Etiket arşivi: muhabbet

Maddiyat mı, muhabbet mi!

5 Aralık, 10 Muharrem Aşure günüydü. İnsanlık tarihinde, peygamberlerin hayatında önemli olayların gerçekleştiği kıymetli bir gündü. Peygamberimiz bu güne önem vermiş ve mutlaka oruçlu geçirmiş. Alimlerimizin bu günle ilgili tavsiyeleri var. Onlardan da yapabileceklerimizi yapmak güzel olur.

Rabbimizin değer verdiği bu güne değer vermek gerekir. Bugünlerle ilgili en sevaplı şeyler çocukları, fakirleri, tanıdıkları ve ev halkını sevindirmek olarak geçiyor kitaplarda. Bolca alışveriş yapıp ev halkını mutlu etmek, (aynı zamanda bütün yıl evde berekete sebep olacağı bildirilmiş) çokça selam vermek tavsiye edilmiş. Yani “muhabbeti artırın” tavsiyesi bunlar. Günler de sebep olarak bize sunulmuş.

Rabbimizin muhabbete verdiği değeri biz ne kadar veriyoruz? Birbirimize ne kadar muhabbetle davranıyoruz? Neyi ne kadar severek yapıyoruz? “Muhabbet” yaptığımız işin değerini, kalitesini artırır. Kalitenin, markanın çok önemli olduğu bir çağda yaşıyoruz. Aldığımız, kullandığımız ürünlerde, en iyisi olsun, istiyoruz da kendi kalitemizi artırmak için ne yapıyoruz? İşimizi, eş ya da anne-baba olmayı ne kadar muhabbetle yapıyoruz?

Maddi kalitelerin istilasından kurtulup manevi kalitemizi artırmak için ne yapmalıyız, bunun derdinde olmalıyız oysa. İş, para, güzellik, zeka, güç, mevki, manevi hayatımız için en büyük tehlikeler, eğer kendimizi onlara kaptırırsak. Çünkü bunlar şeytanı Allah(c.c) rahmetinden kovduran kibre sebep oluyor. “Kibir” sevdiklerimizin gönlünden düşmemizin de en önemli nedeni.

Maddi kaliteler kibrimizi coşturuyor. Oysa onlar için ne bedeller ödeniyor. Mesela erkek daha lüks bir araba almak için borca giriyor. Eşinin çocuklarının isteklerini çoğu zaman oflaya puflaya söylenerek alıyor. Aile saadetini bozacak araba ferari olsa neye yarar? Son bineğimiz tabut olduktan sonra. Diğer tarafa götüreceğimiz yükün değerini muhabbet belirledikten sonra. Hangi araba muhabbetten daha kıymetli olabilir?

Ya da daha iyi bir mahalle de daha iyi bir ev alalım, diye girilen borçlarla, o borçların stresiyle eşler birbirlerine hayatı zindan ediyorlar.

Kadınlar, perdeyi değiştirmek, yeni salon takımı almak gibi pek çok şey için evin huzurunu riske çok rahat atabiliyorlar.

Hele evlilik öncesi istekler daha yolun başında erkek tarafını evlenmek istediğine pişman edebiliyor. Kız tarafı her şey en kalitesinden (en pahalısı oluyor aynı zamanda) olsun istiyor. Bazen sırf eşya meselesi yüzünden düğün haftası ayrılan çok çift var. Ya da daha bir araya gelmeden birbirlerinden buz gibi soğuyorlar da “bu saatten sonra ayrılmak ayıp” olur diye yola devam edenler var. Takılan takılar, alınan eşyalar beğenilmeyince iki tarafın ailesi birbirinden nefret ediyor. Yeni evlilerin çoğu yola muhabbetle değil, bir ton dertle, sorunla çıkıyorlar. Sonra evliliği bir türlü toparlayıp muhabbetti yakalayamıyorlar.

