Etiket arşivi: anne

Dünyamın Merkezinde Çocuğum Var

Çocuklarımızı büyütürken neyi hedefliyoruz? Amacımız ne? Bizlerin yapamadığı birçok şeyi onlara yaptırmak mı? Programlanmış, kendine güvensiz, kendi hedefini oluşturmaktan aciz bir nesil yetiştirmek mi yoksa? Geçmişe dönüp baktığımızda insanların her dönem putlaştırdığı bir şeyler olmuştur. Bu dönemin insanlarının putlaştırdığı şeyin çocukları olduğunu düşünüyorum.

Belki de toplumun genelinde olmasa da çoğunluğunda bu durum söz konusu ebeveynler adeta çocuklarını dünyalarının merkezine yerleştirmişler ve onun yörüngesinde dönüyorlar. Varsa yoksa onun başarısı, sınavları, kaç net çıkardığı, hangi liseye gideceği, nasıl bir meslek seçeceği, okul bahçelerinde öğrenciden çok velinin olması. Tabiri caizse çocuklarımızı yarış atıyla karıştırır olduk.

Biz hangi ara bu hale geldik. Öğretmenlerine çocuğumuzun durumunu sorarken neden ilk sorumuz “Hocam dersleri nasıl, notları ne durumda?” oluyor. Koyma akıl, akıl olmaz akıl yerinden olacak demiş atalarımız. Şimdi ki anne babalar çocuklarının kendilerini fark edip farkındalık duygusunu oluşturmak yerine empoze düşünceler özünden çok uzak bireyler yetiştirme çabasındalar ne yazık ki.

Kişiliğini keşfedip, kayıplarını ve kazançlarını iyi hesaplayan bireyler yetiştirip karakterli bir insan, bir toplum oluşturmak varken…Niçin birbirine benzeyen amaçsız, sınav puanları ve sonuçları endeksi sürülen, yönetilen sayısız, insan sürü psikolojisiyle yetiştiriliyor. Ne yazık ki öyle bir ebeveyne dönüştük ki çocuklarımızın başarısı odaklı düşünür ve hareket eder olduk.

Öğretmenleri ile konuşurken “Hocam size karşı davranışları nasıl? Arkadaşlarıyla paylaşımı var mı? Kendisinden büyüklere karşı tutumu nedir? Rahatsız edici, göze takılan davranışları var mı?” soruları notlarından ve başarısından daha önemli değil midir? Öncelikle bir kulun kaliteli bir insan olması en büyük zenginlik ve başarı sayılmaz mı? Neden belirli bir kalıpta sadece çok çalışkan bireyler yetiştirme çabasındayız.

Lütfen eğri oturup doğruyu konuşalım. Birçoğumuz bu doğrultuda davranmıyor muyuz? Hakkaniyeti olanların ve empati yapanların evet dediğini duyar gibiyim.

Olayın bir başka açısından bakacak olursak daha şaşırtıcı durumları rahatlıkla görebiliriz. Örneğin bir yakınımın şöyle konuştuğuna şahit oldum. “Benim anlaşıp anlaşmamam hiç önemli değil. Çocuğum hangi arkadaşlarıyla görüşmek isterse o ailelerle görüşüyoruz. Sevmediği, hoşlanmadığı çocukların ailelerini hayatımızdan çıkardık. Çevremizi çocuğumuza göre belirledik.” Bu cümleleri çevremde çok duyar ve görür hale geldim. Olayın hangi kısmından tutsan elinde kalacak kadar içler acısı. Ebeveynlerin arkadaşlık ilişkileri artık iki karış çocuğun emanetinde. Varın toplumun kalitesini, kriterlerini bir kere daha düşünüp sorgulayalım.

