetin ruhu, ihlâstır. İhlâs ise, yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. (İşaratü’l-İ’caz)

…….

Cevşen’den ;

Ey unutulmayan ve unutturulmayan zikrin sahibi,

Ey söndürülemeyen nûrun sahibi,

Ey had ve hesâba gelmeyen medih ve senâ sahibi,

Ey hiçbir şekilde değiştirilemeyen vasıflar sahibi,

Ey sayılamayan nîmetler sahibi,

Ey zevâl bulmayan saltanat sahibi,

Ey gerçek keyfiyeti anlaşılamayan celâl sahibi,

Ey reddedilemeyen hüküm sahibi,

Ey tebdil edilemeyen sıfatlar sahibi,

Ey tam idrak edilemeyen kemâl sahibi,

Bütün kusurlardan uzaksın. Senden başka ilâh yok! Affet bizi. Bizi Cehennemden kurtar.

…….

Esma-ül Hüsna;

El-Hayy: Sonsuz mükemmellikteki hayat Zâtının sıfatı olan; Zâtı bu sıfattan ayrı düşünülemeyen; hayatı, daimî, ezelî ve ebedî olup ölme ve yok olma gibi arızalardan uzak bulunan; kâinattaki bütün hayat izleri ve canlı fertler üzerinde taklid edilmez mühürleri bulunan.

El-Kayyûm: Varlığı için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan, bizatihi varlıkta kaim olabilen; fakat bütün eşya onun iradesi ve yaratmasıyla varlıklarını sürdüren ve vücutta kalan. Zerreler ordusundan yıldızlar ordusuna kadar bütün varlıkları hassas bir denge ve ölçü ile ayakta tutan ve önemli vazifelerde çalıştıran.

Sultan II. Abdülhamid Han

Sultân Abdülhamid Hân, Osmanlı Padişahları arasında en uzun süre tahtta kalanlardan biridir; Osmanlı Devleti’ni yakından ilgilendiren çok önemli olayların saltanatında meydana geldiği nadir padişahlardandır ve en önemlisi de hakkında en çok eser bulunan bir devlet adamıdır. Bir iki sayfada onun şahsiyetini ve devrindeki olayları özetlemek mümkün değildir. Bu sebeple sadece bazı olayların ana hatlarını vermeye çalışacağız.

II. Abdülhamid, I. Abdülmecid’in 4. Kadınefendisi olan Çerkez asıllı Tîr-i Müjgan Kadınefendi’den Çırağan Sarayında Eylül 1842 yılında dünyaya gelen oğludur. 10 yaşında annesini kaybeden Abdülhamid, manevi annesi Başikbal Perestû Hanımefendi’nin terbiyesi altında büyümüştür. 28 yıl II. Abdülhamid’in vâlide sultânlığını ifa etmiştir. Milletin Sultân Hamid dediği II. Sultân Abdülhamid, şehzâdeliğinin ilk günlerinde musiki dersleri almış; 1850’den itibaren devrinin âlimlerinden hat, Arapça, Farsça, Osmanlı Edebiyâtı ve diğer İslâmi İlimleri ders almıştır.

Özellikle hadisden Buhari okuyan Abdülhamid, devrin Maârif Bakanından politika ve iktisad, Vak’anüvis Lütfi Efendi’den Osmanlı Tarihi derslerini dinlemiştir. Kendinden önceki padişahlardan farklı olarak, Şâzelî tarikatına intisap eden Abdülhamid, 1879’dan itibaren Kadiri tarikatının derslerini almaya başlamış ve ömrünün sonlarına doğru Nakşibendi tarikatına da intisap eylemiştir. Bu bir kaç satırlık bilgiden anlaşılacağı üzere, Sultan Abdülhamid Han, bütün hayatını tam bir İslâm âlimi ve siyâset ve devlet adamı olmaya vermiştir.

Amcası Abdülaziz zamanında ziyâretlerde ve seyahatlerde bulunan Abdülhamid, Fransız İmparatoriçesi, Avusturya Kralı, Prusya Veliahdı, Galler Prensi, Fransa Prensi, Şeyh Şâmil ve Emir Abdülkadir gibi, batılı ve doğulu devlet adamlarıyla tanışmış ve onlardan istifade etmesini bilmiştir. Babasının tabiriyle kuşkulu ve sükûtî oğul olan Abdülhamid, kurulduğu yıl Yeni Osmanlılar Cemiyetine girmiş ve ancak gayelerinin bozuk olduğunu anlayınca ayrılmıştır.

