Etiket arşivi: fetö

Diyalog yok, tebliğ var!

Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin yaşayan talebelerinden Mehmed Fırıncı, FETÖ lideri Fetullah Gülen ile örgütünün “dinlerarası diyalog” adıyla yürüttüğü faaliyetlerin Risale-i Nur ve Bediüzzaman ile irtibatlandırılma çabasına karşı yaptığı açıklamada, Bediüzzaman’ın Hıristiyan dünyasına tebliğ yaptığını ve Gülen ve örgütünün hainlikleriyle bunun bir alâkasının bulunmadığını belirtti.

Bediüzzaman’ın Papa’ya mektup yazmadığını, Kur’ân’ın ve Resulullah’ın hakkaniyetine dair eserlerini göndererek tebliğ yaptığını hatırlatan Fırıncı Ağabey, Gülen’in Papa karşısındaki tavrını ise “diyalog adı altında el etek öpme, yaltaklanma, İslâmın ve Müslümanların haysiyetini Papa’nın önünde yerlere serme” şeklinde niteledi.

Fırıncı Ağabeyin bu konuyla ilgili olarak yaptığı açıklama aynen şöyle:

“Dinlerarası diyalog” adı altında FETÖ’nün yıllardır yürüttüğü sinsi kampanya ile ilgili olarak ortaya atılan bazı iddialar üzerine, yine yıllardır FETÖ tarafından istismar edilen Risale-i Nur ile ilgili bazı bilgileri kamuoyuna tekrar hatırlatmak ihtiyacı hasıl olmuştur. Şöyle ki:

  1. Bediüzzaman Said Nursî tarafından telif edilen Risale-i Nur Külliyatının hiçbir yerinde “dinlerarası diyalog” şeklinde bir deyim geçmemektedir. Bu tabir, bütün istismarlarını mukaddes değerlerimiz üzerinden yürüten ve suçlarının fatura adresi olarak İslâm’ı ve İslâm’ın değerlerini, bu arada Risale-i Nur’u gösteren FETÖ’nün lideri Fetullah Gülen tarafından icad edilmiş ve kullanıma sokulmuştur.

  1. Medyada dolaşan ve eksik tahkikata ve yanlış önkabullere dayanan bir videoda, Bediüzzaman’ın Papa’ya mektup gönderdiği iddia edilmektedir. Bediüzzaman Papa’ya mektup göndermemiştir.

  1. Bediüzzaman Said Nursî, Papa’ya mektup değil, Risale-i Nur Külliyatından üç büyük eseri ihtiva eden “Zülfikar” adlı kitabını göndermiştir. Bu kitabın içeriğinde ise üç önemli Risale vardır; bunlar da

(1) ölümden sonra dirilişi ve ebedî âhiret hayatını aklî delillere dayanarak harikulâde bir üslûpla anlatan Haşir Risalesi,

(2) Kur’ân’ın 40 ana başlık altında tasnif ettiği mucizelerini ele alan ve Kur’ân’ın hak kitap oluşunu son derece orijinal bir üslûpla izah eden Mucizat-ı Kur’âniye Risalesi,

(3) Peygamberimizin 300 kadar mucizesini aklî ve naklî delilleriyle açıklayan ve Hz. Muhammed aleyhissalâtü vesselâm efendimizin hak peygamber olduğunu hiçbir tereddüde mahal bırakmayacak şekilde ispat eden Mucizat-ı Ahmediye Risalesidir.

Papaya bu eserleri gönderen bir İslâm âliminin yaptığı şeye diyalog denmez, İslâm ıstılahında “tebliğ” adı verilir.

  1. Fetullah Gülen’in Papa’ya yaptığı müracaat ise, “diyalog” adı altında el etek öpme, yaltaklanma, İslâmın ve Müslümanların haysiyetini Papa’nın önünde yerlere serme şeklinde özetlenebilecek bir davranıştır. Papa’ya mektup yazan kişi Fetullah Gülen’dir ve bu mektubunda, Haçlı Seferlerinin suçunu dahi Müslümanların üzerine atarak kendisini ve Müslümanları Papa’nın hizmetine sunmak gibi tarihte hiçbir hainin cür’et edemediği büyüklükte bir hıyanetin altına imza atmıştır.

  1. Fetullah Gülen ile örgütü, Risale-i Nur’un kavramlarını dejenere ederek böyle bir hainliği Risale-i Nur ve Bediüzzaman Said Nursî ile irtibatlı göstermeye yeltenmek suretiyle, bu hıyaneti daha da başka boyutlara taşımıştır. Bu da FETÖ’nün en belirgin özelliklerinden biridir. Nitekim şimdi de aynı metodları kullanmak suretiyle, kendi üzerinde yoğunlaşan nefretleri, Risale-i Nur ve talebeleri gibi milletimizin bağrından çıkan ve bütün dünya ve tarih önünde milletimizin medar-ı iftiharı mevkiine erişen bir esere ve harekete yöneltmek suretiyle hem kendisini kurtarmak, hem de bu hareketi gözden düşürmek gibi beyhude bir çabanın içine girmiş bulunmaktadır. Ancak bu çabaların FETÖ adı verilen terör örgütüne ve liderine hiçbir fayda sağlayacak değildir. Çünkü artık maske düşmüştür; FETÖ ile Risale-i Nur’un birbirinden çok farklı şeyler olduğu, başta Cumhurbaşkanımız ve hükûmetimiz olmak üzere milletimiz tarafından çok iyi bilinmektedir.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.

Bediüzzaman Said Nursî’nin talebesi
Mehmed Fırıncı

Hüsnü Ağabey Fetö’cüler İle İlgili Açıklama Yaptı

Bismihi Subhanehu, Aziz Kardeşlerimiz…
Cenab-ı Rabbul Alemine nihayetsiz hamd u sena ederiz ki bu vatanı ve bu vatandaki hükumet-i cumhuriyeyi büyük bir fitneden ve beladan muhafaza etti. Vatanın dört bir yanında kahraman ve necib Türk milleti ve gençliğinin uyumadığını ve her ne pahasına olursa olsun şehamet-i imaniyenin tecellisi olarak darbecilere meydan okuduklarını iftihar ile müşahede ettik.
Hemen şunu ifade edelim ki bu FETÖ terör örgütü ve mensupları vatanımıza ve hükümetimize ve memleketimize isyan ve ihanet etmeden çok evvel Kur’an’a ve İslam’a ve Kur’an’ın bu asrın fehmine bir dersi olan Risale-i Nur’a ihanet etmişlerdir, aynı zamanda üstadımız Bediüzzaman Said Nursi’ye ihanet etmişlerdir.
O mübarek Üstadımızın tamamen Kurandan ve sünnetten tebellür edip inikas eden mesleğine ve meşrebine ihanet etmişlerdir ve seneler evvel Hükümetimizi ikaz ettiğimizde ifade ettiğimiz husus ki; bu kadar manevi değerlere ihanet eden bir güruh ve başındakiler, bundan sonra herşeye ihanet edebilir, öyle kanaatımız varki kökü dışarda dallar ve budakları içerde olan zındıka komitesi bu örgütü tamamen emrine almış ve aziz vatanımıza karşı emellerini gerçekleştirmek üzere istimal ediyorlar diye ifade etmiştik.

Şunu ifade etmek isteriz ki bugün yüzbin defa haşa ve kella, Üstadımız ve üstadımızın nezih ve pak iman ve kur’an hizmetini, bu vatan haini ve din düşmanları ile  mukayesesi hakikati inciten bir haldir. Eynessera min essüreyya.. Bütün hayatını imana ve kur’ana feda etmiş Said Nursi nerede, şatahatçı bu güruh ve o terorist başı nerede.