Bir diğer dikkatimi çeken kısımda çocukların etrafında pervane ebeveynler. Çocuklarının dünyasında kendilerini öyle kaybetmişler ki bireysel aktivitelerini yapamaz haldeler. Çünkü vakit yok. Çocuklar okula bırakılıp ya okul bahçesinde ya da çevre kafelerde mesken edinmiş durumdalar. Günün büyük bir bölümü aynı düşünce tarzını benimsemiş annelerle koyu muhabbetlere dalmakla geçiyor. Konu nedir diye sormaya gerek var mı? Elbette ki çocuklar. Yanlarına sokulup “Merhaba bugün kendi iç gelişiminiz için ne yaptınız?”diye bir soru sorsak çok merak ediyorum cevabı “Çocuğumun eğitimi benim için öncelik.”mi der yoksa “Onun için hazırladığım yemeği her gün düzenli olarak ellerimle yediririm.”mi olur acaba? Bana göre tam da böyle cevaplar alırdık. Çünkü bu soruda ne denmek istediğini anlayabilecek pozisyonda değiller. Çünkü o anda teneffüs zili çalmış ve çocuklar neşe içinde okul bahçesinde koşturuyorlardı. O anne çocuğunun koşarken terleyip terlemediğini düşünüyordu. Bu durumda ve diğer her anında bırak kendine zaman ayırıp düşünmeyi, çevresinde olup bitene bir haber durumdalar.

Kendini yetiştirip geliştirmeyen, sürü psikolojisiyle çevrelenmiş ebeveynler nasıl toplumu yöneten ve kitleleri arkasından sürükleyen insanlar yetiştirirler. Bir büyüğümüz der ki “Çocuklarınız sizlerin en iyi yatırım aracınızdır.” Bu sözden de anlıyoruz ki topluma öyle zengin karakterli insanlar yetiştirmekle mükellefiz ki şahsiyetleriyle toplumda iz bırakan, her yaptığı güzel ve faydalı işlerde bir yatırımda anne babalarına yapıyor olsunlar. Dokunduğu her şeye huzur ve güzellik getirir. Hem kendi ahretini kurtarır, hem de anne babasının ahretini. Çünkü öldükten sonrada kapanmayan amel defteri dünyada hayırlı evlat bırakabilmektir.

İşte bu bilinçle yetiştirilen çocukların hem dünyası hem de ahireti kurtulur. Anne ve babaya karşı sonsuz merhamet besler. Çünkü Allah rızası ve memnuniyeti hedef duygusudur. Ana baba rızası Allah rızasıdır onun için. Bu evlada sahip ebeveynin hem dünyası hem de ahireti selamet içindedir. Toplumdan bir adım öne çıkmış şahsiyetler dünya üzerinde sayıları artık çoğalarak kitleler hatta milyonlar neden olmasın? Yeter ki bu bilinci öncelik olarak kendimizi fark ederek kişisel hayat planlarımızı oluşturalım. Öncelikli sıralamamızı yenileyerek hedeflerimizi sorgulayıp sil baştan yapalım.

Kısacası ezber bozalım. Düşünmeye ve akletmeye hep beraber buyuralım…

Nagehan İpek

cocukaile.net

Hatice Yürekli Olabilmek

Dünya çalkantı içinde… Aileler sancılı… İnsanlık çağının Haticelerini arıyor. Umudun tükenişiyle birlikte yeni çareler peşinde. Vefayı arıyor yürekler. On beş yaşında bir çocuk bile vefasızlıktan yakınıyor. İnsanlar birbirini kınıyor. Ama o kınadıkları şeyi en ala bir şekilde kendileri yaşıyor. Çağın Hacer’leri nerede?

Babalar neden suskun? Sımsıcak yürekli anneler?  Çağlayanlar neden çağıldamıyor? Neden bu kadar tatsız aileler? Nerede o sevgi tüten yürekler? Vefa… Ah nerelerdesin? İstanbul ‘da bir semtte mi yadedilir oldu adın?

Nerede hayat arkadaşını rahatsız etmemek adına gözükmeden gizlice sıvışan şefkat abideleri?  Hani o Hira nın zirvesine üç gün üç gece beklemişti. Kıyamamıştı ona. Huzuru bozmamak için huzura çıkmamıştı. Rabbiyle arasına girmemişti eşinin. Efendisinin gönül gamını gideren Hatice’ler nerede?

