Etiket arşivi: Ali Erkan Kavaklı

Evde kriz yönetimi: “Çocuğunuzu konuşarak ikna edin!”

Çocuklarla ve çocuklarımla hiçbir zaman kavga etmem, sert tartışmalara girmem. Hayatı onlardan daha uzun süre yaşadım, daha fazla tecrübeye sahibim. Onlardan daha çok okudum, daha çok bilgi sahibiyim. Haklı olduğum konularda onları ikna edebileceğimi biliyorum. Genellikle çocuklardan kendimizi için bir şey istemiyoruz, onların geleceği için yeteneklerini geliştirmelerini ve iyi şeyler yapmalarını diliyoruz.

Onların yapmasını istediğimiz şeyler, onlar için iyi olduğunu düşündüğümüz şeyler.

Öyle olunca haklı olduğumuz bir konuda neden çocuklarımızı ikna etme yolunu seçmeyelim?

Çocuklara değer vermek, onların mantığını ve duygularını önemsemek eğitimde çok önemli.

Prof. Jurgen Habermas, çocuklarınızın mantığına hitap edin ve konuşarak onları ikna edin, der.

Sevgili Peygamberimiz (sav), eğitim hayatı boyunca ikna metodunu kullanmış. Hem onun öğrencilerinin büyük bir kısmı, eğitim çağını geçmiş kişilerdi. Onları ikna etti ve İslam davasını onlara kabul ettirdi.

Ebû Rafi (ra) başkasına ait hurma ağacını taşlıyordu. Peygamberimiz (sav), yanına yaklaştı. Neden hurma ağacını taşladığını sordu.

Karnım aç.

Peygamberimiz(sav) çocuğu azarlama, cezalandırma, tehdit yolunu seçmedi. Onun durumunu anladıktan sonra yol gösterici şu sözleri söyledi:

Evladım yere düşen hurmaları ye.

Sonra da onu dua etti:

Allah’ım bu çocuğu karnını doyur.”

Ebû Rafi, bir daha hiç açlık hissetmediğini anlatır.

Çocuklar yanlış bir şey yapabilir. Neticede çocuk. Büyüklere düşen onlara yol göstermek ve onları tatlı bir dille uyarmak, yaptıklarının niçin yanlış olduğunu açıklamak ve en önemlisi ne yapmaları gerektiğini anlatmak. Çocukları azarlama, dövme ve cezalandırma yoluna gitmemeliyiz.

Çocuk, duygularını yönetemediği için veya bilmediği için yanlış yapabilir. Böyle durumlarda sabırla hareket etmeli, çocuğa bilmediğini öğretmeli, tatlı bir dille nasıl davranması gerektiğini anlatmalıyız.

Çocukların makul isteklerini yerine getirmeliyiz. Haram olmayan ve yapabileceğimiz isteklerini yerine getirmek bize mutluluk vermeli.

Peygamber Efendimiz (sav), bir gün Osman bin Mazun’a(ra) gitmişti. Osman’ın yanında bir çocuk vardı ve onu öpüyordu. Peygamberimiz ona, çocuk senin mi, diye sordu. O da evet, dedi.

-Onu seviyor musun ey Osman?

-Vallahi evet, ya Resulellah, onu seviyorum.

-Ona olan sevgini artırayım mı?

-Evet, anam-babam sana feda olsun!

Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurdu:

Kim kendi neslinden küçük bir çocuğu razı ve memnun ederse Allah da kıyamet günü onu memnun ve razı eder. (Peygamber Efendimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, s.371)

Geçen hafta hikâyesini anlattığım Ali Bey kahvaltı sırasında kızı Şeyma ile ilgili bir problemi dile getirdi ve şöyle dedi:

-Araba derdi var. Onun için hafta sonu çalışıyor. İlla da araba almak istiyor. İkide bir benim arabayı istiyor. İstekleri hiç bitmiyor.

Gülümsedim. Elimi dizine koydum.

-İyi, dedim. Çocuklarımızın bizden istekleri olması iyi. Bize işleri düşüyor demektir. Ağalık vermekle efelik vurmakla olur. Bu yaştan sonra efelik yapamayız. Ağalığı kimseye kaptırmamalıyız.

Gülüştük.

Kararlı bir sesle devam ettim:

-Çocuğumuzun bizden bir şey istemesi iyidir. O bizden bir şey ister. Yapabileceğimiz bir şeyse memnuniyetle yaparız. Onların mutlu olmalarını isteriz. Onların isteğini yerine getirirken biz de onlardan neleri istediğimizi söyleriz. Böylece karşılıklı taleplerimiz olur. Çocuğumuzun bize ihtiyacı olmazsa bize bağımlılığı kalmaz.

-Farklı bir bakış açısı, dedi Ali Bey.

Çocuğumuzu ve eşimizi eleştirmemeliyiz. Onları değiştirmek istiyorsak meziyetlerini bulmalı ve takdir etmeliyiz. Biz onların gözünde değerli isek bizim takdirlerimiz onları çok mutlu eder. Bizden takdir duymak için çaba sarf ederler. Böylece biz onları beğendikçe onlar bizim beğeneceğimiz şeyleri artırır. Eleştiri sevginin zehiridir. Aile fertleri arasındaki muhabbeti yok eder.

-Araba konusunda ne diyorsunuz? Bir arabası olsun mu?