Oysa iki tarafta “eşya kalitesi” ile uğraşana kadar “kendi kalitelerini artırmak” için uğraşsalar, o zaman yola doğru adımlarla çıkmış olurlar. Genç kız “Ben iyi bir eş olmak için neleri bilmeliyim, neleri yapmalıyım?

Erkek “İyi bir koca olmak için nasıl davranmalıyım, ne yapmalıyım?” diye kafa yorsa kendilerini geliştirseler, manevi kalitelerini artırsalar o zaman mutlu olurlar ancak. Muhabbetli evlilikler o zaman ortaya çıkar.

Çoğu zaman mutluluğumuzla kumar oynuyoruz. Kibirle, hırsla, inatla oynuyoruz. Keyfi zevklerin, hırsların karşısına muhabbet gibi çok kıymetli bir şey koyuyoruz. Kaybedince de “mutlu değilim” diye sızlanıp duruyoruz.

Pek çok değişimin başlangıcı olan Aşura günü bizler için de maddiyattan maneviyata, muhabbete bir dönüş olsun inşallah. Dualarımız muhabbet için olsun.

Sema Maraşlı / Haber 7

Muhabbetten Muhammed Oldu Hâsıl

Muhabbetten Muhammed Oldu Hâsıl. Muhammedsiz Muhabbetten Ne Hâsıl

Rahman ve Rahim olan Hâkim-i Zülcelâl; Af ve bağışlama ile ilgili Âyet-i Kerime’de insanlara şöyle emir buyurmaktadır:

”Eğer onları affeder, kusurlarına bakmaz ve bağışlarsanız, şüphesiz ki Allah da çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.” (Teğabün Sûresi: 64.14.)

Resülullah (a.sm.)’ma :En efdal insan kimdir?” diye sorulmuştu. “Kalbi mahmüm (pak), dili doğru sözlü olan herkes” buyurdular.

Ashap: “Doğru sözlülüğün ne demek olduğunu biliyoruz. Mahmüm’ül kalb ne demektir?” diye sordu. ” (Mahmüm’ül kalb), Allah’tan korkan tertemiz kalptir, içinde günah yoktur, zulüm yoktur, kin yoktur, hased yoktur” buyurdular. (Kütüb-i Sitte, 7256

Suçludan öç almak adalet, onu bağışlamaksa fazilettir. (Molla Cami)

Yirmi ikinci mektup, Uhuvvet Risalesinde İman ve İslam kardeşliğinin nasıl olması gerektiğini en güzel şekilde altı vecihle açıklamıştır. Dördüncü vecih, üçüncü düstur’da uhuvvetle ilgili Müceddid-i din ve o şerefe Cenab-ı Hakkın nail ettiği Üstad Bediüzzaman şöyle açıklıyor:

Üçüncü Düstur: Adâvet etmek istersen, kalbindeki adâvete adâvet et, onun ref’ine çalış. Hem en ziyade sana zarar veren nefs-i emmârene ve hevâ-i nefsine adâvet et, ıslahına çalış. O muzır nefsin hatırı için mü’minlere adâvet etme. Eğer düşmanlık etmek istersen, kâfirler, zındıklar çoktur; onlara adâvet et. Evet, nasıl ki muhabbet sıfatı muhabbete lâyıktır. Öyle de, adâvet hasleti, her şeyden evvel kendisi adâvete lâyıktır.

Düşmanlık etmek istersen kalbinde ki kötü hasletlerine düşmanlık et, onlardan uzak kalmaya çalış. İnsana en fazla zarar veren nefs-i emaresidir. İşte insan evvela içindeki nefsini terbiye etmekle meşgul olması gerekir. Kendi nefsinin hatırı için mü’min kardeşine adavet edemez. İmtihan olarak verilen nefsin en kötüsü olan nefs-i emare ve seni kötü düşündüren duygularınla oynayıp hak yolundan saptıran, kendini hep haklı gösteren, nefsinin terbiyesi için uğraşmak en doğrusudur.

