Etiket arşivi: fütur

Ramazan’dan Sonra Gelen Büyük Tehlike!

ramazandan-sonra-gelen-buyuk-tehlikeİnsanı adım adım kulluğun zirvesine taşıyan, aşkın, şevkin en üst düzeyde yaşandığı aynı zamanda maddi ve manevi hayatımızı da düzene sokan Ramazan ayının da içinde bulunduğu üç ayları geride bıraktığımız şu günlerde bizleri bekleyen en büyük tehlikelerden birisini Bediüzzaman Hazretleri “yorgunluk ve şevkte bir fütur” olarak ifade eder.

Manevi hayatın bozulmasının maddi hayatımıza da tesir ettiğini belirten Üstad Hazretleri, üç aylarda yapılan ibadetlerin manevi hayatımızı güzelleştirdiğini, safileştirdiğini belirtir.

Kastamonu Lahikası’nda geçen mektubunda Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri Risale-i Nur talebelerine şu uyarılarda bulunur:

Ben hem kendimde, hem bu yakındaki Risale-i Nur talebelerinde şuhur-u muharremeden sonra bir yorgunluk ve şevkte bir fütur görüyordum. Sebebini vazıhan bilmiyordum. Şimdi, eskide söylediğim tahmini sebep, hakikat olduğunu gördüm. Şöyle ki:

Nasıl maddi hava fena ise, fena tesir ediyor; manevi hava da bozulsa, herkesin istidadına göre bir sarsıntı verir. Şuhur-u selase ve muharremede alem-i İslamın manevi havası, umum ehl-i imanın ahiret kazancına ve ticaretine ciddi teveccühleri ve himmetleri ve tenvirleri o havayı safileştiriyor, güzelleştiriyor, müthiş arızalara ve fırtınalara mukabele ediyor. Herkes o sayede ve sayesinde derecesine göre istifade eder. Fakat o şuhur-u mübareke gittikten sonra, adeta o ahiret ticaretinin meşheri ve pazarı değiştiği gibi, dünya sergisi açılmaya başlıyor. Ekser himmetler, bir derece vaziyeti değişiyor. Havayı tesmim eden buharat-ı müzahrefe o manevi havayı bozar. Herkes derecesine göre ondan zedelenir.

Bu havanın zararından kurtulmak çaresi, Risale-i Nur’un gözüyle bakmak ve ne kadar müşkilat ziyadeleşse, kudsi vazife itibarıyla daha ziyade ciddiyet ve şevkle hareket etmektir. Çünkü başkaların füturu ve çekilmesi, ehl-i himmetin şevkini, gayretini ziyadeleştirmeye sebeptir. Zira, gidenlerin vazifelerini de bir derece yapmaya kendini mecbur bilir ve bilmelidirler.