Hayat tarzı itibariyle Sultân Abdülaziz’e benzeyen, şarklı, tam bir Müslüman, tam bir Osmanlı ve tam bir Müslüman Türk olan Abdülhamid Han, takvâ ve dindarlığı sebebiyle halk arasında veliyyullah olarak bilinmiştir.

Dedesi II. Mahmûd’a ve Reşid Paşa’ya hayran olduğu ifade edilen II. Abdülhamid, babası I. Abdülmecid ile ağabeyi Murad’ın alafranga hayatının devlete ve millete zarar verdiğine inanıyordu. 31 Ağustos 1876’da, akıl hastası olan V. Murad’ın yerine, Midhat Paşa ve Mütercim Rüşdü Paşa’yı ikna ederek Osmanlı tahtına oturan II. Abdülhamid, dış ve iç düşmanların bütün gayretlerine rağmen, 27 Nisan 1909 yılına kadar Osmanlı tahtında oturmayı başarmıştır.

*  *  *

devamını okumak için aşağıdaki linke tıklayın:

http://www.osmanli.org.tr/yazi-5-243.html

Osmanlı Araştırmaları Vakfı

Editörün notu : 10 Şubat, Sultan II.Abdulhamit’in vefat yıldönümüdür.

Ümide Çağrı

Araf sûresinden öğrendiğimize göre, şeytanın insanlar için hazırladığı tuzaklar tek tip değildir. Taşıdığı kibir dolayısıyla emr-i ilâhiye isyan eden ve bu yüzden cennetten kovulan şeytan, kendisine mahşer gününe kadar verilen mühleti, Rabbinin doğru yolunda durup insanları yoldan alıkoyma yönünde kullanmaya azmetmiştir. Şeytanın ahdi, sapa yollara sapmaları için, insanlara ‘önlerinden ve arkalarından, sağlarından ve sollarından yanaşma’ şeklindedir..

Bu bakımdan, insan tek tip tuzakla karşılaşmaz. Aksine, karmaşık ve çetrefilli tuzaklar çıkar karşısına.

İşte bu karmaşık şeytanî tuzakların belki en etkili örneği, insanın bile bile günaha düşmesinin peşisıra yaşadığı sorgulama hengâmında sergilenir.

Şeytan, reklamcıların piri olarak, insanı ve özellikle müminleri binbir allama-pullama, binbir katıp katıştırma ile, adeta ağzının suyunu akıtıp imrendirerek günaha çağırır. İnsan bu çağrıyı bir kez savsa, peşinden ikincisi gelir. Onu da savsa, üçüncüsü gelir. Hülasa, bu günah çağrısı, insan bilfiil günaha düşünceye kadar değişik renklere ve suretlere bürünerek durmaksızın yinelenir. Sonunda bile bile günaha düşer, göz göre göre şeytanın davetine icabet eder, kalb ve vicdanının uyarılarına rağmen şeytanın tuzağına düşeriz.

Bu tuzakların ilkidir.

Bu meyanda davet edildiğimiz günahtan elde edeceğimiz vaad edilen lezzet ile o günahı bilfiil işlemekle elde ettiklerimiz arasındaki muazzam uçurum, ‘aldatıldığımızı’ geç de olsa farketmemizi sağlayacaktır. Ancak olan olmuştur ve bizim dünyamızda, böylesi bir günaha nasıl düşebildiğimiz sorgulaması doldurmuştur.

Bu sorgulama, kalp ve vicdanın yardımıyla, Rabbin doğru yolundan sapıp girdiğimiz şeytanî günah yolunun çirkinliğini derketmemiz sonucunu getirecektir. Bu ise, istiğfar ve tevbeye yöneltir bizi. Yaptığımızın, bir insan ve bilhassa bir mümin olarak bize yakışmadığını anladığımızda, işlediğimiz bu fiile karşı Rabbimizden utanır ve onun rızasına uygun bir hayata yeniden dönüşün adımları olarak istiğfar ve tevbe surecini başlatırız. Bu ise şeytanın bir kez ısırdığı mü’mini ikinci kez ısıramaması demektir. Bir kez ağına düşürdüğü insanın ikinci kez tuzağa düşmekten kurtulması demektir.