Böyle bir kıyasa girmeyi bile züll sayıyoruz. Hakikata haksızlık addediyoruz. Ve diyoruz ki kim hangi bahane ile olursa olsun Üstadımız Said Nursi’yi ve Onun güzide talebelerini ve hizmetini ve Onun telif ettiği nur külliyatını ve bu külliyatı okuyup istifade eden toplumun her kesiminden bireylerini FETÖ terör örgütü ile yan yana getirir, FETÖ ismi ile isimlerini anarak Nur talebelerine iftiralar atıyorsa, bilinmeli ki bunlar, FETÖ’ye hizmet ediyorlar, onun gayesini ve hedefini yerine getiriyorlar.
Zira Risale-i Nur gibi kuvvetli iman dersini veren bir esere karşı öteden beri gerek muellifinin defaatle canına kastederek, gerek hapis ve sürgünlerle ve açılan binlerce mahkemelerle ugraşmışlar ve hatta içlerine bu hizmeti sulandırmak için böyle hainler de sokmuşlardır. İşte o hainlerden birisi ifşa olunmustur. Onun en birinci hedefi ise bu Nurlu eserlerin kiymetini tenzile gayrettir. O halde bu güruha karşı daha ziyade Nurları okumalı ve neşretmeliyiz. Ta ki onlar bu emellerinde muvaffak olmasınlar.
Bazı gazetelerin zaman zaman yaptıkları neşriyattan anlaşılıyor ki din ve İslamiyet düşmanları, ekseriya perde ardından bahaneler icad ederek dine saldırmaktadırlar. Bu bazen “Kur’an Müslumanlığı” adı altında Anadolunun bin senelik geleneği ile oynamak suretiyle kendisini açığa vurmakta, bazen evliyaya hakaret ile, bazen ehl-i sünnet ulemayı tenkir ile tekfir etmek suretiyle ortaya çıkmaktadır.

Anadolu ve alem-i islam’da Nur Risalelerin milyonlar uzerindeki müsbet tesirini ve bilhassa gençler üzerindeki muessiriyetini müşahede eden bedbahtlar yeni planlar, yeni hile tuzaklari sahnelemeye ve hatta hükümetin de bir kısmını aldatmaya gayret göstermekte olduklarını ihtar ediyoruz.

Doğrudan doğruya dinin ve İslamiyetin aleyhinde bulunmuyorlar; dine hizmet eden, bu uğurda türlü fedakarlıklara katlananları nazar-ı ammede kötülemek, halkın sevgisini çürütmek için hücuma geçiyorlar; ta ki dine hizmet edenleri atıl vaziyete getirip, dini inkişafa mani olsunlar; imansızlığın, ahlaksızlığın revaç bulmasını te’min etsinler.

İşte bugün endişe ile takip ettiğimiz hususlardan birisi ve ikaz etmek durumunda kaldığımız meselelerden en muhimmi bu zehirli güç odaklarının ve zındıka komitesinin FETÖ terör örgütünü bahane ederek ehl-i Sünnet vel Cemaat itikadını ve cemaatleri ve tarikatları o örgütün şumulüne dahil etme gayretidir. Buna karşı muteyakkız olunmalı bu fitneye zemin ihzar etmeye çalışanların zehirlerini farketmeli ve onların da bir maşa ve zındıkanın elinde bir oyuncak olduklarını bilmemiz icab etmektedir.

Üstad, Risale-i Nuru te’lif ederken Kur’an’ın i’cazi lem’aları olan bu eserlerin, her taife-i insaniyede inkişaf edeceğini, dinsizliğin memleketimizi istilasına mani olacağını, memleket ve millet için bir sedd-i Kur’ani vazifesini göreceğini, Risale-i Nur hizmetinin umumiyet kesbedip, Türk milletinin yine İslamiyetin kahraman bir ordusu ve fedakarı olacağını, Risale-i Nur’un neşri ve ileride resmen intişarı, milletçe benimsenmesi ve maarif dairesinin hakikat-ı Kur’aniyeye yapışması neticesi; maddeten ve manen milletin terakki edeceğini, İslamiyetin büyük kuvvet bulacağını zikretmiştir.
Risale-i Nur bir alemdir, ünvandır. Bu zamanda zuhur eden Kur’ani hakikatler manzumesidir. Necip milletimizin, insaniyet-i kübra olan İslamiyete sarılması, yepyeni bir ruh ve taze bir iman aşkı ve heyecanı içinde uyanmasının ifadesidir. İçinde bulunduğumuz asrın değiştirdiği hayat şartları ve yeni bir dünya nizamı ve görüşü karşısında imanın tahkim ve takviyesi ile feveran eden hamiyet-i İslamiyenin manasıdır. Mütenebbih, kalbleri iman ve muhabbet-i Nebevi ile coşkun ve cihan değer şeref-i intisabiyle serefraz fedakarların yetişmesi ve bu milletin mazisine mütenasip kahramanlığı, yüksek iman ve ahlakı izhar etmesi işaretidir.
Bediüzzaman, Risale-i Nuru hiçbir makam ve meşrebin te’siri altında kalmadan, maddi-manevi hiçbir menfaat ve hissiyat karışmadan, doğrudan doğruya Kur’an-ı Hakim’in umumun istifade edebileceği ve umuma hitab eden hakikatlarını tefsir etmiş, bu hakikatların tercümanlığını yapmıştır. Te’lif ettiği asarından herkes istifade edebilmektedir. Bir taifeye, bir sınıfa veya halka mahsus değildir.
Said Nursi, Risale-i Nur’la, bu millete en büyük hizmeti, iyiliği yapmıştır. Mukabilinde, şahsı için bir teşekkür dahi istemiyor; Said Nursi’nin bu milletten, gençlikten istediği; imanla, dünyevi ve uhrevi saadeti kazanmalarıdır. Bunun için, Kur’an’ın bu zamana ait dersi olan Risale-i Nur’u esas tutup her yerde, her dairede neşrini, iman hakikatlarının öğrenilmesini istemektedir
Üstadın Rıza-yı İlahi’ye matuf hizmet, hareket ve faaliyetlerini başka maksat ve gayelere yorumlamak isteyenler, ancak basiretsizliklerini ilan ediyorlar.
İnsanın yüksek mahiyet ve ruhunun istediği hakiki saadet, ancak Kur’an’ın gösterdiği yolda ve rıza-yı İlahinin parıldadığı ufuktadır.
Bediüzzaman’ın davasındaki muvaffakiyeti ruhun maddeye, hakkın batıla, nurun zulmete, imanın küfre her zaman galebe çalacağı, ezelden ebede değişmiyecek olan ilahi kanunların başında gelen bir hakikat olduğunu göstermektedir.
Herhangi bir iklimde zuhur eden bir ıslahatçının mahiyet ve hakikatını, sadakat ve samimiyetini gösteren en gerçek mi’yar, davasını ilana başladığı ilk günlerle, muzaffer olduğu son günler arasında ferdi ve içtimai, uzvi ve ruhi hayatında vücuda gelen farklılıktır, derler.
Mesela: O adam ilk günlerde mütevazi, alicenap, feragat ve mahviyetkar.. hulasa, bütün ahlak ve fazilet bakımından cidden örnek olan gayet temiz ve son derece de mümtaz bir şahsiyetti. Bakalım, cihadında muzaffer olup; hislerde, emellerde, gönüllerde yer tuttuktan sonra yine o eski temiz ve örnek halinde kalabilmiş mi? Yoksa zafer neş’esiyle birçok büyük sanılan kimseler gibi yere göğe sığmaz mı olmuş?
İşte büyük-küçük herhangi bir dava ve gaye sahibinin mahiyet ve hakikatını, şahsiyet ve hüviyetini en hakiki çehresiyle aksettirecek olan en berrak ayna budur.
Tarih boyunca bu müthiş imtihanı kazanmanın şaheser misalini, evvela Peygamberler ve bilhassa Sultanü’l-Enbiya Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz, sonra Onun Halife ve Sahabeleri ve daha sonra onların nurlu yolunda yürüyen büyük zatlar vermişlerdir.
1950 senesinde Pakistan Maarif Nazır Vekili Ali Ekber Şah Ankara’da bir konuşma yapmak üzere Türkiye’ye teşrif ettiklerinde, Merhum Salih Özcan ile birlikte Emirdağında Üstadımızı ziyaret etmişlerdi. Kendisi Arapça konuşuyor Salih Ozcan da tercüme ediyordu, bir aralık Üstadımız “Salih sen dur, ben kırk yıldır konuşmadığım Arapça ile muhatab olacağım.” buyurup tam bir saat arabi konustu.