-Önemli olan dersler ve 10 yıl sonra ulaşmak istediği hedef. Hedefe varmak için takip edeceği yol haritası çok mühim.

Şeyma’ya döndüm:

-Araban olsa derslerdeki başarın artar mı?

Kızcağız, hiç düşünmeden:

-Artar, deyiverdi.

-Nasıl artar?

İzah etmekte zorluk çekti ama mutlaka bir araba almak istediği belliydi. Arkadaşlarının arabası olmalıydı. O da arkadaşları arasındaki statüsünü korumak için bir araba almak istiyordu. Cumartesi-pazar günleri bir markette iş bulmuş, çalışıyordu.

-Bu konuda karar senin. Babanla anlaşmalısın. Senin yerinde olsam derslerime öncelik verir, sınıfın en iyisi olmak için çaba harcarım. Araba almayı okul bitimine ertelerdim. Arabanın birçok masrafı olur. Benzin parası, muayene ücretleri, trafik sigortası, kasko… Ayrıca araba bakım ister. Bunlar derslerindeki başarını olumsuz yönde etkileyebilir.

-Etkilemez.

-Tahmin ederim, modeli eski bir araba alacaksın.

Başıyla onayladı:

-Ben olsam parayı biriktirir okul bitiminde daha yeni bir araba alırdım. Hem masrafı az olur hem de az problem çıkarır ama bu konu benim için öncelikli bir konu değil. Siz karar verin.

Ali Bey’e döndüm. Elimi dizine vurdum:

-Aziz dostum, çocukların istekleri yapabileceğimiz şeylerse bundan mutluluk duyarak yapmalıyız. Haram ve günah olmayan isteklerine karşı çıkmamalıyız. Arabaya binmek günah değil. Günah olmayan konularda yasakçı olmayı tavsiye etmem. Çocuk çok ısrar ediyorsa alsın, senin için önemli olan şey ne ise onu iste. Arabayı alsın ama dini sohbetleri kaçırmasın ve sınıf birincisi olmak için yarışsın.

Netice:

1. Geleceğimiz olan çocuklarımıza doğru bir yol haritası çizmeliyiz.

2. Onların duygusal kararlar alabileceğini hesaba katmalı ve duygularını önemsemeliyiz.

3. Haram ve günah olmayan isteklerine karşı çıkmamalıyız.

4. Onlar bizden kendileri için bir şey isterken biz de onlardan yeteneklerini geliştirmeleri için daha düzenli çalışmalarını istemeliyiz. 5. Asıl gelecek olan ahrete hazırlanmalarını, namaz, oruç, doğruluk, dürüstlük, ilim öğrenmek, çalışkan olmak gibi erdemleri kazanmalarını tavsiye etmeliyiz.

Beyin Vitamini: Çocuklarımızın duygularını önemsemeli, tartışmalı konularda onları ikna yolunu seçmeliyiz. Olgunluk zaman ister, eğitim zaman alır, sabırlı olmayı gerektirir. Dr. Halit Ertuğrul’un Herkesin Öğretmeni Hz. Muhammed (sav), bendenizin En Sevilen Öğretmen Hz. Muhammed(sav) isimli Nesil yayınları arasında çıkan kitapları tavsiye ederim. İletişim: 444 24 14; www.kitapyurdu.com

Ali Erkan Kavaklı / moralhaber.net

Köylerde Cemaat Nasıl Artar? Etki Alanı – İlgi Alanı Nedir?

Ramazan dolayısıyla katıldığım kitap fuarlarında ve belediyelerin düzenlediği konferanslarda, birçok okuyucu ile yüz yüze gelme fırsatı buldum. En ilginç sohbetlerden birini Ankara’daki Kocatepe Kitap Fuarında bir imam arkadaşla yaptım. Uzun boylu, yanık yüzlü, gayret-i diniyesi olan bir arkadaştı.

-Sizi Akit’teki yazılarınızdan tanıyorum, eğitim yazılarınızı takip ediyorum diye söze başladı.

Heyecanla bir şekilde konuşmasını sürdürdü:

Kızılcahamam’a bağlı bir köyde imamlık yapıyorum. Köyde nerdeyse cemaat yok. Kızılcahamam’ın birçok köyünde cemaatsizlik yüzünden cuma namazı kılınmıyor. Hükümet dul kadınlara maaş bağlıyor. Bu bir dünya para yapar.”

Konu onun için önemli olmalıydı. Kaç dul kadına maaş bağlandığını ve bunun ayda ne kadar yekûn tuttuğunu ayaküstü hesap edip söyledi. Bunun yerine köylere hanım hoca tayin edilmesini, bu sayede köylerde kalan kadınların eğitilmesinin daha iyi olacağını ilave etti. Köyde cemaat yoktu, nerdeyse yapılacak bir şey yoktu.

Ankara’dan sonra Konya’ya geçtim. Öğretmen-yazar Duran Çetin’le sohbet ederken de benzer bir tespitle karşılaştım. Duran Bey ziyaret için köyüne gitmiş, köyde pek az insanın oruç tuttuğunu tespit etmiş. Merkezi ezan, merkezi vaaz, merkezi hutbeler imamları tembelliğe alıştırmış, pek çoğu namaz memuru olup çıkmış; cemaatle iç içe olmak, onlara vaaz etmek, Kur’an öğretmek, dinî yaşantılarının güçlenmesi için çaba sarf etmekten uzaklaşmışlar.

