Etiket arşivi: cesaret

Asıl Cesaret

Her dönemde öne çıkan bazı değerler oluyor ve biz her şeyin onlardan ibaret bulunduğu şeklindeki hatayı, çeşitli farklarla fakat aynı mantıkla her dönemde yapıyoruz. Hiç değişmiyor bu. En son Tanzimat’tan beri aynıyız. “Devlet de hatalar yaptı”. Tamam, kabul. Fakat her şeyi devletin hatası olarak göstermek abartısı farz mıdır? Sol-sağ kavgasında provokasyon vardı. Tamam vardı. Peki, başka şey yok muydu? Olaylara karışanlar kuzu muydu, melek miydi? Hakikaten hayret edilecek bir haldir. Okumada terkip yapamıyoruz ki, analizlerimiz işe yarasın. Eksik verilerle dar alanda analiz ne ifade edecek?

Eylem yapan solcularda da sağcılarda da basiretsizlik vardı. İki taraf da şiddete meyilliydi ve düşünmüyorlardı. Bu gerçeği niçin görmezlikten gelelim? Kışkırtıyorlarsa, aklını kullan kışkırma kardeşim! Kocaman adam olmuşsun. Cebir geometri biliyorsun, edebiyat biliyorsun, sosyal biliyorsun. Ne kadar okumasan, mecburen yine okumuşsun. Apaçık şeyleri nasıl göremiyorsun? Niçin biraz düşünmüyorsun? Sen düzen yıkıp düzen kuracak yaşta ve başta mısın? Herhangi bir darbe olsa ülkeyi size mi yönettirecekler? Önce sizi toplayacaklar, hizaya getirecekler. Açık değil miydi bunlar?

Pozitivist ve ateist geleneğe kaba saba bağlılık gösteren şiddetten darbeden devrimden yana bir sol moda oldu, hiç düşünmeden birileri bunun peşine moda aşkına sarıldı, buna karşı da, bir şiddet tepkisi ideoloji meydana getirildi; millet bunları sadece hayretle seyretti. Bu fırtınanın geçmesi için 20 yıl bekledik. 1950’lerde olmayan şeyler 1960’larda birdenbire nasıl var oldu? Böyle bir sosyolojik süreç olur mu? Böyle gelen, geldiği gibi gider. Hiçbir birikim artısı ve izi bırakmadan, sadece hasar bırakarak… Hâlbuki aklı başında bir sol olabilirdi, aklı başında bir milli-manevi-muhafazakâr bir toparlanma onun yanı sıra gelişebilirdi. 80’li yıllarda ders aldık ama, hep tepki dersleri aldık. “Okur-yazar-düşünür-hisseder” olmamızda doğru dürüst gelişmeler yaşanmadı. Bankerler faslını hatırlayın; millet faiz bile değil, tefeci kuyruğuna girdi! Yüzde yüz, yüz elli dağıtacak olanların peşine takıldı! Dün sokağa çıkamıyorduk, ardından da böyle olduk. Uyduruk ideolojiler yerini depolitizasyon sürüklenmelerine bıraktı.

Uzatmayalım, uzatırsak tadı kaçacak. Tehlikeler de tepkileri de, iyileşmeler de faydaları da, modacı abartılara maruz bırakılıyor. Bir dönem bile itidale misafir olamıyoruz! Şöyle aklı başında, dengeli, istikametli, huzurlu, tedbirli, düşünceli, verimli bir hayatımız olamıyor. İyiye gidişlerimiz bile, akıl almaz falsolarla ve ihmallerle dolu. Bizim dünyamız böyle dönüyor.  Menderes döneminde de, yapılmaması gereken bazı şeyler yapıldı. Hiç lüzumu yoktu. Kırşehir’i ilçe yapmak neyin nesiydi? Olacak şey miydi? Misal olarak söylüyorum, başka şeyler de vardı. Demirel, “41’lerin ayrılışı benim hatamdır, isteseydim idare ederdim” dedi. Özal, “Siyasi yasakları savunmam hataydı. Haklarını ben vermeliydim” itirafında bulundu. Peki, bunlar niçin oluyor? Tabir caizse, rüzgâra kapılmaktan. Zaten moda rüzgârı da nefsaniyet rüzgârıdır. İfrat yazılar ve sözler, cesaretten değil, modadan haz duyan nefsimizdendir. Dikkat edin, bu yazıların ve sözlerin hepsi modanın akıntısı ve rüzgârı yönündedir.