Ankaraya dönen Ali Ekber Şah gazetelere beyanatta bulundu ve o zaman dedi;

“Türk milleti, bahtiyarsınız, ben alem-i islamda aradığımı Türkiye’de buldum. Bediüzzaman, yalnız sizin değil, o bütün alem-i İslamındır. Ve yakın bir zamanda bütün İslam alemi onu anlayacaktır. Siz bu Nur eserlerine dikkatle bakın. Ben bunu doksan milyon İslamlar içinde neşredeceğim.

Benim alem-i İslam hakkında pekçok endişelerim ve Üstada pekçok soracaklarım vardı. Bir saat kadar yanında yalnız Onu dinlemekle bütün endişelerim zail olup, bütün suallerime cevap aldıktan sonra şimdi Pakistan’a alem-i İslamın mukadderatı hakkında büyük müjdelerle gidiyorum.

Ben Türk ve İslam tarihini tedkik ettim. Evet çok kahramanlar, çok İslam fedaileri ve çok vatanperverler gelmişler. Hepsi büyük fedakarlık ve kahramanlıkla millete, vatana hizmet etmişler.

Fakat o hizmetlerinin neticesinde layık oldukları mükafat onlara verilmiş. Her birisi birer mükafata mazhar olmuşlar.

Fakat bugün Üstad, yirmi küsur senedenberi bu milletin saadet-i dünyeviyesi ve uhreviyesi için tarife imkan olmayan zulüm ve işkenceler içerisinde işte bu eserleri te’lif ve neşrederek bu millet içerisinde din aleyhindeki cereyanların intişarına mani olan Bediüzzamanın evinde bugün bir lambası bile yok. Halbuki talebelerinden sadaka ve teberrüklerini kabul etmiş olsa bugün bir milyoner olabilirdi. İşte o herşeyi terkederek yalnız ve yalnız dine hizmet için çalışmıştır. Elbette alem-i İslam yakında böyle bir zatı eserleriyle tanıyacaktır”

Peygamber Efendimiz, şu اَلْعُلَمَاءُ وَرَثَةُ اْلاَنْبِيَاء ِyani: “Alimler, Peygamberlerin varisleridirler” hadis-i şerifleriyle alim olmanın pek kolay bir şey olmadığını, i’cazkar belagatleri ile beyan buyuruyorlar.
Zira mademki bir alim, Peygamberlerin varisidir, o halde, hak ve hakikatın tebliğ ve neşri hususunda, aynen onların tutmuş oldukları yolu takip etmesi lazımdır. Her ne kadar bu yol; bütün dağ, taş, çamur, çakıl, uçurum.. daha beteri; takip, tevkif, muhakeme, hapis, zindan, sürgün, tecrid, zehirlenme, idam sehpaları ve daha akıl ve hayale gelmeyen nice bin zulüm ve işkencelerle dolu da olsa…
Bu makamda şu ibretamiz mektup hatıra geliyor ve Necib Üstadımızın derece-i feragat ve fedakarlığı ile acib ihlasını hayretle müşahede ediyoruz;

——————–

Dördüncüsü: Senin mektubunda benim istirahatimi ve eğer iktidarım olsa, benim Şam ve Hicaz tarafına gitmeme dair sizin hükumet-i hazıraya müracaat maddesi ise: 
Evvela: Biz, imanı kurtarmak ve Kur’an’a hizmet için, Mekke’de olsam da buraya gelmek lazımdı. Çünki, en ziyade burada ihtiyaç var. Binler ruhum olsa, binler hastalıklara müptela olsam ve zahmetler çeksem, yine bu milletin imanına ve saadetine hizmet için burada kalmağa Kur’an’dan aldığım dersle karar verdim ve vermişiz. 
Saniyen: Bana karşı hürmet yerine hakaret görmek noktasını mektubunuzda beyan ediyorsunuz. “Mısır’da, Amerika’da olsaydınız, tarihlerde hürmetle yadedilecektiniz.” dersiniz. 
Aziz, dikkatli kardeşim!
Biz, insanların hürmet ve ihtiramından ve şahsımıza ait hüsn ü zan ve ikram ve tahsinlerinden mesleğimiz itibariyle cidden kaçıyoruz. Hususan acib bir riyakarlık olan şöhretperestlik ve cazibedar bir hodfüruşluk olan tarihlere şa’şaalı geçmek ve insanlara iyi görünmek ise, Nurun bir esası ve mesleği olan ihlasa zıddır ve münafidir.

Onu arzulamak değil, bilakis şahsımız itibariyle ondan ürküyoruz. Yalnız Kur’an’ın feyzinden gelen ve i’caz-ı manevisinin lemeatı olan ve hakikatlarının tefsiri bulunan ve tılsımlarını açan Risale-i Nur’un revacını ve herkesin ona ihtiyacını hissetmesini ve pek yüksek kıymetini herkes takdir etmesini ve onun pek zahir manevi keramatını ve iman noktasında zındıkanın bütün dinsizliklerini mağlub ettiklerini ve edeceklerini bildirmek, göstermek istiyoruz ve onu rahmet-i İlahiyeden bekliyoruz.(Emirdag-1-193-196)

Kendisinin, ilmi, ahlaki, edebi birçok fazilet ve meziyetleri arasında beni en çok meftun eden şey; O’nun o dağlardan daha sağlam, denizlerden daha derin, semalardan daha yüksek ve geniş olan imanıdır, diyor Medine-i Münevvereden Ali Ulvi Kurucu, Önsözünde.
Cenab-ı Erhamürrahimin’den bütün esma-i hüsnasını şefaatçı yapıp niyaz ederiz ki; bizleri insi ve cinni şeytanların şerlerinden muhafaza eylesn ve sırr-ı ihlasa muvaffak eylesin. Amin.
Haşiye; Kardeşlerimizden bugünlerde bilhassa Hizmet Rehberini okumalarını tavsiye ediyoruz. Ayrıca İşaratu’ İ’caz’da ki Münafıklar Bahsi de bugünlerde vukua gelen hadisata bakması hasebiyle mütalaa edilmelidir.
Hz. Bediüzzaman’ın Talebesi ve Hizmetkarı
Hüsnü Bayramoğlu
Kaynak : Nurdan Haber

Badıllı Ağabeyin Ölümünde Suikast Şüphesi

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebelerinin ardarda vefat eden talebelerinin şüpheli ölümlerine dair iddialara bir yenisi eklendi. Merhum Abdülkadir Badıllı ağabeyin oğlu Said Badıllı ile doktoru Doç. Dr. Hasan Karsen vefatındaki FETÖ şüphesine dikkat çektiler. Badıllı ağabeyin oğlu Said Badıllı ile doktoru Doç. Karsen şüpheleriyle ilgili Risale Haber’e konuştular.

CİDDİ ŞÜPHELERİMİZ VARDI

Merhum babası Abdülkadir Badıllı ağabeyin, FETÖ örgütünün Risale-i Nurları tahrifatından sonra delilli reddiyeler yazdığını, bu işin bir terbiyesizlik olduğunu bundan vazgeçmelerini istediğine dikkat çeken Said Badıllı, “Babam onlarca defa ikaz etti” dedi. Said Badıllı şöyle konuştu: Öncesinde olduğu gibi 17-25 Aralık’tan sonra da hükümete destek vererek FETÖ örgütünün yaptıkları bu çirkin işlerini tasvip etmedi.

Bu örgütün tamamen Yahudilerin ve dış güçlerin maşası olduğunu söyledi. Abdulkadir Badıllı bu örgüte büyük bir engel idi dolayısıyla ortadan kaldırmak istediler. Tabi bu süreçte doktorumuz Doç. Dr. Hasan Karsen, son olaylardan sonra “hastaneye götürürseniz mutlaka haberim olsun” derdi. Çünkü Hasan hocamız yıllardır bu örgütle çarpışan hakiki nur talabesi bir hocamız idi.

