Etiket arşivi: anne

Anne Yüreği..

Büyük kızım annesine yazdığı mesajında “Sabahları işe giderken çocukları dağıtıp arabada yalnız kalınca yüreğim burkuluyor.” diye bir annenin evladından ayrılık feryadını haykırıyordu.

Annelik, ne yüce ve ne kutsi bir duygudur ki yaşamayan bilmez. Bu duygu fıtrîdir ancak, Allah’ın evlât ihsanıyla yaşanması mümkündür.

Anne, evladının ilk öğretmeni iken, evlâtlar da annenin çok öğretmenidir. Her çocuk anneye ayrı bir öğretmendir. Bu iki kutsal varlık, hemen her şeyi yaparak yaşayarak hakkalyakın derecesinde öğrenir ve öğretir. Mahlûkatın içerisinde şefkat kaynağı olan anne kalbi, şefkat ve merhameti sonsuz olan Allah’ın çok hassas bir tecelligâhıdır.

Evlât, anneden hemen her şeyin ilk dersini alırken, anne de evlât sahibi olma ve yaşama dersini alır. Babayı yabana attığımı zannetmeyin –ki, beş evlât babasıyım- “Babanın evladına duası, peygamberin ümmetine duası gibidir.”[1] Hadisinden moral ve kuvvet alarak maddi ve manevi dua etmekteyiz.

Annedeki bu duygunun istikametli ve sağlıklı inkişafı ailenin dünyevi ve uhrevi saadetine vesiledir. Günümüzün fena ve fani cereyanları ile o kuvvetli ve kıymetli seciyenin kaybolmamasına dikkat etmek gerekir. Dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta daha var. Anne, evladının dünya hayatında başarılı olmasını “oğlum paşa olsun” dilekleri ile ifade ederken, ahiret hayatına kulluğuyla hazırlıklı yetiştirilmesine de dikkat etmelidir. Yoksa o evlât “Niçin benim imanımı takviye etmeden bu helâketime sebebiyet verdin” şikâyetinin önü alınamaz olur.

Annenin dikkatine arz edilmek istenen önemli konulardan biri de şefkatinin hatalı kullanılmasıdır. Şefkat edilmesi gereken konuda şefkat edilmemesi hatası ile şefkat edilmemesi gereken noktalarda şefkatin edilmesi hatalı kullanımdır. Allah’ın emirlerinin yerine getirilmesinde merhamet ve şefkatimiz mani olmamalı, teşvik edici olmalıdır. Zira Allah’ın merhamet ve şefkati bizimkinden kıyaslanamayacak kadar engindir.

Annenin halis ve menfaatsiz muhabbeti ihlası hatırlatır. Beli bükülmüş valide ve ihtiyarlar belânın define sebeptir. Hem çocuklardan daha ziyade merhamete ve şefkate muhtaç oldukları için, onların ihtiyarlık vakitlerini iyi değerlendiren evladın, evinden bereket ve huzur eksik olmaz. Aynı zamanda Allah hesabına onlara muhabbet, Allah’a muhabbetin gereğidir. O halde insanın aklını başına alarak ölmezse ihtiyar olacağını unutmaması gerekir. Bugün anne/babasına muhabbet ve hürmet etmeyenin yarın muhabbet ve hürmete uğramayacağını unutmaması gerekir.

Kâinattaki en mühim hakikatlerden olan anne şefkati gerçeği, onları arslana saldıracak kadar fedakâr kılarken, anneyi evladının hürmetinden ve malından mahrum etmek en büyük haksızlıklardandır.

Mehmet Çetin

mehmetcetin.de

[1] Süyûtî, II, 12/4199

Sana Bir Gün Yetmez “ANNEM”!

Ey nur yüzlü, hayatı feyizli, cefakâr annem!

Senin için sayfalar dolusu yazı yazılsa yine azdır.

Sen; tarifi imkânsız, sevgisi nihayetsiz, övgüsü limitsiz, şefkati katkısız bir lütufsun Rabbimden…

Seni bir güne sığdırmak, bir günde anlamak ve anlatmak ne mümkün?