Bizim en büyük düşmanımız nefsimizdir. Seni Allah yolundan ayıran ve dünya sefahatine yönlendiren enaniyetini kabartıp kötü yola sürükleyen nefsin için bir mü’min kardeşine düşmanlık beslemek insafsızlıktır. Eğer düşmanlık etmek gerekirse kâfirler zındıklar çoktur. Onlara adavet et, Bir mü’min, başka bir mü’min kardeşiyle uğraşmaz. Muhabbete muhabbet, Adavete de adavet etmek lazımdır.

Eğer hasmını mağlûp etmek istersen, fenalığına karşı iyilikle mukabele et. Çünkü eğer fenalıkla mukabele edersen, husumet tezayüd eder. Zâhiren mağlûp bile olsa, kalben kin bağlar, adâveti idame eder. Eğer iyilikle mukabele etsen, nedâmet eder, sana dost olur.

“İyi ve izzetli birine iyilik edersen, onu elde edersin. Kötü birine iyilik edersen, o daha da azar.” (Mütenebbi’ye aittir.)

hükmünce, mü’minin şe’ni, kerîm olmaktır. Senin ikramınla sana musahhar olur. Zâhiren leîm bile olsa, İmân cihetinde kerîmdir. Evet, fena bir adama “İyisin, iyisin” desen iyileşmesi ve iyi adama “Fenasın, fenasın” desen fenalaşması çok vuku bulur. Öyleyse, gibi desâtir-i kudsiye-i Kur’âniyeye kulak ver. Saadet ve selâmet ondadır.

”Boş sözlerle, çirkin davranışlarla karşılaştıkları zaman, izzet ve şereflerini muhafaza ederek oradan geçip giderler.” (Furkan Suresi: 25.72.)

Türkçe mevlid-i şerifin yazarı Süleyman Çelebi, Resulullah (asm) efendimize olan muhabbetini şöyle belirtilmektedir.

“Muhabbetten Muhammed Oldu Hâsıl. Muhammedsiz Muhabbetten Ne Hâsıl?”

Muhabbet hissi muhabbet doğurur. İslam dünyasında zayıflığın en önemli sebebi husumet ve düşmanlıktır. Düşmanlığın ve nefretin kaynağı, insanın kendini beğenmesidir. Farkında olmadan başkalarına da zarar verebilir. Düşmanı mağlup etmek istersen, kötülüklerine karşı iyilikle mukabele etsen sana dost olur. Eğer kötülükle mukabele edersen o zaman kin ve husumet araya girer, adavet devam eder. Gerek birey, gerek toplumsal olarak insanların saadet ve selameti ancak karşılıklı muhabbet ve sevgi ile olur.

Rüstem Garzanlı / DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Biz Muhabbet Fedaileriyiz

“Biz Muhabbet Fedaileriyiz Husumete Vaktimiz Yok”

Uhuvvet Risalesinde İman ve İslam kardeşliğinin nasıl olması gerektiği en güzel şekilde altı vecihle açıklanmıştır. Birinci ve ikinci vecih bir önceki yazımızda izah edilmiştir.

Üçüncü Vecih : Mubelliğ-i a’zam, bediül beyan, üstad Bediüzzaman şöyle izah etmektedir.

Adalet-i mahzâyı ifade eden “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.” En’âm Sûresi: 6:164. sırrına göre, bir mü’minde bulunan câni bir sıfat yüzünden, sair mâsum sıfatlarını mahkûm etmek hükmünde olan adâvet ve kin bağlamak, ne derece hadsiz bir zulüm olduğunu; ve bahusus bir mü’minin fena bir sıfatından darılıp, küsüp, o mü’minin akrabasına adâvetini teşmil etmek…

Tam ve eksiksiz adalet, ferdin cüz’i hakkını bütün insanlık için olsa feda etmeyen adalet demektir. Bir masumun hakkı bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir fert, umumun selameti için dahi feda edilmez. Cenab-ı hakkın nazar-ı merhametinde hak, haktır. Küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük büyük için iptal edilmez. Bir cemaatın selameti için bir ferdin rızası bulunmadan hayatı ve hakkı feda edilmez. Mü’minlerin iyi yönleri olduğu gibi, zaman zaman farklı hareketlerde bulunanlarda olabilir.

