Etiket arşivi: Çetin Kılıç

Bayram Ziyaretimiz ve Şükür..

Sonsuz acz, sonsuz fakr, sonsuz şevk, sonsuz şükür.

Allah’a karşı acizlik ve ihtiyacını hissetme esasına dayanan bu yolda lazım olan dört şey.

Bayram ziyareti için gittiğimiz bir evde bayram tebriği ve hal hatırdan sonra evin beyi ve hanımının suratlarından düşen bin parça olduğunu fark etmem pek uzun sürmedi, belli ki evde yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Ali İhsan Tola ağabeynin formülü imdadıma yetişti..

Bir evde huzursuzluk varsa şükür azalmıştır deyip hemen şükür risalesini okurlarmış.

Bende kısa bir güncel konuşmadan sonra Halikımızın bizden istediği en önemli şeyin şükür olduğunu Allah(cc) Kur-an’da bizi defa atla şükre davet ettiğini şükürsüzlüğün neredeyse inkara kadar götürebileceğini anlattım.

Kâinatta her şeyin insana hizmet ettiğini, diğer canlılara bakmamız hatta diğer insanlara bakmamız gerektiğini,şimdi bizim yeme içme ihtiyacımız olduğu gibi aynı zamanda diyalize, kemoterapiye muhtaç nice insanlar olduğunu bu sıcacık yuvayı bulamayan sokaklarda yatan bir dama muhtaç insanların olduğunu elini öpecek anne ve babaları olmayan çocuklar olduğunu anlattım.

Yediklerimiz içtiklerimizin kokusuna tadına bakıp farkında olmamız gerektiğini tam midemize ağzımıza layık tadlarının olması burnumuza layık kokularının olması bize bir şeyler düşündürmesi gerektiğinden bahsettim, bunları gönderenin adeta üzerine adımızı yazdığını gönderen Allah(cc) alıcı Ayşe, Ali yazısını okumanın okuyabilmenin lezzetleri nasıl arttıracağından konuştum, bunları yemeden önce Bismillah yedikten sonrada Elhamdülillah demekle cennette layık bir şekilde cennette tekrar yaratılacağını söyledim,

Kanaat etmez, şükretmez, iktisat etmezsek, hırs gösterip hürmetsizlik edersek Allah korusun haram helal gözetmesek kâinatın Halikına hürmetsizlik etmiş olacağımızı anlattım.

Karıncanın yılda birkaç buğday tanesiyle doyabilecek iken yıl boyu hiç doymayacakmış gibi hırs gösterdiği için ayaklar altında yaşadığını, oysa arının ikram etmek için çalıştığından dolayı başımızın üzerinde gezdiğini söyledim.

Şükrümüzün en güzel edasını da namaz kılarak yapabileceğimizi hatırlattım.

Allah(cc) insana esmasının hepsini tanıyabilecek cihazat vermiştir, adeta kendine bir ayna yapmıştır, kainatta yaratılmışları, nimetleri en iyi şekilde tanıyacak tanıyabilecek yalnız insandır bunun için insanı çok şeye muhtaç etmiştir. İnsan güneşe muhtaçtır, yağmura muhtaçtır, toprağa muhtaçtır, göze, kulağa mideye, muhtaçtır. Onlarsız hayatını idame ettiremeyeceğini çok iyi bilen insan dolayısıyla bunları yaratana muhtaç verenede şükür borçludur, şükrederse iyi bir kul olup alayı illiğine şükür etmezse kötü bir kul olup esfeli safiline düşeceğini söyledim.

Sonsuz aciz sonsuz fakir olan biz kulların da sonsuz şevke sonsuz şükre ihtiyacı vardır elbet.

Bunları anlatınca ev sahibimiz, meğer ne kadar da küçük şeyler için kendimizi sıkıntılara sokup bir birimizi üzmüşüz diyerek teşekkür ettiler ve bizi güler yüzlü bir şekilde uğurladılar.

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

Selman-ı Farisi (R.A.) Kimdir?

İran’ın Ramahürmüz veya İsfahan’ın Cey şehrindendir.

Bir ateş tapınağında hizmetçilik yaptığı, bazı Hristiyanlarla karşılaşınca Hristiyan olduğu dinini öğrenmek için Şam’a geldip Musul, Ammuriye şehirlerinde manastırlarda kalmıştır. Yanında ilim öğrendiği rahip ölürken ‘Hz. İbrahim’in Haniflik dini üzere hurmalıklı bir yerden Peygamber çıkacağını ve O’nu bulması’ tavsiyeleri ile Vâdil Kura’ya gelmiş, fakat onu getiren kervan tarafından köle olarak satılmıştır. Kendisini Beni Kureyza’dan bir Yahudi satın almıştır. 