Risale Ajans

Bediüzzaman Yaz Aylarındaki Tehlikeye Şu Şekilde Dikkat Çeker

Yaz Aylarındaki Gaflet Tehlikesi

Yaz sıcaklarının kendisini hissettirmesiyle beraber insanların fizyolojik yapılarıyla orantılı olarak, psikolojik durumları da etkilenmektedir. Özellikle mevsim dönümleriyle beraber, vücudumuzda birtakım değişiklikler meydana gelmekte. Kimi insanlarda “yaz yorgunluğu” olarak ta bilinen bir takım rahatsızlıklara yol açmaktadır. Yaz ayları özellikle İman ve Kur’an hizmetinde çalışanlar içinde tehlikeli bir dönemdir. Maddi havanın bozukluğu insanların manevi hayatlarına da tesir etmektedir.
Yaz ayının verdiği rehavet duygusuna dikkatleri çeken Bediüzzaman Hazretleri, Barla Lahikası’nda bir yaz ayına girerken talebelerini şöyle ikaz eder:
Aziz kardeşlerim,
Bahar ve yazın meşgaleleri, hem gecelerin kısalması, hem şuhur-u selasenin gitmesi ve ekser kardeşlerimin bir derece hisse alması ve daha sair bazı esbabın bulunması, elbette bir derece neş’eli kış dersine fütur verir. Fakat onlardan gelen fütur, size fütur vermesin. Çünkü o dersler, ulum-u imaniyeden olduğu için, bir insan yalnız kendi nefsine dinlettirse yeter. Bahusus, siz daima bir-iki hakiki kardeşi de bulursunuz.
Hem o dersi dinleyenler yalnız insanlar değil. Cenab-ı Hakk’ın zişuur çok mahlukatı vardır ki, hakaik-i imaniyenin istimaından çok zevk alırlar. Sizin o kısım arkadaşınız ve müstemileriniz çoktur.
Bediüzzaman Hazretleri, yaz aylarında insanlarda oluşabilecek rehavete dikkat çekerek bir-iki kişiyle dahi olsa derslere ve hizmete devam edilmesi yönünde talebelerini ve bizleri uyarır. Yine Barla Lahikası’nda geçen bir mektubunda yaz aylarında oluşan rehavete şu şekilde dikkat çeker:
Bilirsiniz ki, yaz mevsiminde dünya gafleti ziyade hükmeder. Ders arkadaşlarımızın çoğu fütura düşüp tatil-i eşgale mecbur oluyor. Ciddi hakaikle tam meşgul olamıyor. Cenab-ı Hak, kemal-i rahmetinden, iki senedir ciddi hakaike nisbeten yemişler, fakiheler nev’inden tevafukat-ı latifeyle ezhanımızı taltif etti, zihnimizi neş’elendirdi. Kemal-i merhametinden o tevafukat-ı latife meyveleriyle, ciddi bir hakikat-i Kur’aniyeye zihnimizi sevk etti ve ruhumuza, o meyveleri gıda ve kut yaptı. Hurma gibi, hem fakihe, hem kut oldu. Hem hakikat, hem ziynet ve meziyet birleşti.
Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere yaz mevsiminde gafletin ağır basmasıyla ve bir takım meşguliyetlerin artması bir çok insanı neşeli kış derslerinden alıkoymaktadır. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri son olarak böyle bir fütur yaşanması durumunda özellikle İman hizmetiyle meşgul olanlara şu hatırlatmayı yapar:”
Hizmette halisane çalışanlara fütür geldiği vakit şefkatli bir tokat yerler, intibaha gelerek yine o hizmete girerler.”
Risale Ajans

Dikkat! Yaz mevsimi geliyor..

Bediüzzaman Hazretleri (R.A.) yaz mevsimi ile beraber gelen maddi ve manevi rehavete karşı bizleri uyarmış ve vazifelerde atalet göstermememiz için  vazifemizin ehemmiyetini ihtar eden, gayemize hasr-ı nazar ettiren şu izahları yapmış:

Aziz, sıddık kardeşlerim!

[Bir suale mecburî cevabın tetimmesidir.]

Bu yaz mevsimi, gaflet zamanı ve derd-i maişet meşgalesi hengâmı ve şuhur-u selâsenin çok sevablı ibadet vakti ve zemin yüzündeki fırtınaların silâhla değil, diplomatlıkla çarpışmaları zamanı olduğu cihetle; gayet kuvvetli bir metanet ve vazife-i nuriye-i kudsiyede bir sebat olmazsa, Risale-i Nur’un hizmeti zararına bir atalet, bir fütur ve tevakkuf başlar.

Aziz kardeşlerim, siz kat’î biliniz ki: Risale-i Nur ve şakirdlerinin meşgul oldukları vazife, rûy-i zemindeki bütün muazzam mesailden daha büyüktür. Onun için dünyevî merak-aver mes’elelere bakıp, vazife-i bâkiyenizde fütur getirmeyiniz. Meyve’nin Dördüncü Mes’elesini çok defa okuyunuz, kuvve-i maneviyeniz kırılmasın.

Evet ehl-i dünyanın bütün muazzam mes’eleleri, fâni hayatta zalimane olan düstur-u cidal dairesinde gaddarane, merhametsiz ve mukaddesat-ı diniyeyi dünyaya feda etmek cihetiyle; kader-i İlahî onların o cinayetleri içinde, onlara bir manevî cehennem veriyor. Risale-i Nur ve şakirdlerinin çalıştıkları ve vazifedar oldukları; fâni hayata bedel, bâki hayata perde olan ölümü ve hayat-ı dünyeviyenin perestişkârlarına gayet dehşetli ecel celladının, hayat-ı ebediyeye birer perde ve ehl-i imanın saadet-i ebediyelerine birer vesile olduğunu, iki kerre iki dört eder derecesinde kat’î isbat etmektedir. Şimdiye kadar o hakikatı göstermişiz.