”Ey mü’mine kin ve adâvet besleyen insafsız adam! Nasıl ki, sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber dokuz mâsum ile bir câni var. O gemiyi gark ve o haneyi ihrak etmeye çalışan bir adamın ne derece zulmettiğini bilirsin. Ve zalimliğini, semâvâta işittirecek derecede bağıracaksın. Hattâ birtek mâsum, dokuz câni olsa, yine o gemi hiçbir kanun-u adaletle batırılmaz.”

Kardeşimizin, birçok iyi sıfatı varken, bir tane bize kötü gözüken sıfatı için, o kardeşimize bu kötü sıfatı ile tanımak ve adlandırmak, kötülemek, kin bağlamak ve bu sıfatından dolayı onu küçümseyerek alay etmek bir zulümdür.

Kişi nefsine ne isterse mü’min kardeşine de onu istemelidir. Herkes kendi yanlışlarını görmek ve terbiye etmekle mükelleftir. Başkasının günahlarını kendine meşgale etmemeli, affedici olmalıdır. Kin, inad ve hırs gibi muzır hasletler insanın düşünme ve muhakeme yeteneğini kaybettirir ve neticede insanı kötülüğe yönlendirir.

Bir mü’minin işlediği bir günah veya kötülükte çok sayıda faktörün etkisi vardır. Dolayısıyla günah işleyeni yargılarken sadece kişinin değil, aynı zamanda o faktörlerin de dikkate alınması gerekir. Çünkü kaderin onda bir hissesi var. Onu çıkarıp, o kader ve kazâ hissesine karşı rıza ile mukabele etmek lazımdır.

”Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.”

“Muhakkak ki insan çok zalimdir.” İbrahim Sûresi: 34

Sîga-i mübalâğa ile gayet azîm bir zulüm ettiğini, hakikat ve şeriat ve hikmet-i İslâmiye sana ihtar ettiği hâlde, nasıl kendini haklı bulursun, “Benim hakkım var” dersin?

Hakikat nazarında sebeb-i adâvet ve şer olan fenalıklar, şer ve toprak gibi kesiftir; başkasına sirayet ve in’ikâs etmemek gerektir. Başkası ondan ders alıp şer işlese, o başka meseledir. Muhabbetin esbabı olan iyilikler, muhabbet gibi nurdur; sirayet ve in’ikâs etmek, şe’nidir. Ve ondandır ki, “Dostun dostu dosttur” sözü durub-u emsal sırasına geçmiştir. Hem onun içindir ki, “Bir göz hatırı için çok gözler sevilir” sözü umumun lisanında gezer.

İşte ey insafsız adam! Hakikat böyle gördüğü hâlde, sevmediğin bir adamın sevimli, mâsum bir kardeşine ve taallûkatına adâvet etmek ne kadar hilâf-ı hakikat olduğunu, hakikatbîn isen anlarsın.

“Kim kardeşinin ayıbını örterse Allah da dünya ve ahirette onun ayıbını örter.” (İbn Mace)

“İyiliği gördüğü zaman kapatan, kötülüğü gördüğü zaman yayan kötü komşunun şerrinden Allah’a sığının.” (Buhari)

Mü’min kardeşlerimizin kusurlarını düzeltmek için daima onlara dua etmeliyiz, iyi yönleri ile görmek ve haklarında iyi düşünmek lazımdır. Düşmanlık sebebi olan kötü hasletler ve fenalıklar toprak gibi kapalı, kalın ve koyu olmalı ve başkasına geçmemelidir. Başkasının yaptığı kötülüğüne karşı ben de kötülük yapayım dememeli, özellikle kötü hasletlerin bıraktıkları tahribatlardan ders ve ibret alınmalıdır.