Asıl cesaret isteyen itidal duruşudur, özeleştiridir, nefsini yenmektir, otokontroldür, şaha kalkmış ve öfkeye heyecana kapılmışken de haksızlık ve hata yapmama basiretidir. Zor olan, cesaret isteyen budur. Modaya akıntıya, sürüklenişe, fırtınaya karşı kişilik direnci gösterebilmektir. Özel sorumluluklar taşıyorken, başarılı işler yapmanın gururu içindeyken, hata yapmama duyarlılığı daha da artmalıdır. Çünkü o zaman nefsanî rüzgârlar da esmeye başlar. Mesela arabayla sürat yaparken cesaret gaza daha çok basmak değil, o psikolojiden kurtulup muhtemel riskleri ve tedbirlerini düşünebilmektir. Öbür türlüsü bir nevi sarhoşluktur, kendini salmaktır. Sarhoşluğun verdiği cesaret tehlikeyi unutma gafletinden ibarettir. Realiteye toslayıp ayılınca korkudan titremeye başlarsın.

Ahmet Selim
Fotograf : Flickr Doganu

Düşmana cesaret vermek

“Havf ve zaaf, te’sirat-ı hâriciyeyi teşci’ eder.” Mektubât

Bu cümleyi okurken aklımıza gelen ilk mânâ, “Korkmak ve zaaf göstermek düşmanlarımızı yahut rakiplerimizi daha da cesaretlendirir” şeklinde olur. Bu mânâ doğrudur. Şu var ki, bu vecizede insanlar yerine “tesirat-ı hariciye” denilmekle bunun küllî bir kaide olduğu ders verilmektedir. Bu ifade, düşüncemizi sadece insanlarla sınırlamaz, bu gerçeğin bütün dış tesirler için geçerli olduğunu hatırlatır.

Haricî tesirlerden birisi de bize zarar vermek isteyen insanlardır. Bu düstur gereğince kendimizi zayıf göstermekten ve onlardan korkmaktan, çekinmekten uzak durmamız gerekir. Aksi halde şecaatleri artar, cesaretleri kuvvet bulur ve bizi ezme hususunda daha bir yiğitleşirler. Nitekim, Allah Resulü (asm.) sahabelerine, ellerini yüzlerine koyarak üzüntülü, mahzun bir halde durmalarını yasaklamış ve bunun düşman tarafından yanlış değerlendirilip onları cesaretlendireceği hususunda kendilerini ikaz etmiştir. Günlük hayatımızda bunun çok misallerini yaşarız. Size haksızlık yapmak isteyen birisi sizi vakur ve metin gördüğünde kararını infazda acele etmez. “Acaba bir bildiği mi var?” diye en azından bir tereddüt geçirir, biraz düşünür ve çoğu zaman da vazgeçer.

Nur Külliyatında iki dünya saadeti şu dört esasa bağlanır: İman, tevhit, teslim ve tevekkül. Bütün varlık aleminin tek yaratıcısı, tek sahibi ve mâliki olan Allah’a inanan bir insan, hiçbir şeyden korkmaz ve çekinmez. Kendisine düşen tedbir görevini yerine getirdikten sonra O’nun kudretine ve rahmetine teslim olur; tevekkül ile sonucu bekler. “Her hakikî hasenat gibi cesaretin dahi menbaı, imandır, ubudiyettir.” Sözler

Tıp ilminde bir koruyucu hekimlik dalı vardır. Bu dalda, insanın hastalıktan korunmasının yolları üzerinde durulur; bünyenin hastalıklara karşı dayanıklı olmasının çareleri aranır. Doktorlarımızın bildirdiğine göre nezle mikrobu bünyede daima mevcuttur. Bünye kuvvetli olduğunda mikrop hiçbir şey yapamaz; tesirsiz kalır. Bünye, zayıf düştüğünde mikrop hükmünü icra eder ve insanı yatağa düşürür. Vesvese hastalığı da bunun gibidir. İnsan, şeytanın vesveselerine karşı imanından emin oldu mu, o vesveseler, o şüpheler kalbe tesir edemezler. Şeytan o kalbi şüpheye düşüremez. Ama bu konuda biraz zaaf gösterse ve vesveseden korksa kalbini şeytanın hücumlarına açmış demektir. Demek oluyor ki, tesirat-ı hariciye denilince iklim şartlarından şeytan vesvesesine kadar uzanan bir silsile hatıra gelir. Bunların tamamına karşı dayanmanın iki esası vardır: Korkmamak ve zaaf göstermemek.

Alaaddin Başar / Zafer Dergisi