Şeytan, bu ihtimali yeni bir hileyi devreye sokarak aşmaya çalışır. Günah sonrası sorgulamalar içinde vicdandan gelen, “senin aslın bu değil!” dir. Vicdan “sen ‘ahsen-i takvim’de yaratılmış arza halife kılınmış en şerefli mahluksun. Bunun hakkını ver.” çağrısında bulunacaktır. Bu vicdanî teşvik, insanın iç dünyasında hayra yönelme iştiyak ve ümidini uyandırır. İşte bu ümid ve iştiyakı kırmak için, şeytan benzersiz bir tuzak kurar. kandırıp aldatarak; akıl, kalp ve vicdanını tesirsiz kılarak insanı günaha sevk eden kendisi değilmiş gibi, çelmelediği aynı insana şu telkinleri vermeye başlar;

İşte senin gerçeğin bu.Sen böylesin işte.Kendini iyi biri mi sanıyorsun? Sen bu’sun işte; sen adam olamazsın.” Peşi sıra, bu iddialarına delil olarak, bizi işlemeye sevk ettiği günahı gösterecektir şeytan: “Çirkinliği bu kadar bariz bir günaha nasıl da kapılıp gidiverdin. Hâlâ daha, kendini iyi bir kul olabilir mi sanıyorsun? Allah’ın kapısına hangi yüzle gideceksin ki? Bu günah la mı O’nun kapısından içeri kabul edileceksin? Boş yere umutlanma!

Açıkçası, insan Rabbinin rızası dahilinde, karınca kararınca yürürken, şeytan ilk önce günaha sevk ve teşvik ederek ve peşi sıra günah işleterek onun yolunu keser. İlk tuzak budur. Bundan sonra ise işlenenin günah olduğunu bilip tevbe ve istiğfarla tekrar Rabbinin yoluna dönme çabamızı, ‘artık herşeyin bittiği’ kabilinden bir ümitsizlik aşılayarak engellemeye çalışır. Bu da ikinci tuzağıdır.

Maamafih, bu çabasında başarısız olduğuda söylenemez.Her birimizin tecrübe ettiği üzere şeytanın hazırladığı günah tuzaklarına düşen pek çok insan ardı sıra gelen ümidsizlik tuzağına da düşmüş durumdadır.

Üstelik tuzaklar bununla bitecek değildir.Zira, kendini hayra yarayacak her hangi bir meziyetten mahrum olarak müflis bir halde görmek, insanın iç dünyasında müthiş bir bunalım ve çatışma yaşaması demektir. İnsan, ancak ‘İslâm’ ile yani iç dünyasında barışın temini ile yaşayabilir. ‘Kendisiyle barışık’ olabilmesi için ise, insanın Rabbi ile barışık olabilmesi icab eder. Bu barışıklık, Rabbinin emrine teslimiyet, ve itaat halinde zaten mevcut olduğu gibi, günah ve isyan halinin akabinde, istiğfar ve tevbeyi kuşanmakla yeniden tesis olunabilir. Mü’minin “kendisiyle barışık” olmak için baş vuracağı yegâne formül budur: (1) tâat ve teslimiyet; (2) masiyet halinde, istiğfar ve tevbe ile yeniden tâat ve teslimiyet haline dönüş.

İşte tâatte ve ibadete muvaffak olamamış, günaha düşmüş, lakin peşi sıra yeis ve ümitsizlik ağına düşerek istiğfar ve tevbeden uzak kalmış bir insan vicdanının ikazı ve nefsin itirazı ekseninde gelişen ‘iç savaş’tan sıyrılabilmiş değildir. Lakin, bu ‘iç savaş’ ı sürekli tecrübe ederek, yaşaması da imkânsızdır. Bu yüzden karşısında, ya intihar (kelimenin tam anlamıyla ölüm) yahut sefahat (aklını uyuşturmak suretiyle manen ölüm) gibi bir ikilemle yüz yüze gelir insan. Az bir zümre ilkine, çoğu insan ikincisine yeltenir.