Duran Çetin’le şu tespiti yaptık:

Şehirlerde camiler dolup taşıyor. Birçok yerde “Haydi çocuklar camiye!” kampanyaları düzenleniyor. Diyanet, “Camiler çocuk açacak.” başlıklı çok güzel bir kampanya düzenledi. Camiye arada sırada çocuk gelirde gürültü çıkarırsa onları azarlayan cemaat, çocuklara ve onların sevimli seslerine alıştı. Şehirler dindarlaşırken köyler dinden uzaklaşıyor. Köylerde yeni bir hamle başlatmalı.”

Kızılcahamamlı okuyucumun karamsar tavrı beni şaşırttı. Ona şöyle dedim:

“Herkesin bir ilgi ve etki alanı vardır. Stephen Covey, insanların bir ilgi bir de etki alanı vardır, der. Evimiz, iş yerimiz, ailemiz bizim etki alanımızdadır. Hükümet, Ankara bürokratları, dünyada olaylar ve savaşlar bizim ilgi alanımızdadır. İlgi alanımızdaki olayların çekiciliği sebebiyle çoğu zaman ilgi alanımızda olup bitenleri konuşuyor; vaktimizi, heyecanımızı ve gayretimizi tüketiyoruz. Biz konuştuk diye bu alanlarda hiçbir şey değişmez. Hâlbuki enerjimizi, dikkatimizi ve gayretimizi kendimize, evimize, iş yerimize çevirsek bu alanda elimizden geleni yapsak birçok şeyi değiştirebiliriz.

Her imam ve öğretmen, peygamber varisidir. Peygamberler,miras olarak ilim bırakmıştır. Peygamberimiz (sav) tek başına İslam davasını dünyaya ilan etti. Kendi nefsinden başlayarak İslam’ı yaşamaya başladı. Sonra en yakınları olan eşi Hz. Hatice(ra), yeğeni Hz. Ali(ra), arkadaşı Hz. Abubekir (ra), azatlı kölesi Hz. Zeyd’e (ra) anlattı. Onların Müslüman olmasıyla İslam kuvvet buldu. Zaman içinde dalga dalga yayıldı. 23 senede bütün Arap Yarımadası Müslüman oldu. Sonraki yıllarda kıtalar ve kitleler İslam’ı seçti.

Her imam, camiye ders koymalı.

Kur’an, hadis, ilmihal okumalı.

Komşularını gezmeli, onları camiye ve cemaate davet etmeli.

Peygamberimiz (sav) gibi cemaat aramalı ve bulmalı. Önceliği eşimize, çocuklarımıza, akrabalarımıza, yakın arkadaşlarımıza vermeliyiz.

Üstat Bediüzzaman bu konuda son derece ilginç bir tespit yapar:

İnsanın etrafında halka halka daireler vardır. Nefis dairesi, akraba dairesi, köy, şehir, ülke, dünya, siyaset dairesi. En uzak dairede nadiren vazife bulunabilir. Harici dairelerin cazibedarlığı yüzünden insanların çoğu o dairelerle ilgilenir ve nefis dairesindeki vazifelerini unuturlar. Hâlbuki en yakın dairede devamlı ve mühim vazifeler vardır. Yakın dairedeki vazifelerimizle meşgul olmak, uzak dairelerle meşgul olarak vaktimizi zayi etmemek gerekir…”

İmam okuyucumla hayli uzun ve tatlı sohbetler ettikten sonra vedalaştık.

Fuardan ayrılırken tekrar yanıma geldi.

Üç poşet kitap almıştı:

Hocam, cemaati ve komşuları hesap ettim. Hepsi için birer kitap aldım. Dua ve okuma kitapları. Hepsini tek tek ziyaret edeceğim ve bu kitapları hediye edeceğim.”

Etki alanını etkili kullanma kararı vermişsin, en yakın dairedeki mühim vazifelere odaklanmışsın. Tebrik ederim.”dedim.

Gülümsedi. Vedalaştık.

Netice olarak şu hususlar önemli:

1. Diyanet merkezi vaaz ve hutbelere son vermeli. Camilere meal, tefsir, hadis, ilmihal vb. dersleri konmalı. Cemaat şuurlandırılmalı.

2. Aile hekiminin hastaları evinde ziyaret ettiği gibi hocalarımız da cemaati evlerinde ziyaret etmeli, camiye gelmeyenleri davet etmeli.

3. Hükümeti, Amerika’yı, dünyayı idare etmekten vazgeçip en yakın dairede dinî irşat vazifemize önem vermeliyiz.

Beyin Vitamini: Nefsimizi Müslüman etme bilincini veren Üstad Bediüzzaman’ın Küçük Sözler, Gençlik Rehberi ve Meyve Risalesi adlı kitapçıklarını tavsiye ederim. Bayram ziyaretlerinde dostlara şeker ve çikolatanın yanı sıra bu tür kitapları da hediye etmeli. Bütün okuyucularımızın Ramazan Bayramlarını tebrik ederim. İrtibat: 444 24 14

 Ali Erkan Kavaklı

Bir Müslüman için Ramazan nedir?