Mümin kendisine yapılan kötülüklere karşı bile iyilikle muamele yapmakla yükümlüdür.”Biz muhabbet fedaileriyiz husumete vaktimiz yok.” Diyen Bediüzzaman, başka yerde de şunu ifade etmektedir.“Milletimin imanını selamette görürsem cehennemin alevleri içerisinde yanmaya razıyım.” İşte kardeşlik de, uhuvvet de böyle olmalıdır.

Rüstem Garzanlı / DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Hakiki Muhabbet Eden Hakiki Düşman Olamaz

İslam dünyasının ve Müslümanların içinde bulunduğu hastalıklar ve tedavi çareleri:


“Müminler, muhakkak ki, kardeştirler. Artık kardeşlerinizin arasını düzeltiniz ve Allah’tan korkunuz, ta ki: siz rahmete erişesiniz.”(hucurat 49/10)


Müslümanlar, İslam esaslarının temelinin ve kaynağının Allah’ın kitabı ve Resulullah’ın sünneti olduğuna iman ederler. Eğer Müslümanlar bu iki kaynağa sımsıkı sarılırlarsa elbette ki doğru yoldan sapmazlar.


Bediüzzaman, Uhuvvet Risalesinde İman ve İslam kardeşliğinin nasıl olması gerektiğini en güzel şekilde altı vecihle açıklamıştır. Birinci vecih bir önceki yazımızda izah edilmiştir.


İkinci Vecih:


Hem hikmet nazarında dahi zulümdür. Zira malûmdur ki, adâvet ve muhabbet, nur ve zulmet gibi zıttırlar. İkisi, mânâ-yı hakikîsinde olarak beraber cem olamazlar.


Eğer muhabbet, kendi esbabının rüçhaniyetine göre bir kalbde hakikî bulunsa, o vakit adâvet mecazî olur, acımak suretine inkılâp eder. Evet, mü’min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır. Onun için, nass-ı hadisle, üç günden fazla mü’min mü’mine küsüp kat-ı mükâleme etmeyecek. Eğer esbab-ı adâvet galebe çalıp, adâvet, hakikatiyle bir kalbde bulunsa, o vakit muhabbet mecazî olur, tasannu ve temellük suretine girer.


Bediüzzaman İslam dünyasının ve müslümanların içinde bulunduğu hastalıklar ve tedavi çarelerin Hutbe-i Şamiye’de bu konuyu şöyle izah etmektedir:


Bazan insanın gururu ve nefisperestliği, şuursuz olarak, ehl-i imana karşı haksız olarak adâvet eder; kendini haklı zanneder. Halbuki, bu husumet ve adâvetle, ehl-i imâna karşı muhabbete vesile olan iman, İslâmiyet ve cinsiyet gibi kuvvetli esbabı istihfaf etmektir, kıymetlerini tenzil etmektir. Adâvetin ehemmiyetsiz esbablarını, muhabbetin dağ gibi sebeplerine tercih etmek gibi bir divâneliktir.


Madem muhabbet adâvete zıttır; ziya ve zulmet gibi hakikî içtima edemezler. Hangisinin esbabı galip ise, o hakikatiyle kalbde bulunacak; onun zıddı hakikatıyla olmayacak. Meselâ, muhabbet hakikatiyle bulunsa, o vakit adâvet şefkate, acımaya inkılâp eder. Ehl-i imana karşı vaziyet budur. Yahut adâvet hakikatiyle kalbde bulunsa, o vakit muhabbet, mümaşat ve karışmamak, zahiren dost olmak suretine döner. Bu ise tecavüz etmeyen ehl-i dalâlete karşı olabilir.


Evet, muhabbetin sebepleri, iman, İslâmiyet, cinsiyet ve insaniyet gibi nuranî, kuvvetli zincirler ve mânevî kalelerdir. Adâvetin sebepleri, ehl-i imana karşı küçük taşlar gibi bir kısım hususî sebeplerdir. Öyleyse, bir Müslümana hakikî adâvet eden, o dağ gibi muhabbet esbaplarını istihfaf etmek hükmünde büyük bir hatadır.