Sen 364 gün unutulacak, sadece bir gün hatırlanacak bir varlık değilsin ki…

Senin ayakların altındaki Cenneti bulabilmek, O’na (c.c) senin rızandan geçip ulaşabilmek…

Senin yerini doldurabilecek, sevgini karşılayabilecek bir ruh, yürek, bir şefkat madeni yok ki?

Seninle her gün konuştuğumuzu, buluştuğumuzu, dertleştiğimizi biliyorsun.

Her Fatiha’nın ucunda, Yasinlerin son duasında sen varsın. Dudaklarımdan dökülen dualarımda sen varsın ey Cennetin güzel hurisi..!

Şu an sen, Cennet yaşındasın.

Evliyâ meclisinde, Resûlullah’ın (s.a.v) yanı başındasın.

Okunan Kur’ân derslerinde senin alın terin var.

Aldığım diplomalarda, gördüğüm eğitimlerde senin yakarışların, içten dualı bakışların var.
Hani hep derdin ya; “Allah güzel insanlarla buluştursun” diye.

Anneciğim, evladın ve evlatların hep nur meclislerinde, Kur’ân rahlelerinde sana rahmet ve mağfiret niyazındalar.

Elleri senin için duada, dilleri zikirde, zihinleri fikirde, senin emeklerini yâd edip seni ve babalarını mahcup etmemek için a’zâmî mertebede gayret içindeler. Sırat-ı müstakîmde hidâyet üzere olmanın şükrü ve şuuru içinde kulluğun aczi ve fakrını yaşıyor, senin dualarına muhtaç boynu bükük bir vaziyette Rahmeti sonsuzdan af ve mağfiret dileniyorlar.

Onların ilim tahsili için nasırlı ellerinle kazdığın topraklarda şimdi sen, gonca güller yetiştirmenin sükûnet ve huzurunu yaşarken, senin mâna iklimini yaşatmanın, helal sütüne lâyık olmanın cehd ve gayretini göstermeye çalışıyorlar.

Bütün anneler, anne olma vasfıyla ve sıfatıyla mübârek ve mukaddes varlıklardır.

Çocuklarına iffet, haya, edep ve ibadetle nurlanmış bir hayat örneği bırakan annelere ne mutlu!

Sosyal medyanın zehirli kıskacında yavrularına model olma yerine, çirkin ahlâkın amansız ağına yakalanmış, heva ve heves peşinde koşturanlara da hidayet versin Rabbim.

Ebedî âleme intikal etmiş olan annelerin en büyük hediyesi; dua, Kur’ân, kelimât-ı mübarekeler, her türlü hayır ve hasenâttır.

Annelerine hissiz ve duygusuz evlatların da bir gün bu dualara muhtaç olacakları ne kadar kat’î ve kesin ise; Hakk’ın rızasının ebeveynin rızasından ve hoşnutluğundan geçtiğine dâir sağlam ve tahkikî bir iman da o kadar muhakkak ve açıktır.

Binde bir İlâhî şefkatin yansımalarına mazhar olmuş olan tüm annelerin, bu derin duygularını Allah namına kullanmaları şartıyla, yerli yerinde davranışa imza atmış olacaklarını ve Allah katında makbul bir dua hükmüne geçeceğini ifade etmemiz gerekiyor.

Bir tek güne sığmayacak kadar ulvî bir vazifenin tüm günlere yayılması, yüce Rabbimizin emridir.

Çünkü onlar bizim baş tacımız, gönül ilacımızdır.

Annelerin yüreği gamlı, yaslı, mahzun kalmasın.

Hürmete, alakaya, yardıma, desteğe, teselliye en layık varlıklara selam olsun!..

Kabirleri Nur’la dolsun, Resûlullah şefaatçileri olsun.

Yaşayanlar sıhhat ve afiyet üzere mutlu ve umutlu olsun inşallah.

İsmail Aksoy

www.NurNet.Org

Yüz Sinemadan Daha Zevklidir

Hiç düşündünüz mü, 4 yaşında annesinin dizinin dibinden ayrılmayan bir kız çocuğu 14 yaşına gelince annesinin okula gelmesinden neden rahatsız oluyor? Bu 10 yılda ne oldu acaba? 5 yaşında bir erkek çocuk babası akşam eve geldiğinde babam geldi diye babasına koşuyor. Aynı çocuk 15 yaşına geldiğinde babası eve geldiğinde onu görmemek için odasına kaçıyor. Bu 10 yılı ailelerin sorgulaması lazım.