Hayatın gayesi Allah’ın rızasını kazanmak ve onun sevdiği kul olabilmektir.

İnsan nefsi, kendini hür ve müstakil kabul eder. İstediğimi yaparım, der.

Nefis, Hz. Yusuf (as)’un ifadesiyle, kötülüğü emreder.

Nefsin istekleri ile Rabb’imizin emirleri çoğu zaman farklıdır hatta birbirine zıttır. Nefsine uyan yanar.

Nefse laf anlatmak, söz dinletmek çok zordur. Bu sebeple nefsin eğitilmesi ve terbiye edilmesi gerekir. Nefsine uyan, Allah’ı unutur, dalalet vadilerinde at koşturur.

Nefsi terbiye etmenin en kestirme yolu, onu sevdiği şeylerden mahrum bırakmaktır.

Ramazanı nefsi terbiye etme ayı kabul etmeliyiz.

Oruca niyet ederek nefse ilk emri vermeliyiz:

Arkadaş, sen hür ve müstakil değilsin. Her istediğini yapamazsın. Rabb’imin emri olmadan yemek yiyemez, su içemezsin. Sen kulsun, seni yaratan ve terbiye eden bir Rabb’imizin emirlerine itaat et.”

Böylece nefsin firavunluğu kırılmış olur.

Her istediğini yapamayacağını ancak helal olan şeyleri, helal olan vakitte yapabileceğini anlar.

İnsanoğlu nankördür. Kur’an bu gerçeği Adiyat suresi, 6.ayetinde çok nefis bir şekilde ifade eder:

Şüphesiz insan Rabb’ine karşı pek nankördür.”

Bu sebeple insan sahip olduğu nimetleri hatırına getirmek istemez. Çoğu zaman nimetler elimizden çıktıktan sonra kıymetini anlarız.

Ramazanda oruç vasıtasıyla çekeceğimiz açlık, bize sahip olduğumuz nimetlerin değerini anlatır. Çeşitli nimetler elimizin altında iken onları değerini bilemeyiz. Ramazanda oruç olduğumuz için iftar vaktine kadar bir yudum su, bir lokma ekmeği bile yiyemeyiz. Açlık bize su, ekmek, meyve, sağlık gibi sahip olduğumuz nimetlerin değerini anlatır. İftar vakti, sıcak pideden alacağımız bir lokmanın bile ne kadar değerli olduğunu anlarız. Başka zaman kebapları, lahmacunları, türlü türlü yemekleri, baklavaları, börekleri beğenmeyen nefsimiz, ramazandan bir lokmalık pidenin ne kadar lezzetli olduğunu fark eder ve sayısız nimetleri bize bahşeden Rabb’imize şükreder.

Nimet şükür için verilmiştir. İnsan nimet içinde yüzerken şükretmeyi düşünmez, gaflet deryalarında yüzer. Ramazan çok iyi bir uyarıcıdır, insanı gaflet uykusundan uyarır.

Ramazan yardımlaşma ve fakir-fukarayı anlama zamanıdır.

İnsan herkesi kendisi gibi bilir. Nimetler içinde yüzen insan, fakir-fukarayı ve onların çektikleri sıkıntıları anlamaz. Anlamadığı için de yardım elini uzatmaz. Ramazan orucu bize yoksulların çektiği acı ve ıstırapları bir nebze olsun hissettirir, böylece yardım duygularımız hareket geçer. Cenab-ı Hakk’ın bize lütfettiği nimetleri yoksullarla paylaşırız.

Sinsi nefis devamlı kalbimize vesvese verir. Senin kıldığın namaz, tuttuğun oruç, verdiğin sadaka ne ki, bunlar seni kurtarmaz şeklinde telkinler yapar. Rabb’imizin af, mağfiret, rahmet ve şefkat sahibi olduğunu bize unutturmak ister. Şeytanın vesveselerine aldanmamalı, bize Rabb’imizin rızasını kazandıracak adımlar atmalıyız.

Ebu Hüreyre(ra)’den rivayet edilen bir hadis, bize Rabb’imizin rahmet ve mağfiret deryasını müjdeler. Şöyle ki:

“Yüce Allah buyuruyor ki: Ben, kulumun hakkımdaki zannı gibiyim. O, beni andıkça ben onunla beraberim. O, beni içinden anarsa ben de onu içimden anarım.

O, beni bir cemaat içinde anarsa, ben de onu daha hayırlı bir cemaat içinde anarım.

O, bana bir karış yaklaşacak olursa ben ona bir zira yaklaşırım.

Eğer o, bana bir zira yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım.

Kim bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim.

Kim bana şirk koşmaksızın dünya dolusu günahla gelse ben de onu yine mağfiretle karşılarım.

(Buhari, Tevhid 15, 35; Müslim, Zikr 2, Tevbe 1)

Ramazan; Rabb’imize kulluk, ibadet ve dua etmeyi sevmenin ve ibadetlerden haz ve lezzet alma mevsimidir.

Ramazan arınma ve Rabb’imize yaklaşma zamanıdır.

Ramazan, nefis putunu kırma, Allah’a kul ve asker olma vaktidir.

Ramazan, Kur’an okuma, onu anlama ve nuruyla nurlanma ayıdır.

Ramazan yardımlaşma, fakir ve fukaranın gönlünü ve duasını alma zamanıdır.