Sonrasında ise, Yahudilerin konuşmasından Peygamber Efendimiz(sav)’in Medine’ye geldiğini  işitince hurma ağacından düştüğü hatta Yahudi efendisinin “Bu işler seni ne ilgilendirir?” deyip dayak attığı, Efendimizin sadaka hurma yemeyip, hediye hurmadan yediğini görünce ‘İşte peygamberlik alâmeti’ dediği ve son olarak Efendimizin sırtındaki peygamberlik mührünü bir cenazede görünce tam teslimiyetle Müslüman olduğu ifade edilmektedir.

Müslüman olmadan önceki ismi, Mabah b. Buzahşan’dır Ona nesebi sorulduğu zaman; “Ben; Selman b. İslam’ım” demiştir

Ayrıca Hz. Selman’ Bedir ve  Uhud savaşları sırasında köle olduğu için katılamamıştır, kölelikten kurtulmak için üç yüz hurma fidanını bizzat Hz. Peygamber(sav)efendimiz dikmiştir, bütün fidanlar tutmuş. Bugün Acve-Peygamber hurması fidanları o ürünlerdir.

Hendek savaşından itibaren bütün gazalara katıldı.

Bütün müşriklerin birleşerek hücum ettiği bu savaşta Selman-ı Farisi, Resulullah(sav)’a hendek kazmak suretiyle savunma yapmayı söyledi. Onun bu teklifi kabul edilip, hendek kazıldı. Bu sebeple bu savaşa, Hendek Savaşı denildi. Kendisi güçlü ve kuvvetli bir zat idi. Hendek kazma işinde gayet mahir ve becerikli idi. Yalnız başına on kişinin kazdığı yeri kazardı. Cabir bin Abdullah: “Selman’ın kendisine ayrılan beş arşın uzunluğunda, beş arşın derinliğinde yeri vaktinde kazıp bitirdiğini gördüm” buyurmuştur.

Hendek savaşındaki gayret ve hizmetinden dolayı ona Peygamber efendimiz(sav) “Selman-ül Hayr”  buyurdu.

Selman-ı Farisi hazretleri dünyaya hiç rağbet etmezdi. Kendisine gelen bütün dünya malını Allah rızası için dağıtırdı. Ayakta duramayacak hale gelinceye kadar namaz kılar, sonra bedeni yorulunca oturur dili ile zikir ederdi. Dili yorulduğu zaman da Allahü teâlânın yarattığı şeylerdeki hikmetleri düşünür tefekkür ederdi.

Selman-ı Farisi hazretleri Eshab-ı Suffe denilen ve Peygamber(sav) efendimizin bizatihi kendilerini ilim öğrenmekle vazifeli kıldıkları ve Peygamberimizden hazarda ve seferde bir an ayrılmayan kimselerdendi. Bazı geceler Resulullahın huzurunda bulunarak başbaşa saatlerce sohbetinde kalırdı.

Elinde mal bulundurmazdı. Kinde kabilesinden bir hanım ile evlenmişti ,kadının evine girdiği zaman duvarlarına süs eşyalarının asılmış olduğunu gördü.

Ziynetli, süs örtülerin Kâbe-i Muazzama ya yakışacağını söyledi ve eve girmedi. Kapının örtüsü hariç bütün örtüler kaldırıldı.

Ehli Suffe içerisinde Resulullah(sav) efendimize en yakın olan Selman-ı Farisi hazretleri idi.

Peygamber(sav)efendimiz “Allahü teâlânın bana sevdiğini bildirdiği, benim de sevmemi emrettiği dört kişiden biri Selman’dır“buyurdu.

Yine Kâinatın Efendisi onun için buyuracaktır: “Cennet üç kişiye müştaktır ,Aliyyu’l-Mürteza, Ammar bin Yasir, Selman-ı Farisi.”

90 yaşlarında Müslüman olduğu, 130 yaşlarında vefat ettiği, ilim-fazilet-takva bakımından ashaba örnek olduğu, Hz. Ali Efendimizin onun hakkında “Öncekilerin ve sonrakilerin ilmi ona verilmiştir.” “O, bizim aramızda Lokman Hekim gibidir. İlk ve son kitabı okumuştur. Sonu olmayan deniz gibidir.” Buyurmuştur

Yine Fahr-ı âlem (sav), buyurur:

Dört kişi fazilette öne geçmiştir. Ben Arapları geçtim. Süheyb Rumları, Bilal Habeşileri, Selman Farsları geçmiştir.