Bunun en önemli sebebi, bence çocuk bu süreçte anne babası ile birlikte zaman geçirmeye alışmadığı için bunlar oluyor. “İnsan ekmekle doyar, emekle büyür ama sevgiyle yaşar.” Bu cümleyi anne babalara hatırlattığımda diyorlar ki: “Hocam biz çocuklarımız sevmiyor muyuz?” Seviyorsunuz ama sevginin ispatı birlikte kaliteli zaman geçirmektir.

Küçükken çocuğu ile kaliteli zaman geçirmemiş ebeveynler çocukları büyüdüğünde birlikte zaman geçirmek istediklerinde bu sefer de çocukları anne ve babayla zaman geçirmek istemiyorlar. Alışkın değil çünkü. En iyi arkadaşı babası olmamış çocuğun. En iyi arkadaşı annesi olmamış. O saatten sonra kiminle arkadaş olduğunu da bulamazsınız. (Kenan Tastan yazılarından alıntı)

Aziz hemşirelerim, katiyen biliniz ki,

Sizin hanenizdeki mâsum evlâtlarınızla mâsûmâne sohbet, yüzer sinemadan daha ziyade zevklidir….

Evet, insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir. Bu münasebetle, ben kendi şahsımda katî ve daima hissettiğim bu mânâyı beyan ediyorum:

Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve mânevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda, adeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum. Demek, bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma merhum validemin ders ve telkinâtını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum. (Risale-i Nur)

www.NurNet.org

Nereden Nereye Geldik

Arapça’dan bize gelip Kendi dilimizden imiş gibi kabul ettiğimiz iman kelimesinin manasının altında insanı dünya ve ahirette mes’ud etmek yatar. Bunu de unutmayalım ki; imansız insan çok azdır ama insanın en mühim işi hak dine inanıp ona bağlanmasıdır. Bu zamanda ki Müslüman, Hz. İbrahim a.s. mağaradan çıkıp araştırdığı gibi araştırıp, batıl inançları defettikten sonra her insanın ihtiyacı olan hakiki dine sarılması çok elzemdir.

Eskiden annesi babası Müslüman olan kimselerin evlatları, babalarını taklit ederek Müslüman kalabilirdi. Fakat bugün o taklidi imanı, batıdan gelen materyalist felsefe eritti. Ve öyle bir inançla hayatiyetini devam etmek isteyen, ayakta duramaz oldu.

Bu zamanda, düşman imanın esaslarına her taraftan saldırması neticesinde, biz sağlam delillerle Allahımızı tanıma yolunda ilerleyerek imanımızı takviye etmezsek, batıdan gelmiş olan,  görmediğin şeye inanma, Teorisi karşısında imansız kalabiliriz tehlikesi ile baş başa kalmaktan kurtulamayız. Çünkü daha önce de dediğim gibi bugün eskisi gibi imansızlık cehaletten gelmiyor. Çünkü eski zamandaki cahillere izah ettikten sonra kabul ederlerdi, inat ederek kabul etmeyenler olsa bile çok azınlıkta kalırdı. Amma materyalist felsefesini üreten; Marx, Engels, Darwin ve bunların fikir arkadaşları olan büyük dinsizler, fikirlerini halka inandırmak için yazdıkları kitaplarla Müslümanlarda büyük tahribat yaptılar. Sebebine gelince; yirminci asırda, Müslüman memleketlerin tamamı istila edilmişti. Müstemleke haline gelmişti. Kimisi dış düşmanlar tarafından, kimiside iç düşmanların istilasına uğramıştı.