Meselâ, muhabbet hakikatiyle bulunsa, o vakit adâvet şefkate, acımaya inkılâp eder. Ehl-i imana karşı vaziyet budur.


Bugünkü dünya üzerinde cereyan eden olumsuzlukların yegâne sebeplerinden biri, devletlerin kendi otoritelerini zorla ve tahakkümle halkına kabul ettirmek, milletin ananelerine ve inançlarına müdahale etmek, milletini hakir görmek ve milli gelir dağılımında ayrıcalık yapmaktır. Bu olumsuz tutum ve davranışların neticesinde husumet meydana gelir. Onun için evvela devlet halkı ile barışık ve güven içinde olmalıdır. Netice itibariyle bir devlet milletine veya millet devletine güvenmiyorsa o devlette isyan ve terör çıkması muhtemeldir.


Bediüzzamanın, ıslah için kullanacak iki araç olan “nur ve topuz”un yani nasihat ve cebrin aynı elde olmaması lazım geldiğini belirtir. Bu ifadeden anlaşıldığı üzere hem birey hem de toplumu ıslah etmenin aracı zor ve tahakküm değil, belki karşılıklı sevgi ve samimiyeti göstermek ve neticede toplumun devletine, devletin milletine güven duymasıyla olur. Sosyal hayatta ailelerin idaresinden tut ta devletlerin idarelerine kadar birbirleri ile geçinmenin ve anlaşmanın tek çaresi maslahat ve uhuvvettir. Uhuvvet ise birbirlerine güven, iyi ilişki ve diyalogla olur.


Mü’minler ahiretin mezrası olan dünyada da birbirlerini desteklemelidirler. Yalnız bu destek diğer insanların haklarını gasbetmeyecek şekilde vahdete ulaşmak gayretini göstermek lazımdır. Vahdet, mü’minler arasında olduğu gibi, aynı bölgenin insanları veya unsurları ile bir anlamda ortak kimlik oluşturanları da beraber yaşamaya davettir. Her ne kadar insanlar arasında birlik ve beraberliği, yardımlaşma ve dayanışmayı kapsamakta ise de asıl İslamiyet’le ilgilidir. Çünkü küfrün mahiyetinde dostluk ve kardeşlik yoktur. Ancak kâfirler de kendi aralarında uhuvvet ve muhabbeti gösterebilirler.


Bediüzzaman fertler arası çıkabilecek ihtilaf ve çatışma alanlarını birer birer kapatırken sınıflar arası veya meslek ve meşrepler arası çıkabilecek çatışma alanlarını da kapatmaya çalışır. Sosyal hayatın zorunlu sonuçlarından olan meslek ve meşreplerin farklılaşması ve kademelenmesi gerçeğini teslim ettikten sonra bu farklılaşmanın düşmanlık ve husumete neden olmaması gerektiğini vurgular. Ona göre her meslek ve meşrep sahibi haklı olarak kendi mesleğinin en iyi ve en etkin meslek olduğunu iddia edebilir, etmelidir de; buna hakkı vardır. Fakat sadece kendi mesleğinin iyi olduğunu, diğer İslâmî mesleklerin kötü ve bâtıl olduğunu iddia etmeye hakkı yoktur.


Ey insafsız adam! Şimdi bak ki, mü’min kardeşine kin ve adâvet ne kadar zulümdür. Çünkü, nasıl ki sen âdi, küçük taşları Kâbe’den daha ehemmiyetli ve Cebel-i Uhud’dan.daha büyük desen, çirkin bir akılsızlık edersin. Aynen öyle de, Kâbe hürmetinde olan İmân ve Cebel-i Uhud azametinde olan İslâmiyet gibi çok evsâf-ı İslâmiye muhabbeti ve ittifakı istediği hâlde, mü’mine karşı adâvete sebebiyet veren ve âdi taşlar hükmünde olan bazı kusurâtı İmân ve İslâmiyete tercih etmek, o derece insafsızlık ve akılsızlık ve pek büyük bir zulüm olduğunu, aklın varsa anlarsın.