Hz. Selman  Bu gün en çok okunan sure Fatiha-ı şerifte “Ya Rabbi, bizi sırat-ı müstakime hidayet et, nimet verdiğin kimselere kavuştur.” duasını adeta fiili olarak hep yapmıştır.

Hazret-i Ebu Bekir devrinde Medine’den ve Hazret-i Ebu Bekir’in sohbetinden bir an ayrılmayan Hazret-i Selman, Hazret-i Ömer zamanında İran fethine katılmıştır, İslam ordusunun büyük zaferlere kavuştuğu bu seferlerde çok büyük hizmetleri olmuştur,

İranlıları kendi lisanlarıyla dine davet ediyor, onlara İslamiyet’i anlatıyordu. İranlılar savaşlarında fil kullanıyorlardı. Müslümanlar o zamana kadar fil görmedikleri için çok şaşırdılar. Hazret-i Selman fillerle nasıl çarpışılacağını ve nasıl öldürüleceğini İslam askerlerine gösterdi. İran’ın Medayin şehri alınınca onu Hazret-i Ömer şehre vali tayin etti. İlmi, basireti vazifesindeki adaleti ve nezaketi ile Medayin halkı tarafından çok sevilip sayıldı. Böylece İslamiyet orada süratle yayıldı.

Selman-ı Farisi hazretleri Hazret-i Ömer zamanında Medayin valisi iken otuz bin kişiye hutbe okuduğu zaman yanında da iki parçadan müteşekkil bir hırka vardı. Hırkasının bir parçasını namazlık olarak serer namaz kılar, diğer parçasını da giyerdi. Ondan başka hiçbir elbisesi yoktu. Maaşının hepsini fakirlere dağıtırdı Topraktan tabak çanak yapar kendi emeğiyle geçinirdi

Selman-ı Farisi hazretleri, Hazret-i Osman devrinde hastalandı Sa’d bin Ebi Vakkas’a artık dünyadan ayrılacağım ve bütün servetinin bir kase (tas), bir leğen, bir kilim ve bir hasırdan ibaret olduğunu söyledi. Bu hastalığı neticesinde Hicri 36 yılında Medain’de vefat etmiştir

Hanımı anlatır:

Vefatına yakın bana: “Evde biraz misk olacak, onu suya koy ve başımın etrafına saç, insan ve cin olmayan kimseler (melekler) yanıma geleceklerdir” dedi. Söylediği gibi yaptım. Dışarı çıktım. Odadan, “Esselamü aleyke, ey Allah’ın velisi ve Resulullahın arkadaşı” diyen bir ses duydum, içeri girdiğimde ruhunu teslim etmişti. Yatağında uyuyor gibiydi.

Çok âlim yetiştirmiştir. Medine’de Fukaha-i Seb’a denilen, yedi büyük âlimden biri olan, Kasım bin Muhammed de Selman-ı Farisi’nin talebelerindendir.  Muhacirlerle Ensar arasında, Muhacirlerden mi yoksa Ensardan mı meselesinde ihtilaf çıkınca Peygamber (sav)efendimiz, “Selman bizdendir, ehl-i beyttendir”buyurdu.

Selman-ı Farisi hazretleri “İlim çoktur fakat ömür kısadır. O halde önce dinde zaruri lazım olan ilimleri öğren!”

“Müminin ölüm zamanında alnının terlemesi, gözleri yaşarıp, burun deliklerinin kabarması, Allahü teâlânın rahmetine nail olduğunun alametidir.”

Buyurmuştur.

Gayet az yerdi. Bir sofrada kendisine daha ziyade yemesi için ısrar edilince, Peygamber efendimizin kendisine; “İnsanların ahirette çok açlık çekecek olanları, dünyada doyuncaya kadar yemek yiyenlerdir” buyurduğunu haber verdi.

Selman-ı Farisi hazretleri ölüm döşeğine yattığı vakit ağladı. Sebebini soranlara “Dünyadan ayrıldığım için ağlamıyorum. Ancak Resul-i Ekrem Efendimiz; “Dünyadan ayrılırken sermayeniz bir yolcunun yol azığından fazla olmasın” buyurmuştu, işte buna ağlıyorum” dedi.