Biz ötekileri bırakıp Yirminci asırda Türkiye de ki Müslümanların başına gelen ma’nevi felakete bir göz atalım ve bu millet ne için bu hale düştüğünü görelim ki, imansızlık istilasına uğradığımızdan, 40 sene bunda öncesine kadar dindar olanlar; çobanlar, dedeler, nineler, cami hocaları gibi kimseler idi. Yani namaz kılanların tamamı fen bilgisi görmeyenler idi. Hatta bu namazında niyazında olan kimseler, dinsiz olur korkusu ile evlatlarını okula bile gönderemediler. Çünkü o devirde, Prof. şöyle dursun, namaz kılan ilkokul öğretmeni bulmak bile zordu. O eğitimin mahsulü olanlar bugün bile, dini meselelerde  filozof gibi fikir yürütüyorlar.  Felsefe yapıp, bu mesele bana göre böyledir diye din terbiyesi görmemiş akılları ile dini problemleri çözmeye çalışıyorlar;

“Allah bazılarını sağlam bazılarını sakat yaratmakla haksızlık yapmıştır diyorlar.  Savaşlarda suçsuz küçük yavrularla yaşlıların öldürülmesini Allah niye müsaade ediyor? Devletin kanunları İslam kanunlarından daha iyi. Şeriatta çok yanlışlıklar var. Öldükten sonra çürüyüp dağılan insan nasıl dirilir? Siz kandırıyorsunuz. Ben caminin hocasına sordum, Amentü billahi duası Kur’an’da yokmuş. 5 vakit namaz bile Kur’an’da yokmuş. Kendine ümit vermek için ben namaz kılmıyorum ama kalbim temizdir, çünkü filan hocanın, filan hacının yaptıklarını ben yapmam…”

gibi safsataları materyalist felsefenin etkisinde kalan benim Müslüman geçinen kardeşim yapabiliyor. Halbuki; Risale-i nurda geçen “İman insanı insan eder, belki insanı sultan eder, küfür ise aciz canavar bir hayvan eder.” veciz ifadenin manasını bilip, islamı yaşayan ecdad, uçakla değil, Mersedesle değil, atla deveyle ve yaya bir ara, 25.000.000 kilometre kareye İslami yayabilmiş ve hainler dışında, ecnebilerce de  hürmetle anılmaya layık görülmüş.

Yugoslavya’nın Belgrad şehrinde bile 235 cami dikebilen o mübarek şehit dedeler bizden bunumu bekliyorlar. O mübarek dedelerin  torunları olan benim bugünkü Türk vatandaşımın, asıl böyle boş konuşabilme sebebi başka değildir; manevi eğitim almadıklarından ötürüdür. İşte tevafuk etmiş bugün, Mehmet kırkıncı Hoca bir yazısında: “Gençleri terörden kurtarmak için maneviyatlarını güçleştirmeliyiz” diyor. yukarıde bahsettiğim vaziyet yalnız Türkiye’de değil, 20. asırda fikir istilasına uğrayan bütün dünyadaki Müslümanların hali vaziyeti bu vaziyette idi. Fakat Allah’ımıza çok şükür ki, dinsizlerin önü çeşitli sebeplerle kesildi. Çünkü fıtrat yalan söylemez prensibi, insanları yavaş yavaş bu gibi fıtrata ters düşen hallerden kendini kurtardı!

Allah bizlere çok acıdı ki, o fıtrata münasip bir gıda verebilecek Risale-i Nur gibi müessir eserleri yazabilecek Bediüzzaman Hazretleri gibi bir Zatı bize can simidi olarak gönderdi. Ve buna ilaveten ehli sünnet dahilinde, İslamiyet’e sahip çıkacak başka cemaatler de Allahın avnu inayeti ile milletin kurtulması için çaba gösterip yardıma koşmasaydılar, günahların durmadan reklamını yapan medyanın ve materyalist sahte yalancıların altında bu Müslümanların hali acaba ne olacaktı.

Biz Allah’ımıza ne kadar şükretsek azdır. Çünkü uyuşuk ve gayesiz bırakılan o babaların evlatlarından bazı gençler, kendilerini insanlık şerefi ile şereflendiren yaratanını bulup Ona minnettarlık alameti olan hamd ve şükür vazifesini yerine getirmek  için bir şeyler bilme ihtiyacını hissederek fark ettikten sonra, bir  iştiyakla Kur’ân tefsiri eserleri olan Risale-I Nur eserleri okunan dershanelere koşuyorlar. Oralarda “Kurtuluşa ermiş gibi aradığını bulmuş gibi” kendilerini hissediyorlar. Memleketimizde çok yerlerde  açılmış olan bu dershanelerde okunan Kur’ân  tefsirleri sayesinde, pırıl pırıl nice genç kardeşlerin Allah’a Haşre ve diğer iman esaslarına karşı imanları kuvvet kazanıyor.