“ Maaş vakitleri eşimi yağlarım parayı aldıktan sonra işim biter,” diyen bir dünyanın kül yutmaz hatunları yetiştirdikleri kızları yuvalara eş olarak veriyorlar. “Ezilme ez, baskın çık, göz açtırma,” teraneleriyle yuvaya giren kız bin entrika binbir dümenle direksiyonu ele geçirir. Erkeğin bütün özlük hakları onun elindedir. Git dersem gideceksin, gel dersem geleceksin. Öyle ulu orta yerde annenle görüşemezsin. Kız kardeşini benim yanımda arayacaksın. Kimseye bensiz tek kuruş harcamayacaksın. Sen bana hizmet edeceksin. Anneme kardeşime hediyeler alacaksın. Bize özel davranacaksın. Ama seninkilere sıra gelince karışmam. Ben yuvama kimseyi karıştırmam. “Ama sen anneni karıştırıyorsun,” diyen kocaya türlü nazlar sitemler ve hakaret etti gerekçesiyle dökülen gözyaşları.

Biz nereye gidiyoruz a dostlar.?Şanlı Osmanlının pembe mendilini hatırlıyorum. Savaşa katılan bir binbaşıya eşi tarafından yazılmış mektuplar vardı hani o minik bohçada. O kadar öz ve o kadar içtendi ki anlatılanlar. Pembe mektuba tutunanlar o sahiplerin asude huzurunu tadardı.

Dostlar! Yuvalarda yangın var.

Her yerden ahlar eninler duyuluyor. Tam bir muhabbet, bütüncül bir samimiyet yok eşler arasında. Ağzını açan diğerini suçluyor. Güven tarümar olmuş ayaklar altında. Pes dedirtecek oranda kıskançlık takipleri var. Her şüphe, aldatılma ve aldatma korkusu.

Babalar ilgisiz. Hiçbir şeyde ilgilenmiyor olmaları şikayet konusu. Yuvaya dört elle sarılamayış olmalarından yakınıyor yürekler. Eş, çocuk ve yuvayla kayıtsız. Her yerden aynı yürek çığlıkları yükseliyor.

Artık anneler için çocuğuna bakmak zor ve zül geliyor. Bakıcı bakınca klas anne bakınca değil. Ev hanımı yaftası yemeye kolay kolay kimsenin gönlü el vermiyor. Geçenlerde bir hanım toplantısında kişiler tek tek kendilerini tanıtıyorlar. Öğretmen, psikolog, işletmeci, manken, mimar. Sıra dört çocuklu nur yüzlü bir anneye geliyor. Ikıla sıkıla “ev hanımıyım,” deyiveriyor. Yüreğim kaynıyor. Bu nasıl şeydir ki; kadınımıza mesleğini söylemek bile zül geliyor. Yüz ifadesinden keşke ah keşke bir titrim olsaydı da söyleseydim. Ama yok ki, der gibi…

Nurdan Damla

cocukaile.net

Teknolojinin Sinir Ettiği Ebeveynler

Teknolojinin zirve yaptığı çağımızda günümüz insanları, birçok iş ve işlemlerini teknolojiden faydalanarak yapmaktadırlar. Buna rağmen iş ve işlerini yetiştiremeyen bu insanlar, günün yoğunluğunu ve işleri bitirememenin stresini akşamları evinde yaşamaktadırlar. Akşamları eve gelen bu insanlar; “Öf, bittim, ölüyorum!..” gibi  sözlerle duygu yoğunluklarını ifade etmektedirler. Zihinsel olarak yorgun olan bu insanlar, ister istemez duygu yoğunluğu da fazla yaşayacaklarından en küçük olumsuzluklarda sinir patlaması yaşayacaklardır.