Bunlar deyim yerindeyse, “iç savaş”ı aşmak için baş vurulacak ‘radikal tedbirler’dir. Şeytan ise, hem kolay hem de keyif verici üçünçü bir formül daha öğretecektir: ucb. Yani önce günaha, sonra günah karşısında ümitsizliğe düşürdüğü insanı bu ümitsizlik halinin davet ettiği iç çatışmadan“ameline güvendirerek” çıkarır şeytan. Ona, kendisini kurtarabileceğini umacağı bir takım iyiliklerini gösterir. Bunları öylesine köpürtür ve öyle büyütür ki, kişi kendisinin başkalarından daha iyi, hem de çok daha iyi olduğunu düşünür hale gelir.“Kalbi herkesten temiz” olanların, günaha ziyadesiyle batmış kişiler olması manidar değil midir? Görüldüğü üzere, günah -yeis-ucb sürecinde, gurur durağında da kalınmayacak; gururuyla kabaran insan kendinden başka kimseyi beğenmez hale gelerek müthiş bir suizannı kuşanacaktır.

Şeytanın günaha karşı yaşanan sorgulama karşısında gündemimize taşıdığı dördüncü bir formül ‘rasyanolizasyon’dur. İşlediği günaha karşı rahatsız olan ve de kendisiyle barışıklık halinden uzak düşen insana aslında işlediğinin hiç de günah olmadığını fısıldar şeytan.Bu şartlarda der, “yapılacak olanı yaptın sen. Doğrusu buydu.” Bunun için ‘şartlar’, ‘niyetler’, ‘zaruret’, ‘maslahat’ gibi kalıplar üzerinde, işlenilen günahı, günah olmaktan çıkaran bir dizi kalıbı sıraya dizer. Böylece, haramı helal, helalı haram gibi görecek ve gösterecek feci bir vaziyete düşürür insanı.

Beşincisi işlediği günahı meleklerin görüp bildiği ve yazdığı ve Kadir-i Zülcelal’in hesap günü bunun hesabını sorarak kendisini cehenneme atacağı düşüncesini takiben bunları düşünmenin getirdiği tedirginlikten kurtulmak üzere insanı âdeta, Allah’ın, meleklerin, ahiretin yokluğunu arzular hale getirmesidir. İnsan hele böyle bir arzuya yatkın hale gelsin, peşi sıra inkar ve küfür telkinleri sökûn edecektir.

Günah karşısında, affedilme ümidinden mahrumiyet hali, işte böyle bir dizi şeytanî oyunun düğümü hükmündedir.Zümer suresinin 53. âyeti, işte bu şeytanî oyunu kökünden bozup atar. Rabb-i Rahim :“De ki: Ey nefislerine karşı haddi aşan kullarım!” Hitabıyla başlayan bu ümid âyetinde, Nebi-i Zişan’a Rabbi adına şu tebligatta bulunmasını emreder: “Allah’ın rahmetinden ümid kesmeyin!” Zira, âyetin devamında bilirtildiği üzere, onun katında, işlenmesinden dolayı samimi ve ciddi bir istiğfar ve tevbenin edilmesi kaydı ile, affedilemeyecek günah yoktur. Zira O Gafûr’dur; gufranı ve bağışlaması sonsuzdur. Hem, Rahim’dir de; rahmet ve merhametine nihayet yoktur.

Ümit âyeti insan için istiğfar kapısını her hâl ve şartta açık tutarak kendisini affedilemeyecek günahların sahibi bilenlerin istiğfarsızlıkla girecekleri dehşetli şeytanî kapılara işte böyle kilit vurmaktadır!

Bu âyetten anlaşıldığı üzere, aslolan istiğfardır. Hiç günah işlememek, ancak Nebilerin kârıdır. Bizim için aslolan, işlemişse dahi, günahından geri dönmektir. İşlediğinin günah olduğunu itiraf ile, af ve bağışlanma dileyip (istiğfar) tekrar onun yoluna yöneldikten (tevbe) sonra, Allah bütün günahları affedicidir.