Bir gün yanında misafiri olduğu halde Medayin’den çıkıp bir yere gidiyorlardı. Yolda karınları acıktı, yiyecek bir şeyleri de yoktu. Orada geyikler ve kuşlar vardı. Selman-ı Farisi hazretleri bir geyik ile bir kuşu yanına çağırdı, ikisi de yanlarına geldi. Onlara “Bu kimse benim misafirimdir. Sizi ona ikram etmek istiyorum” dedi. Geyik ve kuş hiç itiraz etmediler. Onları kesip yediler.

O zat bu işe çok hayret etti ve “Ey efendim, geyik ve kuşu çağırdınız hiç kaçmadan yanınıza geldiler, ben buna hayret ettim” dedi.

Hazret-i Selman buyurdu ki: “Bunda hayret edilecek bir şey yok. Bir kimse Allahü teâlâya itaat eder ve Ona hiç günah işlemezse, her şey ona itaat eder “

Selman (r.a)’ın mezarı, Bağdad’ın 30 km doğusunda Medain harabeleri civarından akan Deyale ırmağının kenarındadır. Onun bulunduğu yer Selman-ı Pak (temiz Selman) olarak isimlendirilmiştir. Onun mezarının içinde bulunduğu cami IV. Murad tarafından tamir ettirilmiştir.

Rabbim Onun ihlâsından içtenliğinden bizlerede lütfeylesin. Amin

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

1)Hadis ansiklopedisi

2)Dinimizislam

3)gülzarihacegan dergisi

4)sorularlaislamiyet

Not: Ümmetin Yıldızları ve En Güzel Örnekleri Olan “Sahabelerin Hayatları” İçin Tıklayınız

Ebu Talha El Ensari (R.A.) Kimdir?

Medine’de doğdu.  Esas adı Zeyd olup, “Ebû Talha” künyesi ile meşhûr olmuştur. Babası Sehl, annesi de Ebâde binti Mâlik’tir. Hanımı, Hazreti Enes bin Mâlik’in annesi Ümmü Süleym binti Milhân’dır. Hazreti Ebû Talha, Peygamberimizin İslâmiyeti tebliğ etmeye başladığı sırada kabilesinin reîsi bulunuyordu.

Eşinden dul kalan Ümmü Süleym, kendisi ile evlenmek isteyen Ebû Talha’ya ( radıyallahü anh ): “Benim de seninle evlenmek arzum yok değil! Senin bu arzunu red etmek istemezdim. Fakat ben, İslâmiyeti kabûl edip müslüman oldum. Sen ise, henüz müşriksin. Dînime göre, müslüman bir kadının, kâfir olan bir erkek ile evlenmesi caiz olmayıp, yasaktır. Eğer müslüman olursan, seninle evlenirim ve müslümanlığından başka bir şey de istemem.” dedi. Ebû Talha da, Onun bu talebini kabûl edip, müslüman oldu ve onunla evlendi. Hazreti Ümmü Süleym’den Abdullah ve Ebû Ümeyr adında iki oğlu olmuştur.

Başka bir rivâyette de, Hazreti Ebû Talha’nın, İslâmiyeti kabûl edişi Hazreti Mus’ab, Medine halkına İslâmiyeti anlatırken, bir gün Ebû Talha ( radıyallahü anh ) ile görüşüp, Onu da bu dîne girmeye davet etmişti. Hazreti Ebû Talha İslâmiyeti kabûl etti.

Resûlullahın çok sevdikleri i Eshâbından oldu. Eshâb-ı kiramın meşhûr okçularındandır.

Ebu Talha dışarıda iken, oğlu hastalanarak öldü. Karısı onun öldüğünü görünce, evin kenarında bir yer hazırladı ve üzerini örttü. Evdekilere;

“Siz Ebu Talha geldiğinde durumu anlatıncaya kadar kendisine bir şey anlatmayın.” Dedi. Ebu Talha eve gelince;

Çocuk nasıl oldu?” diye sordu. “gayet sakin” dedi.

Ümmü Süleym radıyallahu anha ona, mükellef bir sofra hazırladı, yedi içti. Ondan sonra güzelce süslenip püslenerek, Ebu Talha’ya güzel göründü. Ebu Talha yedikten, içtikten ve hanımıyla cinsel temasta bulunduktan sonra; hanımı ona;

Birisi sana bir şey emanet verirse, sonra onu senden almak istese onu vermemek gibi bir hakkın var mıdır?” dedi.

 O da; “hayır” dedi.

Sabret, karşılığını Allah’tan bekle, Allah da sana emanet olarak verdiği oğlun Ebu Umeyr’i şimdi aldı.”