Günümüz insanları eskisi gibi bağ bahçede kazma kürekle çalışmadıkları için, bedenen yorgun olmasalar da zihnen yorgun oldukları gerçek. İnsanlar zihinsel yorgunluklarında duygu yoğunluklarını fazla yaşadıkları da bir gerçek. Ancak şu da bir gerçek ki;  evlerde aile bireylerinin deşarj olma ya da tepki verme adına birbirlerine bağırabilecekleri haklılığını da ortaya koymamaktadır.

Evlerde aile bireyleri birbirlerine karşı en küçük şeylere tahammülleri yok. Özellikle anne babalar, çocukların en küçük yaramazlıklarına karşı tahammülün te’si kalmıyor. Evler sanki sükûnet yeri değil de birbirlerine bağırma yeri olmuş, herkes yorgunluktan birbirine bağırmaktadır.

Akşamları işten eve gelen babalar; çocukların en küçük seslerine ya da annenin azıcık çocuklarla ilgilen sözüne, kıyameti koparmaktadırlar. Anneler de sinirli bir şekilde babalara, çocuklarla iki dakika ilgilen dedik kıyameti koparıyorsun; akşama kadar ben nasıl tahammül ediyorum diyebilmektedirler. Doğru, anneler çocuklarına tahammül ediyorlar; ancak onlarında çocukların en küçük yaramazlıklarına karşı sinirlenmektedirler.

Anne babalar sanki sinir küpü olmuş patlamaya hazır birer bomba gibidirler. Aile bireyleri birbirlerine karşı en küçük anlayış ve sabır göster(e)memektedirler. Evde herkes birbirine bağırmakta ve en küçük bir olumsuzluklarda herkes birbirine patlamaktadır.

“Üzüm üzüme baka baka kararır.” atasözünde olduğu gibi anne babalar sinir küpü olunca çocuklarda ister istemez sinir küpü olacaktır. Babasına bir şey anlatmaya çalışan kardeşine ablası: “Kulağımın dibinde bağırıp durma ya!” diye tepki veriyor. Kardeşine tepkisini nedenini soran babaya abla:  “Okulda zaten kafam şişiyor. Sınıflar olmuş kırkar kişi, sınıf susmuyor hoca susturmak için bağırıyor…”

Anne babalar gerçektende sinirliler mi?

Anne babalar, duygu yoğunluklarında çocuklarına karşı göstermedikleri anlayış ve sabrı, eş, dost ve arkadaş çevresine fazlasıyla gösterebilmektedirler. Anne babalar, çocukların en küçük olumsuzluklarına karşı bayramlık ağızlarına açarlarken; dost ve arkadaşlarına karşı daha anlayışlı ve daha sabırlıdırlar.

Arkadaş çevresine; “Estağfirullah, önemli değil, ne demek, hay hay!” diye karşılık verilirken; çocuklardan gelen sıkıntılara karşı; “Ben sana kaç defa söyledim, ne anlamaz çocuksun!” gibi ifadelerle karşılık verilmektedir.

İş yerinde alçak gönüllü ve mütevazı olan bir baba, akşam eve gelince aynı anlayışı ve mütevazılığı eş ve çocuklarına karşı göster(e)mez. Telefonda arkadaşlarına kurduğu o güzel cümleleri eş ve çocuklarına karşı kur(a)maz.  Başka bir ifadeyle babalar, eşi ve çocuklarına gösterdiği sinirlilik ve umursamazlığı arkadaş çevresine göster(e)mez. Çünkü eşine ve çocuklarına davrandığı gibi davrandığı takdirde sonucun ne olacağını çok iyi bilmektedirler.

Annelerde iş güç, ev işi, mutfak derken yoğun bir koşturmanın ardından onlarda yorgun düşmektedirler. Yorgunluğa okuldan dönen çocukların dertleriyle ilgilenmek ve onların arkalarını toplamak da eklenince anneler iyiden iyiye çileden çıkmaktadırlar. Çocukların ilgi ve isteklerine karşı kimseyi çekemeyecek kadar yorgun olan bu anneler, aynı geribildirimleri konu komşu ve arkadaş çevresine ver(e)memektedirler.