Ramazan, hayatın manasını anlama, Rabb’imizin rızasına uygun bir hayat yaşamayı prensip ve âdet edinmenin tam vaktidir.

Okuyucularımın ramazanlarını tebrik eder, Cenab-ı Hakk’ın rızasını kazanmalarına vesile olmasını Rahman ve Rahim olan Rabb’imizden niyaz ederim.

Ali Erkan Kavaklı

Savaşta bile kılınan Namaz, İtalya Büyükelçisini Müslüman olmaya ikna etti!

Üstümüze bombalar yağarken insanlar camiye gidip namaz kılıyordu. O zaman İslamiyetin hak din olduğuna ikna oldum.” diyen İtalyan Büyükelçi, sonunda kelime-i şehadet getirdi. Onun Müslüman olduğu haberini 27 Kasım 2001 tarihli Süddeutsche Zeitung gazetesinde okudum. Nasıl sevindiğimi anlatamam. Gazete şöyle yazıyordu:

“Su gibi Arapça konuşan İtalya Büyükelçisi Turquota Cardilli, şahadet getirerek Müslüman oldu. Suudi Arabistan yetkilileri, kendisini “yeni din kardeşi” kabul ettiler. Savunma Bakanı Prens Sultan Bin Abdülaziz, sarayında elçiyi kabul ederek tebrik etti ve Kâbe örtüsünden bir parça hediye etti. İtalya’da tam aksi reaksiyonlar yaşandı. Cardilli ailesi şaşkına döndü. 

Turquato, dil ve politika tahsili yapmış, İslam ülkelerindeki politikalar üzerine uzmanlaşmış bir büyük ölçü. 2000 yılı kasım ayında Riyat büyük elçiliğine tayin edildi.

Müslümanlarla tanışması tam 37 sene önce başlamıştı. Henüz 22 yaşında bir üniversite öğrencisi iken 1964 senesinde, İsrail kuşatmasından önce Kudüs’e gitmiş İslam’a göre üç kutsal mekândan biri olan Mescid-i Aksa’yı ziyaret etmişti. Orada caminin içinde, yüreğinde bir şeyler hissetmiş, kalbine ışıklı bir yolun şavkının vurduğunu anlamıştı.

1967 yılında yabancılar servisine girdi. Görevi gereği birçok Müslüman ülkeye gitti. İslam dünyasındaki ilk olarak 1969 yılında görev aldı. Önce Sudan, sonra Suriye. Oradan Irak’a… Sonra Roma’ya döndüm. Bir sonra 2.5 yıl Libya’ya. Hollanda’da çalıştı, Birleşmiş Milletler’de görev aldı.

Bu arada Kur’an’ın İtalyanca tefsirini okumaya başladı, öğrendiği Arapçayı bir hayli unutmuştu. Kader, Cardilli’nin yüreğine yol açtı. Hem de ışıklı bir yol.

“Büyükelçi olarak, beni Suudi Arabistan’a gönderme planları yapıldığını duyunca, kendime bu Allah’ın dileği, dedim. Kaderin bir işareti. İyi bir Müslüman olmalı, İslam’ın şartlarını öğrenmeli ve onu yaşamalıydım. Şahadet getirmeli, namaz kılmalı, oruç tutmalı, zekât vermeli ve hacca gitmeli… Artık hiçbir özrüm olmayacaktı. İçimden Riyad’a gönderilmem, Allah’ın takdiri, dedim. İtalya’nın dünyada 122 büyükelçiliği vardı. Neden Suudi Arabistan’a gönderiliyordum? 10 sene önce Cezayir’de büyükelçilik yapmıştım. Sonra Tanzanya’ya, geri dönüş beş yıl Roma. Riyat’a gitmek üzere seçilişim, tamamen bir “seçilme” gerçeği ve kaderin bir cilvesi idi. Bunu hissettim.

Kendi kendime, iyi bir Müslüman olma sözü verdim. Ramazan yaklaşıyordu. Oruç tutmalıydım. İslam’ın emirlerini eksiksiz yapmak için mükemmel bir öndere ihtiyacım vardı. Riyat’ta bana yardım edebilecek bir İslam merkezi aradım. Ararken titiz ve dikkatli davranıyordum. Herhangi birinin İtalya büyükelçisi Müslüman oldu, demesini ve gerçeğin zamanından önce duyulmasını istemiyordum. Arayışım sırasında birçok engelle karışlaştım. Bir rehbere ulaştığım zaman, günlerden “arefe” idi.

Böyle bir merkeze ulaşmam da uzun zaman aldı. Ramazandan birkaç ay önce idi.  Batha’daki İslam Merkezi’nin telefonunu buldum ve merkeze gittim. Ramazan yaklaşıyordu, daha fazla zaman kaybetmemeliydim. İslam’ın kutsal ayı ramazandan önce, bu işi halletmek istiyordum.

Bahtiyar Cardilli, İslam’ı seçtiğini açıklarsa birçok güçlükle karışlaşacağını düşünüyordu. Büyükelçilikte orta şiddette bir deprem yaşanacak; sarsıntı asıl etkisini, Roma’da gösterecekti.