Bu gençler daha önce onu düşünemediler ama oraya gidince öğrendiler ki, Bir şeyi ilk olarak hiçten yaratmak zordur ama, modeli görüldükten sonra, Allah bu insanları haşirde rahatlıkla diriltebileceğini bu yavrular oralarda öğreniyorlar. Ve o tefsirlerden faydalanmaya çalışan % 80’i fen  ilimlerini tahsil eden üniversite talebeleri, öğretmenler, doktorlar ve birçok Profesörler hava gibi su gibi gıda gibi o hakikatleri kabul edip zevkle okuyorlar. Ben bütün bu tahsilli erkekleri tebrik ederken, oralarda yolunu bulan hanım kızlar beni daha çok sevindiriyor. Çünkü; düşmanlarımız şehid dedelerin torunları olan bu kardeşlerimizi reklam aracı ve ticaret malı yapmak gibi yerlerde kullanarak istismar ediyorlar. Bu kız kardeşler de düşmanların şerlerinden kurtulup kötü hâle düşmemek için, Kur’ân tefsiri Risale-i Nur dersi alınan yerlere koşup oralarda ders almakla kendilerini düşmanların oyunlarına gelmekten kurtarıyorlar. Ve bu kardeşlerin sayısı Maşaallah her gün çoğalıyor. Ve bizim şeref ve namusumuz olan bu hanım kızların, oralardan aldıkları bilgilerle kendilerine yakışır bir hal vermeleri beni çok sevindiriyor.

Ben bu bacılarımı çok tebrik ediyorum. Duyguların değil mantığın dediğini yaptıkları için onlara bin barekâllah diyorum. Onlar cennette, hurî kızlarından daha güzel, meleklerden daha üstün olacaklarını kendilerine müjdeliyorum.

Yeter ki onlar nefislerine ve şeytanların desiselerine ve iki ayaklı şeytanlara uymayıp, manevi enerji almak için gittikleri sohbetlere devam etsinler ve oradan aldıkları kuvvetle  Allahın emirlerini yerine getirip, yasaklarından da kaçarak iki hayatlarını cennet yapmalarını temenni ederek onların iyilikleri için Allah’ıma yalvarıyorum.

 Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org

İnsan Arkadaşına Benzer

İnsanda arkadaşın rolü ne olabilir ve arkadaş insanın başına neler getirebilir, sorusunun cevabını almak için, önce Âyeti kerimenin mealine bakacağız. Hesap gününü kastederek “O gün Allah’tan korkanlar hariç dostlar birbirlerine düşmandırlar.”(Zuhruf 67) Evet! Peygamberimiz a.s.m. da Hadisi Şerifinde: “Elmer’u ala dini halihi” buyurmuş. Yani: (Kişi arkadaşının dini üzerindedir) Bu hadisin manasından bir çok kavim kendi dilinde Ata sözü yapmıştır. Türkçede: “Sen bana arkadaşını söyle ben sana sen kim olduğunu söyleyeyim.”

İlk okuldan başlayarak, terfi ederken, insan, hayatın her devresinde, çalıştığı fabrikada, veya herhangi bir işyerinde, hatta peygamber ocağı olan askerlikte de, olumlu veya olumsuz arkadaşlarının tesiri altında kalır.

Yukarıda geçen Âyeti Kerimeden anlaşıyor ki, bilgi, terbiye ve maneviyattan mahrum kalanlar, arkadaşlarını da yoldan saptırdıkları için âhirette arkadaşları ile düşman olurlar.