Madem hakikat budur, ey nefisleri konusunda haddi aşan kullar, günahlarınız hangi düzeyde olursa olsun, hepsinin Ezel ve Ebed sultanının Gafur ve Rahim isminin “kapsama alanı” içinde bulunduğunu bilin, ve bunun idrakiyle kendinize hayra doğru bir fırsat daha verin. İtiraf edin. İstiğfar edin.

Bilin ki, bu fırsatı kullanıp, Rahmet-i İlahiye karşı ümid içinde istiğfarı dile getirebildiğimiz ve de tevbeyi becerebildiğimiz zaman, şeytan tezgâh ve tuzağını üzerimizde kolaylıkla icra edemeyecektir.

Metin Karabaşoğlu /

Kısmetine razı ol ki, rahat edesin

Günün Ayet-i Kerime meali…

Bismillahirrahmanirrahim

Sûra üflendiği zaman, o gün artık ne aralarındaki akraba tutkunluğu bir fayda verir, ne de kişi bir başkasının halini sormayı hatırından geçirir.

O gün kimin iyilikleri mizanda ağır basarsa onlar kurtulacaklar.

Kimin iyilikleri tartıda hafif kalırsa, işte kendilerini ziyana sokanlar, cehennemde ebedî kalanlar onlar olacaklardır.

[Mu’minun Suresi 23,101-103]

..…….

Günün Hadis-i Şerif’i…

Bismillahirrahmanirrahim

Resûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem buyurdular ki:

Allah bir kula bir nimet verdiğinde, o kul ‘Elhamdülillah’ derse, o nimetin şükrünü ödemiş olur.

(Beyhaki, Şuabü’l-İman)

Nimetlerin gerçek ve hakiki Sahibi Allah (cc). ve o nimeti kuluna veren de sadece ve sadece gene Allah’tır.

O nimetlerin asıl sahibi olmadıkları halde pazarcılara ve vesilelere bir bedel ödediğimiz halde o nimetin gerçek sabihi olan Allah cc. bizden ne bedel ister, bunu bilmek zorundayız.

O bedel ise 3 tür. Zikir, fikir, şükür.

Başta Bismillah demek zikirdir.

Ortada o nimetin asıl sabihini düşünmek fikirdir.

Sonunda da Elhamdülillah demek şükürdür

.…….

Risale-i Nur’dan;

Her şey kaderle takdir edilmiştir. Kısmetine razı ol ki, rahat edesin.

(Mesnevi-i Nuriye’den)

…….

Cevşen’den ;
1-Ey şaşkınların yol göstericisi,
2-Ey yardım isteyenlerin yardımcısı,
3-Ey medet isteyenlerin imdat edicisi,
4-Ey korunmak isteyenlerin koruyucusu,
5-Ey asilerin sığınağı,
6-Ey günahkârların bağışlayıcısı,
7-Ey korkanlara emniyet veren,
8-Ey miskinlere merhamet eden,
9-Ey yalnızlık duyanların dostu,
10-Ey darda kalanların dualarına cevap veren,

Erzurum Olimpiyat Haberleri

Esselamu Aleykum,

2011 Dünya Üniversitelerarası Kış oyunları münasebetiyle yaptığımız hizmet çalışmaları hakkında kısa bir bilgidir.

Bir davetiye bastırdık. Bir tarafı İngilizce, bir tarafı Rusça. “All Free” başlıklı davetiyenin içeriğinde; yöresel meşhur tatlılar(kadayıf dolması, Türk lokumu, pasta börek tarzı) semaver çayı, sürpriz hediyeler şeklinde. Bu davetiyelerden bolca dağıttık.

Erzurumun en merkezi yeri olan Yakutiye Medresesi yanına resmi izinli “Culture House” adı altında bir kontainer açtık. Organizasyonun resmi afişiyle kapladık. Önüne kitap, broşür ve kartpostal stantları kurduk. Kocaman bir semaver koyduk. Büyük hoparlörden enstürimental  mehter ve tasavvuf musikileri çalıyoruz. Müzenin önünde olması hasebiyle, müzeye gelenler, davetiye veya kardeşler onlara ulaşamamışsa bile bizi fark edip geliyorlar veya ona da gerek kalmadan biz onları yolda karşılıyoruz.