Suudi Arabistan zengin bir ülkeydi. Buna karşılık insanların düşüncelerindeki sadelik değişmemiş, iş hayatının ve zenginliğin kurbanı olmamışlar, inançlarını değiştirmemişler, orijinal yaşantılarını sürdürüyorlardı. Büyükelçi uzun uzun düşündü, ölçtü, tarttı. İçindeki sesin yankısı dudaklarını yansıdı.

Sonunda Ramazandan bir gün önce şahadet getirdim. Kısa zaman içinde olmasına rağmen ramazan boyunca kendimi iyi bir Müslüman olarak hissettim. Bu macera seneler önce başlamıştı. “Bir güç” tarafından yeni bir inanışı kucaklamaya sürüklenmem, bir tesadüf değildi.

Büyükelçinin “ikna olduğu an” ne zamandı? Elbette yıllar önce.

1973 Suriye- İsrail Savaşı sırasında Şam’daydım. 9 Ekim 1973 günü Şam, ağır bir şekilde bombalandı. Şiddetli bombalamalara rağmen, insanlar tam bir tevekkül ile camiye gidiyordu. Bu gerçeği gördüm, ezanı dinledim. Şehre bomba yağarken cemaat, namaz vakitlerinde ibadet ediyor ve huzur buluyordu. O zaman ikna olmuştum.

İslam’ın doğru bir din olduğuna ta o zaman karar vermişti büyük elçi.

Cardilli şöyle diyor:

1964’te kalbime atılan tohum, çiçeklendi, büyüdü, büyüdü, büyüdü…

Bahtiyar Cardilli’yi kesin bir karar vermeye sürükleyen başka sebepler de vardı elbette. İslam’ın kaynakları sağlam, saf ve güzel bir din olduğunu tespit etmişti:

İslam’da Allah ile kul arasına kimse giremiyor. Herkes direkt Allah ile temas kurabiliyor. Allah sizi her zaman ve her yerde duyabiliyor. Nerde olursanız olun, bunun bir önemi yok. Arada kimsenin bulanmasına gerek yok.

İslam’da harikulâde güzel prensipler ver: zekât, dürüstlük, fakirlere yardım…

Bunları dinin temelleri olduğunu ve bu sade prensiplerin, insanların ihtiyaçlarını karşılayabileceğini ve toplumda huzuru sağlayabileceğini anladım.

Dünya değişiyor, diye İslam değişmemiştir ve değişmeyecektir. Şüphesiz ki Kur’an’a hiçbir metin eklenmemiştir, onun hiçbir değişikliğe ihtiyacı yoktur. O, herkes tarafından okunabilir ve kolayca anlaşılabilir.İslam’ın değerleri yerli yerinde ve toplumsal kültüre önemli katkılar sağlıyor.”

Müslüman olmanıza aileniz ve çevrenizin tepkisi ne oldu, sorusuna Cardilli, şu cevabı veriyor:

Çevrenizde bazı insanlar var ve siz onların fikirlerinin yanlış olduğunu biliyorsunuz. Sizin yanlış dogmalardan farklı olarak, doğrulara sahip olmanız gerekiyor. Bence gerçeğe sahip olma hakkı, insanların sizin hakkınızda ne düşündükleri ile ilgili kaygılardan daha önemli.

Müslüman olmasının Suudi Arabistan’da büyük yankı uyandırdığını hatırlatanlara şöyle dedi:

Müslüman olan ilk ve tek İtalyan büyükelçisi ben değilim. Müslümanlığı ilk kabul eden büyükelçi, iki ay önce New York büyükelçimiz oldu. İtalya yasalarına göre Hıristiyan olmayan biri İtalya’yı büyükelçi olarak temsil edemezdi. Biz Müslüman olunca yasa değiştirildi.

Ali Erkan KAVAKLI

İnsanlık Tarihinin En Büyük İnkılabı

Eğitim aşk, şevk, sabır ve gönül işidir; büyük hüner ve maharet ister. İyi eğitimci, gönüllere girmeyi bilir. Gönlüne giremediğimiz çocuğun kafasını aydınlatamayız. Gönüllere hükmedemeyen, beyinlere hükmedemez. Eğitim, gönül kazanma ve gönüllere taht kurma mesleğidir. Bütün devirlerin en çok sevilen, en etkili ve en başarılı eğitimcisi, İki Cihan Güneşi Hz. Muhammed’dir (a.s.m.).

Suffe Okulu” adı verilen bir okul açtı. Okumaya, öğrenmeye ve ilme çok önem verdi. O sadece çocukların değil, büyüklerin de öğretmeni idi. Sadece küçüklere değil, büyüklere de İslam’ın güzelliklerini, hakkı ve hakikati anlattı. İslam hakikatini bütün insanlığa ders verdi

Suffa Okulu yatılı idi. Dersler camide yapılıyordu. Okuldaki öğrenci sayısı 70 ile 400 arasında değişti. Peygamberimiz (s.a.v.) kendisine getirilen hediye, zekat ve sadakaları onlara aktardı. Başlangıçta buradaki sahabîlere kendisi öğretmenlik yaptı. Daha sonra yetiştirdiği öğrencilerden öğretmenler atadı. Ubade İbn Samit, öğrencilere Kur’an ve yazı yazmayı öğretti. Abdullah İbn Said İbni’l-As, güzel yazı dersi verdi. Muallim Mirdas, çocuklara öğretmenlik yaptı. Cübeyr İbn Hayatissekafi, kitap okumayı öğretti.(1)

Aziz Nebi (s.a.v.) hem gönüllere hem beyinlere hükmetti. Kalplerin sevgilisi, akılların öğretmeni, nefislerin terbiyecisi oldu.(2) Okuma yazma bilmeyen ve okulu, gazetesi, kitabı, televizyonu olmayan, öğrenme kültürü bulunmayan bir topluma öğretmenlik yaptı. Çok zor şartlarda çalıştı. Literatüründe “eğitim” olmayan bir toplumu eğitti.