BU İŞTE BİR BİT YENİĞİ OLDUĞUNU ANLADIK

Merhum babam 12 Kasım 2014’te rahatsızlandı. Hemen Şanlıurfa Tıp Fakültesi hastanesine kaldırıldı. Ameliyata alındı. Ameliyattan çıktıktan sonra genel durumu iyi, şuuru açık idi. Daha sonra Urfa’daki hastane ortamının sağlıklı olmamasından dolayı Ankara Gazi Hastanesine sevkini uygun gördük, götürdük yoğun bakıma yatırdık. 4-5 gün geçmesinden sonra anlam veremediğimiz bir enfeksiyon vücutta yayıldı.

Özel doktorumuz, enfeksiyon uzmanı Doç. Dr. Hasan Karsen hocamız da Urfa’dan gelip babamın tahlil sonuçlarına baktı. Oradaki doktorlarla görüştükten sonra bu işte bir bit yeniği olduğunu anladık. Günler geçtikçe hergün durumu ağırlaşıyordu, böbreklerin, akciğerin, karaciğerin iflas etmesi ve beyin ölümünün gerçekleşmesinin ardından 40 günün sonunda muhterem babam kalp krizinden vefat etti.

ÖRGÜTÜN ADAMLARI TWİTLER ATTI

Vefatının ardından bu örgütün adamı olanlar twitler atarak “İşte Badıllı öldü toprağı bol olsun. Badıllı’nın ölümü diğer insanlara ibret olsun” gibi sözleri hakiketen şüphelerimizi tam kesinleştirdi. Bizim elimizde delil olmadığı için iddiada bulunamadık. Ancak son günlerde Bediüzzaman Hazretlerinin ardarda vefat eden talebelerinin şüpheli ölümlerine dair haberler üzerine bu açıklamayı yaptık.

Allah bu örgütü Türkiye’nin başından def etsin inşallah. Bizler de Abdülkadir Badıllı’nın varisleri olarak daima devletimizin ve milletimizin birliğine çalışacağız ve sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a her daim desteklerimizi vereceğiz inşallah.(Abdülkadir Badıllı ağabeyin oğlu Said Badıllı ve Doç. Dr. Hasan Karsen)

DOÇ. DR. HASAN KARSEN: FETÖ BADILLI AĞABEYİ TEHDİT ETTİ

Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı ve Harran Üniversitesi Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. Hasan Karsen de yaptığı açıklamada şunları söyledi:17-25 Aralık postmodern darbesi ve Risale-i Nur külliyatını sadeleştirme cinayetinden sonra Abdulkadir Badıllı ağabey paralel terör örgütü aleyhine açıklamalar yaptı. Bundan sonra FETÖ, Abdülkadir Badıllı ağabeyi çeşitli vesilelerle tehdit etmeye başladı.

Bu yüzden hastaneye gittiğinde kendisine zarar verebilme ihtimalinden dolayı eşlik etmeye başladık. İkinci ameliyatından bağırsak dolanması nedeniyle hastanemizde ameliyat oldu. Ziyaretçilerinin fazlalığı ve o günkü şartlarda hastanemizi fiziki yapısının iyi olmaması nedeniyle Ankara Gazi Üniversitesi Hastanesi anestezi yoğun bakımına gönderdik.

HEMŞİRE HASTA DOSYASINI ELİMDEN ALDI

Durumu ile ilgili gün gün bilgi alıyordum. Durumu iyi iken kötüleşmeye başladı. Ziyaretine gittim. Gece gittiğimde yoğun bakıma gittim. Harran Üniversitesi enfeksiyon hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı sıfatıyla görüşmek istedim. “Asistan doktor yok” dediler. Dosyasına baktım hemşire dosyayı elimden aldı. Halbuki hasta yakınının hastayla ilgili her türlü bilgi öğrenme hakkı var. Oysa hastane benden sakladı. Bütün bunlar beni şüphelendirdi.

SUİKAST OLMA İHTİMALİ CİDDİ

Ertesi gün sabah tekrar hastaneye gittim. Yoğun bakım hocası Prof. Dr. İ. K. ile görüştüm. Önceden tanıdığım paralelci biri idi. Abdülkadir Badıllı ağabeyin karın içi iltihap doluydu. Ve çok miktarda ÇİD bakteri üretmişti.

Bunu gördükten sonra ömrünün fazla kalmadığını anladım. Bunun bir suikast olma ihtimalini çok ciddi bir şekilde düşündüm. hala o düşüncedeyim.

Risale Haber

Haydi Milyonlar Duaya!

Bismillahirrahmanirrahim

7 Ağustos’taki muhteşem mitingden sonra fetö’nün yayınladığı kısa videosunu “Biz ettik sen etme” başlığı ile yayınlayanlar  “Yalvarmaya başladı” diye yorumlamış. Oysa fetö’nün beden dilinde asla yalvaran bir ifade yok, tam aksi sakin sakin, kendinden emin tehdit ediyor. Zaten  firavun gibi onun da Azrail’i görmeden pişman olacağını zannetmiyorum. Açıkça pişmanım dese bile bu bir oyun olabilir ancak.

Fetö videoları ile militanlarına mesaj veriyormuş. Mesaj ne olabilir diye birkaç kez dinledim. Mesajın içinde kullandığı iki kelimeyi araştırdım. Mesaib ve devahi diyordu. Mesaib: Felaket, uğursuzluk, güçlük, demekmiş.  Devahi: Büyük bela, afet, kaza demekmiş.

Fetö’ nün bugün yayınlanan mesajı şöyle:

“Keşke haddimizi bilsek, Mesaib (Felaket, uğursuzluk, güçlük)  ve devahi  (Büyük bela, afet, kaza) tohumlarını kendimize attığımızı bilsek, o yüzümüzü ona döndürmeye vesile olur. Halk ifadesi ile içimizde şu duyguyu tetikler. Biz ettik sen etme. Nolur Yarab nolur Yarab. Neyin noksan olur Ya Rab. Biz ettik sen etme.”

Büyük bir bela geleceğini haber veriyor ve bu belanın ona manevi olarak haber verildiğini (Peygamberimizle konuştuğunu iddia ediyor ya) ima ediyor ve bunun üzerine güya “Biz ettik sen etme. Nolur Yarab nolur Yarab.” dese de bela geleceğini ima ediyor ya da halkın bu bela üzerine “Biz Fetöye dil uzattık, biz ettik sen etme” diye yalvaracağını ima ediyor.

Yazıyı yazarken başka bir videosunu gördüm. Fetö aynen şunları söylüyor:

“İhsan ederek onları da zulümden vazgeçirsinler. Zira bu zulmün sonu onlar için de başkaları için de hezimettir. Yüreğim ağzıma geliyor her zaman Marmara kırılmaya muheyyeb faylar üzerinde duruyor. O faylar sizin üzerinde atom bombaları patlatmanızla değil de zulüm bombaları patlatmalarınızla hafizanallah kırılabilir.”

Yani açık açık atom bombaları ile fay hatlarını patlatmakla tehdit etmiş daha önceden zaten. Amerika’lı dostlarıyla fay hatlarını tetikleyip büyük bir depreme sebep olmayı planlıyor. Konu ile ilgili Yeni Akit gazetesinde yayınlanan bir yazıyı da okuyunca iyice emin oldum ve sizlerle paylaşmak istedim.

Depreme sebep olabilirse de millete “benim gibi birine dil uzatıp belaya uğradınız” diyecek. Mesajı da yayınlıyor ki bana manevi olarak haber verilmişti demek için. Kendini mehdi zannediyor ya. Körü körüne onu destekleyenler de, işte hocamız demişti, diyecekler. Kendi militanları da zarar görecek onu da söylüyor zaten. Fakat onun umurunda mı zerre değil. Kendini aklayabilmek için mucize gibi bir şey yaratmaya çalışıyor.

Bu hain plan için yapabileceğimiz tek şey dua etmek. Milyonlar nasıl miting için toplandıysa milyonlar hep birlikte dua okumalıyız. Gayretle içten ve samimiyetle. Özellikle şu bir hafta 7 gün 15 Ağustosa kadar dua ile manevi bir set oluşturmalıyız gelebilecek belaların önüne.