Hazreti Ebû Talha, malı mülkü, çoluk ve çocuklarıyla birlikte hayatını Resûlullah’a hizmetle geçirmiştir Bedir’de ve diğer bütün muharebelerde Resûlullah’tan hiç ayrılmamıştı. Uhud harbinde çok büyük fedâkârlıkları görülmüştür.” Ben ölmedikçe size bir şey olmaz” diyerek Resûlullah’ı kendi nefsine tercih ederdi.

Peygamber efendimiz, “Asker içinde Ebû Talha’nın sesi, yüz kişiden hayırlıdır” buyurdu.

Ebu Talha radıyallahu anh, güçlü, gür sesli, orta boylu, esmer tenli idi.

Hendek harbinde Bir ara müslümanlardan bazıları merkep eti yemek için ateş yakmışlar, bu etleri pişirmeye başlamışlardı. Müslümanların bu halinden haberdâr olan Resûlullah efendimiz, Hazreti Ebû Talha’yı gönderip, ehli eşek etini yemenin haram edildiğini bildirmesini istedi. Askerlerin karargâhına varan Ebû Talha ( radıyallahü anh ), hepsine bu emri tebliğ etmiş, ocakların üstünde pişen tenceredeki etler hemen dökülmüştü.

Huneyn harbinde ise çok büyük fedâkârlıklar göstermiş  yalnız kendisi yirmi müşrik (puta tapan) askerini öldürmüştür.

Resûlullah efendimizin 92 hadîs-i şerîf bildirmiştir.

Sadece çocuklarına yedirecek yemeği varken misafirine ikram edip kendileri geceyi aç geçirince Resulullah efendimiz.Ebu Talha’ya

Dün gece misafirinize olan davranışınız sebebiyle Allah Teala hazretleri taaccüp etti ve şu ayeti kerime nazil oldu mealen:.. ve kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, onları kendi nefislerine tercih ederler” buyurmuştur

Resûl-i Ekrem ( aleyhisselâm ) vefât ettiği zaman, kabr-i şeriflerini, Medine halkının âdetine uygun olarak kazmak şerefine de nail olmuştur.

Hazreti Ebû Talha, Hazreti Ebû Bekr-i Sıddîk ve Hazreti Ömer’ül-Farûk’un halifelik zamanlarında yapılan harplerin de çoğuna katılmıştır.

Resûlullah’ın âhirete irtihalinden sonra  Hazreti Ebû Talha da, ayrılık üzüntüsü sebebiyle Şam’a gitti. Hazreti Ömer’in şehîd edilmesine yakın Medine’ye döndü

Hazreti Ebû Talha, Hazreti Osman ve Hazreti Ali zamanlarında meydana çıkan karışıklıklara, fitnelere karışmamış, Medine’de bir köşeye çekilerek ibâdetle meşgûl olmuştur.

 70 yaşında (Tevbe) sûresini okurken 41.: “Ey mü’minler gerek hafif (süvari) gerek ağırlıklı (piyade) olarak seferber olun ve mallarınızla canlarınızla Allah yolunda muharebe edin! Eğer bilirseniz, bu sizin için pek hayırlıdır” âyet-i kerîmesi gelince,

 Çabuk beni harp için techîz ediniz ve yolculuk için lâzım olacak şeyleri hazırlayınız. Harbe gideyim!” dedi. bir deniz harbi için hazırlanan orduya katıldı, fakat gemiye bindikten ve denize açıldıktan bir müddet sonra 655 senesinde vefât etmiştir. Vefâtından sonra yedi gün kara parçası bulunamadığı için defn edilememiş, bu kadar uzun süre dışarıda kalmasına rağmen sanki hayatta imiş gibi mübârek cesedinin bozulmadığı görülmüştür. Gemi sahile yanaşınca karada bir yere defnedilmiştir. Vefât târihi ve yeri hakkındaki rivâyetler değişiktir. Medine’de iken vefât ettiği, cenâze namazını Hazreti Osman’ın kıldırdığı da bildirilmektedir.

Hazreti Ebû Talha’nın, Resûlullah’ın vefâtından sonra tam 40 yıl oruç tuttuğunu Hazreti Enes bin Mâlik rivâyet etmektedir.

Hazreti Ebû Talha, Medine’deki Sahâbîlerin en zenginlerindendi  Kur’ân-ı kerîmden Âl-i İmrân 92., “Sevdiğiniz mallarınızdan infak etmedikçe, hayra nail olamazsınız” âyet-i kerîmesi nâzil oldu. Bu âyet-i kerîmeyi işiten Hazreti Ebû Talha, hemen Resûlullah’a (aleyhisselâm) başvurarak, mallarının hepsini kendisine bağışlayıp istediği gibi kullanmasını teklif etti. Resûlullah efendimiz de bu malları akrabasına dağıtmasını isteyince emir buyurduğu şekilde, bütün mallarını akrabalarına sadaka olarak dağıttı. Bundan önce de, birçok defa mallarının hepsini Resûlullah’a bağışlamıştır.