Kaba, ilkel, vahşî ve en kötü âdetlere sahip bir milleti 23 sene gibi kısa bir sürede dünyanın en kibar, en nazik, en medenî, en adaletli milletine dönüştürdü; onları dünyanın başına sultan yaptı. İçlerinden âlimler, hükümdarlar, sanatkarlar, kahramanlar çıkardı.

Öylesine etkili hakikatleri anlattı ki onu öldürmeye gelenler onda dirildi. Onu öldürmek için kılıç kuşanan ve yola koyulan Hz. Ömer (r.a.), onun getirdiği Kur’an hakikatlerini ders aldıktan sonra birdenbire değişti. Kanlı kinli Ömer gitti, yerine kalbi Allah aşkı, Peygamber aşkı, hakikat aşkıyla dolu, merhamet abidesi bir Ömer geldi. Bu değişim sayesinde Ömer (r.a.), dünyanın en adaletli halifesi ve hükümdarı oldu.

Muhteşem şair Mehmet Akif Ersoy, onun adalet anlayışını ve sorumluluk duygusunu anlatırken şöyle der:

Kenar-ı Dicle’de bir kurt kapsa bir koyunu;

Gelir de adl-i İlahî Ömer’den sorar onu!”

İslam’dan önce peygamber öldürmeye azmedecek kadar katı kalpli olan Hz. Ömer, Müslüman olduktan sonra memleketinde kurdun kaptığı koyundan kendisini sorumlu tutacak kadar yumuşak kalpli, merhametli ve adaletli hâle geldi.

Onun (a.s.m.) getirdiği ölmez hakikatler, en katı kalpli insanları en merhametli insanlar hâline getirdi. O, mükemmel bir eğiticiydi. Ashabını en iyi şekilde terbiye etti ve yetiştirdi. Sırf Hz. Ömer’de meydana gelen değişiklik sebebiyle ona “dünyanın en başarılı ve en güzel eğitimcisi” dense yeridir.

Zira sigara gibi küçük bir âdeti, küçük bir kavimden, büyük bir hâkim, büyük bir himmetle ancak daimî kaldırabilir. Hâlbuki bak, bu zat, büyük ve çok âdeti, hem inatçı, mutaassıp büyük kavimlerden, görünüşte küçük bir kuvvetle, küçük bir himmetle, az bir zamanda kaldırıp yerlerine öyle yüksek seciyeleri, kan ve damarlarına karışmış derecede sabit olarak yerleştiriyor ve tespit ediyor. Bunun gibi daha pek çok harika icraatı yapıyor.”(3)

Hâlbuki Peygamberimiz (s.a.v.), puta tapma, intikam, faiz, zina, içki gibi pek çok âdeti, görünüşte küçük bir kuvvetle, kısa bir sürede kaldırmış ve yerlerine en güzel âdetleri, hem de o vahşî insanların damarlarına yerleştirircesine, yüreklerine kazımıştır.

Bu inkılâbın tarihte benzeri yoktur.

Arapların tarihi incelenirse İslam gelmeden önce dünya çapında hiçbir başarıya imza atmadıkları görülür. Kabileler hâlinde yaşarlardı, kabileler arasında kavga ve savaşlar hiç eksik olmazdı. Birbirlerine düşman kabileleri ve yağmacılığı ile meşhur bir millet idiler; kadın ve kızları insan yerine koymaz, hatta kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi. İslamiyet’le şereflendikten sonra birden değiştiler ve şu hasletlere sahip oldular:

1. Birbirleriyle kardeş oldular.

2. Güzel ahlak sahibi oldular. Kumar, içki, adam öldürme, faiz, zina, fesat çıkarma, haksız yere kan dökme gibi yüzlerce kötülüğü terk ettiler.

3. Kur’an’ın getirdiği yardımlaşmayı, bağışlamayı, zekat ve sadaka vermeyi, hak sahibine hakkını vermeyi, zayıfları ve mazlumları korumayı benimsediler.

4. Allah rızasını hedef edindiler. Hayırda ve takvada yarıştılar.

5. İlim, sanat, marifet ve medeniyette ileri gittiler.

Bunların neticesi olarak kısa sürede yeryüzünün en efendi, en adaletli, en dayanışmacı toplumu oldular. Bütün dünyaya hükmeden muhteşem devletler kurdular. Hem de uzun asırlar yaşayan ve dünyaya medeniyet öğreten devletler kurdular. İspanya’da kurulan Endülüs Emevî Devleti 800 sene yaşadı ve bütün dünyaya ilim, hikmet, sanat, medeniyet ve insanlığı öğretti.

Asr-ı Saadet, muhteşem bir inkılap gördü. Aziz Nebi’nin (s.a.v.) getirdiği hakikatler o çağı öylesine değiştirdi ki cehalet devri kapandı, bütün vahşîlikler sona erdi, haksızlıklar bitti. Bunların yerini “saadet devri” aldı.