Anneler yorgunda olsalar konu komşu ya da arkadaş çevresiyle konuşurken “Bacım, abla, ablam…” diye konuşurlarken, çocuklarına karşı en küçük sevgi ifade eden yumuşak cümle kur(a)mazlar.

Akşama kadar en güzel kelimeleri yumuşak bir şekilde arkadaşlarını kurmakta cömert davranan anne babalar; akşam evde çocuklarına bir o kadar cimrilik yaparlar. Akşama kadar yumuşak söz söylemekten yorulan birçok anne baba, çocukların ilgi ve alaka isteğine karşı verdikleri olumsuz geribildirimlerle çocukların isteklerine pişman ederler.

Yorgunluktan elini kaldıracak hali olmayan bu anneler, kapısını çalan arkadaşını en güzel şekilde karşılamakta ve “Ay ne iyi etinde de geldin, gel biraz laflayalım!” diyebilmektedirler. Ya da arkadaşının bir yere gitme davetini geri çevirmek şöyle dursun seve seve gidebileceği en güzel şekilde ifade etmektedirler. Aynı durumda bir bardak su isteyen çocuklara aynı güzel ifadeler verilir mi onun yorumunu da size bırakıyorum.

Hz. Musa (a.s)’a yumuşak söz söylemesini (“Ey Musa! Firavun’a karşı yumuşak söz söyle, ona yumuşaklık göster!” (Tâhâ,44) isteyen Rabbimiz,  eğitimleri konusunda anne babanın elinde birer emanet olan çocuklarla konuşurken ve onları eğitirken de yumuşak söz söylenmesi gerekmez mi?

Sonuç olarak Müslüman’a; güler yüz göstermek (Müslim, Birr,144) tebessümetmek (Tirmizi; Birr,36) ve yumuşak ve güzel söz söylemek (Buhârî, Edeb,34)sadakadır. Güler yüz, tebessüm ve yumuşak sözden eş dost ve arkadaş kadar, çocuklarında fazlasıyla hak ettiğini düşünüyorum. Bu sadakadan çocukları da mahrum bırakmak gerekir

Mehmet Emin Karabacak / cocukaile.net

7 Yaş Altı Çocuğu Olan Annelere Pratik Tavsiyeler

Çocuğu çok hareketli olan annelere tavsiyeler: 

Çocukların geneli hareketli ve enerji doludur. Kimi çocuklarda ise, bu hareketlilik ve enerji akranlarından daha fazla olabilmektedir. Anne-babalar çoğu zaman “Acaba çocuğum hiperaktif mi?” düşüncesiyle araştırma yaparlar. Oysa hiperaktivite ayrı bir hastalıktır. Dikkat dağınıklığı vb. problemleri de içerir.

Bir çocuğun çok hareketli olması yapısından kaynaklanabildiği gibi, bazı faktörler de bunda etkili olabilmektedir. Ebeveyn neler yapabilir? 

*Çocuğunuzu hazır gıdalardan uzak tutun. Ev yapımı da olsa, tatlı, kek, kurabiye gibi şekerli yiyecekleri çok fazla tüketmesine izin vermeyin.

*Çizgi film, reklam ve bilgisayar oyunlarının, hareketliliği artırmadaki önemli rolü bilinmektedir. Çocuğunuz 3 yaş altıysa ekranla hiç muhatap etmeyin. 3 yaş üzeriyse; hızlı olmayan, yaşına uygun, düzgün çizgi filmlerden haftada veya on beş günde, bir saat olacak şekilde seyrettirin. Ekrandan ne kadar uzak kalırlarsa o kadar kârdır.

* “Her şeye dikkat ediyorum ama bu çocuk yine de çok hareketli” diye düşünebilirsiniz. İçleri kıpır kıpır olan çocukların atmak istedikleri ve  ancak onu attıklarında rahatlayabilecekleri bir enerjileri vardır. Bu anormal değildir, yaratılıştan gelen bir haldir.

Hava iyiyse, imkân olduğunca, dışarıda koşarak, zıplayarak, toprakta oynayarak enerjisini attırın. Dışarı çıkamadığı zamanlarda ise, evi olabildiğince sade ve onlara uygun döşeyerek, strese girmeden, hareketliliklerini doğal karşılamaya çalışın.