“Dua müminin silahı, dinin direği, yerlerin ve göklerin nurudur.” buyuruyor Allah’ın Rasulü. Şimdi daha çok silahlanma zamanı. Okuyalım da yerler ve gökler nurlansın inşallah.

Kaza, bela, afet ve her türlü tehlike için Yusuf suresi 64. Âyet-i kerîmesinden bir bölümün okunması tavsiye ediliyor.

Âyet-i kerîme:

“Fallâhu hayrun hâfizan ve huve erhamurrâhimin.”

Anlamı:“En iyi koruyan Allah’tır, O merhametlilerin en merhametlisidir.”

Bu âyet-i kerimeyi dilimizden düşürmeyelim. Günde en az 1001 kez okumaya çalışalım. Hatta gündüz 1001 gece 1001 okusak daha iyi olur inşallah. 1001 kez okumak yarım saati bulmuyor. Bolca âyetel kürsi ve salavatlar okuyalım.

İçimiz rahat, Allah izin vermedikçe hiçbir zarar dokunamaz, dünya bir araya gelse hiç bir şey yapamazlar. Bunun için ise bizim Rabbimize sığınmamız lazım.

Niyet edip besmele çekip hemen başlayalım inşallah. Allah vatanımızı, milletimizi, devlet büyüklerimizi, bizleri her türlü âfetlerden, kaza, belalardan ve hainlerden iç ve dış düşmanlardan korusun. Haydi milyonlar duaya!

Sema Maraşlı – cocukaile.net

 

İŞTE O YAZI;

Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ)’nün 15 Temmuzdaki başarısız darbe girişiminden sonra yaşananlar herkesin malumu. Bu nedenle, o konulara girip yazı kalabalığı yapmak istemiyorum.  Zaten yazının aşırı uzun olacağını şimdiden kestirmek mümkün. Çünkü yaptığım araştırmalar sonucu karşılaştığım komplo teorileri dudak uçuklatacak cinsten.  Her neyse inşallah sadece “komplo” olarak kalmasını ümit ettiğim yazıya başlayalım!..

Bildiğiniz gibi darbe sonrası başlayan operasyonlarda Fuat Avni hesabı ile ilgili olarak Başbakanlık’ta çalışan Mustafa Koçyiğit’in gözaltına alınmasının ardından, onun ismiyle abisine ait olduğu iddia edilen bir hesap açıldı ve   “14.08.2016’da tekrar görüşmek dileğiyle, hoşçakalın.” Şeklinde bir tweet atıldı.

İnsanlar, 14 Ağustos nedir – ne değildir? diye tartışırken bu sefer de FETÖ lideri Fetullah Gülen’in bir sözü tekrar gündeme geldi.

Gülen, üstü kapalı bir tehdit barındıran ‘kuluçka’ örneğinde; “Ne kadar ağır gelirse gelsin dişini sık ve sabret. Beklentilerin karşısında kuluçkada yumurtaların 20 gün çevrildiği gibi sabret” diyordu.

Sonrasında ise Amerikan CNN kanalına verdiği röportajda kameranın kadrajına giren iki çerçeveden birinde, Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin vurularak öldürüldüğü tarihi Diyarbakır 4 Ayaklı Minaresi bulunuyordu. Tabi bir minare ve dört ayak tablosuyla, 1 ve 4 rakamlarına göndermede bulunarak subliminal olarak 14 Ağustos’a göndermede bulunduğu iddia edildi.

Ayrıca, 3 Ağustos’ta kapatılan Mevlana Üniversitesi’nin twitter hesabından; “14 Ağustos’ta görüşmek üzere..” diye atılan tehdit tweeti, tedirginliği artıran başka bir unsur oldu.

14 Ağustos’un neden tercih edilmiş olabileceği sorusunun en net cevabı, Ak Parti’nin kuruluş yıl dönümüne denk geliyor olması.

Zaten, Twitter’da FETÖ yandaşı bir hesaptan:

“14Ağustos AKP’nin kurulduğu gündür. Bu tarihte mağlup olacaklar..” diye bir tehdit tweeti atıldı bile..

14 Ağustos ile ilgili olabileceklere dair ortaya atılan onlarca iddia var. Bana göre, bu seferki tehdit çok farklı. Darbe kalkışması, suikat gibi bir atraksiyon beklemiyorum. En azından o kadar gözaltı sonrası, yaklaşık bir ay gibi kısa sürede yeni bir kalkışma mümkün görünmüyor.

O halde FETÖ’cülerin sır gibi sakladığı tehdit planı daha az insan gücü isteyen bir girişim olmalıydı. İşte tam bunları düşünürken, Twitter’da tesadüfen karşılaştığım ve Gülen’in depremden bahsettiği video’yu görünce,  14 Ağustos’ta tehdit edildiğimiz saldırı planının “deprem” olduğundan şüphelenmeye başladım.

Hele bir de Fransız Le Figaro Gazetesi’nin “İstanbul’da deprem basıncı en yüksek seviyede” başlığıyla yayınladığı ve 7 ila 8 büyüklüğünde bir depremin olacağını iddia ettiği haberini görünce tamamen ikna oldum.  Her ne kadar Kandilli Rasathanesi, Le Figaro’nun “yüsek basınç” iddiasını reddetse de, FETÖ’cülerin 14 Ağustos’ta gerçekleşeceğini iddia ettikleri tehdit kesinlikle depremdi.

Nereden mi çıkardım?..

Buyurun benim daha önce yayınlanan haber ve makalelerden derlediğim komplo teorilerini birlikte okuyalım;

Öncelikle, Yazar Mehmet Ali Bulut’un Haber7’de   25 Ocak 2010’da yazdıklarına göz atalım;

(..)

“İki yüz bin kişinin hayatını yitirdiği tahmin edilen Haiti depremi, sanırım tarihe, 200 bin kişinin hayatını kaybettiği deprem olarak değil, Çin ile ABD’nin, küresel güç gösterisi yaptıkları bir afet olarak geçecektir.

Çin; güya, deprem sonrasında yaşanan yağmalama olaylarını önlemek için Haiti’ye 3 bin asker gönderince, Amerika arka bahçesini Çin’e kaptırmamak için hemen bölgeye Çin’in üç katı asker çıkardı. Conilerin Haiti caddelerinde sergilediği tavır, Irak işgal manzaralarından farksızdı. Artık o askerlerin Haiti’yi ne zaman terk edeceklerini Allah bilir.

Bu da gösteriyor ki deprem, artık bir ülkenin işgal sebebi olabiliyor!

Esasında deprem, Rusya, Fransa ve özellikle Amerika/İsrail gibi –bilmiyorum Çin de onlara katıldı mı?- ülkeler için, artık kurgulanıp yönlendirilebilir bir silah halini almış olmalı.

(..)

Şimdi tarihini net hatırlayamadığım – 1997- 98 gibi bir tarih kalmış aklımda- bir haberde, Fransa ile bilmem kimin, Avustralya’nın bilmem kaç mil güney batı açıklarında yapay ve yönlendirilmiş bir deprem denemesi yaptıkları ve ana karada amaçlanan bölgede ‘deprem yaratma’ denemelerinin başarıldığı bildiriliyordu. Tıpkı uzaktan atılan bir füze gibi, denizin içinde bir yerlerde yapılan bir patlama ile bir fay hattı tetiklenip hedeflenen yerde deprem meydana getirilebilmişti.

Bu hala mümkün mü ve bu tür çalışmalar yapılıyor mu yapılmıyor mu bilmem ama büyük tahribatlara sebep olan fay hatlarında birikmiş enerjinin yavaş yavaş boşaltılması çalışmalarının var olduğunu biliyorum.

Şimdi bu konuya nokta koyarak, artık hep İstanbul ile birlikte anılan Marmara depremine bir satır başı açalım.