İnsanları değiştirdi. Katı kalpler yumuşadı, kinin yerini sevgi aldı, düşmanlıklar kardeşliğe dönüştü.

Millî şair Mehmet Akif Ersoy bu değişimi “Bir Gece” adlı şiirinde çok güzel anlatır:

BİR GECE

On dört asır evvel yine böyle bir geceydi

Kumdan, ayın on dördü bir öksüz çıkıverdi.

Lakin o ne hüsrandı ki hissetmedi gözler;

Kaç bin senedir, hâlbuki bekleşmedelerdi.

Nerden görecekler? Göremezlerdi tabiî,

Bir kerre zuhur ettiği çöl, en sapa yerdi.

Bir kerre de mamure-i dünya, o zamanlar

Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi.

Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;

Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi.

Fevzâ bütün afakını sarmıştı zeminin,

Salgındı bugün Şark’ı yıkan tefrika, derdi.

Derken büyümüş, kırkına gelmişti ki öksüz,

Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi.

Bin nefhada insanlığı kurtardı o masum,

Bir hamlede kayserleri, kisraları serdi.

Aczin ki ezilmekti bütün hakkı, dirildi;

Zulmün ki zeval aklına gelmezdi, geberdi.

Âlemlere rahmetti, evet, şer’î mübini,

Şehbalini adl isteyenin yurduna serdi.

Dünya neye sahipse onun vergisidir hep;

Medyun ona cemiyeti, medyun ona ferdi.

Medyundur o masuma bütün bir beşeriyet…

Ya Rab, bizi mahşerde bu ikrar ile haşret!(4)

Bütün zamanlar içinde sadece o devre “asr-ı saadet [saadet çağı]” dendi.

Bugün dünyanın en gelişmiş ve ilerlemiş ülkesi kabul edilen Amerika’da suç işleme oranı, akıl almaz derecede yüksek. Televizyon ve gazete haberlerine göre Amerika hapishanelerinde iki milyon suçlu bulunuyor. Nüfus bakımından dünyanın en kalabalık ülkeleri olan Çin ve Hindistan’da bile hapishanelerde bu kadar suçlu bulunmuyor.

İlim ve teknolojide ileri gitmek, insanlık, ahlak ve medeniyette ileri gitmek anlamına gelmiyor. İnsanları güzel ahlak sahibi yapmak, ancak iman ve ibadet ile mümkündür. Nefislerini terbiye edemeyenler, medeniyet ve güzel ahlak sahibi olamazlar.

Aziz Akif ne güzel söyler:

Ne irfandır veren ahlaka yükseklik, ne vicdandır;

Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.

Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havf-ı Yezdan’ın,

Ne irfanın kalır tesiri kat’iyen, ne vicdanın.

Allah sevgisi, ahiret inancı, cennet ümidi olmayan insanların nefislerini terbiye etmesi zordur. Amerika’da suç oranlarının yüksek olması, Avrupa’da intihar oranlarının yüksek olması, Batı’nın ahlak, huzur ve erdem fakiri olduğunu göstermeye yeter.

Bilim ve teknolojik üstünlüğe dayalı Batı medeniyeti, Batı toplumlarını zengin etti, fakat mutlu etmedi. Asya, Güney Amerika ve Afrika kıt’aları, Batılıların sömürgesi durumuna düştü, fakirleşti. Batı medeniyeti, insanların ihtiyaçlarını çoğalttı ve daha da fakirleştirdi.

İnsanlık, Aziz Peygamberimizin (s.a.v.) getirdiği İslam medeniyetine bugün her zamankinden daha çok muhtaç. Bugün yeniden onun eğitim ve terbiye anlayışına ihtiyacımız var.

Evlerimizin gülü olan çocuklarımızın büyüyünce dikene dönüşmemesi için Güllerin Efendisi’nin (s.a.v.) eğitim metotlarını bilmeli ve uygulamalıyız. O kolaylaştırdı, zorlaştırmadı; sevdirdi, nefret ettirmedi.

Allah beni zorlaştırıcı ve şaşırtıcı değil, öğretmen ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi.” buyurur Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.).(5)

Biz de sevmeli ve sevdirmeliyiz.

Kolaylaştırmalıyız, zorlaştırmamalıyız.

Çocuklarımıza ve insanımıza, insanî ve İslamî değerleri sevdirmeliyiz. Onlara düşmanlığı değil, sevmeyi öğretmeliyiz. Almayı değil, vermeyi öğütlemeliyiz. Temeli sevgi ve kardeşlik olan bir dünya kurmalıyız. Evlerimizi, Allah Resulü’nün (s.a.v.) evi gibi cennet yuvalarına çevirmek için çaba harcamalıyız.

İstersek yapabiliriz. Bunun için öğrenmeli ve öğrendiklerimizi hayata geçirmeliyiz.

Parola şu olmalı: “Sevdir, sakın nefret ettirme!

Kolaylaştır, sakın zorlaştırma!

Ali Erkan Kavaklı / Öğretmen Hattı

Kaynaklar:

1. Peygamberimizin Tebliğ Metotları, 2/240.

2. Sözler, s. 216.

3. Sözler, s. 216.

4. Safahat, s. 500.

5. Müslim, Talak 29/1428.