Rabbimiz bizleri onların ruhaniyetinden istifade ettirip şefaatlerine nail eylesin. Amin.

                                                                             Çetin KILIÇ /Lüleburgaz

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

1)Kütüb-i sitte

2)Ehli sünnet büyükleri

3)Kuran ve hadis

Akrabalık İlişkilerimizi Unuttuk mu?

Son otuz yıldır toplumumuzda yapılan gözlemler, akraba münasebetlerinin giderek zayıfladığını doğrular mahiyettedir. Akrabalar arasındaki yardımlaşmanın bugün eski önemini kaybedip yerini menfaat ilişkilerinin aldığı şeklinde görüşler vardır. Bu neticeyi doğuran başlıca sebepler şunlardır: Aile yapısında küçülme, göçler, sanayileşme ve şehirleşme (hane başına düşen ortalama kişi sayısı son yirmi beş yılda  6 dan 4 e inmiştir ve çekirdek aile oranı % 75’lere ulaşmıştır).

Yapılan bir araştırmaya göre beş yüzden fazla aile ile görüşülerek elde edilen sonuçlara göre toplumun yüzde 20’si anne-baba ve kardeşleriyle sadece bayramlarda görüşebilmekte, 100 kişiden biri ise, hiç görüşemediğini ifade etmektedir. Toplumun beşte birinde ise; geleneğimizde çok önemli olan akrabalar arasında toplu görüşme, düğün ve bayramlar dâhil gerçekleşememektedir. Anne-baba ve kardeşler dışında en çok kayın valide-kayın peder ve amca-dayı ile görüşülmektedir. En az görüşülen yakın akrabalar ise, hala-teyze ve çocuklarıdır.

Akraba arasında yardımlaşmanın belirgin örneklerinden biri borç para alıp-vermedir. Borç para değişiminin % 60’ı akrabalar arasındadır

İnsanımızın % 88’i çözüm aradığı herhangi bir mevzuda akrabasına danışmaktadır. En çok danışılan kişiler anne- baba ve kardeşler ile kayın valide, kayın peder ve kayın biraderlerdir.

Toplumunda azda olsa akrabalar arasında kırgınlık veya dargınlık söz konusudur. Ancak bu dargınlıkların bir hiç yüzünden olduğunun ifade edilmesi, bir yönüyle çoğunun giderilebilir türden dargınlıklar olması, bu konuda iyimserliğimizi desteklemektedir.

Oysa dinimizce Akrabalarla olan münasebetimiz nasıl olmalı?

“Ey Şu’ayb! Dediklerinin çoğunu anlamıyoruz. Hem biz seni aramızda zayıf görüyoruz. Eğer kabilen olmasaydı seni taşa tutardık. Zaten sen bizce itibarlı biri değilsin.”

Ayetten anlaşıldığı gibi yüce Allah, Hz Şuayb’in onca ilahi çağrısından sonra, onca açıkça adalet ve iyiliğe davet etmesinden sonra kötü insanların vereceği zararlardan korunmasının sebebi olarak, sadece akrabalık bağından bahsediyor. Hz Şuayıb’i koruyan akrabaları ve kavmini ise düşmanlara karşı, caydırıcı bir güç olarak tanımlıyor.

Kuran’ı kerimin akrabalar hakkında değindiği diğer önemli konu ise akrabalık haklarıdır, Anne ve babanın hakları başta olmak üzere diğer akrabaların hakları İslam dininin en bariz emirlerinden birisidir.

Rum suresinin 38. ayetinde ise, akrabalık konusuna özen göstermek, kişinin imanının bir göstergesi olarak tanıtılmıştır; yüce Allah, bu ayette şöyle buyuruyor:

Öyle ise akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını ver. Bu, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak isteyenler için daha hayırlıdır. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.