Bilindiği gibi Marmara’nın altından biri güney, diğeri kuzey iki fay hattı geçiyor… 1999’daki deprem, güney hattında gerçekleşti. Bir de Kadıköy ve Eminönü’nden geçen ve tarihte ‘İstanbul depremleri’ diye şöhret bulan depremlere kaynaklık etmiş kuzey fay hattı var.

(…)

Esasında Marmara’nın altında kilometrelerce devam eden ve lav çıkışlarının açık açık görüldüğü  öyle bir hat var ki, o hattı bile bile İstanbul’da müsterih yaşayabilmek mümkün değil. Fransızların deprem araştırma gemisinin çektiği o görüntüleri ben de gördüm. Halen daha o görüntülerin, AKOM’un elinde mevcut olması lazım. İstanbul gerçekten açık bir magma yarığının yanı başında kurulmuş gibidir. Ne zaman harekete geçeceği belli olmasa da adeta ağzını açıp emir bekleyen bir ejderha gibi orada o hat, hep açık duruyor.

İstanbullular için tek teselli bu hattın güney fay hattı olmasıdır. Ama kuzey fay hattı da en az onun kadar tehlikelidir. -Boğaz’ın bir tektonik yırtılma sonucu oluştuğunu unutmamak gerekir.-  Tarihte İstanbul’u, en az iki kere yerle bir etmiştir. Bunlardan biri 1509 depremi ki ‘küçük kıyamet’ diye de bilinir… 109 cami ve 1070 ev yıkılmıştır. -Üstelik o zaman İstanbul’un bina stokunun yüzde doksanı ahşaptır- Diğeri de 1894’te gerçekleşmiş ve gerçek anlamda İstanbul’u adeta harap etmiş depremdir ki o depremde Kapalıçarşı tamamen yıkılmıştır.

Keza İstanbul’u yerle bir eden 1766 depremi var ki, aynı zamanda büyük bir tusunami yaşanmış, sular surları aşıp İstanbul’un birçok yerlerini basmıştır. Öyle şiddetli gerçekleşmiş ki mezar taşları bile kırılmıştır.

İstanbul’un, Toledu, Gırnata, İşbiliye, Budapeşte, Belgrat, Budin, Sofya, Selanik gibi yeniden Hıristiyan toplumların eline geçmesi için birilerinin can attığını çok iyi biliyorum. Ve birilerinin, Byzantium 1200 konseptiyle, İstanbul’u yeniden yapılandırma –minarelerden arındırma- hayalleri kurduklarını da biliyorum. Ve deprem gibi bir afeti böyle bir iş için kullanmaktan sakınmayacaklarını da…

(..)

Mehmet Ali Bulut’un yazısından da anlaşılacağı üzere; küresel güçler İstanbul’u elimizden almak için suni bir deprem yapabilirler..

Peki bu mümkün mü?

Milliyet Gazetesinden Tunca Bengin, 19 Eylül 2000’de “Yapay sarsıntı” yapılabileceğine dair yazısında, 2002 yılında vefat eden Prof. Dr. Aykut Barka’nın;

“Fay hattının kırılması patlayıcı ile değil sıvı enjekte edilerek olur.

1970’li yıllarda Amerika’da böyle bir araştırma yapıldı. Ama belli bir noktada bırakmak zorunda kaldılar. İstanbul için son derece riskli bir olay. Durduk yerde 7.2’lik bir sarsıntının sorumluluğunu kim alabilir?” sözlerine yer veriyordu.

Tabi araştırmama devam ederken;

Şu sıralar FETÖ/PDY ile olan iltisakı yüzünden yurtdışına kaçan Nuh Gönültaş, 13 Haziran 2003’te Nazlı Ilıcak’a ait Tercüman gazetesinde;

“Genelkurmay’ın, deprem silahlarının varlığını kabul ettiğini, yapay depremlerin kitle imha silahı olarak kullanımı konusunda personelini bilgilendirdiğini ve depremi tetikleyici silahların bilinenden daha ileri düzeyde olduğunu” iddia ediyordu.

Gönültaş’ın elinde bulunan Harp Akademileri Bülteni’nde, bir Yarbay’ın yazdığı deprem tetikleyici silahların çetelesi şöyle: “Deprem Tetikleme Silahı (Earthquake Triggerin Weapon) EWT, Elipton silahı, Yüksek Frekans Aktif Kutupsal Işık Geliştirme Projesi, elektromanyetik Deprem Tetikleyici Silah Teknolojisi, Elektromanyetik ateş Topu, Nükleer Silahlar.”

Gönültaş ayrıca, “deprem silahlarının varlığı bilimsel olarak ispatlanamayacağını ancak Rus Siyasetçi Vilademir Jirinovski tarafından Elipton Silahı olarak açıklanan silah sisteminin yerçekimi girişimi ile ilgili bir silah sistemi olduğu ve bu silah sisteminin kullanılmasıyla deprem meydana gelmesi arasında bir irtibat bulunduğu belirtilmektedir. Çekiç olarak adlandırılan bu silah ile Ermenistan depreminin başlatıldığı ve yerkabuğunda birikmiş gerilimin bulunduğu bölgelerdeki yer çekimi ivmesinin değiştirilerek depremlerin başlatıldığı”nı ileri sürülmektedir.”

Gönültaş, Harp Akademileri Bülteni’ndeki makaleyi yazan Yarbay’ın “yapay deprem yaratılarak kitle imha silahı olarak kullanılması konusunda henüz bilimsel anlamda bir delil bulunmadığını ancak bilimsel anlamda delilin olmamasının bu tür silahların olmayacağı anlamına gelmeyeceğini” iddia ettiğini yazıyordu.

Yazının bu kısmında size küçük bir sürprizim var!..

Bilin bakalım Nuh Gönültaş’a konu ile ilgili detaylı bilgileri kim vermiş?

Kim mi?

Aydoğan Vatandaş!..

Yani nam-ı diğer cemaatin twitter fenomeni Fuat Avni..

Hani şu Ergenekon Terör Örgütü adını ilk kez kullanan ve Fethullah Gülen’in “Süper çocuğu” olarak bilinen FETÖ’cü terörist.

Meğer Aydoğan Vatandaş’ın “HAARP-KIYAMET TEKNOLOJİSİ” adlı bir kitabı varmış. Bu kitapta 17 Ağustos 1999 Gölcükte meydana gelen depremin gizlenen gerçeklerinden bahsediyormuş.

Tabi gizlenen gerçek tahmin ettiğiniz gibi “Yapay Deprem”!..

Aydoğan Vatandaş’ın kitabından özet olarak alınan ve “17 AĞUSTOS 1999 DEPREMİ BİLİNMEYEN VE GİZLENEN GERÇEKLER” başlığıyla internette yayımlanan uzunca bir makale var. Özetin özetini yayımlayacağım yazının tamamına bu linkten ulaşabilirsiniz.

https://bilinmeyenler.wordpress.com/2007/07/07/17-agustos-1999-depremi-bilinmeyen-ve-gizlenen-gercekler/

(NOT: Vakti olanların önce linki verilen yazıyı okumaları, ardından benim yazıma devam etmelerini tavsiye ederim!..)

Aydoğan Vatandaş yani namı-ı diğer Fuat Avni kitabında; Sırp asıllı Amerikalı bilim adamı ve mucit Nicola TESLA tarafından “düşük frekanslı elektromanyetik ışınımla yüksek enerji nakli” tekniğinden yararlanılarak ABD ve İsrail’in “TESLA Deprem Makinesini” geliştirdiği ve bu makineyi Kaliforniya San Andreas fay hattında meydana gelebilecek ve Amerikan ekonomisine çok büyük zarar vermesi beklenen olası bir depremin etkilerini test etmek için kullanmaya karar verdiklerinden” bahsediyor. Tabi bu test için en uygun fay hattı; Kaliforniya San Andreas fay hattıyla benzerlik gösteren Kuzey Anadolu Fay hattı.

ABD ve İsrail zaman kaybetmeden planı uygulamaya koyulur ve İsrailli subaylar Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez, 17 Ağustos 1999 tarihindeki Donanma Komutanlığı’nda düzenlene rütbe devir teslim törenine katılılar.