Bu açıklamadan sonra aklımıza  bir şey geliyor: Kötü arkadaşın tesiri o kadar çok iken, acaba neden insanların çoğu iyisini seçmiyor da gidiyor kötüsüne takılıyor? Daha önce dediğim gibi, insanların çoğunda, bilhassa gençlerde, iyisini kötüsünden fark etmek için, kafasında ölçü olabilecek bir ilim yok ki, onunla arkadaşını mihenge vurup, iyilik ve kötülük derecesini tayin edebilsin. Ayrıca kişinin alnında ahlakı  nedir, nasıl birisidir, yumuşak mıdır, sert midir, cahil midir, bilgili midir, dürüst müdür, yoksa hilekâr mıdır  yazmıyor ki. En kötü adam bile kötü olurken vücudundan herhangi parça kopmuyor ki nasıl biri olduğunu anlasın. İş böyle olunca insan nasıl olduğunu nereden bilsin? Herkesin asıl kimliği iç aleminde olduğu için, iş işten geçtikten sonra farkına varsa da arkadaşının kötülüklerine alışıyor. Ne pahasına olursa olsun onunla hayata devam ediyor. Bunu daha iyi anlayabilmek için, bazı misaller verelim;

Lüks bir muhitte yaşayan bir delikanlı üniversitede okurken, arkadaşları ona hayatla ilgili bir sürü soru sormuşlar? Oda sordukları sorulara cevap bulamayınca; siz bu soruları nereden öğreniyorsunuz demiş. Onlar, biz bütün bu soruları cevapları ile birlikte Kur’an tefsiri okunan sohbetlerde ağabeylerden öğrendik demişler, çocuk merak edip onlara takılarak sohbete gitmiş. Bugüne kadar binlerce kişi o sohbetlerde kendilerini kurtardığı gibi, Allah’a şükür oda kendini gitmeye ikna ederek, sohbetlere devamlı gitme neticesinde namazını de kılmaya başlamış.

Bu delikanlı doğru yolu bulduktan sonra, bizim mahalle derslerine de katılmaya başladı. Böylece bizimle de  arkadaş oldu.

Bir pazar günü, birlikte pikniğe gittik. Çok güzel bir gün geçirdik. Dönüşte yanıma oturup bir ara  ”Ağabey sana bir şey sorabilir miyim dedi?”

– Kendisine “buyurun kardeşim” dedim.

–  “Anneme beddua edebilir miyim?” Deyince, çok şaşırdım!

– Biraz düşünüp; “Buda nereden çıktı! Anneye beddua mı edilir.

– Ağabey sen vaziyeti bilmiyorsun ki.

– Söyle bakalım ne imiş mesele?

–  Ben namaz kılmak için seccadeyi yere serdiğimde, annem seni gerici, yobaz diyerek seccadeyi yerden alıyor ve onla kafama vuruyor. Böyle bir durumda söyle ben ne yapayım?

– Ben biraz durakladım, sonra:

– Sana bir reçete yazsam ilaçları iyi kullanır mısın?

– Ne demek, tabii ki kullanırım, zaten sana güvendiğim için derdimi  anlattım.

–  Kaç kardeşsiniz?

– Kardeşim yok. Anne babamın tek evladıyım.

– Sizin evde anne babanla birlikte televizyon seyrederken çay içme adetiniz var mı?

– Evet var.

– Bana bak!  Sinirli olmadıkları bir zaman, onlara soracaksın. Neden benim için, bu çocuk kimindir diye sorduklarında, her ikinizde “benimdir” diyorsunuz?

Peki ne diyeceğiz diye soracaklar, o zaman onlara tatlı dille şunları söyle!

Hakikaten ben sizin eseriniz miyim? Benim vücudumun inşası esnasında ölü atomları sağdan soldan toplayıp siz mi hücre yaptınız, DNA ve RNA moleküllerini ayarlayıp, proteinlerin, amino asitlerin ve diğer elementlerin miktarını siz mi tayin ettiniz. Vücudumdaki alyuvarlar, trombosit ve akyuvarların sayısını siz mi ayarladınız? Siz göz, kulak, el, ayak, diş, kalp hatta bir kıl yapmaktan aciz olduğunuz halde, niye böyle iddia ediyorsunuz?