Akrabaları aç bırakmamak, ihsan ve yardımlarda onlara öncelik vermek, diğer yetimlerden önce akraba yetimlere öncelik tanımak (Beled 16) akrabalar’a maddi destekte bulunmak (İsra 26, Rum 38)

Akraba ziyaretlerini ihmal etmemek (Rad 19 ve 21, Bakara 27, Nisa 1)

Akrabalara karşı kin beslememek, akrabaları affetmek ve kolaylık tanımak (Nur 22) akrabalara karşı yumuşak olmak ve incitici davranışlardan kaçınmak (Nisa 8, İsra 26 ve 28)

Akrabalardan izin almadan onların evinde rahatça yiyip içebilmek (Nur 61)

Kuran’ın değindiği diğer akrabalık haklarıdır.

Yüce Allah, akrabaları affetmemek ve akraba ziyaretlerini ihmal etmeği kötü birer eylem olarak tanıtıyor ve şiddetle kınıyor.

Kuran açısından akrabalık ilişkisini kesen kişiler ya asi kişilikli insanlardırlar veya günahtan çekinmeyen bir yapıya sahiptirler yada nifak hastalığına yakalanmışlardır(Tevbe7-10, Şuara 214-216, Muhammed 22)

Böyle bir hataya düşen insanlar kendilerine dönüp içlerindeki hastalıkları bulmalı ve tedavi yoluna başvurmalıdırlar, aksi takdirde, hüsran ve pişmanlıktan başka bir sonuçla karşılaşmayacakları kuran açısından apaçıktır.

Akrabalık ilişkilerini sürdürmek farz, bu ilişkileri koparmak ise haramdır.

Sıla-i rahim: Akrabaların birbirleri ile ilişkilerini kesmeyip devam ettirmeleri, ahlâkî ve dînî bir görevdir. Peygamberimiz (s.a.s.) buyurur ki:

Rahim (akrabalık), Allah’ın rahmetinin eserlerindendir. Kim bu bağı korursa, Allah ona merhamet eder. Kim onu koparırsa, Allah da ondan ihsan ve rahmetini keser.”

Akrabalarıyla ilişkiyi kesen Cennet’e giremez”

Bugün özellikle şehirleşmenin, maddeye ve menfaate önem vermenin getirmiş olduğu aileler arasındaki soğukluğu, hatta parçalanmaları ve akrabalar arasındaki bağların yeniden canlandırmakk kendi menfaatimize olacaktır.

Akrabalık bağı Arş-ı âlâ’ya tutunarak şöyle demiştir: Beni koruyup gözeteni, Allah koruyup gözetsin. Benimle ilgisini kesenden Allah rahmetini kessin.

Ana ve babasının ihtiyarlık zamanlarında, bunlardan birine yahut ikisine yetişip de, bunlara gereken hürmet ve hizmette bulunarak Cennet’i hak edemeyen kimsenin burnu yerlerde sürünsün!” 

Akrabalık bağında en öncelik ana-babaya aittir

Ziyaretleşmek akrabalık bağının devam etmesine en büyük vesiledir.

Akrabalarımız içerisinde bizlere iyi davrananlar olabileceği, bizlere sıkıntı verebilenler de olacaktır. Akrabanın iyiliğine karşı iyilik göstermek güzel olsa da yeterli değildir. Bizlere sıkıntı çıkaranlara karşı ise affedici olmalı, onların da yapmış oldukları hataların neler olduğunu kendilerine hissettirmek suretiyle yardımcı olmalıyız.

Akrabalık, komşuluk ve arkadaşlık bağlarının zayıflaması toplumda sevgi ve dayanışma ruhunu zedelemektedir.

Allah emrettiği şekilde ve peygamber efendimizin sünnetine uygun olarak yaşamayı nasip etsin.Amin..

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

Kuranı kerim

Hadis külliyatı

Sızıntı dergisi

Übey Bin Ka’b (R.A.) Kimdir?

Sahabe-i kiramın büyüklerinden biri olup Rasûlüllah (s.a.s)’in vahiy kâtiplerindendir. Übey (r.a)’in babasının adı Ka’b, annesinin ismi Suheyle’dir. Medineli olup Hazrec kabilesinin Neccâr oğulları kolundandır.

Übey b. Ka’b’ın Müslümanlığı kabul etmesi Rasulüllah(s.a.s)’in Medine’ye hicret etmesinden önce, Akabe biatlerinde olmuştur. Übey b. Ka’b İkinci Akabe biatinde Rasûlüllah (s.a.s)’e biat eden yetmiş kişi içerisinde idi.

Übey, Rasûl-i Ekrem ile Bedir, Uhud, Hendek ve diğer bütün muharebelere katıldı. Uhud muharebesinde kendisine bir ok İsabet etmiş, Rasûlüllah (s.a.s) ona bir tabip göndermiş, tabip okun girdiği yerdeki damarı keserek üzerini dağlamıştı.