Çünkü, yüksek askeri gizlilik gerektiren Tesla Deprem Makinesi ve donanımlarının    taşınması ve kurulum vazifesi İsrailli uzmanlara verilmişti. Denizaltılarla Gölcük Üssüne getirilen sistem yeraltı-denizaltı korunaklarına kurulur. Haliyle Türk makamları detaylardan haberdar değildir. Bunu İsraillilerle yürütülen askeri tatbikatın bir parçası olarak düşünürler.

Aydoğan Vatandaş’a göre, böyle bir makinenin test edileceğini, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakanı Bülent Ecevit ve Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun bildiğini, fakat olası İstanbul merkezli bir deprem ihtimaline karşı gece şartlarında “elektro-sismik haberleşme tatbikatı” yapılacağını sanmaktadırlar.

İsmi “Gece Şahini Tatbikatı” (Operation Night Hawk) olan operasyon için gece saat tam 03:00’te düğmeye basılır, uzay filmlerini andıran devasa cihazlar çalışmaya başlar. Tesla Deprem Makinesi’nin tetiklediği deprem 45 saniye sürer ve beklenenin 10,000 kat üstünde bir güçle her şeyi yerle bir eder. On binlerce insan enkaz altında can çekişirken, İsrailliler “Q planı” devreye sokup geride koca bir enkaz ve binlerce ceset bırakıp kaçar.

İsraillilerin “Q planı” ise; bölgedeki tüm haberleşme ve elektrik enerjisi sistemlerini felç etmek.

Bu size 31 Mart 2015’te tüm yurtta yaşanan elektrik kesintisini hatırlatmış olmalı..

Olay yetkililerce “aşırı yüklenme” diye izah edilse de dönemin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız bunun bir “siper saldırı” olabileceğini söylemişti.

Tekrar Fuat Avni’nin kitabına dönersek; Patlamadan 4 dakika sonra İsrail Ben Gurion’un Lod askeri havaalanından 4 adet savaş uçağı eşliğinde 2 nakliye uçağı havalanır. 2 dakika sonra da İsrail Deniz Kuvvetleri ve NATO Güney Deniz Saha Komutanlığı’na bağlı tüm birlikler DEFCON-4 acil durumuna geçirilir, Amerikan 6’ncı filosuna bağlı gemiler de Pentagon’un emriyle rotalarını İstanbul’a çevirmiştir.

Bu sırada, Deprem Makinesinin denediğini anladıktan sonra yardım için gelen Rus gemisi de boğazdan içeri alınmaz. Çünkü patlamadan sonra etrafa dağılan Tesla Deprem Makinesinin parçaları henüz toplanmamıştır.

Furkan Dergisi, Temmuz 1999 sayısında, “Gölcük askeri tesislerinde garip olayların meydana geldiğini ve mühimmat depoları içinde siyahi ziyaretçilerin görüldüğünü” iddia etmiş..

Tabi diğer bir iddia da, önceki depremlerde bir benzerine rastlanmayan ve Gölcük’ten İstanbul Avcılar’a kadar geniş bir alanda insanlar tarafından görülen “Ateş Topu”. Ne olduğu hala açıklanamayan parlaklık, Aydoğan Vatandaş’a göre makinenin patlamasıyla ortaya çıkan enerjiydi. Türkiye’de 7.4 olarak ölçülen deprem, 8.’lik bir sarsıntıya karşı dayanıklı olarak imal edilen askeri tesisleri yerle bir etmişti. O patlamada kaç İsrailli askerin öldüğü, hiçbir açıklama yapılmadığı için hala muamma.

Vatandaş’ın kitabında bahsettiğine göre, ilginç bir şey daha olmuş. 20 Ağustos akşamı bir İsrail uçağının Ataköy açıklarında denize düştüğü duyurulmuş. Olaydan bir gün sonra Aydoğan Vatandaş’ı Deniz Kuvvetleri’nden bir dostu aramış, kanatları hasar gören uçak, düştükten kısa süre sonra teknesiyle o sırada Ataköy açıklarında olan balıkçı Abdullah KAPLAN tarafından kurtarılmış. Abdullah Kaplan olayı anlatırken: “Uçağın düştüğünü görünce derhal yardıma gittik. Uçağın kanatları yara almıştı. Hemen uçağı bağladık ve Zeytinburnu limanına çektik. Teşekkür beklerken küfür yedik. Ne olduğunu bile anlamadık.” demiş.

Kaza o gece o bölgede görev yapan Sahil Güvenlik 4. Botunun sorumluluk alanındaymış fakat onlar bu konuyla ilgilenmemiş. Olay yerine gelen televizyon ekipleri ise çekim yapmaktan vazgeçmişler. Abdullah Kaplan, olayı Kumkapı’daki Gümrük Muhafaza’ya iletmiş fakat onlarda tutanak tuttuğuna pişman olmuş. O gece ne olduğuna kimsenin anlam veremediği kazaya karışan uçağın sahibi İsrail asıllı biriymiş.

Fuat Avni mahlaslı Aydoğan Vatandaş’ın yazdıklarının ne derece gerçeklik payı var bilmiyorum. Belki de sıradan bir komplo teorisidir bu yazılanlar.

Fakat başarısız darbe girişiminin ardından 14 Ağustos ile tehdit ettiklerine göre bildikleri bir şey var.

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, bir siber saldırıdan bahsetti ve gerekli tedbirleri aldıklarını söyledi. Peki, bu saldırı ihtimalleri ve tedbirleri arasında “deprem” ile ilgili bir çalışma var mı?

Öyle ya,

Gülen “deprem” diyor, Le Figaro “deprem” diyor, Gülen’in süper çocuğu Aydoğan Vatandaş “yapay deprem” ile ilgili kitap yazıyor.

Hatırlanacağı üzere yazının başında Mehmet Ali Bulut’un makalesinden yaptığım alıntıda, depremin bir kitle imha silahı olduğundan bahsediliyordu. Haiti’de olduğu gibi deprem bahane edilerek NATO ve Amerika’nın, Türkiye’ye asker gönderip bir nevi istila girişiminde bulunma ihtimali yok mu?

Avrupalı dostlarımız(!)’ın darbede kalkışmasından sonra yaptıkları açıklamaların küstahlık derecesine vardığına bakılırsa, müdahale ihtimal dahilinde. İşte bu ihtimal tam da Fethullah Gülen’in “Türkiye’ye müdahale edin” çağrısıyla bağdaşıyor.

Bence;

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan 9 Ağustos’ta Putin ile görüşmek üzere Rusya’nın St. Petersburg şehrine yapacağı ziyarette, uçak krizi sonrası “Türkiye’ye atom bombası atalım” dese de, daha sonra dostane ve yapıcı mesajlar gönderen ve yazının başında ismi geçen Rus siyasetçi Vladimir Jirinovski ile bir görüşme tertip etmeli. Ve, bu komplo teorisinin aslının olup olmadığını ilk ağızdan öğrenmeli. Tabi 14 Ağustos’tan önce kamuoyuna yapay depremler ile alakalı geniş bir izahat yapılmalı.

Zira Fethullahçı teröristlerin ne kadar alçalabileceğine, ne tür ihanetler içerisinde yer alabileceklerine, sivilleri uçaklarla, helikopterlerle bombaladıklarında şahit olduk.

***

Rabbim, zalimlere ve ülkemiz üzerinde kötü emelleri olan şer odaklarına fırsat vermesin!..

yeniakit.com.tr

Talebelerin Ölümü

KOMPLO TEORİLERİ NEREDEN GELİYOR?

Evet, Enbiya suresi 35. ayetkullu nefsin zaikatülmevt” yani her nefis ölümü tadacaktır diyor. Bu dünyaya gelen her canlı buradan ayrılacaktır. Kimin nerede, nasıl ve ne zaman öleceğini ancak Allah bilir. Her kişinin ölüm nedeni de farklı farklıdır. Kimi savaşta ölür kimi barışta, kimi hastalıktan ölür kimi kazadan. Ama insanın insanı sebepsiz yere öldürmesi İslamda büyük bir günahtır.