Evet, tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulûbu ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder.


Evet, inkâr edemezsin ki, sen bir adamla beraber bir taburda bulunmakla, o adama karşı dostâne bir rabıta anlarsın; ve bir kumandanın emri altında beraber bulunduğunuzdan, arkadaşâne bir alâka telâkki edersin. Ve bir memlekette beraber bulunmakla, uhuvvetkârâne bir münasebet hissedersin. Halbuki, imanın verdiği nur ve şuurla ve sana gösterdiği ve bildirdiği esmâ-i İlâhiye adedince vahdet alâkaları ve ittifak rabıtaları ve uhuvvet münasebetleri var.


Aynı taburda bulunduğun insana dostane bir bağla yaklaşırsın ve aynı kumandanın emri altında bulunduğundan arkadaşane anlayışla yaklaşırsın. Ve bir memlekette beraber bulunmakla, kardeşce bir ilişki hissedersin. Halbuki imanın sana verdiği nur ve şuurla ve sana gösterdiği Allahın isimleri ile tevhid alakaları ve birleşme bağları ve kardeşlik bağları vardır.


Meselâ, her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir-bir, bir, bine kadar bir, bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir-bir, bir, yüze kadar bir, bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir-ona kadar bir, bir. Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak mânevî zincirler bulundukları hâlde, şikak ve nifâka, kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü’mine karşı hakikî adâvet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i’tisaf olduğunu, kalbin ölmemişse, aklın sönmemişse anlarsın.


Bütün bunlar birliği sevgiyi ve kardeşliği gerektirdiği gibi, dünyanın kürelerini birbirine bağlayan manevi zincirler oldukları halde, nifak ve şikaka ve düşmanlığa sebebiyet veren basit ve ehemmiyetsiz şeyleri tercih edip mü’min’e düşmanlık beslemek, kin bağlamak o birlik bağına ne kadar saygısızlık, muhabbette karşı alaylı ve uhuvvete karşı bir zulüm olduğu anlaşılır.


Hz.Ömer (ra)


Bir kişinin camide abdest kaçırma durumu karşısında o kişi mahcup olmasın diye


Kardeşlerim, öğlen namazı yakındır, abdestli bile olsak abdest üstüne abdest almak nurdur, kalkalım hepimiz abdest alalım. Der.


İşte görgü kuralı da, kardeşlik bağı da böyle olmalıdır.


Rüstem Garzanlı/Diyarbakır


www.NurNet.org

Hayati Harrani’den Nasihatler

“Kalbinde, Allah korkusu bulundurmak ve sıddîklerin hâlleri ile hâllenmek isteyen kimse, her işinde sünnet-i seniyyeye yapışmalı, onu mutlaka yerine getirmeli ve helâl lokma yemelidir. İnsanın meleklik sıfatından mahrûm olması; haram yemesi ve Allahü teâlânın yarattıklarına eziyet etmesi sebebiyledir.”

“Kalb yumuşaklığını, Allah adamı olan evliyânın sohbetlerine devâm etmekte aramalıdır. Kalb nûrunu da, sohbete olan gayreti devâm ettirmede aramalıdır.”

“Sâdık talebenin alâmeti şudur: Bir ân bile, Rabbini zikretmekten, O’nu hatırlamaktan ayrılmamalı ve O’nun hakkını gözeterek, farz ve sünnetlere devâm etmeli, dünyânın geçici zevklerinin sevgisini kalbe sokmayıp atmalı ve kalbinde dâimâ cenâb-ı Hakk’ın sevgisini bulundurmalıdır”

“Muhabbet, yâni Allahü teâlâyı sevmek, mârifetin (yâni O’nu tanımanın) ve Hakk’a giden yolun en büyük nişânıdır. Bâkî, sonsuz var olan sevgiliye, muhabbet ile kavuşulur.”

Hayat Bin Kays El Harrani (Hayati Harrani(K.S.))