*4-5 yaş üzeri için bulabiliyorsanız, İslami hassasiyete uygun spor merkezi, yüzme havuzu gibi mekanlar, rahatlamaları, sakinleşebilmeleri için güzel bir fırsat olabilir.

*Özellikle misafir geleceği, annenin yoğun olduğu zamanlarda, çocuklar daha da zorlaşmaktadır. Telaşenizi anlamaması, kendi oyununa devam etmesi, dur durak bilmeden koşturması sizi sinirlendirmesin. Vakti verimli kullanarak, önce mutfak vb. işlerinizi hallettikten sonra, en son etrafı toparlama işini yaparsanız stresiniz daha azalacaktır. Aksi takdirde toparlayıp ardından çocuğunuzun bozması ve bunun birkaç kez tekrar etmesi sinirlerinizi yıpratabilir.

*Bol bol dua edin. Allah’tan güç kuvvet isteyin.

corekotuyagiÇocuğu çok düşen annelere tavsiyeler:

*Allah Rasulü (s.a.v)’in sabah-akşam ettiği dua ve zikirleri aksatmadan etmeye çalışın. Özellikle sağlık, sıhhat, afiyet ile ilgili duaları edin ve dili döndüğünce çocuğunuza da tekrar ettirin.

*Ev içerisinde düştüklerinde, çarptıklarında kendilerine zarar verecek sivri uçlu sehpa, masa vb. eşyalar bulundurmayın.

* ‘Çörekotu yağı’ elinizin altında olsun. Çarpan, moraran, şişen, ağrıyan yere hemen çörekotu yağı sürün. Allah’ın izniyle defalarca denenmiş ve bizzat faydası görülmüştür. 

* Çantanızda yara bandı ve yarılmalar için özel üretilmiş bantlardan bulundurun. Medikallerde bulunabilen bu bantlar, Allah’ın izniyle hemen uygulandığında vücutta kalabilecek izi azaltmaktadır.

Çocuğu korkan annelere tavsiyeler:

4-5 yaş civarı çocuğun korku üretme dönemidir. Bu, bazı çocuklarda az olabilirken, bazısında fazlasıyla etkisini gösterebilmektedir.

*Çocuğunuza asla haber, film vb. seyrettirmeyin. Bizlerin alıştığı, basit gördüğü ufacık bir görüntü, onun günlerce rahat uyuyamamasına, geceleri ağlamasına sebep olabilir. Normalde korku sahnesi olmayan bir filmdeki farklı efekt ve müzik bile, çocuğun o küçücük zihni tarafından çok farklı algılanabilir.

*Hiçbir şey izlemese de, kendi kendine korkular üretebilir. Herhangi bir hayvandan, masaldan vs. kaynaklanan korkuları olabilir. “Bundan da korkulur mu? Korkulacak hiçbir şey yok” gibi cümleler asla kurmayın. Onu dinleyip rahatlatın ve yanında olduğunuzu hissettirin.

“Küçükken ben de senin gibi korkar, annemi yanıma çağırırdım. Ne zaman uyanırsan sen de beni çağırabilirsin, hemen gelirim.” şeklinde sözlerle güven verin.

*Geceleri sık sık uyandırması sizi rahatsız etse de sabredin, odasına giderek uyuyana kadar bekleyin. Korkularının üzerine gitmezseniz Allah’ın izniyle geçecektir. Bu dönem çocuğa göre uzun da sürebilir, kısa da.

*Uyumadan önce Rasulullah (s.a.v)’ın yatarken ettiği duaları tekrar ettirin. İhlas, Felak, Nas surelerini sesli okuyun, okutun. “Allah’ımız hiç uyumaz, hep bizi görür, korur, her zaman bizimledir” gibi anlayabileceği kadarıyla onunla konuşun.

*Dua edin.