Maide suresi 32.ayet de şöyle söylüyor:

“Kim, bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir nefsi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur.”

Son günlerde ülkemizde yaşanan olaylarda 238 şehit ve 2191 yaralı gazimiz mevcut idi, inşallah şehit sayıları artmaz. Buna sebep olanlar topluma büyük bir şok yaşattılar. Kendilerini dini bir cemaat gibi gösteren ve yıllardan beri devlet içine yuvalanan bu grup, başlarda yurtiçinde ve dışında eğitime önem verip okullar, Üniversiteler açan, Türkçe olimpiyatlar düzenleyen bir hareket iken sonunda silahlı bir terör örgütüne dönüştü ve FETÖ ismiyle adlandırıldı.

Şimdi anlaşıldı ki ülke içinde birçok zulüm işledi, Ergenekon ve Balyoz davalarıyla kendinden olmayan askerlere karşı kumpas kurdu, onların ordudan atılmalarına veya haksız yere hapis yatmalarına neden oldular.

Ve 15 Temmuz 2016 da bu ülkede darbeye kalkışarak birçok masum insanı şehit ederek cinayet işlediler. Mahkemeler bu cinayetleri ve zulümleri işleyenleri, onlara emir verenleri, azmettirenleri ve arkasında olan dış güçleri ve devletleri elbette ortaya çıkaracaktır. Kamuoyuna yansıyan itiraflar, bunun ucunun F.Gülen’e kadar gittiğini gösteriyor. O da yıllardan beri ABD nin Pensilvanya eyaletinde oturmakta ve CIA elemanlarıyla Gülen hareketinin adamları devamlı irtibat halinde bulunmaktadır.

Bütün bu olaylar yaşanırken basında bazı haberler çıkmakta, Bediüzzaman’ın yaşayan talebelerinden “abiler” olarak bilinen grubun son yıllarda peş peşe ölümlerini bu hareketle ilişkilendirmek isteyen siyasi bazı kişiler, bunu ima eden beyanatlar vermektedir. Bunlarda doğruluk payı olabilir mi yoksa bir komplo teorisi midir?

Bu soruya cevap vermeden önce son yıllarda vefat eden ağabeylerin ölüm nedenleri ve tarihlerine panoramik bir bakış atalım:

1-Bayram Yüksel(1931-1997): 19 Kasım 1997 de, 66 yaşında Bulgaristan’da Sofya yakınlarında geçirdiği bir trafik kazasında vefat etti. Beraberinde Ali Uçar ve Mehmet Çiçek de vefat etti. Barla mezarlığına defnedildi.

2-Mustafa Sungur(1929-2012): 83 yaşında vefat etti, İstanbul’da Fatih Üniversitesi hastanesinde vefat etti.  66 gün boyunca hastanede yattı beyin damarlarındaki daralmadan dolayı felç geçirmişti. 2 sene önce sağ tarafından, bu son kaldırıldığında da sol taraftan felç gelçirmişti. Son 15 gün boyunca felce ilaveten de akciğer yetmezliği olmuştu. Makineye bağlandı, 4 gün boyunca narkoz verildi, dört günün sonunda narkoz kesild,4 gün sonra da uyanması beklendi. Fakat uyanmadı.

3-Abdülkadir Badıllı:(1936-2014): 78 yaşında Ankara Gazi Üniversitesi hastanesinde vefat etti. 2011 yılında fıtık ameliyatı geçirmişti. 2013 yılında Ş.Urfa Harran Üniversitesinde kalın barsak tıkanması nedeniyle ameliyat edilmiş ve barsaklarının  büyük bir kısmı alınmıştı. Ayrıca eskiden beri böbrek yetmezliği vardı. Bilahere Ankara’ya sevk edilen hasta orada bir daha ameliyat edilmiş ve dışarı alınan barsaklar içeriye konmuştu.

2014 yılında ciğerlerinde su toplaması ve nefes darlığı nedeniyle son defa yatırıldığı Gazi Üniversitesi hastanesinde yapılan tedavilere rağmen 26 Aralık’ta vefat etti.

4-Ahmet Aytemur:(1924-2016): İstanbul Ataşehir Memorial Hospital’de bir süredir tedavi altındaydı. Solunum cihazına bağlı olan ve yaşına bağlı olarak organ fonksiyonlarında yetersizlik söz konusu idi.1 Şubat’da 92 yaşında vefat etti.

5-Said Özdemir(1927-2016):89 yaşında Ankara’da 27 Şubat’da vefat etti, 10 gün önce de eşi vefat etmişti. Hafta başında zatürre ve böbrek yetmezliği nedeniyle Ankara Numune hastanesine kaldırılan ve yoğun bakıma alınan Said Özdemir diyalize alınmıştı. Maalesef uygulanan tedaviye cevap vermeyince sabaha karşı hayatını kaybetmişti.

6-Abdullah Yeğin(1924-2016): 92 yaşında, 7 Temmuz da İstanbul Güngören hastanesinde kalp yetmezliğinden vefat etti. Uzun süredir tedavi altında idi. Zaman zaman hastaneye yatıp çıkıyordu.

Son yıllarda vefat eden “M.Sungur, A.Badıllı,A.Aytemur,S.Özdemir ve A.Yeğin abiler kamuoyunda Gülen hareketine karşı olmaları ve mevcut iktidarı desteklemeleriyle bilindiler. Risale-i Nurların sadeleştirme adı altında bozulmalarına hep karşı çıktılar, bunu yapan F.Glülen’i uyardılar ancak onlar yine bildiklerini işlediler. Bu nedenle Gülen hareketiyle araları hiçbir zaman iyi olmadı.

Şimdi kamuoyunda FETÖ’nün yaptığı başarısız darbe hareketinden sonra ağabeylerin ölümlerinde onların parmağı olabileceği gibi ifadeler bazı siyasi kişiler tarafından dile getirilmektedir.Bunlara nasıl bir cevap verilebilir?

1-Gülen hareketi kendini bu ülkede bir darbe yapmak için uzun yıllar hazırlamış ve uygun bir zaman beklemektedir.

2-Abilerin bütün karşı çıkışlarına rağmen onları ve Bediüzzaman’a bağlı Risale-i Nur talebelerini hiçe sayarak sadeleştirme hareketine devam etmişler ve bu tür kitapları bastırmışlar ve satmışlardır.

3- Vefat eden ağabeylerin yaşlarına bakıldığında 80 li 90 lı yaşlara kadar gelmişler ve her birinin de ayrı ayrı hastalıkları vardır. Farklı illerde ve hastanelerde vefat etmişlerdir.

4-Türkiye İstatistik kurumunun verilerine göre Türkiye genelinde, 50 yaşında olan bir kişinin kalan yaşam süresi ortalama 30,6 yıldır. Erkekler için bu süre 28,3 yıl iken, kadınlarda 32,9 yıldır. Başka bir deyişle erkekler en fazla 78.3 yaşına kadar yaşayabileceklerdir.

5-2016 yılını darbe yapma yılı olarak karar vermiş bir hareket kendisine hiçbir şekilde mani olamayan kişileri öldürmeyi niçin göze alsın? Çok büyük dünyevi hedefleri olan bu hareket şüpheleri üzerine niye çeksin?

6- Hukukta kanıtsız şeyler birer iddiadır, değeri yoktur. Kimin bir kanıtı varsa söylesin, herkes duysun öğrensin. Ülkenin çok önemli sorunları varken su-i zan üzerine kurulan bir komplo teorisi ile zihinleri meşgul etmek lüzumsuz bir şey değil midir?

7-Allah bu milleti bir daha böyle darbelerden korusun, bu ülkenin birliğine ve dirliğine göz diken ve kan dökmekten zevk alan FETÖ, PKK, PYD ve DAEŞ gibi bütün terör örgütlerinin şerrinden korusun, onları Kahhar ismiyle kahretsin, amin.

8- Bizlere de feraset versin, dostu düşmanı zamanında tanıma yeteneği versin, amin.

Dr.Selçuk Eskiçubuk