Allah beni yaratıp sağlam bir şekilde elinize emanet olarak hediye verdi ve kalbinize de çocuk sevme zevkini koydu, böylece hayatınızı süsledi. Böyle olmakla beraber, üzücüdür siz Ona şükür edeceğiniz yerde namazıma engel olurken adeta Ona isyan ediyorsunuz. Bunu hangi cesaretle yapıyorsunuz. Şahsen ben buna çok merak ediyorum. Bana dinimi öğretmek vazifesi, evladınız olduğum için, sizin iken, siz bana ne Allah’ımı tanıttınız ne de dinimi. Bana Allah’ımı da dinimi de arkadaşlarım  tanıttı. Bunun neticesinde ben de Allah’ıma ibadetimi yapmaya karar verdim. Benim namazıma engel olma sebebini bana söyler misiniz?  Bundan böyle benim namazıma engel olmanız beni evden kaçırır de gider başımın çaresini bulurum. Siz bu vaziyette tutumunuzu devam ederseniz bir daha gelmem. Ben büyüdüm artık Üniversite talebesiyim, kendi çaremi bulmak için benim Allahım bana yardım eder. Çünkü ölü atomlardan beni siz değil, Allah yarattı. Öyleyse önce Onun emirlerini yerine getirmeliyim?

İbadetime dokunmadığınız takdirde size iyilik ve itaat etmemi, bana yine Allah emrettiği için  size de itaatte kusur  etmemeye çalışırım.

–  Tamam ağâbey diyerek ayrıldı.

Bir hafta sonra o kardeş beni görünce boynuma sarıldı ve “Allah senden razı olsun, beni dertten kurtardın dedi” Hatta daha sonra annesi çocuğunun iyi hasletlerine gıpta ederek ve çocuğun duası ile annesi de  namaza başlamış. Böylece İman bu kardeşin evini de ışıklandırdı.

Bu olayı okuyan dostlarım şöyle sorabilirler. Anne babaya isyan edilir mi

Evet! “Anne babasını yetişip te onlara itaat etmeyip cennete gidemeyenlere yazıklar olsun” düsturu var, ama hangi anne baba için bu emir? Unutmayalım ki “Yaradana isyan olan yerde, yaratılana itaat edilmez” düsturu da var. Aşağıda itaat edeceklerimizin derecesini sıralayalım:

1- Biz ilk önce Allaha itaat edeceğiz. Allah’ın emirlerine karşı itaatkâr olmaya mecburuz. Çünkü bizi hiçten yoktan yaratan Allah’tır, ve bizim hayatımızın bütün ihtiyaçlarının sebeplerini hiç aklımız almaz bir şekilde bizim için o hazırlamış olduğu için Ona karşı itaatimiz birinci sırayı alır.

2- Peygamberimize (a.s.m.) itaat etmeye mecburuz Çünkü onun vasıtası ile Kur’an-i Kerimi öğrendik, ibadetlerimizin şekillerini o bize talim etti. Hayatımızı onun edebiyle güzelleştirdik. Sünnetiyle ömrümüz bereketlendi. Ahirette cenneti kazanmaya sebep yine Odur i

3- dinimizi öğreten Üstadımıza, hocaya itaatle mükellefiz. bu zat anne baba da, yabancı birisi de olabilir. Çünkü erkek ve kadının ilim öğrenmesi farzdır. bu sebepten öğretmenimize itaat şartı var bilhassa dini bilgileri öğreten hoca efendiye. Çünkü Allah bizlere ebedi hayatta vaad ettiği o cenneti kazanmak ilim ile olur.

  4-  Anneye itaat etmekle mükellefiz. Bizi büyütüp bakması için anneyi Allah bir şefkat kahramanı yapmış. Sahabeler Peygamber a.s.m. ı sormuşlaş? Kime daha çok itaat edelim? Anneye demiş yine sormuş? Yine anneye demiş, dördüncü sorusunda  babaya demiş. Zavallı anne evladını 9 ay karnında taşır, sonra doğduktan sonra, evladı büyüyünceye kadar, rahat uyuyamaz, aman yavrum üşümesin, altı ıslanmasın diye bir kaç defa yavrusu için uykusunu bozar. Evladım büyüyünce beni bakar diye böyle şey hiç hatırına getirmez.