Çocuğu çok iştahlı olan anneler tavsiyeler:

Bazı çocuklar küçüklüklerinden itibaren yemeyi çok severler. Bu da genelde annelerin hoşuna gider. “Yesin, şifa olsun, fazla yemenin bir zararı olmaz”  düşüncesiyle, çocuk ne kadar yemek isterse o kadar verilir.

Oysa ilerisi için bu doğru bir tutum değildir. Yeme alışkanlığı da dahil birçok alışkanlık küçüklükte oluşmaktadır.

*Sınırlamak her ne kadar zor olsa da güzel bir dille bunu yapın. Çocuğun midesini iyice genişletmesine müsaade etmeyin. Midesi genişlemiş bir çocuk, yetişkin kadar yiyebilmekte ve bu da sağlığını ve kilosunu olumsuz etkilemektedir.

Küçükken çok anlaşılmayabilir ama biraz büyüdüğünde yaşıtlarından kilolu olması, çocuğun psikolojik olarak bir takım olumsuzluklar yaşamasına sebep olabilir.

*Yemek yemesini sınırlandırmanız gerektiğinde karnına dokunun. “Hımmm, karnın doymuş. Mideni daha fazla yorma istersen. Çok sevdin bunu biliyorum ama midemizi tıka basa doldurursak sonra bize rahatsızlık verebilir” şeklinde anlayabileceği cümleler kurun.

*Hamur işi, tatlı, abur-cubur gibi kilo aldıracak ve iştah artıracak yiyecekleri aşırı tüketmeyin. Yemek düzeniniz olsun. Öğün aralarında sürekli ağzını meşgul etmeye, bir şeyler atıştırmaya alıştırmayın.

Annenin beslenme düzeninin direk çocuğa geçtiğini unutmayın.

*Müslümanın beslenme tarzının, yemek için yaşamak değil de, yaşamak için yemek olduğunu örnekliğinizle göstermeye çalışın.

Çocuğu iştahsız olan annelere tavsiyeler:

Çocuklarda dönem dönem, özellikle iki yaş altı emme ve diş çıkarma döneminde yemeğe karşı iştahsızlık olabilmektedir. Farklı bir sağlık problemleri yoksa emmeyi bıraktıklarında ve diş çıkarmayı tamamladıklarında iştahsızlıkları genelde son bulmaktadır.

*Anne elbette çocuğun beslenemediğini ve aç kaldığını düşünerek üzülmektedir. Bu üzüntüyle üzerine gitmek, zorla yemek yedirmeye çalışmak tepki oluşturabilir.

Kendinizi yıpratmadan, bu dönemim geçici olduğunu bilerek, sevdiği, damak tadına uygun meyve vb. yiyecekleri keşfetmeye çalışın.

*İki yaş sonrasında iştahsızlık hala devam ediyorsa, hazır gıdalardan tamamen uzak durun, evinizde bulundurmayın.  Abur-cubur tarzı gıdaların iştah kesmede ciddi tesiri vardır. Bir paket çikolata çocuğun gün boyu hiçbir şey yemek istememesine sebep olabilir.

Tüm annelere tavsiyeler:

Dua edin. Çok çok, sürekli dua edin.

Küçük gibi gördüğünüz şeyleri dahi Allah’tan isteyin.

Çünkü dua her şeyidir bir annenin…

Ummu Nidal / muslumananneler.net

Televizyona Konsantre Olduğunuz Kadar Eşinize Çocuğunuza Yönelebiliyor Musunuz?

Anne babalarla karşılaştığımızda çocuk yetiştirmenin ne kadar zor olduğunu anlıyoruz. Yaşamın en önemli konusu olan çocuğun ihmal edildiğinde ise anne babanın paçasına nasıl dolaştığını ve çocuk ruhen yetişemediği taktirde, o çocukla bir belalı yaşam içerisine nasıl girdiğini görüyoruz. Çocuk evlendiğinde de işler yolunda gitmediğinde size problemlerle geri döndüğü zaman, “ah keşke zamanı geri getirebilseydim şunları yapmazdım” diye dertlenen bir çok kişiyle karşılaşıyoruz.