Hizmetlerimiz Erzurum hava limanında karşılamayla başlıyor. Ayaküstü tanışma, kitap verme ve binecekleri servislerin koltuklarına kitap ve davetiye bırakma şeklinde.

Sporcuların ağırlandığı “olimpiyat köyü” adı verilen yurtlarda resmi görevli abi veya kardeşlerimiz var. O bölgede sporcularla tanışıp davetiye verip bize yönlendiriyorlar. Medya grubunun kaldığı bütün oteller tespit edildi, kalan yabancı misafir sayısınca, içinde tanıtım broşürleri, davetiye ve küçük risaleler bulunan hediye paketleri misafirlere ulaştırılmak üzere otel yönetimine bırakıldı.

Her bölgedeki esnaf, restorant, tarihi mekanlar ve kafelere davetiye, cep  risaleleri, vecizeli kartpostallar ve tanıtıcı broşörler  bırakıldı. Zaman zaman eksilen kitaplar takviye edildi. Bu konuda yaşadığımız manidar bir hatıramızı paylaşmak istiyoruz:

Yoldan geçen bir grup misafiri çadırımıza davet ettik. Fakat başlarında ki Türkateşe müstağni bir tavırla istemiyoruz deyip şevkimizi kırdı. Ancak meşhur Erzurum “eski evleri“ne, kitap takviyesi için gittiğimizde, o grubun bizim koyduğumuz kitaplardan aldıklarını gördüğümüzde moralimiz yerine geldi.

Meydandaki “kültür evimiz“de Türkiye’nin değişik yerlerinden gelen Rusça ve İngilizce bilen abi ve kardeşler görevlendirildi. İstanbul’dan Antep’e, ingilizce öğretmeninden Rus öğrencilere varıncaya kadar hizmet için gelen ağabeyler kardeşler var.

Davetiyeyle, yönlendirme ile veya gezerken kardeşlerin tanışması vesilesiyle kültür evimiz“e gelen misafirlere Türk lokumu, baklava, kadayıf dolması, pasta börek çörek ve semaver çayı ikramı yapılırken tanışma, muhabbet etme, iletişim bilgilerini alma şansımız oluyor. Bu süreç  içerisinde diline göre hazırlanmış cep risaleleri, vecizeli karpostallar ve Türkiyeyi tanıtıcı kitap ve broşörler bulanan hediye poşetleri hazırlanıyor gitmelerine yakın takdim ediliyor.

Verdiğimiz kitapları okumalarını teşvik etmeği de unutmuyoruz. Okuma noktasında Avrupayı örnek aldığımızı dile getirip onların okumayı sevdiklerini bildiğimiz için kitap hediye ettiğimizi söylüyoruz. İnsan hangi inançta veya görüşte olursa olsun okudukça bir şeyler öğreneceğini ve okuyan insanla her konuda müzakere edilebileceğini ifade ediyoruz ve bu kitapları okuyup değerli gördüğümüz fikirlerini bizimle paylaşmalarını hassaten arzu ettiğimizi beyan ediyoruz.

Bu muhabbet esnasında Türkiye, İslam ve Müslümanlar hakkındaki ön yargıları kırılıyor memnuniyetlerini dile getiriyorlar. Çok memnun bir şekilde ayrılırken yapılan hizmetin takibi amacıyla mutlaka bir iletişim adresi alınıyor. Facebook’da açtığımız “Winter universiade Erzurum 2011” sayfamızın isminin çıktısını takdim ediyoruz. Listelerine eklemelerini, resimlerini görebileceklerini ve yorumlarını eklemelerini istediğimizi söylüyoruz. Biz de her akşam o gün çektiğimiz resimleri sayfamıza ekleyip güncelliyoruz. Buda onlara ayriyeten cazip ve orijinal geliyor. Aldığımız iletişim adreslerini Nur Dershanesi olan ülkelerdeki ağabeyler ile bağlantıya geçirmek ve aynı zamanda Türkiye’den de takibini yapmak amacındayız. Kurulan samimiyete göre ilgilenilecek kişiler ağabeyler arasında paylaşılıyor.