5- Babaya itaat. itaate mecbur olduğumuz böylece tamamlanmış olur. Babamıza itaat edeceğiz çünkü: Bizim ihtiyaçlarımızı gidermek için zavallı babamız hamal gibi gece gündüz çalışırdı Bu sebepten Allah Kur’ani Kerimde: Allaha itaat ediniz ondan sonra anne babanıza da iyilik yapın. Onlara karşı ısyan şöyle dursun, onların  herhangi isteklerine karşı “of ” bile demek yasaktır.

Bakın bununla ilgili bir hadiseyi size nakledeyim: Müslümanlardan yedincisi ve cennetle müjdelenenlerden beşincisi olan  Sahabe “İbni Ebu Vakkas” Hazretlerinin annesi, benim oğlum nasıl eski dinini terk edip başka dine girer diye, oğlunu ikna etmek için çok ağır bir tedbir alır. Oğluna derki: Oğlum sen eski dinine dönmezsen, ben bu sıcak çöllerde ölünceye kadar yemek yemeyeceğim, su içmeyeceğim. Bu hareketiyle oğlunun dininden çıkmasını bekler. Ebu Vakkas r.a. her ne kadar kararından vaz geçmesi için annesini ikna ya çalıştıysa da, annesinin razı olmadığını görünce annesine: Anneciğim senin saçların sayısınca canın olsa, her gün biri çıksa da, ben dinimi bırakmam diyerek, ondan ayrılır.

Demek ki Allaha itaat  her şeyin önünde gelir. Anne baba sevgilerini yanlış yerde kullanıp evladını ateşe atmaya çalışmamalı. Böyle bir anne babaya bile kötülük yapılmaz, ancak anne ile babanın Allahın yasak ettiği bir emri evlatlarına olsa o emre itaat edilmez.

Evet herkes düşünmeli ve kendi kendine: Beni ölü maddelerden canlandıran Allah’ıma ben nasıl karşı gelebilirim? Ben bir gün o dar mezara yapa yalnız girmeyecek miyim? Namaz kılarsam, arkadaşlarım karşısında ayıplanırım düşüncesi o müthiş mezar karşısında bir şey ifade eder mi?  Üstelik o ufak tefek ibadetleri yapanlara âhirette Allah tarafından öyle lütuflar hazırlamış ki,  ne kulak işitmiş ne göz görmüş ne insanın hatırına gelmiştir. Zevkler ve lezzetler yeri olan cennette, hiç bitmeyen bir gençlik ve sonsuz bir mutluluk verilecek.

Karşı gelip inkâr edenlere ve imanın gereğini yaşamayanlara da,  cehennem gibi bir ateş hazırlandığını Allah birçok Âyeti Kerimeler ile bizlere bildirmiştir. İnsan bu zararları nasıl göze alabilir? Yarın perişan olmamak için kendine, bir an önce hidayete gelmeliyim demeyelim mi, siz söyleyin? Pişmanlığın faydası olmayan o “Pişmanlık”  günü gelmeden, bugün pişman olsak daha iyi olmaz mı? Bu tertemiz vücudumuzu günahlara boğulmadan kurtulmak için bir an önce cehaletten kurtulup dinimizi öğrenmeliyiz.

İnsan ancak bir şeyler öğrenip yolunu bulduktan sonra, kendine yakışır işi yapma imkânı elde edebilir. Böylece mucize vari yaratılan bu vücut, kendine layık olan meyveyi verebilir.  Kur’an tefsirlerinden ders almak lazım ki istenen netice elde edilsin. Size tavsiyem, aman ne yaparsanız yapın ana sermayeniz olan kıymetli zamanınızı boşa geçirmeyin. Çünkü kıymetli vaktini kıymetsiz yerlere harcayanlar kıymetsizdirler. Veya kıymetsizleşirler. Netice olarak ne yaparsanız yapın, kendinize iyi arkadaş seçin, onlarla samimi olun, onlarla düşüp onlarla kalkın ki kurtulmuş olasınız. Unutmayın ki çok  arkadaşla samimi olanın arkadaşı yoktur.

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org