Elhasıl: Ehl-i dalalet, muvakkat hayata karşı mücadele ediyorlar. Bizler, ölüme karşı nur-u Kur’an ile cidaldeyiz. Onların en büyük mes’elesi -muvakkat olduğu için-, bizim mes’elemizin en küçüğüne -bekaya baktığı için- mukabil gelmiyor. Madem onlar divanelikleriyle bizim muazzam mes’elelerimize tenezzül edip karışmıyorlar; biz, neden kudsî vazifemizin zararına onların küçük mes’elelerini merakla takib ediyoruz. Bu âyet لاَ يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ اِذَا اهْتَدَيْتُمْ ve usûl-ü İslâmiyetin ehemmiyetli bir düsturu olan اَلرَّاضِى بِالضَّرَرِ لاَ يُنْظَرُ لَهُ Yani: “Başkasının dalaleti sizin hidayetinize zarar etmez. Sizler lüzumsuz onların dalaletleriyle meşgul olmazsanız.” Düsturun manası: “Zarara kendi razı olanın lehinde bakılmaz, ona şefkat edip acınmaz.” Madem bu âyet ve bu düstur bizi, zarara bilerek razı olanlara acımaktan men’ediyor; biz de bütün kuvvetimiz ve merakımızla vaktimizi kudsî vazifeye hasretmeliyiz. Onun haricindekileri malayani bilip, vaktimizi zayi’ etmemeliyiz. Çünki elimizde nur var; topuz yoktur. Biz tecavüz edemeyiz. Bize tecavüz edilse, nur gösteririz. Vaziyetimiz bir nevi nuranî müdafaadır.

Emirdağ Lahikası-1 ( 43 )

——————————————————————————————————————————————————

Biliniz ki; şu zamanda şu vazife-i imaniye çok mühimdir. Benim gibi, zaîf, fikri çok cihetlerle inkısam etmiş bir bîçareye yükletmemeli, elden geldiği kadar yardım etmeli. Evet, mücmel ve mutlak hakaik; biz, zahirî vesile olup çıkıyor. Tanzim ve tasfiye, tasvir ise; kıymetdar, muktedir ders arkadaşlarıma aittir. Bazan onlara vekaleten tafsilâta, tanzimata girişiyorum, noksan kalıyor.

Bilirsiniz ki; yaz mevsiminde dünya gafleti ziyade hükmeder. Ders arkadaşlarımızın çoğu fütura düşüp, ta’til-i eşgale mecbur oluyor. Ciddî hakaik ile tam meşgul olamıyor. Cenab-ı Hak kemal-i rahmetinden iki senedir ciddî hakaike nisbeten yemişler, fakiheler nev’inden tevafukat-ı latife ile ezhanımızı taltif etti, zihnimizi neş’elendirdi. Kemal-i merhametinden o tevafukat-ı latife meyveleriyle, ciddî bir hakikat-ı Kur’aniyeye zihnimizi sevketti ve ruhumuza o meyveleri gıda ve kut yaptı. Hurma gibi, hem fakihe, hem kut oldu. Hem hakikat, hem zînet ve meziyet birleşti.

Barla Lahikası ( 138 )

——————————————————————————————————————————————————

Sâniyen: Muvakkat bir fütur, bir tenbellik sizde ârız olduğunu yazıyorsunuz. Baharda kanın galeyanından gelen ve gecelerin kısalmasındaki uykusuzluğundan neş’et eden ve müstemi’lerin kalbleri işlere teveccüh etmelerinden tevellüd eden rehavet ve füturdan başka, meyanımızdaki münasebet-i ruhiyenin rabıtasıyla, musibetin eseri olarak bendeki sarsıntının size in’ikası ve sirayet etmesi mümkündür.

Merhum Abdurrahman’ın vefatı zamanında bilmediğim halde, o münasebet-i ruhiye cihetiyle fazla bir sarsıntıyı Ramazan-ı Şerifte hissettim. Şimdi anladım ki, şuurî ve ihtiyarî olmayan çok in’ikasat vardır.

Fakat kardeşim, sen şimdi iki vazifeyi görmekle mükellefsin: Biri, kardeşim Hulusi Bey’in vazifesini; biri de, evlâd-ı maneviyem ve biraderzadem ve bir dehâ-i nuranî sahibi olmak pek muhtemel olan Abdurrahman’ın vazifesi de size ilâve edildi. O benim hakikî bir vârisim idi. Yazdıklarımı ve malımı kendi malı telakki ederdi, öyle de sahib oluyordu. Sen de bundan sonra yazı ve sözleri, senin hocanın yazısı diye tutma; kendi malın ve senin sözlerindir bil, öyle sahib ol. Hakkı Efendi’ye söyle ki, o da kardeşim Abdülmecid yerinde kendini anlasın ve onun vazifesiyle mükellef olduğunu bilsin.

Barla Lahikası ( 249 )