Kültür evimiz” önüne yaptığımız dev “kardan adamlar” misafirlerin ilgisini çekiyor bize gelmelerine vesile oluyor. Her akşam çocuklar kardam adamları yıksa da, sabah kardeşler yenisini yapıyor. Koyduğumuz masalarda, gelen misafirlerin dilini bilen ağabeyler misafirleri paylaşıp samimi bir muhabbet ortamı oluşturuyorlar, fotoğraflar çekiliyor, çaylar içiliyor, mutlu bir şekilde, tekrar görüşmek, ümidiyle, vedalaşılıyor.

Ayrıca, Ateşe adı verilen ve Türklerden oluşan grup rehberleriyle tanışıp gruplarını bize getirmelerini istiyoruz. Hatta bizim ulaşamadığımız, fakat bir vesile ile bizi duyan Ateşeler de gruplarını bize getiriyorlar.

Hizmetimiz o kadar duyulduki sanki organizasyonun bir parçası gibi görülüyor, kulaktan kulağa yayılıyor, bir birlerine tavsiye ediyorlar. Şehre inen misafirler bize uğramadan geçmiyorlar. Bu durumdan resmi makamlarda memnuniyetlerini dile getiriyorlar.

Bu tür organizasyonların eksikliğinden herkes gibi onlar da dert yanıyor. Zira İslamiyeti tanıtmak bir tarafa, Erzurum’u veya Türkiye’yi tanıtacak ne belediyenin, ne kültür bakanlığının ne de bir cemaat veya bir kuruluşun hiçbir faliyeti yok. Bu manada belediye ve farklı grup ve kuruluşlardan tebrik, dua ve destek ve teşekkür alıyoruz. “Biz yapamıyoruz bari siz yapın Allah yardımcınız olsun” diyorlar.

Yanımızda bulunan müze olarak faliyet gösteren Yakutiye medresesinin içinde, ebru çalışması yapan hocaların da desteğini aldık. Normalde ücretli yapmalarına rağmen götürdüğümüz misafirlere ücretsiz deneme yaptırıyorlar ve resimleri hediye ediyorlar. Bu da onlara bir jest oluyor. Bunun arkasından “kültür evimiz“e getirmek daha kolay oluyor.

Sokakta bir grup gördüğümüzde ellerinde bizim hediye poşetlerimiz varsa derin bir nefes alıyoruz, yoksa tanışmanın ve kültür evimize getirmenin yollarını arıyoruz. Hedefimiz yabancı misafirlerin tamamına ulaşmak, inşaallah kitap almasa da Risale-i Nurları ve dolayısıyla İslamiyet Nurlarını duymadan burdan kimse gitmeyecek. Bunların yanında teklifimizi kabul eden gruplara, ücretsiz şehir turu vesilesiyle, iman hakikatlarını anlatma fırsatı buluyoruz. İnşaallah bu hizmetimiz son misafir gidene kadar devam edecektir. Bunların yanında 6 şubattaki kapanışdan önce cumartesi akşamı bütün misafirleri davet edeceğimiz bir program hazırladık.

Üstad Bediüzzaman’ı, Hizmetimizi, Risale-i Nurları anlatan bir sunum yapıldı. Program sonunda dağıtılmak üzere hazırlanan hediye paketleri misafirlerimize dağıtıldı.

Son gün, sporcuların çadırımızı ziyaret ettikleri bir sırada oluşan samimi ortamın etkisiyle, değişik ülkelerin sporcuları montlarını değiştirdiler. Bizde bu değişime katıldık. Herkes ceplerini boşaltarak montlarını teslim ediyorlardı. Biz böyle bir şeye gerek duymadık. Zira ceplerimizde yabancı risalelerden başka bir şey yoktu. Hatta montumuzu alan sporcular kitapları vermek istediklerinde onlarda kalmasını istedik.

Ağabey ve kardeşlerimiz o kadar şevkli ki akşam olup sokaklar boşaldığında, soğuğa ve yorgunluğa aldırmadan bir kişiye bir hakikat anlatabilmek için musabakalar aralarında ve  sonlarında misafirlere iman hakikatlerini anlatıyorlar. Bunun yanında hizmetimizin verdiği kutsi lezzete bir delil olarak şunu da beyan etmek istiyoruz ki, Müslüman olan Rus kardeşlerin gayri müslim arkadaşları da tüm gayretleriyle hizmetimize destek veriyorlar, tanışıp davet ediyorlar veya davetiye dağıtıyorlar.