Übey b. Ka’b cahiliyye döneminde de okuma yazma bilen az sayıdaki kimselerden biri idi. Rasulüllah(s.a.s) Medine’ye hicret edince, orada, ensar içerisinde yazılarını İlk yazan Übey b. Ka’b olmuştur. Yazdığı yazıların sonuna “filan oğlu filan yazdı” diyenlerin de İlki idi.

Peygamber Efendimiz (s.a.s) ilahi vahyi Cebrail (a.s)’dan aldığı zaman, Übey b. Ka’b onu daha yazının ıslaklığı üzerinde iken ezberler, Rasûlüllah (s.a.s)e okurdu.

Übey ashabın en âlimlerindendi. Übey b. Ka’b, Kur’an-i Kerîm’i en iyi okuyan sahabelerden idi. Peygamber Efendimiz (s.a.s) “Ümmetimin en iyi okuyanı Übey’dir.” buyurmuştur.

Bu sebeple Seyyidü’l-Kurra (okuyucuların efendisi) lakabıyla tanınmıştı. Kur’an-i Kerîm’i sekiz gecede hatmederdi. Rasulüllah(s.a.s)’in zamanında Kur’an’i cem’ ederek ona arz eden sayılı sahabelerden biri idi.

Rasûlüllah (s.a.s) Übey b. Ka’b’i, Kur’an-i Kerim’i iyi bilen bir sahabe olması sebebiyle öğretmen olarak tayin etmişti. O, Kur’an-i Kerîm’i öğretmesi karşılığında her hangi bir maddi şey de almazdı. Nitekim ondan söyle rivayet edilmiştir: “Muhacirlerden birine Kur’an öğretmiştim. Bu zat bana bir yay hediye etti. Ben bunu Rasûlüllah (s.a.s)’e anlatınca: “Onu alırsan ateşten bir yay almış olursun” buyurdu. Ben de yayı sahibine geri verdim”

Rasulüllah (s.a.s) Übey b. Ka’b’n: “Allah bana Lemyekünillezîne keferfi suresini sana okumamı emretti” buyurdu. Übey “Allah benim adımı da andı mı?” dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.s) “Evet” deyince Übey b. Ka’b sevincinden ağladı.

Übey b. Ka’b aynı zamanda Rasûlüllah (s.a.v) zamanında fetva veren az sayıda sahabeden biridir.

Übey b. Ka’b da Hz. Ebu Bekir’in danışma meclisi üyelerinden idi. Bu dönemde onun Kur’an’ın cem’i için kurulan komisyonda görev aldığını da görüyoruz. Übey b. Ka’b, İkinci halife Hz. Ömer’in de teveccühünü kazanmıştır. Hz. Ömer, Übey b. Ka’b’a çok hürmet eder, ondan yararlanır ve ona Seyyidü’l-Müslimin (Müslümanların ulusu) derdi

Hz. Ömer zamanında teravihi cemaatle İlk kıldıran da Übey b. Ka’b olmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v) zamanında, onun vefatından sonra İlk halife Hz. Ebû Bekr, daha sonra kısmen de Hz. Ömer zamanında teravih namazı cemaatle değil, münferit olarak kılınmıştır. Bir defa Hz. Ömer mescide gidince halkın dağınık bir şekilde teravih namazı kıldıklarını gördü. Kimi tek başına kılıyor, kimi küçük bir cemaat oluşturmuş kılıyorlardı. Hz. Ömer bütün halkı bir tek İmamın arkasında toplamayı düşündü ve ertesi gün Übey b. Ka’b’i teravih İmamı tayin edip cemaati onun arkasına topladı. Böylece teravih namazı cemaatle kılınmaya başlandı. Übey b. Ka’b, Hz. Ebû Bekir döneminde olduğu gibi Hz. Ömer döneminde de danışma meclisi üyesi idi.

“Âdemoğlunun bir vadi dolusu mali olsa, bir İkincisini İster. İki vadi dolusu mali olsa, bir üçüncüsünü de İster. Âdemoğlunun içerisini topraktan baksa bir şey doldurmaz. Allah Teâlâ ise tövbe edenin tövbesini kabul eder”hadisi şerifini ve daha birçoklarını bize nakleden Übey b. Ka’b(ra)Hz. Osman’ın hilafeti döneminde hicri 30’da vefat etmiştir. Allah Übey b. Ka’b,Hz’lerine rahmet etsin bizleri onun şefaatine nail etsin.Amin..

Çetin KILIÇ /LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org