Çocukla vaktinde ilgilenilirse eğitimi tamamlanmış olarak terbiye olur. Çocukla aynı ortamda olunduğunda etkileşim içerisine girilmesi ihmal edilmişse, çocuk kendi içinde olgunlaşmamış olan sorunlarını ve ruhunu barındırırken anne babalar bu çocuk niye böyle  yapıyor diye şaşkına giriyorlar.

Bu durum çocuklarda daha çok 9-10 yaşlarında belli oluyor. Çocuk beceriksiz, yeteneksiz, dersine çalışmıyor, internet bağımlılığı kazanmış. Ailesiyle düzgün konuşmuyor, kardeşleriyle evin içerisinde çatışmacı bir yaşam sürdüğü ve anne-babaların baskı ve zorlamayla bir kalıba sokmaya çalıştığı yaş dönemidir.

Ondan önceki dönem çocuk için çok masumdur. Kendisine ne verilirse her an almaya hazır olunan bir dönemdir. Bu dönemde anne-baba evin içerisinde uyur gezer gibi varolduysa, dakikalarını televizyon karşısında ya da konu komşuyu ağırlayacağım diye çocuklarını ihmal ederek vakit geçirdiyse;  işte bu gibi durumların sonunda bir gün anne çocuğuna “Oğlum dersini yapsana.” dese de… Çocuk dersini yapmaz esner, dalar gider. Kitap okuyamaz. Dikkati dağınık. Çünkü doyumsanmış bir ilişkiyi ve ruhsal olgunlaşmayı vaktiyle zamanında gerçekleştirememiş. Aslında “senin çocuğuna kızdığın hal, kendi halin.” Bir çocuğun içinde güçlü bir temel atabilmesi için annesinden duygusal destek alması lazım. Anne kendi vicdanında duygusal desteği duyması lazım.

Hani birçok anne-baba “Çocuğumuzda hiperaktivite varmış doktor ilaç verdi” diyor ya. İşte annenin dokunma ilacı çocuğun içerisinde nükleer enerji santrali gibi bir etkileşim oluşturur ki, vereceğiniz en güçlü ilaçlar onun yanında yetersiz kalır.

Ama yeter ki annenin çocuğuna dokunacak, tebessüm edecek, kendi içinde derinleşebilecek vakti olsun. Allah insanlara günde 24 saat vakit veriyor. Ama İnsanlar uyurgezer gibi kendilerine, çocuğuna on dakikasını ayıramıyor. Kendime çocuğuma vakit ayıramıyorsam ben nasıl vakit geçiriyorum diyor musunuz? Ailenize 24 saatin 1 saatini verebiliyor musunuz?

Bir düşünün; oturup sükunet içerisinde camdan dışarıyı seyrederken, yaptığınız bir fincan kahveyi keyiflice içerek kendinize ayırdığınız 15 dakika vaktiniz var mı?

Elinizden telefonu bırakıp, her şeyden sıyrılmış olarak, bomboş bir zihinle, sadece eşinize 1 saat vakit ayırabiliyor musunuz? Bomboş bir zihnin içerisinden çıkan enerji dolu gözlerle ve tebessümle eşinize bakabiliyor musunuz?

Televizyona konsantre olduğunuz kadar eşinize ve çocuğunuza yönelebiliyor musunuz? Yoksa eşiniz konuşurken gözler bir telefonda, bir tavanda, sağda, solda oflar bir vaziyette misiniz? Zorluk çekiyorsanız ailenize yönelemiyorsanız, o halde ailede bir bağ ve bütünlük oluşamaz.

Bir beyefendi eşine bir hanımefendi olarak davranmıyorsa o ilacı anne çocuğuna veremez. Çocuğuna dokunduğu zaman içerisini titreten, tebessüm eden anneyi bulamazsınız. Agresif sıkıntılı kaygılı bir anneyle zamanı sürdürmek zorunda kalırsınız.

Çocuk Deyip Geçmeyin- Pedagog Dr. Adem Güneş