Cenab-ı Hakkın inayeti ve yardımıyla  girelemiyecek yerlere girip, ulaşılamıyacak kişilere kolaylıkla ulaşabiliyoruz. Bu manada yaşadığımız hadiselerden bir iki tanesini anlatmak istiyoruz.

Normalde resmi görev kartlarımız, sporcuların yemekhanesine girmemize yetmiyor. Ancak en güzel hizmet zemini de orası. Zira hiç birisinin acelesi yok, rahat bir ortamda yemek yeyip muhabbet ortamının çok uygun olduğu bir zemin. Bir şekilde bizim oraya girmemiz lazım. Yemekhaneye girmemize, görevi icabı engel olmaya kalkışan güvenlik görevlisi ile bir dakikalık bir tanışma sonrasında, biz hiçbir şekilde amacımızı belli etmememize rağmen, bize  “şakird ağabeyim ne olur kimseye çaktırmadan geçin, çıkışta da yanıma uğrayın biraz muhabbet edelim” dedi. Böylece yemek esnasında da hizmet etme imkanı bulduk. Çıkışta yanına uğradığımızda “Allah sizden razı olsun Allah şakirdleri başımızdan eksik etmesin” diye dua ediyor.

İkinci misal; Müslüman olan Rus Abdullah kardeşin validesini, atlama kulelerinin tepesine çıkarmak istiyoruz. Belli bir noktadan sonra hiçbir aracın çıkmasına müsaade edilmeyen sahanın zirvesine kadar özel aracımızla çıkıyoruz. Hatta sporcu ve koçların haricinde kimsenin oturamadığı bölgede çayımızı yudumluyoruz.

Yukarıda bahsini ettiğimiz Abdullah kardeşin validesi de bu hizmetlerden nasibini aldı. Bu ablamız yarışmalar için Erzurum’a gelmişti. 7 gün kaldı ve “kültür evimizi“de ziyaret etti. Bu süreçte kaldığı ortam, gördüğü çevre,  yapılan sohbetler neticesinde şu ifadeleri kullandı:

Ben bir Ortadoksum, ancak uygulamıyorum. Hele ki bu saattan sonra kiliseye de gidemem. Şu an yaptığım tek şey kalben dua etmektir. Bu noktada bana ne tavsiye edersiniz, nasıl ibadet edeyim?”. Kardeşimizin validesine verdiğimiz, bir saat süren cevabın hülasası “ibadetlerin en mükemmeli namazdır” oldu.

İkinci bir sorusu var mı diye soruyoruz, cevaben diyor ki “bir soru daha sorsam korkuyorum ki yarınki uçağımı kaçıracağım”. Kendisinin son olarak söylediği cümle şu “bir zaman işyerimden izin alıp ülkenize gelip hizmetinize ve tercüme faaliyetlerinize yardımcı olmak arzu ediyorum”. İnşaallah dualarınızla hidayete erer.

Burada yaptığımız hizmetlerin, başka yerlerde meyve verdiğine delil olarak, küçük fakat manidar bir hadise: Beyaz Rusyalı sporcuları biz çok sevdik, çok mütebessim ve sıcak insanlar. Karşılıklı etkileşimimiz fazla oldu. Bu günlerde aldığımız iki haber şöyle: Beyaz Rusya’da 18 yaşındaki Dima, Nur Dershanesinde ağabeylerle okudukları 8. Sözün ardından islamiyetini ilan etmişti. İki gün sonra Dima’nın 18 yaşında aynı isimdeki bir arkadaşı Dima da Müslüman oldu. Şu anda biri Abdullah diğeri Muhammed. Moskova’da ise Moskova karate şampiyonu 16 yaşındaki İgor iman edip Müslim adını aldı. Ve neredeyse dershaneden çıkmıyor.

Elhamdulillahi haza min fazli.

Selam eder, dualarınızı bekleriz.

Erzurum Nur Talebeleri

 


www.NurNet.org

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version